Sayfalar
▼
30 Aralık 2012
26 Aralık 2012
Özbek kıyafetiyle, Selin torunum huzurunuzda!
En küçük torunum Selin karşıma Özbek
kıyafetleriyle çıkınca şaşırdım. Özbek bakıcı torunuma kendi kültürlerini yansıtan giysileri
giydirmişti.
Hemen internete girip küçük bir araştırma yaptım Özbek giysileri hakkında. En geniş bilgiye baktabul sitesinden ulaştım. İşte Özbek giysileri hakkında kısa bir bilgi turu:
Özbek giysilerinde renk ve nakış önemli bir yer tutar.
Kıyafetlerin çoğu aileyi büyüden, nazar değmesinden, koruma fonksiyonunu taşıyor. Damadın evine gelini nakışlarla süslenmiş olan şal altında götürüyorlar. Çift için ayrılmış olan odanın duvarlarını ve yatağı şallarla süslüyorlar. Bu şalların adı, ”şüzani’.’ Asıl anlamı “iğneyle dikilmiş olan” demek. Günümüzde de bu atalardan kalan adet saklanmış.
Milli kıyafetler şimdi de orijinalliğini sağlamak amacıyla elle yapılıyor.
Ülkede bedene giyilen elbiseye “köylek’’ deniyor. “v” yakalı, iki parçadan oluşan elbisenin üst kısmı vücuda oturacak şekilde, alt kısmı bol. Etek uçlarına bir sıra fırfır dikilerek süsleniyor. Yaka, ince plilerle hazırlanıyor. Kollar bileğe doğru bollaşarak el üzerine kadar iniyor, uçları yine ince plilerle süsleniyor. Elbisenin boyu da ayak bileği hizasında.
Köylekin üzerine giyilen kısa yeleğin adı nimçe. Düz ipekli kumaşlardan veya kırmızı kadifeden dikiliyor. Yakası “v”kesimli, vücuda oturacak şekilde hazırlanan nimçenin boyu bele kadar.
Ayağa etik (çizme) veya topuklu ayakkabı “tufli’’ giyiliyor. Saçlar birden fazla örülüyor. Başa zincir işi (suzeni) veya goblen işlemeli doppi giyiliyor. Sim iplerle dokunmuş kumaşlardan dikileni genellikle gelinler tarafından kullanılıyor. Ve “tes kalpak’’ adını alıyor. Bu başlıklar yaklaşık 5 cm. yüksekliğinde ve kare formlu.
Gördüğünüz gibi Özbek kültürü Orta Asya’dan gelmiş, torunumun üzerine yerleşmiş.
Hemen internete girip küçük bir araştırma yaptım Özbek giysileri hakkında. En geniş bilgiye baktabul sitesinden ulaştım. İşte Özbek giysileri hakkında kısa bir bilgi turu:
Özbek giysilerinde renk ve nakış önemli bir yer tutar.
Kıyafetlerin çoğu aileyi büyüden, nazar değmesinden, koruma fonksiyonunu taşıyor. Damadın evine gelini nakışlarla süslenmiş olan şal altında götürüyorlar. Çift için ayrılmış olan odanın duvarlarını ve yatağı şallarla süslüyorlar. Bu şalların adı, ”şüzani’.’ Asıl anlamı “iğneyle dikilmiş olan” demek. Günümüzde de bu atalardan kalan adet saklanmış.
Milli kıyafetler şimdi de orijinalliğini sağlamak amacıyla elle yapılıyor.
Ülkede bedene giyilen elbiseye “köylek’’ deniyor. “v” yakalı, iki parçadan oluşan elbisenin üst kısmı vücuda oturacak şekilde, alt kısmı bol. Etek uçlarına bir sıra fırfır dikilerek süsleniyor. Yaka, ince plilerle hazırlanıyor. Kollar bileğe doğru bollaşarak el üzerine kadar iniyor, uçları yine ince plilerle süsleniyor. Elbisenin boyu da ayak bileği hizasında.
Köylekin üzerine giyilen kısa yeleğin adı nimçe. Düz ipekli kumaşlardan veya kırmızı kadifeden dikiliyor. Yakası “v”kesimli, vücuda oturacak şekilde hazırlanan nimçenin boyu bele kadar.
Ayağa etik (çizme) veya topuklu ayakkabı “tufli’’ giyiliyor. Saçlar birden fazla örülüyor. Başa zincir işi (suzeni) veya goblen işlemeli doppi giyiliyor. Sim iplerle dokunmuş kumaşlardan dikileni genellikle gelinler tarafından kullanılıyor. Ve “tes kalpak’’ adını alıyor. Bu başlıklar yaklaşık 5 cm. yüksekliğinde ve kare formlu.
Gördüğünüz gibi Özbek kültürü Orta Asya’dan gelmiş, torunumun üzerine yerleşmiş.
Bu fotoğraf gelecekte torunum için
güzel bir anı olacak artık.
21 Aralık 2012
Birbirine benzemeyen kar taneleri!
İstanbul’da
kıyamet asıl belediyeyi gafil avlayan kar yağışıyla koptu. İnsanlar yollarda
çile çektiler, çocuklar servislerin içinde eve ulaşmayı beklediler. Aç
kalanlar, soğukta üşüyenler. Olumsuzlukları çoğalt çoğaltabildiğin kadar. Sahi
kar hakkında ne kadar bilgimiz var? Kar tanelerinin altıgen olduğunu biliyoruz
biliyoruz da kristal yapılarının birbirine hiç benzemediğini biliyor muyuz?
Kar deyip geçmeyelim. Toprağa hayat verdiğini, barajlardaki suyun ana kaynağı olduğunu unutmayalım.
Kar deyip geçmeyelim. Toprağa hayat verdiğini, barajlardaki suyun ana kaynağı olduğunu unutmayalım.
18 Aralık 2012
Misafirlere niyet, yetimlere kısmet baklava!
Muharrem Kaptan anlatıyor:
Amcamın çocukları Ege’ de balıkçılık yaparken ben de onlarla gitmiştim. Akşamları Küçük kuyu’ya iniyorlardı. Amcam da teknedeydi.
Amcam, İsmail ve ben Altınoluk’ a dedemin kardeşinin kızı Sabiha halanın oğlu Akhan’a uğradık. Onunla birlikte Akçay ’a Sabiha halayı ziyarete gittik. O zaman eşi daha sağdı. Bizi çok güzel karşıladılar, kahveler içildi, sohbet koyulaştı.
Sabiha hala biz gitmeden yarım saat önce kalp pili problem çıkarınca fenalaşmış eşi evde olmadığı için küvete girip uzanmış, o şekilde dururken pil yeniden devreye girmiş ve düzelmiş.
Biz gittiğimizde daha yeni kalkmış olduğunu söyledi. Bizi gördüğü için o kadar çok mutlu olmuştu ki yarım saat önceki halinden eser kalmamış, benim çocukluğumdan hatırladığım o şen şakrak nüktedan Sabiha halam olmuştu.
Bize Fener’de yaşadığı bir hikâyeyi anlattı:
Bunun üzerine Sabiha hala bizim eve gidip baklava şerbetini hazırlamış. Fırına gidip halamın baklavası piştiyse onu almaya geldim demiş.
Pişen baklava tepsisini alıp bizim eve gelmiş, hazırladığı şerbeti dökmüş.
Bütün çocukları çağırmış, baklavayı onlara yedirmiş.
Saniye hala baklavayı almaya gönderdiği çocuk boş dönünce kimin yaptığını anlamış çok kızmış tabii. Gelen misafirler baklava yiyemeden gitmişler.
Sabiha hala anısını şöyle bitiriyor:
Burada kaç tane yetim çocuk var, onlara bir tabak vermek istemeyince ben de baklavayı yetimlere yedirdim. İyi de ettim. Boş tepsinin içine bir şeyler koydum, halama gönderdim.
Amcamın çocukları Ege’ de balıkçılık yaparken ben de onlarla gitmiştim. Akşamları Küçük kuyu’ya iniyorlardı. Amcam da teknedeydi.
Amcam, İsmail ve ben Altınoluk’ a dedemin kardeşinin kızı Sabiha halanın oğlu Akhan’a uğradık. Onunla birlikte Akçay ’a Sabiha halayı ziyarete gittik. O zaman eşi daha sağdı. Bizi çok güzel karşıladılar, kahveler içildi, sohbet koyulaştı.
Sabiha hala biz gitmeden yarım saat önce kalp pili problem çıkarınca fenalaşmış eşi evde olmadığı için küvete girip uzanmış, o şekilde dururken pil yeniden devreye girmiş ve düzelmiş.
Biz gittiğimizde daha yeni kalkmış olduğunu söyledi. Bizi gördüğü için o kadar çok mutlu olmuştu ki yarım saat önceki halinden eser kalmamış, benim çocukluğumdan hatırladığım o şen şakrak nüktedan Sabiha halam olmuştu.
Bize Fener’de yaşadığı bir hikâyeyi anlattı:
Saniye
halasının kızı nişanlanmış, nişanlısının ailesi yemeğe gelecekmiş. Saniye hala
bir tepsi baklava yapmış, pişirilmesi için köydeki ekmek fırınına göndermiş.
Sabiha hala halasına bu baklavadan
bize de vereceksin değil mi diye sormuş. O da olmaz misafir gelecek ancak
onlara yeter diye cevap vermiş. Bunun üzerine Sabiha hala bizim eve gidip baklava şerbetini hazırlamış. Fırına gidip halamın baklavası piştiyse onu almaya geldim demiş.
Pişen baklava tepsisini alıp bizim eve gelmiş, hazırladığı şerbeti dökmüş.
Bütün çocukları çağırmış, baklavayı onlara yedirmiş.
Saniye hala baklavayı almaya gönderdiği çocuk boş dönünce kimin yaptığını anlamış çok kızmış tabii. Gelen misafirler baklava yiyemeden gitmişler.
Sabiha hala anısını şöyle bitiriyor:
Burada kaç tane yetim çocuk var, onlara bir tabak vermek istemeyince ben de baklavayı yetimlere yedirdim. İyi de ettim. Boş tepsinin içine bir şeyler koydum, halama gönderdim.
Rahmetli
eşi de çok muhterem bir insandı. Allah rahmet eylesin. Sabiha halaya sağlık ve
uzun bir yaşam diliyorum.
16 Aralık 2012
Evde yapılacak temizlik losyonunun tarifi!
Blogların
ve sonradan sanal dünyamıza giren facebookun faydalı yanları çok. Bilginin
paylaşımında önemli katkılara olduğu bir gerçek. Tabii bilgiler doğru
kullanılırsa.
Sizinle facebook da yayımlanan bir bilgiyi paylaşmak istiyorum. Masrafı yok, denemesi bedava.
Karışımın tarifi şöyle;
Yüzeylerde, parkede, armatürlerde, banyo ve mutfakta vs. kullanabilirsiniz.
Anti-bakteriyeldir, güzel kokar, ayrıca kir ile yağ üzerinde çok başarılı sonuçlar edersiniz.
En güzeli ise kesinlikle hiç bir şekilde zararlı kimyasallar içermemesidir”.
Ben yaptım, iki haftayı bekliyorum.
Sizinle facebook da yayımlanan bir bilgiyi paylaşmak istiyorum. Masrafı yok, denemesi bedava.
Karışımın tarifi şöyle;
“Kapalı
bir kabın içerisine koyduğunuz 1 litre sirkeye portakal, limon veya herhangi
bir turunçgiller kabuğunu ekleyin ve iki hafta boyunca bekletin.
Ardından süzgeçten geçirin ve %50-50 olana
kadar su ekleyin ve bir şişede muhafaza edin.Yüzeylerde, parkede, armatürlerde, banyo ve mutfakta vs. kullanabilirsiniz.
Anti-bakteriyeldir, güzel kokar, ayrıca kir ile yağ üzerinde çok başarılı sonuçlar edersiniz.
En güzeli ise kesinlikle hiç bir şekilde zararlı kimyasallar içermemesidir”.
Mevsim
portakal ve mandalina mevsimi. Limonu da eklediniz mi alın size bir temizlik
losyonu.
Denemekten
bir zarar gelmez. Ben yaptım, iki haftayı bekliyorum.
14 Aralık 2012
Kaska vur dedi, olan karısına oldu!
Muharrem Kaptan yazıyor
Çok değerli
aynı zamanda çok şakacı olan rahmetli büyüğümüz Ahmet Kaptan’ın Rumelifeneri’ne
bizi ziyarete geldiğinde anlattığı bir anısını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ahmet
Kaptan anlatıyor:
Eşimle
birlikte bir ahbabımızı ziyarete gitmiştik. Ziyaret sonrası eve dönecektik.
Benim bir motosikletim vardı. Ziyarete gittiğimiz ev epeyce yokuşu olan bir
yerdeydi. Motosikleti hazırladım, kaskımı taktım, eşime “ arkaya bindiğinde kaskıma
hafifçe vur” dedim. Motosikleti çalıştırdım, o sırada kaskıma vuruldu, “tamam”
deyip gaza bastım. Yokuştan indik, köprüyü geçtik, bir hafiflik hissettim.
Durdum baktım ki eşim yok.
Eyvah
hanımı düşürdük acaba nerede düştü diye aramaya başladım. Köprüden geçerken
dereye mi düştü diyerek derenin kenarlarını da aradım ama hiçbir yerde yoktu.
Tek çarem geri dönüp ziyarete gittiğimiz eve dönmekti. Motora binip tekrar
yokuşu çıktım ki eşim oradaydı, bana söylenip duruyordu. Beni almadan nereye
gittin, adam insan bi arkasına bakmaz mı diyordu.
Ben de ne
diyorsun kaskıma vurdun ya ben de yürüdüm. Aşağıya indiğimde seni görmeyince ödüm
patladı, seni derede köprünün altlarında aradım dedim. Neyse sonunda barışı
sağladık, evimize kazasız belasız döndük.
Ahmet Amca
ben İzmir’de askerlik yaparken her hafta ziyaretime gelirdi. O sadece benim
değil İzmir’de asker olan tüm akrabaları ve Rumelifenerlileri ziyaret ederdi.
İhtiyaçlarını temin eder, mektuplarını postaya verirdi.
Kendisine
Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanı cennet olsun.7 Aralık 2012
Binalarda “ISI YALITIMI” zorunlu mu?
İlkbahar’da
başlayan ve Sonbahar’da ara verilen bir uygulama var. “Binalara ısı yalıtımı
yaptırmak”. Daha doğrusu mantolama uygulaması.
Mantolama yapmak yasal bir zorunluluk mudur?
Yeni binalar için evet zorunluluktur ama mevcut binalarda uygulama farklı. Şöyle ki; 5627 sayılı Enerji Verimliliği Yasası her binanın “Enerji Kimlik Belgesi” almasını şart koşuyor. (7,madde d fıkrası )
Madde şu hükümleri getiriyor :
Görüldüğü gibi Enerji Kimlik Belgesi” alması gereken binalar yeni ve mevcut binalar diye ikiye ayrılıyor.
Yeni binalar 1 Ocak 2011 tarihinden sonra inşaat ruhsatı almış binaları kapsarken, mevcut binalar 1 Ocak 2011 önce inşaat ruhsatı almış olanları kapsamaktadır.
Mevcut binaların Enerji Kimlik Belgesi” alma süresi 2017 tarihinde sona ermektedir.( Enerji Verimliliği Yasası 2008’de çıktı. 10 yıl süre verildi)
Enerji Kimlik Belgesi” alınmasa ne olabilir?
Yasa bu durumda bina /daire alım satımı ve kiralanmasında Enerji Kimlik Belgesi” ni istemektedir. Daha doğrusu bu belge olmadan satış ve kiralama yapılamayacakr.
Yasaya göre ısı yalıtımı kararı için binalarda kat maliklerinin yarıdan bir fazlasının oyu yeterli olmakta, kat malikinin “ben katılmıyorum” deme şansı bulunmamakta, ısı yalıtım gideri o kat malikinden yüzde 5 faizle icra yolu ile alınabilmektedir.
Sözün kısası bin metrekarenin üzerindeki binalarda mantolamadan daha doğrusu ısı yalıtımından kaçış yok.
Birilerinin para kazanacağı kesin de enerji tasarrufu olup olmadığını zaman gösterecek.
Mantolama yapmak yasal bir zorunluluk mudur?
Yeni binalar için evet zorunluluktur ama mevcut binalarda uygulama farklı. Şöyle ki; 5627 sayılı Enerji Verimliliği Yasası her binanın “Enerji Kimlik Belgesi” almasını şart koşuyor. (7,madde d fıkrası )
Madde şu hükümleri getiriyor :
“Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından yürürlüğe
konulacak yönetmeliğe göre hazırlanan yapı projeleri kapsamında enerji kimlik
belgesi düzenlenir. Enerji kimlik belgesinde binanın enerji ihtiyacı, yalıtım
özellikleri, ısıtma ve/veya soğutma sistemlerinin verimi ve binanın enerji
tüketim sınıflandırması ile ilgili bilgiler asgarî olarak bulundurulur. Belgede
bulundurulması gereken diğer bilgiler ile belgenin yenilenmesine ve mevcut
binalarda dâhil olmak üzere uygulamaya ilişkin usûl ve esaslar, Bakanlık ile
müştereken hazırlanarak Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca yürürlüğe konulacak
yönetmelikle belirlenir. Mücavir alan dışında kalan ve toplam inşaat alanı bin
metrekareden az olan binalar için enerji kimlik belgesi düzenlenmesi zorunlu
değildir”.
Görüldüğü gibi Enerji Kimlik Belgesi” alması gereken binalar yeni ve mevcut binalar diye ikiye ayrılıyor.
Yeni binalar 1 Ocak 2011 tarihinden sonra inşaat ruhsatı almış binaları kapsarken, mevcut binalar 1 Ocak 2011 önce inşaat ruhsatı almış olanları kapsamaktadır.
Mevcut binaların Enerji Kimlik Belgesi” alma süresi 2017 tarihinde sona ermektedir.( Enerji Verimliliği Yasası 2008’de çıktı. 10 yıl süre verildi)
Enerji Kimlik Belgesi” alınmasa ne olabilir?
Yasa bu durumda bina /daire alım satımı ve kiralanmasında Enerji Kimlik Belgesi” ni istemektedir. Daha doğrusu bu belge olmadan satış ve kiralama yapılamayacakr.
Yasaya göre ısı yalıtımı kararı için binalarda kat maliklerinin yarıdan bir fazlasının oyu yeterli olmakta, kat malikinin “ben katılmıyorum” deme şansı bulunmamakta, ısı yalıtım gideri o kat malikinden yüzde 5 faizle icra yolu ile alınabilmektedir.
Sözün kısası bin metrekarenin üzerindeki binalarda mantolamadan daha doğrusu ısı yalıtımından kaçış yok.
Şunu sorabilirsiniz?
Bu uygulama ile gerçek değerlerde enerji tasarrufu
mu olacak yoksa birileri para mı kazanacak?Birilerinin para kazanacağı kesin de enerji tasarrufu olup olmadığını zaman gösterecek.
Bu arada parayı kapan Üsküdar’ı geçecek.
5 Aralık 2012
Eşek dilinin çiftesi!
Muharrem Kaptan yazıyor:
Geçen ay gemideyken aşçıbaşı kumanya listesi getirdi, listede danadili vardı. O danadili bana yıllar önce bir ahbabımızın anlattığı başından geçen bir olayı hatırlattı.
Benim hakkımda konuşuyorlardı. Eşim “anne bu adamın çenesinden bıktım, durmadan konuşuyor, her şeye karışıyor. Bezdim artık. Bu adamın çok konuşmasını nasıl önleriz” deyince kaynanam “kızım birinden duymuştum. Böyle çok konuşanlara eşek dili yedirilince artık hiç konuşmuyorlarmış” dedi.
Eşim “eşek dilini nereden buluruz” diye sorunca kaynanam “Topkapı'da surların orda at, eşek kesiyorlarmış. Oraya gider bakarız” dedi.
Birkaç gün sonra yemekte eşim “dil aldık, çokta tazeydi” deyip önüme koydu.
Biraz eşelendim. Eşim mutfağa gidince dili yok ettim. Döndüğünde “hakikatten çok taze ve lezzetliymiş” dedim.
Eşim çok mutlu olmuştu. Gece yattık, eşimin uyumasını bekledim, uykuya dalınca "aiaiai" diye eşek gibi anırarak tekme vura vura onu yataktan aşağı attım.
Gözleri fal taşı gibi açılmış “ne oldu, niye bağırıp tekme atıyorsun” diye soruyordu. Ben “bir şey anlamadım, içimden geliyor” diyordum.
Bunu birkaç kez yaptım. İyice hırpalanmıştı, artık yeter diye düşündüm. Eşime dönüp “eşek dili he mi beni susturacaktın, öyle mi?Al sana eşek dili, yedin çifteleri oturdun aşağı. Ben öyle eşek diliyle falan susmam” dedim.
Şimdi aramızda olmayan Durmuş Ali ağabeye Allah’ tan rahmet diliyorum”.
Geçen ay gemideyken aşçıbaşı kumanya listesi getirdi, listede danadili vardı. O danadili bana yıllar önce bir ahbabımızın anlattığı başından geçen bir olayı hatırlattı.
Durmuş Ali
ağabey anlatıyor:
Bir gün işten eve geldim, kaynanam da
bizdeydi. Eşimle ikisi mutfakta hem yemek hazırlıyor, hem de konuşuyorlardı.
Kulak misafiri oldum.Benim hakkımda konuşuyorlardı. Eşim “anne bu adamın çenesinden bıktım, durmadan konuşuyor, her şeye karışıyor. Bezdim artık. Bu adamın çok konuşmasını nasıl önleriz” deyince kaynanam “kızım birinden duymuştum. Böyle çok konuşanlara eşek dili yedirilince artık hiç konuşmuyorlarmış” dedi.
Eşim “eşek dilini nereden buluruz” diye sorunca kaynanam “Topkapı'da surların orda at, eşek kesiyorlarmış. Oraya gider bakarız” dedi.
Birkaç gün sonra yemekte eşim “dil aldık, çokta tazeydi” deyip önüme koydu.
Biraz eşelendim. Eşim mutfağa gidince dili yok ettim. Döndüğünde “hakikatten çok taze ve lezzetliymiş” dedim.
Eşim çok mutlu olmuştu. Gece yattık, eşimin uyumasını bekledim, uykuya dalınca "aiaiai" diye eşek gibi anırarak tekme vura vura onu yataktan aşağı attım.
Gözleri fal taşı gibi açılmış “ne oldu, niye bağırıp tekme atıyorsun” diye soruyordu. Ben “bir şey anlamadım, içimden geliyor” diyordum.
Bunu birkaç kez yaptım. İyice hırpalanmıştı, artık yeter diye düşündüm. Eşime dönüp “eşek dili he mi beni susturacaktın, öyle mi?Al sana eşek dili, yedin çifteleri oturdun aşağı. Ben öyle eşek diliyle falan susmam” dedim.
Şimdi aramızda olmayan Durmuş Ali ağabeye Allah’ tan rahmet diliyorum”.
2 Aralık 2012
“Turgut Bey’e yanlışı ben yaptım!”
Bir gazete
nasıl doğar, nasıl batar Yazı dizisi -12-
Celal Bayar için dalya partisi: Siyasetin içinde rol alma Nazlı Ilıcak için en hayati konu oluyordu... Sık sık eski Demokrat Partilileri bir araya getirme meselesini düşünüp planlamıştı. Bunun için en uygun gün Celal Bayar’ın 100 üncü yıl dönümü olacaktı. Bütün gücü ile böyle bir kutlama hazırlığı yaptı... Ülke dışındaki pek çok eski Demokrat Partili Celal Bayar’ın DALYA partisi için İstanbul’a geldi... Tercüman Gazetesinin şöhretli yazarları da belli masalarda yerlerini aldı... Kutlamalardan nasibini alan köşe yazarları da oldu... Alamayanlar da! Yan yana oturduğumuz Tercüman’ın eski ve en sevilen yazarı Rauf Tamer’di... Yurt dışından gelen bir eski Demokrat Partili heyecan içinde masaya yaklaştı...Gerçekten heyecanlı idi. Titreyen bir sesle elini Rauf Tamer’e uzattı...
--Sizi görebildiğim için ne kadar mutluyum bilemezsiniz...
-,-Hoooşşşgelll mişsiniz..
--Yurt dışında da artık muntazam olarak sizi okuyoruz... Ne müthiş yazılar onlar!..
--Saağğolllun...
--Sizi görüp elinizi sıktıktan sonra o yazıları bir başka gözle ve zevkle okuyacağım... Buna emin olabilirsiniz sayın Yavuz DONAT bey!...
Rauf TAMER oturmadı sanki külçe gibi sandalyesine düştü... Şaşkın baka kaldı... Masada kadının son sözünü duymamış gibi yaptık...Nazlı Ilıcak gecenin kelebeği gibiydi. Hemen her masada üç beş cümlelik konuşması vardı... Bir ara Rauf Tamer ve eşinin, Gönül Yazar ve erkek arkadaşının ve bizim bulunduğumuz masaya kadar geldi...
--Şimdi Gönül Yazar çıkacak... O şarkıyı söyleyecek... Bir mumdur... İki mumdur... 100 mumdur derken hep birlikte ayağa kalkıp alkışlayacağız...Senaryo bu idi ama Gönül Yazar mini bir kazık daha atmıştı... Şarkıdan önce “ben nişanlandım... Yüzüğümü Celal Bayar takacak” anonsu yapmıştı. Nazlı Ilıcak’ın şaşkınlığı büyüktü... Yapacak bir şey yoktu... Vural Öger piyasaya çıktı ve nişan takıldı... Ertesi gün Gönül Yazar’ın nişan haberi eski Demokratlar ve Celal Bayar kutlamasınıgölgede bırakmıştı... Gönül Yazar ve Vural Öger resimleri çoklukla kullanılmıştı!..Celal Bayar bu kutlamadan üç yıl sonra vefat etti...
Kızılcahamam konusunda Nazlı Ilıcak’ın belki de çok arzu etmesine rağmen hiçbir dahli yoktu. Ama bu konu, Kemal Bey ile Nazlı Hanım arasında sorun oldu. Bu haberlerden sonra Kemal Ilıcak, benimle, Nazlı Hanım’a iletilmemesi şartı ile bir konuşma yaptı. Kemal Ilıcak, “Ben Turgut Bey’e bir yanlış yaptım. Biliyorsun sana da bahsettim… Bu olayı sana açmamın sebebi bu tür olaylarda gazete patronu olarak nelere maruz kalabileceğimi tahmin etmen içindi… O gün Tugut beyin benden bir ricası oldu, yerine getiremedim. Sonra ben sıkışınca, o bana soğuk durdu. Örneğin okul açtım, hak ettiğim kredileri bile vermedi.
(Özel Tercüman Lisesi için çok iyi bir başlangıç yapılmıştı… 30 İngiliz öğretmen getirmişti… Ama para sıkıntısını aşamıyordu… Ve sonunda yabancı öğretmenleri tek tek bıraktı. Okulun parlak günleri hızla geride kaldı)
Bu gerginliğin bir sebebi de Bulvar’a ANAPlılar’ın çok kızması. Sana bir şey söylemiyorum. Nazlı ile çalışmak da zordur. Senin prensiplerin olduğunu da biliyorum ama mecburum. Böyle giderse bir çare bulmam zor görünüyor. Bulvar’ı kapatacağım” dedi.
Bu arada Nazlı Ilıcak geldi. “Bulvar’ı kapatacaklar” dedi… Nedense onun da haberi benden sonra olmuş! Çare aramış gibi bir yorgunluğu vardı... “Biz bunu en iyisi bir başkasına devredelim” fikrini ortaya attı… Ben isteksiz davrandığımı itiraf etmek isterim… Zira Tercüman’ın Kemal Ilıcak tarafından alınış öyküsünü bilen eskilerden biriydim!
İstanbul
akşam satılan gazetelere de alışıktı..
İçimden gelen bir dürtü idi bu… Ve ben düşüncelerimi Kemal Ilıcak’a açmadım. Onun vereceği cevabı beklemeyi daha doğru buldum. Belki de yüzünde gördüğüm soğukluktan, belirsizlikten, bıkkınlıktan, içine düştüğü çaresizliği yaratan işleyişi iyice keşfettiğimden olacak. O dakikadan sonra Kemal Ilıcak ile olan dürüstlük ölçüsündeki ilişkimiz koptu… Gene de düşüncelerimi hiç ses çıkmayınca bir kaç gün sonra abartmadan uzatmadan naklettim... Hatırladığım son cümlesi şöyle olmuştu: “Dur, ben bunu bir düşüneyim”.
“Bunu önce Nazlı’ya kabul ettir... Ben senin gibi düşünmüyorum... Bize promosyonda çok katkın oluyor... Neden ayrılmak istiyorsun ki?
BİR VEDA MEKTUBU: BULVAR 30 Kasım 1988 tarihinde 7 yıllık yayın hayatını sonlandırdı . Veda mektubunda “Nazlı Ilıcak sağ kitleler üzerinde müessir bir kalemdi. Kapana kıstırılmasının sebebi budur” diyor. Mektup şöyle bitiyor: “İnsanlar neme lazımcılıktan sıyrıldıkları, doğru bildikleri değerler uğruna mücadele etme azmini kaybetmedikleri takdirde akan göz yaşlarının suladığı topraklardan yepyeni umutlar filizlenir. Neticede tünelin sonundakiışık görülür ve kapalı bütün pencereler yavaş yavaş açılır”...
…………..
Borazan sesini duyunca mezarlıktan ayrıldım... Bu oğlu Mehmet Ali’nin babasının mezarına koyduğu TERCÜMAN gazetesini törene bağlayan son sesti… Gözlerimden neden iki damla yaş aktı… Kime üzüldüm?.. Bir gazeteye mi?.. Gazetecilikten gelen son patrona mı?.. Pek çok acıyı paylaştığım bir gazeteciye mi?.. Bilemiyorum…
Celal Bayar için dalya partisi: Siyasetin içinde rol alma Nazlı Ilıcak için en hayati konu oluyordu... Sık sık eski Demokrat Partilileri bir araya getirme meselesini düşünüp planlamıştı. Bunun için en uygun gün Celal Bayar’ın 100 üncü yıl dönümü olacaktı. Bütün gücü ile böyle bir kutlama hazırlığı yaptı... Ülke dışındaki pek çok eski Demokrat Partili Celal Bayar’ın DALYA partisi için İstanbul’a geldi... Tercüman Gazetesinin şöhretli yazarları da belli masalarda yerlerini aldı... Kutlamalardan nasibini alan köşe yazarları da oldu... Alamayanlar da! Yan yana oturduğumuz Tercüman’ın eski ve en sevilen yazarı Rauf Tamer’di... Yurt dışından gelen bir eski Demokrat Partili heyecan içinde masaya yaklaştı...Gerçekten heyecanlı idi. Titreyen bir sesle elini Rauf Tamer’e uzattı...
--Sizi görebildiğim için ne kadar mutluyum bilemezsiniz...
-,-Hoooşşşgelll mişsiniz..
--Yurt dışında da artık muntazam olarak sizi okuyoruz... Ne müthiş yazılar onlar!..
--Saağğolllun...
--Sizi görüp elinizi sıktıktan sonra o yazıları bir başka gözle ve zevkle okuyacağım... Buna emin olabilirsiniz sayın Yavuz DONAT bey!...
Rauf TAMER oturmadı sanki külçe gibi sandalyesine düştü... Şaşkın baka kaldı... Masada kadının son sözünü duymamış gibi yaptık...Nazlı Ilıcak gecenin kelebeği gibiydi. Hemen her masada üç beş cümlelik konuşması vardı... Bir ara Rauf Tamer ve eşinin, Gönül Yazar ve erkek arkadaşının ve bizim bulunduğumuz masaya kadar geldi...
--Şimdi Gönül Yazar çıkacak... O şarkıyı söyleyecek... Bir mumdur... İki mumdur... 100 mumdur derken hep birlikte ayağa kalkıp alkışlayacağız...Senaryo bu idi ama Gönül Yazar mini bir kazık daha atmıştı... Şarkıdan önce “ben nişanlandım... Yüzüğümü Celal Bayar takacak” anonsu yapmıştı. Nazlı Ilıcak’ın şaşkınlığı büyüktü... Yapacak bir şey yoktu... Vural Öger piyasaya çıktı ve nişan takıldı... Ertesi gün Gönül Yazar’ın nişan haberi eski Demokratlar ve Celal Bayar kutlamasınıgölgede bırakmıştı... Gönül Yazar ve Vural Öger resimleri çoklukla kullanılmıştı!..Celal Bayar bu kutlamadan üç yıl sonra vefat etti...
Kızılcahamam konusunda Nazlı Ilıcak’ın belki de çok arzu etmesine rağmen hiçbir dahli yoktu. Ama bu konu, Kemal Bey ile Nazlı Hanım arasında sorun oldu. Bu haberlerden sonra Kemal Ilıcak, benimle, Nazlı Hanım’a iletilmemesi şartı ile bir konuşma yaptı. Kemal Ilıcak, “Ben Turgut Bey’e bir yanlış yaptım. Biliyorsun sana da bahsettim… Bu olayı sana açmamın sebebi bu tür olaylarda gazete patronu olarak nelere maruz kalabileceğimi tahmin etmen içindi… O gün Tugut beyin benden bir ricası oldu, yerine getiremedim. Sonra ben sıkışınca, o bana soğuk durdu. Örneğin okul açtım, hak ettiğim kredileri bile vermedi.
(Özel Tercüman Lisesi için çok iyi bir başlangıç yapılmıştı… 30 İngiliz öğretmen getirmişti… Ama para sıkıntısını aşamıyordu… Ve sonunda yabancı öğretmenleri tek tek bıraktı. Okulun parlak günleri hızla geride kaldı)
Bu gerginliğin bir sebebi de Bulvar’a ANAPlılar’ın çok kızması. Sana bir şey söylemiyorum. Nazlı ile çalışmak da zordur. Senin prensiplerin olduğunu da biliyorum ama mecburum. Böyle giderse bir çare bulmam zor görünüyor. Bulvar’ı kapatacağım” dedi.
Bana göre Tercüman
gazetesi ve etrafında yaratılan ekol küçümsenecek bir hareket değildi… Sanki bugün
bakınca çok uluslu bir dünya şirketinin piyasayı okuyamaması, teknolojiyi
okuyamaması, geleceği kavrayamaması ve alışkanlıklarını değiştirmeden daha
büyürüm zannetmesi sonunda doğan ve önce hisse senetlerinin kaybı ile
sarsılması ve aniden çökmesine benziyordu. Tercüman büyüklüğüne inananların
şaşkınlığı, gerçekleri görmeyişleri ile eş değerdeydi...
İçine girdiğimiz
şartlarda pazarlayacağınız GÜÇ, iktidara tesir edecek özelliklerini de
yitirmişti… Özal hükümeti sadece ekonomiyi değil onunla birlikte paranın
dağıtılma haritasını da değiştirmişti..Muslukların yeri değişmiş Kemal Bey hala
eski muslukların olduğu yerlerde bekler kalmıştı! Bütün mesele buydu!
Yalı sohbetleri, yalı
ağırlamalarının eskisi gibi tesirli olmayacağı yeni bir ortam doğmuştu. Bu ortamda,
hak hukuk da sanıldığı gibi tam olarak yerli yerine oturamamıştı... Sevgiler
veya nefretler hukuk terazisinin bir kefesini eğebiliyordu...
Sonradan “bir enayiye nasihatlar” bölümünü
oluşturan konuşmalardan, karı koca arasındaki desteğin de gece davetlerinde ki
gibi yan yana ve aynı yönde olmadığı, anlaşılacaktı…
Bu ortamın hazırladığı sonuç önce
Bulvar’ın yok edilmesi oldu… Kemal Ilıcak daha önceleri “ helal olsun.. Nazlı için yaparım” dediği fedakarlıkları aynı
kolaylıkla yapmama, aynı tepkiyi tekrar edememe duygusunu sergiliyordu!
Kemal Ilıcak
sıkıntılı konuşmasını gene arka odasına geçip el yıkama ile bitirmişti… Benden
25 kişilik işten çıkarılacaklar listesi istiyordu. Ona göre diğer arkadaşları
Tercüman içinde eritmeye çalışacaktı. Ben ismim gibi biliyordum ve yüzüne
bakınca anlıyordum ki, Kemal Bey son perdesini açtığı son oyunu kusursuz
oynamak istiyordu… Önce azaltalım deniyordu. Ama bu liste, kapatma planının bir
parçasıydı. Ekip içinde neye dikkat ettik… Ayrılmak için vız vızlananlar vardı…
Bunlardan bir kısmı tazminatlarını alıp alamayacaklarını merak ediyordu…
Bunları listeye ekledik… İş bulma şansları olanlar vardı… Onları da ilk 25
listesine aldık… Daha önce Tercüman kadrosundakileri nasıl olsa almak isterler
dedik. Listeye almadık. Bıraktık. Bu noktalara dikkat ederek işe başladık. Ben,
başta Yalçın ve Akın Kamacıoğlu olmak üzere istenen bu 25 kişilik listeyi
yaptım. Bu arada Nazlı Ilıcak geldi. “Bulvar’ı kapatacaklar” dedi… Nedense onun da haberi benden sonra olmuş! Çare aramış gibi bir yorgunluğu vardı... “Biz bunu en iyisi bir başkasına devredelim” fikrini ortaya attı… Ben isteksiz davrandığımı itiraf etmek isterim… Zira Tercüman’ın Kemal Ilıcak tarafından alınış öyküsünü bilen eskilerden biriydim!
Ilıcak’ın faydasız
umudu şu gerekçelere dayanıyordu… Dış Haberler servisinde bizimle çalışan
Regaip Minareci “ Minareci Video” nun sahibinin kızıydı… Baba Minareci ile
Kemal Bey Almanya sınırları içinde iş yapıyor, ilan veriyor, destek çıkıyordu…
İlk bakışta parası pulu olan da biriydi. Kızı da bizim takdir ettiğimiz
çalışkan aklı başında bir çalışanımızdı..Nazlı Hanım için kolay hesap şöyle
olacaktı… Gazeteyi biz Minareci Video’nun sahibine devredecektik… O paraları
verecek. Nazlı Ilıcak’ı gazetenin başında tutacak ve bizde Turgut Özal’ ın
baskısından kurtulmuş, daha rahat bir ortama kavuşmuş olacaktık... Patron o
görünecek. Kemal Ilıcak ve Nazlı Ilıcak ne yapalım sıkıştık, gazeteyi ona
sattık diyecek ve bunu da Turgut Özal yutacaktı!
Ben, bu planın
tutmayacağını söyledim. Kemal Bey’e, “Nazlı Hanım ne der bilemiyorum ama bu 25
kişinin tazminatına karşılık Bulvar’ın isim hakkını bize verin. Bizim açımızdan
da şık bir reklam olur. Biz, ‘baskıya
boyun eğmeyeceğiz’ Siz de öyle görünüyor ki bu baskıya dayanamayacaksınız…
Tazminat alıp işsiz kalacağız… Üç beş ay sonra karşımıza çıkacak zorluğu
bugünden karşılayalım… Mücadele etmek için elimden ne gelirse yapmak isterim…
Bunu Bulvar ekibi olarak biz kendi adımıza yapalım… İmtiyaz hakkını ben alırım.
Bana devredin… Tazminatları hesaplayın… Yetmiyorsa bizi borçlandırırsınız… Ama
siz de bize destek olun ve 3 aylık kağıt verin, mücadele edelim, 3 ay önce hiç
denemeden perdeyi kapayacağımıza 3 ay denedikten sonra kapayalım.. Ama
deneyelim… Denemiş olalım.. dedim.” Ayrılırken suskundu sadece “ Bu konuşmaları
yapmadık!… Tamam mı” dedi…
Bu arada, Mustafa
Özkan ile daha önce benzer bir konuyu görüşmüştüm.(Son Havadis’in sahibi) Daha
doğrusu o ağzımı aramıştı. Bana “ sen ve arkadaşların bir karar verirseniz
topluca Bulvar’dan ayılırsanız benim hâlâ gazete basacak tesislerim burada”
demişti. İş öyle kısa bir konuşma şeklinde kalmıştı..Unutulmuştu...
Kemal Bey kendi
tesislerinde bizi basamayacağını söylemişti… İlişki kurulursa sorunu çözmemiş
daha derinleştirmiş oluruz korkusu içinde idi. Bu geçmiş konuşmalar ışığında
Son Havadis tesisleri gündeme gelmişti... Mustafa Özkan’ın o sırada telefon
arkadaşlığı işlerini organize eden oğlu da yarı resmi bir şekilde bir gazete
çıkarılmasına babasının yatkın olduğunu, tesisin ise uygun olduğunu söyleyip
duruyordu... Sorabilirsiniz… Hangi hesapla, hangi mantıkla, böyle bir şeyi
düşünebildiniz... Böyle bir şeye girişecek cesareti kendiniz de gördünüz diye.
Oysa hesap açıktı…
Gazetenin resmi ilan
hakkı devam edecekti… Biz hızla gazeteyi büyütmeyecek aksine küçültecektik…
Kadromuz 15 kişiye düşecekti. İstanbul sınırları içine çekip dağıtım ağını kent
sınırı için yeniden düzenleyecektik… Anadolu’ya beş büyük şehir dışında
gitmeyecektik… İki etaplı planda önce hızla küçülmek vardı.. Sonra İstanbul için
akşam gazetesi olmak.. Bu hesap, bizi 6 ay dayanabilirsek kurtarıyordu. En
azından yarı maaşlarımızı alacaktık ama elimizde geliştirebileceğim bir günlük
gazete kalacaktı.. Düşüncemiz buydu ve bana destek verenler de hemen hemen tüm
ekipti.. Yani çıkarılması için ilk 25 kişilik listeye yazdıklarım dahil… Kimi
başka yerlerde çalışsa da ek iş olarak bize desteği sürdürecekti… İçimden gelen bir dürtü idi bu… Ve ben düşüncelerimi Kemal Ilıcak’a açmadım. Onun vereceği cevabı beklemeyi daha doğru buldum. Belki de yüzünde gördüğüm soğukluktan, belirsizlikten, bıkkınlıktan, içine düştüğü çaresizliği yaratan işleyişi iyice keşfettiğimden olacak. O dakikadan sonra Kemal Ilıcak ile olan dürüstlük ölçüsündeki ilişkimiz koptu… Gene de düşüncelerimi hiç ses çıkmayınca bir kaç gün sonra abartmadan uzatmadan naklettim... Hatırladığım son cümlesi şöyle olmuştu: “Dur, ben bunu bir düşüneyim”.
Tahmin ettiğim gibi Kemal
beyden asla bir ses çıkmadı… Durup düşündü... Sanırım ben odadan çıkana kadar
bu fikir aklında kaldı... Benim çıkmamla yok oldu! Ve sonraki dönemde geri
dönen bir cümlede olmadı.
Nazlı Ilıcak yapmak
istediklerimize katılır mıydı? Tahmin ederim bize hayır demezdi… Bulvar’ın son
sayısını hepimiz imzaladık ve gazeteyi tarihe gömdük… Nazlı Ilıcak’a haber
vermeden iki üç kere Kemal Ilıcak’la konuştum… Bulvar kökenli arkadaşların bir
kısmı belli servislerde çalışmağa başlamıştı… Hakkını teslim etmem gerek...
Kemal Bey Akın ve sen kalın dedi... Ama ben kalmak istemiyordum… İlk günler pek
çok kişiye iş bulabilmek için gayret ettim… İşten ayrılınca bunu yapmak
zorlaşırdı… Hafızası nerede ise yok denecek meslek gazetecilikti… On saniye
sonra unutulursunuz!. Ayrılmaya görün... Akın da, yazı masasındaki birçok
arkadaş da iş bulmuştu… Benim ise burada kalmamın hiçbir manası yoktu...
Gazetecilik yapmam engellenmişti... Promosyona bakarak oyalanıyordum!. Ayrılmak
için yaptığım her iki görüşmede de Kemal Ilıcak gülerek sözümü kesti, yaklaşık
aynı şeyi tekrarladı:“Bunu önce Nazlı’ya kabul ettir... Ben senin gibi düşünmüyorum... Bize promosyonda çok katkın oluyor... Neden ayrılmak istiyorsun ki?
BİR VEDA MEKTUBU: BULVAR 30 Kasım 1988 tarihinde 7 yıllık yayın hayatını sonlandırdı . Veda mektubunda “Nazlı Ilıcak sağ kitleler üzerinde müessir bir kalemdi. Kapana kıstırılmasının sebebi budur” diyor. Mektup şöyle bitiyor: “İnsanlar neme lazımcılıktan sıyrıldıkları, doğru bildikleri değerler uğruna mücadele etme azmini kaybetmedikleri takdirde akan göz yaşlarının suladığı topraklardan yepyeni umutlar filizlenir. Neticede tünelin sonundakiışık görülür ve kapalı bütün pencereler yavaş yavaş açılır”...
O zaman dedikodu gibi dolaşan kara
listenin ne denli işlediğini, nasıl gerçeğe döndüğünü anlamıştım… Kemal Ilıcak
elindeki kara listeye girdiğim için bana gazetecilik yaptırmamak zorundaydı…
Bunu bana söylemesini bekleyemezdim. Tercüman içinde gazetecilik hariç ne
yapabilirdim. PROMOSYON… Gerçek daha
da acıydı… Tercüman içinde, gel gazetecilik yap deseler yapar mıydım? Yapabilir
miydim?.. Düşünür müydüm?. HAYIR… HEM DÜŞÜNEMEZ HEM DE... YAPAMAZDIM!
Kemal ILICAK eşine yazı yazdırmamak
gibi bir şartı kolayca kabul etmişti… Benim durumum sadece dışa karşı zoraki
bir sahne idi… Uzun süre kalmadım. Nazlı Hanımı da ikna ettim... Ve ayrılıp
Milliyet Gazetesine geçmiştim.…………..
Borazan sesini duyunca mezarlıktan ayrıldım... Bu oğlu Mehmet Ali’nin babasının mezarına koyduğu TERCÜMAN gazetesini törene bağlayan son sesti… Gözlerimden neden iki damla yaş aktı… Kime üzüldüm?.. Bir gazeteye mi?.. Gazetecilikten gelen son patrona mı?.. Pek çok acıyı paylaştığım bir gazeteciye mi?.. Bilemiyorum…
-SON-