Bir gazete
nasıl doğar, nasıl batar Yazı dizisi -9-
ÖZAL VE SIKINTILI ANLAR: Bulvar’ın yayın hayatı boyunca tepemizden
eksik olmayan bir baskı ve bunun yol açtığı sıkıntı yaşadık... Bu baskı ve
sıkıntının kaynağı o günün Başbakanı Turgut Özal idi... Zaman içinde
gazetelerin Genel Yayın Müdürlerini toplar belli konularda bilgiler verirdi.. .Daha
çok parayı anlatırdı... Aslında bu Genel Yayın Müdürünü etkileme yolu Özal
öncesinde de kullanılıyordu. Belli Ankara muhabirleri belli siyasetçilere yakın
olarak korunurdu! Yakın gazetecilere iş
bulamadıkları zaman işe alınmaları ricası da duyulamayan şeylerden değildi!.. Benim
sıkıntım yapılan uygulamalara itirazımdan kaynaklanıyordu... Resimde sıkıntı da
belli oluyor... Sayın Özal da ben de ellerimizi sıkma yarışı içindeyiz!. Benim
yapabildiğim siyaset bu noktada sonlanıyordu! Önce
dişimi sonra ellerimi sıkıyordum! Bugün Silivrideki meslektaşlarımı düşününce
Özal ın en azından karikatülerine güldüğünü onları SAKLADIĞINI hatırlatmak
isterim...
Ilıcak ailesi
Süleyman Demirel tercihini, yeniden düzenleyememişti... İktidar yakınlığının
avantajını kullanamaz hale gelmişti. Umulduğu gibi olmamış ve Turgut Özal yeni
partisi ile beklenin ötesinde bir başarı ile iktidara gelmişti. Şimdi bu
hatanın (bana göre iktidarla böylesine bağlantılı olmak ve bağlantılı kalmak
aslında göremedikleri en büyük hata idi) sıkıntısını giderek ağırlaşan bir
şekilde yaşıyorlardı..
Siyaset Kemal
Ilıcak’ı sıkıştırmaya devam ediyordu. Kamacıoğlu, “Turgut Özal’da fil kini
olduğunu anladık. Kur’an-ı Kerim dağıtacağımız bir pazar günü kağıda zam
yapıldı” diye anlatır.
“Aldığım terbiye
gereği olacak oldum olası dini duygularımı işimden ayrı tutmaya dünyevi işlere
bulaştırmamaya gayret ederek büyüdüm… Hiç kimse ile paylaşılamayacak kadar özel
bir duygudur! Ninem namazları bile kimse görmeden kılardı… Gösterişin günah
olduğu sıkça işlenen önemli bir tema oldu… İsrafın günah olduğu gibi… Belki de
bu dürtüleri yenemiyordum… Kul ile Allah arasında kalabalığa gerek yok derdi
babam… Ve ben din işlerini kendi içimde tutma alışkanlığımı Tercüman grubu
içinde de belli ediyordum… Onların çok iyi deyip bastırdığı fikirleri endişe
ile karşılıyordum… Tercüman ahlakı içinde düşünülünce ben de tam ters bir alışkanlık
vardı… Ramazan gelmeden hazırlanılır… Bütün bir ay ülkenin dindar görüntüsü
sayfalara yansırdı… Bir ölçüde bunu kabullenmem normaldi… İnanılmaz bir baskı
vardı… Reddedecek durumum yoktu… Ramazan sayfalarını kabullenip bir ay boyunca
yayıma hazırlarken bile günlük hayata yansıyacak farklı yorumları aramaya
gayret ettim… Tavır olarak da “açıkça
oruç tutmadığımı” (çok sık kanayan bir mideye sahiptim! Yüreğimin
kanamasından çok midem beni zorlardı) söyleyip öğlenleri alıştığım gibi yemek
yedim… Etrafımda oruçlu olduğunu söylediği halde benimle oturup atıştıranları
görmezden gelerek! Ama ölçünün din denince ne denli, kolaycılığa kaçtığını
biliyordum… Baskının ne denli ağırlaştığını... Ramazan gayretleri,dansözlerin
bir ay için örtünmesi ne kadar normal olabilir? Toplu tiraj alma gibi bir
kolaycılık size reddedilmesi zor bir tuzak gibi sunuluyordu… Ve bu tuzak
reddemeyeceğiniz bir alışkanlık oluyordu!
O günlerde çok iyi ve
bizim gazete ile birlikte fasikül fasikül verebileceğimiz bir Kuran olduğu
belirlenmişti… Dini konuları içeren kararlar Kemal Bey etrafındaki belli
kişilerce yukarıda alınıyordu... Kerhen de olsa, senede bir ay da olsa bize bu
terbiyeye uyma kalıyordu... Gazeteciliğim süresinde iki konu üzerinden yapılan
promosyon beni hep korkutmuştur… Biri DİN diğeri seks… İki konuda sınırlarını
ne kadar titiz çizerseniz çizin belli bir derinliği bulursa geri tepmesi en
kolay olan alanlardı!.
Fasikülleri dağıtmaya
başladığımız ilk hafta herkes çok mutlu olmuştu… Gerçekten verilen eser iyi
seçilmişti. Bir grubu, bir düşünceyi tanımak önemliydi… Tiraj alıyorduk… 350
binlere geldiğimizde kağıt sıkıntısı bizi frenledi… Talep vardı ama gazete
basacak kağıt yoktu. Bize ayrılmış toplam kağıt miktarı devletin istediği gibi
belirlenmişti... Verdiğimiz ekler gazete içinde hesaplanmadığı için gerektiği
kadar kağıt almamız mümkün olmuyordu… Alamıyorduk... Kontenjan dolmuştu… Bu
yetmiyormuş gibi “Ben sizi fiyatla da terbiye ederim” diyen bir Başbakan vardı…
Unutulmaz oluşu SEKA’nın kapalı olduğu bir pazar sabahı Başbakanın emri ile zam
yapması olmuştu… Promosyon için ayrılan zamanı tamamlarken bir başka olayda da
sıkıntımızı büyüttü… Belli gruplar gazeteye karşı tepki gösterip kuranı ayaklar
altına alıyorlar bunlar lafını yayıyordu… Bir ucunda kadın resimleri, içinde Kuran
var… Kuran basılırken yerlere düşüyor diye aleyhimize kampanya da bizi
sarsıyordu… Yani binbir sıkıntı ile aldığımız 100 bin fazladan tiraj kampanya
sonunda eski rakamımızı da geriletmişti.…Tiraj eski halinde yani 250 binlerde
kalamamış bu kadar gayret ve promosyondan sonra 230 binlere inmiştik..
……………………
Salı toplantıları
Kemal Ilıcak’ın çevresine eteklerindeki taşları boşaltma şansı tanıdığı ama
çevrenin sadece taş boşaltmakla yetinmeyip bir o kadar daha suçlama ilave
ettiği bir etkinlik oluyordu… Bana göre manası yoktu… Konuşulan gazete değildi…
Gazetecilik de değildi… Şu bunu neden dedi ile başlıyordu. Belki de patron
olarak Kemal Bey emrindekilerin dertlerini ilk elden dinlemek için böyle bir
şey başlatmıştı. Ama giderek bu etkinlik sivrisinek besleyen, görünür ve itibar
edilir bir bataklığa dönüştü… Bazen
beynim ve hafızam beni çok üzen
olayları yarı yarıya siliyor… Bu nedenle isimleri yanlış söylememek için sadece
olayı nakletmekle yetinmeliyim… İstemeyerek katıldığım için olacak Kemal Ilıcak’ın
odasında oturacak yer beğenemedim… Kemal Bey hemen masasına yakın bir yeri
işaret etti… Gelen sandalyeye emanet iliştim… Benden önce de ben konuşuluyor
olmalıydım ki fırtına giderek hızlandı…
--İçimizden
hançerlendiğimizi ne zaman göreceksiniz Kemal Bey… Bulvar denen gazete hem
bizim içimizde, hem de bizden değil.!. Zararı büyük oluyor… Tercüman okuru bunu
kaldırmaz…
Birden yüzler bana
dönüyordu..Ve cevabını bakalım der gibi!
--Biz Tercüman okuru
için mi gazete çıkarıyoruz? Bunu neden böyle düşünüyorsunuz?.. Tercüman olarak
size düşmüyor mu bu görev… Tercüman okuru için siz gazete çıkarıyorsunuz. Biz
Bulvar okuruna gazete çıkarıyoruz! Aynı tabana değil... Ayrı bir kesime!
--Ama Tercüman okuru
da biliyor bunu... Bu gazetenin Tercüman’da çıktığını...
--Tabii bilecekler.
Aynı anda adının da Tercüman olmadığını biliyorlar... Biz ne zaman Bulvar
başlığı yerine Tercüman yazdık? Ne zaman Tercüman olmak istiyoruz dedik..
--Zaten olamazsınız
ki!
--Olmamamız
gerekiyor… Bu şu değil.. Beğenmiyoruz... Olmayız demek değil… Daha farklı
bakabilmeliyiz… Hem Tercüman’a zarar verdiğimizi söylüyorsunuz… Hem Tercüman
gibi çıkmamızı istiyorsunuz? Gerçek ne?
--Bu fikri nasıl
kabul ettiniz? Bizim ürettiğimiz haberleri alıyor, bizim söyleyemeyeceğimiz
üslupla veriyor… Buna neden göz yumuyorsunuz? Bize zararı var bunun…
Kemal Bey asla direkt
muhatap olmuyordu…Sanki odada yokmuş gibi davranıyordu.. Bir an kendimi yem
olarak Tercüman kadrosunun önüne atılmış hissettim… Sinirleri yatışsın diye
hemen hepsi bokstaki gibi aynı çuvalı yumrukluyorlardı... Acaba Kemal Beyin
horoz dövüşü merakı mı vardı? diye düşündüğüm de oldu... Saldırılar direkt bana
yapılıyordu… Benden önce ne konuşuyorlardı diye sorayım diye de düşündüm…Neden
illa benim gelmem isteniyor hakkında da bir fikrim olmağa başlamıştı…
--Haberi alıp yeniden
yazdırma hakkın var mı? Bizim haber kaynaklarımızı köreltmek hakkını kimden
alıyorsun?…
Çayım yarılanmıştı…
Tuzlu kurabiyelerinden de iki adet kalmıştı… Tabağı Kemal Beyin masasına
koydum… Hazırlandım… Saatime bir kere daha baktım…
--Beyler sohbetinize
doyum olmuyor… Ama benim kadrom bana kurabiye yeyip saatlerce tartışacak,
çevreyi çekiştirecek kadar zaman vermiyor… İşlerim yarım kalacak… Ve beni yarın
bu yarım kalan işlerden dolayı da acımasızca eleştireceksiniz… İzin verin… Aynı
soruları siz biraz da Kemal Beye sorun… İkinci gazete çıkarma fikri benim
değildir… Patronunuzun kararıdır… Bana yansıyan kadarı ile elindeki şişkin kadroyu işsiz bırakmamak kovmamak için bunu yaptığını
söylüyor… Neden sizi işten çıkarmadığını ve bunun yerine Bulvar gibi bir gazete
yaptığını ben de anlamış değilim! Belki kendisi size anlatır. Ben size hak
veriyorum… Yerden göğe haklısınız… İkinci bir gazete çıkarmamalı ve doğru olanı
yapmalıydı!.. Sizi kovmalıydı! Sizin var… Benim zamanım yok… Ve aşağıya inmek sizin
karşı olduğunuz bir gazete yapmak zorundayım… Kolay gelsin..
………..
Sadece zihnimde kalan
kapıdan çıkana kadar odadan çıt çıkmadığı idi. Daha sonra Bulvar’a dönerken
yürekten bir daha hiçbir kuvvetin beni bu toplantıya sokamayacağı kararını
aldım… Öyle de davrandım… Asla bu toplantılara bir daha katılmadım….
HER YERDE BİRARADA: Bulvar tam bir
okul gibiydi. Çalışanlar birbirine kenetlenmiş, gazetecilik heyecanını
paylaşıyorlardı. Zaman zaman da bir araya gelip eğlenmesini de
biliyorlardı (yukarıdaki fotoğraf). Bu dostluk, kaynaşma bugün de devam ediyor.
Bulvar çalışanları çalıştıkları dönem de olduğu gibi yine bir araya geliyorlar ama biraz yaşlanmış olarak.
Bu artık telâfisi mümkün olamayacak bir kırılma
oldu… Şunu itiraf etmeliyim, bulunduğum konumda yapılmaması gereken bir şeydi...
Ben aynı şartları bir kere daha yaşasam bunu aklımla değil yüreğimle
cevaplardım… Yani gene aynı şeyi yapabilirim... Hayır... Kesin yapardım! Aynı
tepkiyi gösteririm… Dürüstlüğün olmadığı bir ortamda dürüst gazetecilik
olmuyor!. Bu olmayınca tarafsız ve inandırıcı bir iş çıkaramıyorsunuz… Sonuç
benim yapabileceğim iş olmaktan çıkıyor. Bu kırılma da böyle oldu… Samimi
değildiler… Gazete için konuşmuyorlardı… Bunu biliyordum…
Vazo çatlamıştı.
Kırılması kaçınılmazdı ama benim için zamanı kestirmek de imkansızdı. Umutsuzluğun
kökeninde zamanla gelişen çok olay oldu… Ana başlıkları şöyle sıralamak çok
yanlış olmaz…
Nazlı Ilıcak ile
Kemal Ilıcak arasındaki görüş ayrılıkları ve tartışma Bulvar’a yansıdı… Tavşana
kaç, tazıya tut politikasının iflas ettiği zamanlarda aykırılık zararlı olacak
boyutlarda gelişti… Kemal Ilıcak’ın para sıkıntısı Nazlı Ilıcak tarafından
iyice kavranamaz olabiliyordu... Belki de gerçek ona kadar yansımıyordu... Veya
gerçeği kavransa dahi “Tercüman söz konusu olunca bulup buluşturuyorsun…
Bulvar’a gelince para sıkıntısı öne çıkıyor” yorumu ile sıkıntılı bir hale
geliyordu..
Bunu en çok promosyon
kampanyalarında yaşıyorduk… Örnek çoktu… Okul Ansiklopedisi verilecek, tanıtım
işi CEN Ajans’ın… Sadece bir reklamla sınırlı değil bu çelişki.. Daha sonra
giriştiğimiz hemen her promosyon işinde yakın sahneler sergileniyordu… TV
şirketi CEN Ajans ve Nail Keçili bizi Taksim’de ağırlıyor, viski bardaklarını
yudumlarken sıkıntım ikiye katlanıyordu… Yayın takvimi mutlaka benim itirazımla
karşılaşıyordu… Reklam filmlerinin sayısı, uzunluğu, kaç saniye olacağı
konusunda titizleniyordum… Nazlı Hanım heyecanla çok kolay olur olur deyip beğendikçe benim negatif tutumun çok da göze
batıyordu! Reklam hazırlayanlar yayın frekansını getiriyor, inanılmaz güzel bir
yayın zamanlaması diyerek Nazlı Ilıcak kabul ediyor, emrinde çalışan Genel Yayın
Müdürü hemen ters bir tavır takınıyordu… Olmadık itirazlarla sorun çıkarıyordu…
Nail Keçeli mi
ayarladı bilemem… Şimdi düşününce bu gecikmenin çok da masum olmadığını
hissetmem normal… Bana Nazlı Hanımın biraz işi varmış… Sen lütfen erken gel…
Siz Yalçın Beyle başlayın ben gelir size katılırım dedi demişti… Birlikte
gidilmesi gereken yerlerde çok kere bu tablo böyle oluyordu… Önce giden ben
olurdum. Nazlı Hanım sonradan gelirdi… Tahta merdivenlerin gıcırtısı biter
bitmez cam masanın altına konan gemi dümenini elimle yoklardım… Her CEN AJANS’A
gittiğimde bu benim için tik haline gelmişti... O gün Nail Bey pek canlı ve
cana yakındı! Hele bana nasihat verirken de dikkatli…
“Kemal Ilıcak ile ben
çok yakınız… Kemal Bey bazı ödemeleri benim üzerimden yapar. Tercüman içinde
sorun çıkmasın diye bu yolu seçer… Yönetimin üstündekilere muhasebeden geçmeden
yani gazete içinde duyulmadan yapılacak ödemeler olursa ben ayarlarım… Sen
Tercüman ailesine yabancısın… Biz burada belli kişiler için, çalışsınlar, daha
rahat edebilsinler, kafalarını dinlesinler diye otelde yer ayırır masraflarını
bile öderiz. Pek çok ileri gelenin The Marmara otelinde özel odaları olur…
Orada çalışabilirler... Tüm ücretini masrafını biz öderiz… Sonra onu Kemal bey
bize öder..”Hiç tepki vermeden dinledim...
--Böyle ayrıcalıklı
çok kişi var mı dedim..
--Senden önce diye
saydı..
--Bak Nail kardeşim…
Ben de senin kadar deniz düşkünü, doğa sevdalısı biriyim…Ama kendi teknem için
kaptan tutmadım… Yelkenlerimin tamamını kendim açtım… Daha doğrusu yatçı değil
deniz aşığı bir balıkçıyım… Dediğin konfor bir balıkçı için fazla değil mi? Beni
liste dışı bırak!!
Hemen bir iki dakika
sonra da Nazlı Ilıcak geldi.. Konu kapandı.. Daha doğrusu teklif tamamlandı…
Başkalarının ne yaptığı, nasıl yalılarda oturduğu beni hiç ilgilendirmedi…
Belki de şirin bir balıkçı köyünde nerede ise balık gibi denizle içiçe büyüdüm…
Kancabaşların dar bir üçgen oluşturan baş boşluğu uyurken kaburgalarıma
batmıyordu… Bebek koyuna getirdiği yeni teknesine İtalyan kunduraları ile
girenlere de laf etmedim... Ben hep yalınayak kalmayı yeğledim... Öyle
görmüştüm... Belki de başka bir şey bilmiyordum!
……………
Neden sonra fark
ettim ki salı toplantılarının önde gelen öfkelileri bu tür gizli ceplerden
zaman zaman soluklanıyor, bu kaynak onların daha fazla Tercüman’cı olmasını da
perçinliyordu! Korkuları salt gazetecilik de değildi… Gelecek paraların
azalması, kesilmesi idi… Kemal Ilıcak ne karşılığı olduğunu bilemem ama kimine
fıskiye ile, kimine bardakla, kimine damacana dolusu gizli sulamalar yapıyordu…
Ben beceriksiz çıktım… Veya bildiğim
tek şeye gazeteciliğe öylesine sıkı sıkıya sarılmıştım ki başka hiçbir şeyi
gözüm görmedi… Sakın sormayın… İyi mi oldu diye. Cevabını dahi bilmediğim bu iş
beni üzüyor… Sanki içimde beni öldürmeyecek, ama mutlu olmamada engel olacak
gizli bir yara var... Yıllar yılı kanıyor… Kan kaybediyorum… Meslek benden
uzaklaşıyor… Ninemin oynamam için verdiği kalp Rus manatlarını direk yaptığım
sopaya geçirip sandala benzer bir tahtayı yelkenli diye yüzdürdüğüm gibi umutlarım
ya batıyor ya da ters bir rüzgarla kıyıdan uzaklaşıyordu… Oysa çocukluğumu
mutlu kılan oyun çoktan bitmişti!
Bugün hâlâ konumunu
koruyabilmiş, her zaman fırsat bulsam çalışmaktan keyif alacağım biri idi. Bir
akşam üzerine hışımla yanıma geldi…
--Bu ikinci… Muhasebe
faturamı ödemiyor dedi…
Şaşırmıştım… İster
istemez soru ağzımdan çıktı:
—Ne faturası bu?
--Yabancılar geldi…
Akşam yemeği verdim onlara… Oturup konuştuk… Bu ilk de değil kardeşim... İkinci…
Deli kadın taktı bana… Ödemiyorum diyor
faturalarımı...
(Muhasebecimiz
çalışkan bir hanımdı... Hiç bir şey yapmasa parasını almak isteyenleri aşırı
bir enerji ile savuşturuyordu... Bulvar’a da aynen diğer Tercüman ekibi gibi
sırtlarına binen bir kambur olarak bakardı… Bana göre Kemal Beyin kurbanı
olmaktan kurtulamıyordu… Keyfinden hayır demiyordu… Yoktu, para yok olunca
yaratamıyor veremiyordu. Aslında bu tavır da Kemal Beyin bilgisi içinde
gelişiyordu! Çok kere patron param yok demiyordu... Şöyle bir bakıyor... Nursel
halletsin deyip başından savıyordu.! )
Kemal beyin muhasebeye in Nursel halletsin sözü boş
bir talimattı… Zaman kazanma formülü idi. Ama kim inerse insin kötü kadın
Nursel ile hayal kırıklığı yaşardı.
--Bak sen benden
eskisin… Ben hem yeni hem de istenmeyen biriyim… Ama Kemal beyin para sıkıntısı
olduğunu biliyorum… Nursel de sana kendi istediği için ne para ödeyebilir ne de
ödeyemiyorum diye seni geri çevirebilir..
--Siz uykudasınız.
Para bize gelince yok… Falancanın dul karısı söz konusu olunca o yok denen
paralar şıp şak çıkıyor… Daha geçen hafta kadına yeni araba alındı… Haberin var
mı?
Benim okuyabildiğim
gördüğüm haberler ajansların ürettikleri ile sınırlı idi… Gülüştük… Giderken “ben ona yapacağımı bilirim” dedi... Muhasebe
ile kavga edecek diye düşündüm… Kavgaya dair en ufak bir bilgi sızmadı...
Bir hafta kadar sonra
Kemal Ilıcak odacısı ile haber yolladı… İşleri toparladıktan sonra odasına
çıktım… Gene sıkıntılı idi… Çay may da ikram etmedi… Olanlardan sanki beni de
sorumlu tutuyordu.. “Nedir bu dedi?”
--Ne nedir Kemal bey
dedim..
--Bu deli ne haltlar
karıştırıyor biliyor musun? Sen hâlâ onunla çalışmak istiyor musun.?
--Ne oldu? İyi
gazeteci… Bizim için bulunmaz biri… Sorun mu çıkardı?
--Sana bir şey
aktarmadı mı?
-- Bildiğim bir akşam
yemeği faturasını Nursel geri çevirmiş. Daha önce bu tür faturaları
ödeniyormuş! Bana geldi... Ben de “para olsa öderler herhalde…” deyip
yatıştırmağa çalıştım… Sonra ne yaptı… Nursel’le kavga mı etti?
--Adam benim peşime
takılmış… Üç gündür beni takip ediyor… Söyle kendine gelsin. Bir daha arkamda
görürsem hatır matır dinlemem kovarım..
--Yapmayın Kemal Bey…
İyi gazeteci diye bana verdiniz… Bırakın ben bir kere daha konuşayım.
………………
--Sen Kemal Beyi
işten çıktıktan sonra takip mi ettin?
--Evi öğrenmek için…
Nereye gittiğini biliyorum artık… 6 silindir beyaz Mercedes’ine binip nereye
gitti biliyor musun.?.
--Lütfen bana
anlatma… Ne demek patronu takip etmek… Bize ne?
--Bir müessesenin
parası yoksa herkese yoktur. Metrese var, çalışana yok… Hoş bir şey mi?
--Asla… En azından senin
bunu dillendirmen kadar tatsız bir durum… Seni sevdiğimi biliyorsun… İşten
çıkarılmanı istemem… Yaptığını da doğru bulmam… Artık öğrendiğine göre takip
işi sonlansın…
…………..
Artık ismim gibi
biliyordum ki bir görünen, bir de görünmeyen ödemeler vardı… Bulvar para
kazanıyor muydu? Belki… Ama bildiğim sarf ederken en azını harcamak zorunda
idi..
CEN AJANS ilişkisi de
soğudu… Toplantılara Nazlı Hanım tek başına gitti… Ben de fikir beyanında
isteksizdim… Soğuma başlamıştı... Çok kişinin fark ettiği ama gerçeği asla
anlam veremediği Nazlı Ilıcak ağlamaları, sinir krizleri başladı… Aklım bana
asla araya girmemem gerektiğini söylüyordu ama tatbikat benim odamda
yaşanıyordu… Ben özellikle gazeteler için düz salonda herkesin herkesi gördüğü
bir oturuş şeklini tercih ederim. Bulvar da bunu uyguladık… Oda dediğim ise
kapısı her zaman açık, yarım cam bölmelerle yapılmış bir yerdi… Nazlı Ilıcak’ın
nerede ise koşarak gelip göz yaşarlarını tutamadığı sahnelerin gizli kalması da
imkânsızdı… Ve genellikle böyle durumları promosyon öncesi reklam kampanyası
bütçesinin onayı sırasında yaşardık… Hemen her zaman bütçenin yarıdan fazlası tıraşlanırdı...
30 saniyelik filmler 15 e düşerdi…
…......
Kemal Ilıcak-Nazlı
Ilıcak çiftinin her gece bir toplantı programı titizlikle gerçekleşen ailevi
işlerden en önemlisi idi… Bu tür toplantılarda Nazlı Hanım birilerini
beğenebilir, o birileri de ertesi gün pat diye “beni Nazlı Ilıcak yolladı…
Burada işe başlıyorum” diyebilirdi…
Olayın ilki beni
çıldırtmıştı… Ben erken gelirdim… Hem trafikten hem de zamandan kazanamaz isem
o gün dağılıyordum… Gazeteleri okumam, not
almam ancak 3 saatte bitiyordu. Bu nedenle 6.30 bilemediniz 7.00 de gazetelere
bakmaya başlardım… En az iki saat sessiz ve hızlı okuyabilirdim… Haber
toplantımızı da 10.30 da başlatırdık..Çok kere öğlen yemekleri yerine, üne
kavuşmuş kızarmış ekmek beyaz peynir menümü alırdım… Çaycı Ercan’ın tabiri ile “kiremit arası beyaz peynir”.
O gün kızarmış ekmek
gelmeden bunlar geldi… Kızcağız öyle zayıf ince idi ki uzun saçları ile elbise
askısı gibi duruyordu… Master’lerini İngiltere’de tamamlamışlardı… Yanındaki
esmer genç ise Rasputin benzeri sakalı ile tezatı tamamlıyordu… Ve çevre uzmanı
çevreci olduğunu söylüyordu... Aynı anda da iletişimci idiler..
--Ben Nazlı Ilıcak
ile dün gece görüştüm… Bugün de Yalı’ya çaya gittik. Burada işe başlıyoruz..
--İyi de neden bana
bunu anlatıyorsunuz ki? Her şey tamam olmuş ise bana ne?.. Bana niye geldiniz
ki? dedim... Erkek şaşırır gibi oldu…
--Ama sizin bize bir
talimatınız olmayacak mı ?
-Ne haddime… Siz
talimatları Nazlı Hanımdan alacaksınız… Size ne demişti demiştiniz… Gidin
başlayın… Geldiniz başlayın... Dediğim gibi salon bir büyük oda kadardı... Hemen
her şey göz önünde ve duyuluyordu... Salonda şaşkın kaldıklarını gören Akın yanımıza
geldi (Yazı Müdürü ve kardeşim) bir kenara aldı onları… Ve tabii fren görevini
ifa etmek için bir ara da bana kadar gelmişti!.
-- “Ağabey şekil
kabul edilir gibi değil… Ama bunları denemeden de yollama. O da tepki, şeklinde yorumlanır... Haklı
iken şekil olarak uygun iş yapmamış oluruz… Belki işe yarayacaklar, çok
beğeneceğin eleman çıkacak bu kız… Sen iyi gazeteciye dayanamazsın! Kabiliyetli
birini korursun! Çabuk kabullenirsin… Sabırlı olalım dedi.
--Akın söylediklerini
uygula. Beni karıştırma… Siz deneyin… Beğenin… Ve çalışın… Siz karar verin… Ve
asla bana bir daha gelmesinler... Sıkıntı verici tarz sürüyor!
Üç dört gün sonra
Akın “senin haberin var mı ağabey… Bunlar gelmiyor iki gündür” dedi… Öğrendiğim
şu oldu… Üç gün bizimle takılan ikili Nazlı Hanıma havuz başında şöyle bir
teklif götürmüş.. “Biz gördük… Ve durumu
kavradık! Bu Genel Yayın Müdürü ile gazete ilerleyemez. Bize yetki verin. Size
Avrupai bir gazete yapalım… Onu zaman kaybetmeden atın, işe bizi alın!” Hemen
her zaman sözümü tutma konusunda titiz davrandım… Onlarla asla ilgilenmedim… Ne
oldular?… Ne dediler?… Nazlı Hamın ne dedi?… Sormadım! Bugün de bilmiyorum...
Zaman zaman Nazlı Ilıcak keşke beni kovsaydı dediğim oldu... Meslekte bu denli
gölgelenmezdim!
Grubun içine düştüğü sıkıntı büyüdükçe büyüyordu...
Nazlı Ilıcak’ın Tercüman da yazılarının yasaklanması da bu sıkıntının en uç
nokrasıydı... Medya dedikodusunda bugün de iktidar eteklerinden düşmeyen isimler
vardı... Bunlar bilhassa Turgut Özal’a yakın isimlerdi... O dönemde Mehmet
Barlas benim yerime Kemal Ilıcak’a yazı müdürü olarak bir kaç kişi getirdi... Kulağımıza
gelen bu hamle planın ilk bölümü olacaktı... Önce Bulvar yönetimi değişecek
daha sonra kurtarıcı isim, yani Turgut Özal ile Kemal Ilıcak’ın arasını
düzeltecek ve müeseseyi düzlüğe çıkarak kişi olarak Barlas grubun en tepesine
oturtulacaktı...
O gün de olacak şey
değil diye düşünmüştüm... Bir süre sonra Mehmet Barlas ile Tercüman grubunun
senaryoya uygun birliktelikleri yaşandı... Mehmet Barlas’ı yakından tanımadığım
için, her hangi bir şekilde bir araya gelmek de istemediğim için ona soramadım
ama hemen hemen her toplantıda, her kokteylde karşı karşıya geldiğimiz eşi
Canan Barlas’a sordum. “Sevgili Canan sen ILICAK ailesi için parlak sözler
etmezsin! Bana anlatır mısın kocan Mehmet Tercüman için nasıl bir kaynak
yaratacak ve sistem borçtan harçtan kurtulup ayağa kalkacak? Kocan banker mi
gazeteci mi? Bu ekonomik imkan yaratma işi ne iştir? Gazeteciliktir de ben mi
hiç bilmiyorum!
Canan Barlas a
haksızlık yapmıştım... Bazen burumun dibine kadar gelen öfkeyi
frenliyemiyordum... Canan cevap vermedi. Bozulup yanımdan ayrıldı!
Gerçekten Mehmet
Barlas ne yapacaktı da sıkıntılar sona erecekti? Daha sonraki günler benim
sıkıntım daha fazla arttı üzerime gelenler ortamı gerdi... Bulvar kapanana
kadar böyle bir değişikle Ilıcaklar ne
kazanacaktı sormadım... Belki de kazançlarının belli bir bölümünü benimle
paylaşmazlar diye mi düşündüm! Yerime kimse gelmedi... Çekip gitmem geçde olsa deniz
projeme dönme imkanım olmadı... Yerime geçmek üzere işe alının 3 gençle de
tanıştım... Bir kaç hafta Tercüman bölümünde oturdular... Daha sonra gazetenin
belli sayfalarını yaptılar zannediyorum... Sonra ne oldu? Neden bu transfser
olmadı... Hiç kimseye da sormadım... Önümde eşine yazı yazdırmayan bir patron
vardı!
Gelecek sayı:Nedir bu gizli kapaklı işler?