DAMLAYA DAMLAYA SEL OLUR: Yağmur tanelerinin çam dalları üzerindeki görüntüsü. Bu damlacıklar damlaya damlaya sel oluyor ve çok canlar yakıyor.
Geçen sene Silivri’yi ve Selimpaşa’yı sel basmadan birkaç gün önceydi. Eşim güneşten solan balkon minderlerinin yüzlerini değiştirmek istedi. Silivri’ye indik, kumaşları aldık. Silivri’nin ortasından akan derenin çok yakınındaki bir döşemeci ile anlaştık. Bize birkaç gün içinde Beş sünger minder yapacaktı.
“Tamam” dedik. “Minderleri yapınca bizi ararsın”.
Eve geldik. Ertesi gün “o lanet” yağmur başladı. Bitmek bilmeyen ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmur.
Eve tıkıldık. Yüksekte olduğumuz için sel önümüzdeki yoldan akıp gitti. Denizle birleşti.
Bu arada elektrikler kesildi. Uzun süre etraftan haber alamadık. Pilli bir radyodan Silivri’yi ve Selimpaşa’yi sel bastığını duyduk.
Selimpaşa’da yazlıkta dünür oturuyordu. Yaşlıydı ve yanında bakıcısından başka kimse yoktu. Yardım için yola çıktım. Silivri istikametinde yol kapanmıştı. Edirne tarafındaki alt geçit de su dolduğu için yolun karşı tarafına geçip TEM yolu ile Selimpaşa’ya gidememiştim.
Geri döndüm. Bu arada torununun dünüre ulaştığını ve kurtardığını öğrendik. Rahatlamıştık.
Faciayı biliyorsunuz. Tekrar etmeye gerek yok.
Selden birkaç gün sonra Silivri’ye indik, döşemeciye uğradık. Tepesine kadar su dolan dükkanda artık sular çekilmişti. Sel döşemeciyi de vurmuş, tüm mallarını, döşemeci aletlerini ve bu arada bizim kumaşları da sel götürmüştü; “geçmiş olsun” dedik. “Kumaşları dert edinme” diye teselli ettik. Ayrıldık.
Silivri esnafı yaralarını sardı.
Aradan bir yıl geçti. Silivri’de gözle görülür bir iyileştirme yoktu. Yeni kumaşlarla yine aynı döşemecinin kapısından içeri girdik. Bizi de, olayı da hatırladı.
Uzatmayalım. Tekrar anlaştık. Bir ara sordum “selle ilgili Silivri’de bir çalışma yapıldı mı” diye. Cevabı “hayır” oldu döşemecinin. Yani kuvvetli bir yağışta sel yine esnafı ziyaret edecekti. Döşemeci kaderine razı bir şekilde “tek yaptığım dükkanı ve içindekileri sigortalamak oldu” dedi.
Sizin anlayacağınız elde var sıfıra sıfır. Sigorta hariç.
Meteoroloji kuvvetli yağış uyarısı yapınca döşemeciye şaka yollu “bu kez yağmurdan önce işi bitir de minderleri kurtaralım” dedim. Güldü. “Tamam ağabey” dedi.
Ve yağmur geçen yıl olduğu gibi yine şiddetli geldi ama Allah’tan kesik kesik yağdı. Sel olmadı, esnafı perişan etmedi.
Silivri hala risk altında. İş Allah’a bırakılmış durumda.
Selimpaşa’da ise bazı çalışmalar gördük. Umarız bu çalışmalar işe yarar.
Minderler mi?
Onları çoktan aldık bile.
Sayfalar
▼
23 Haziran 2010
20 Haziran 2010
Rüzgarı elektriğe dönüştüren PERVANELER!
ÇEŞME YOLUNDAKİ PERVANELER: Rüzgar enerjisinden elektrik üreten merkezlere Rüzgar Santrali deniliyor. Rüzgar Santralleri kurulduktan sonra pervaneler rüzgarın (havanın) hareketiyle bağlı oldukları şaftı döndürüyor. Uygun bir jeneratör ile de bu hareket enerjisi elektrik enerjisine dönüştürülüyor.
Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Avusturya'nın büyük bölümünü otobüsle gezmiş, Orta Avrupa’yı baştan sona geçmiştik. "O" rüzgar pervanelerini gördükçe ve kilometrelerce uzadıklarını gözlemleyince hayıflanmıştım.
Neden?
Neden biz bu ucuz enerjiden faydalanamıyoruz? diye.
Rüzgarımız mı yok?
Evet. Geç meç önemli olan başlamaksa bizde de o pervaneleri çokça görüyoruz artık.
Marmara’da Ege’de tek tek ortaya çıkmaya başladılar. Çoğalıyorlar da.
Umarım bu enerji kaynağı giderek artar, Türkiye hiç değilse bu konuda dışa bağımlılıktan kurtulur.
Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Avusturya'nın büyük bölümünü otobüsle gezmiş, Orta Avrupa’yı baştan sona geçmiştik. "O" rüzgar pervanelerini gördükçe ve kilometrelerce uzadıklarını gözlemleyince hayıflanmıştım.
Neden?
Neden biz bu ucuz enerjiden faydalanamıyoruz? diye.
Rüzgarımız mı yok?
Evet. Geç meç önemli olan başlamaksa bizde de o pervaneleri çokça görüyoruz artık.
Marmara’da Ege’de tek tek ortaya çıkmaya başladılar. Çoğalıyorlar da.
Umarım bu enerji kaynağı giderek artar, Türkiye hiç değilse bu konuda dışa bağımlılıktan kurtulur.
15 Haziran 2010
" Babam, tadı damağımda kaldı"!
Pazar günü Babalar günü. Şimdiden babamı ve bu dünyaya veda etmiş babaları rahmetle anıyorum. Tüm babaların babalar gününü de sevgili can dostum şair SÜHEYLA TAŞÇIER'in "TENİMİN ALTINDAKİ TANRIÇALAR KİTABINDAN" en "baba" şiiriyle baş başa bırakarak kutluyorum:
BABAMA
babam tadı damağımda baldı
o sabah kalkamadı
peteklerden akıttın zehrini tanrım
gözlerimde ölüm ağırlığı
annemin yangınına koştum
deli rüzgar gibi dolanıyor annemin sesi
taş duvarlar sarsıldı
altındağda kerpiç evler yıkıldı
ölüm bu kadar kötü mü baba
çocuğun sağı solu belli olur mu
aklım sabah vereceği iki bucuk lirada
komşu kızı neclaya
sucuklu tost alacaktım
ayakkabı sözü de vardı
ben erkek kızıma ayakkabı alacağım
biliyor musun baba
erkek kızın avuç açmadı
babam tadı damağımda baldı
o sabah kalkamadı
peteklerden akıttın zehrini tanrım
keskin kahverengi gözlerin
soyumdan aldığım
iri siyah gözlerimde kaybolmuştu
oda çıplak
annem çıplak
biz çıplak
sokak çıplak
ay yok
gece çırılçıplak
ağlayan mor yüzlü kalabalık
duvarlarını yaptığın mezarlığa götürürken seni
çocuğun sağı solu belli olur mu
kardan adam yapıyordum
buldum
buldum gözlerini buldum
kardan adamdan bakıyordun baba
bahara kadar kar kalkmadı mezarından
esmer tenin toprak kokuyor
mezarına gide gele derken büyüdüm
mezar taşın gibi durgun değil yaşam
insanlık adına
güzellik adına suç işliyorum
puştlar
her gün beni yargılıyorlar
annemden dinledim öykünü
ardına on bir çocuk bırakıp giderken
ağzında götürmüşsün altın dişlerini
mertliğe sığar mı baba
ağabeyim geldi yıllar sonra koynuna
arısına da
peteğine de
balına da
yaşamı
kazma ve kürek sesinde dondurmuş
gömücülerin elinden
kovboy ıslığı edesıyla aldım sermayemi
yüreğimdeki dikenlerle
bozdurdum her bir dişini
odun
kömür
çıra derken
patates soğan çuvalla
komşulara o kış pirinç bile verdik
annemin sesi dinlendi
sen kırk sekiz yaşında kaldın
ben senin yaşına yaklaştım
annem
annem senden çok büyük
baba
BABAMA
babam tadı damağımda baldı
o sabah kalkamadı
peteklerden akıttın zehrini tanrım
gözlerimde ölüm ağırlığı
annemin yangınına koştum
deli rüzgar gibi dolanıyor annemin sesi
taş duvarlar sarsıldı
altındağda kerpiç evler yıkıldı
ölüm bu kadar kötü mü baba
çocuğun sağı solu belli olur mu
aklım sabah vereceği iki bucuk lirada
komşu kızı neclaya
sucuklu tost alacaktım
ayakkabı sözü de vardı
ben erkek kızıma ayakkabı alacağım
biliyor musun baba
erkek kızın avuç açmadı
babam tadı damağımda baldı
o sabah kalkamadı
peteklerden akıttın zehrini tanrım
keskin kahverengi gözlerin
soyumdan aldığım
iri siyah gözlerimde kaybolmuştu
oda çıplak
annem çıplak
biz çıplak
sokak çıplak
ay yok
gece çırılçıplak
ağlayan mor yüzlü kalabalık
duvarlarını yaptığın mezarlığa götürürken seni
çocuğun sağı solu belli olur mu
kardan adam yapıyordum
buldum
buldum gözlerini buldum
kardan adamdan bakıyordun baba
bahara kadar kar kalkmadı mezarından
esmer tenin toprak kokuyor
mezarına gide gele derken büyüdüm
mezar taşın gibi durgun değil yaşam
insanlık adına
güzellik adına suç işliyorum
puştlar
her gün beni yargılıyorlar
annemden dinledim öykünü
ardına on bir çocuk bırakıp giderken
ağzında götürmüşsün altın dişlerini
mertliğe sığar mı baba
ağabeyim geldi yıllar sonra koynuna
arısına da
peteğine de
balına da
yaşamı
kazma ve kürek sesinde dondurmuş
gömücülerin elinden
kovboy ıslığı edesıyla aldım sermayemi
yüreğimdeki dikenlerle
bozdurdum her bir dişini
odun
kömür
çıra derken
patates soğan çuvalla
komşulara o kış pirinç bile verdik
annemin sesi dinlendi
sen kırk sekiz yaşında kaldın
ben senin yaşına yaklaştım
annem
annem senden çok büyük
baba
5 Haziran 2010
Rüzgarı arkasına alan belde: ALAÇATI
HALKININ ÇOĞU GÖÇMEN: İzmir’i karış karış gezmiştik ama Alaçatı’ya uğramamıştık. Sörf için uygun rüzgarıyla tüm Dünya'da tanınan Alaçatı’yı sıcak bir günde üstelik öğlen vakti gezdik. Tipik taş Rum evleri karşılıyor sizi Alaçatı sokaklarında. Dar sokaklar tertemiz. Evlerin hepsi boyalı. Şöhret çeki düzen vermiş Alaçatı'ya. Alaçatı halkının Selanik'ten, Makedonya'nın Karacaova bölgesinden ve Girit, İstanköy gibi adalardan geldiği biliniyor.