Sosyal medya da ıvır zıvır bir çok şey paylaşılırken arada bir faydalı bilgiler de paylaşılıyor. Bunlardan biri de İffet Aygün Hacıeyüpolu'nun paylaştığı dilimizle ilgili yanlış kullanmalar.
Sizinle paylaşıyorum:
Sayfalar
▼
20 Ağustos 2014
17 Ağustos 2014
Kuzu’nun KURT planı!
Ahlaksızla
birlikte yaşayacağına yiğitle ölüme
git.(Çerkes atasözü)
Demokrasi eşitlik
ve özgürlük rejimidir. Belli bir
kültür ister. Cahil olana bir şey anlatmaz. Cahil için demokrasi karın
doyurmaz! Karnı doyunca da eşitlik ve özgürlükten dem vurmaz! Menfaat daha
öndedir. Oysa demokrat olan adalet ister
herkese eşit vicdan ister. Onun için ancak demokrasi varsa eşit şartlar var
demektir. Kazanmak için haksızlığın hak
olduğunu düşünemez. Kazanmak herşey değildir! Vicdanlı olmak hak yememek önde
gelir. Hak edip kazanmak ister. Ama benim AKP li bakanım gerine gerine
Cumhurbaşkanı seçiminde devletin TRT ile yaptığı haksızlığı hakmış
gibi sunmadı mı? “Canım Başbakandır.
Onunla rakipleri bir mi?” Diktatörlüğe metres olmuş bir demokrasiden haber
alma değil nerede ise hiçbir şeyden haberdar olmama özgürlüğü ve rahatlığı sağlıyoruz!
17-25 Aralık soruşturması ne oldu? Musul Konsolosluğunda esir alınan
49 devlet görevlisi nerede? (Vatandaş olsa hadi neyse. Al ananı da git
dersin unutulur. Oysa bunlar devlet görevlisi. Yoksa paralel devlet görevlisi mi!) Güçlü Başbakan - pardon AKP Genel Başkanı karizmatik Başbakan ve
de Türkiye Cumhurbaşkanı her şeyi bilmiyor mu? Bence medya soramıyor? Ve de
millet bu yüzden doğruyu göremiyor. Duyamıyor!. Sandığa gidenlerin,
gitmeyenlerin beyinleri nasıl çalışıyor ki bunca yolsuzluğa rağmen hak, hukuk, yetim hakkı lafı
anlaşılmıyor? Haklı olan değil sadece kazanan
öne çıkıyor! Halk olarak zorba ve torba yasalarla canımıza okunma oranı yüzde
yüz! Dergi okuma oranı % 4. gazete okuma % 22 radyo dinleme %24 televizyon
izleme % 95.
Prof Dr Gülmira Kuruoğlu: Beynimiz sağ ve sol homiferlerden oluşmaktadır
ve kitap okurken biz ağırlıkla sol hemisferimizi geliştirmekteyiz. Bu da
mantıksal matematiksel ve sözel hemisferdir ama televizyon izlerken biz sadece
sağ hemisferi geliştirmekteyiz .Bu da tüm olarak beynin gelişmesini oluşumunu
etkilemektedir.” Yani bir toplumda beyinler (!) ne kadar kitap okuyorsa o
kadar gelişir. Bir başka deyişle “tam
olarak gelişmemiş beyinlere giden en kısa yol Televizyon ekranlarıdır.”
Geçtiğimiz Yerel Seçimlerde
sonuçlarını sadece Devletin ajansı (aa) açıkladı TRT nin Genel Müdürü seçim
boyunca AKP nin Parti merkezinde karargah kurmuştu. Gelen sonuçları parça parça
yayınladılar. Bu da tarafsız bir seçim olarak o zaman deftere yazıldı! Bunu adil ve dürüst olarak kabul etmek
beynin hangi hemisferinden çıkan fermandı? Haksızlık bu seçimde de olmadı mı?
Başbakan TRT nin 6 kanalını birden tepe tepe kullanmadı mı?
CHP’li Ali Özgündüz, bir başka darbeden bahsetti. Yargı Darbesi. Birileri mi ayağa
kalktı?. Demokrasinin yarattığı (!) medya da yer yerinden mi oynadı? Özetle CHP
li Özgündüz şunu söyledi: “25 Aralık’ta, Başbakan’ın oğlu olmaktan başka hiçbir
sıfatı olmayan Bilal Erdoğan’ın evine mahkeme kararıyla arama, el koyma, yakalama, gözaltı kararıyla polisler gidiyor.
Başbakanlık koruma ekibi gelen polislere
karşı silah çekiyor. O zamanki Başbakanlık Müsteşarı, şimdiki İçişleri
Bakanı Efkan Ala’nın talimatıyla koruma polisine “Yaklaşanı vurun” deniyor ve mahkeme kararı uygulanmıyor. Bu eşkiyalıktır,
bunun bundan hiçbir farkı yoktur. Aynı eylem yapıldı bu ülkede ve hukuk yerle
bir edildi. Sonra, hemen operasyon, biliyorsunuz, bu polisler apar topar
görevden alındı. Yani 17 ve 25 Aralık’ta aslında ne oldu? “Darbe” falan
diyorsunuz ya, aslında Hükûmet yargıya
darbe yaptı, bu kadar açıktır.
Erdoğan
seçim gezisi sırasında kucaklayıcı olmamış eski tas eski hamam devam etmiştir.
Seçildikten sonra da gazetelere ve gazetecilere baskı artmadı mı? Hadi kadın
gazeteci Amberin Zaman’ı kucaklayamadı. Hemen her şey için dini bir gönderme
yapmanın kural halini aldığı günümüzde Başbakanın kucaklamama gerekçesi belki
de namahrem olduğu içindir!. Bu
yorumu yapmak beynimizin sağ hemisferinin işidir! “Gazeteci kılıklı bir kadın
militan çıkmış, edepsiz kadın, haddini bil haddini” tehdinin neden gerektiğini
bilemiyoruz. Huylu huyundan vazgezmez ata sözü uyar mı?
Bilinen bir şey ötekilerin ,belki şimdi bizi de kucaklar bekleyişinin suya düştüğüdür. Cumhurbaşkanı
Erdoğan ve bağlı bakanları kendilerinden olmayan gazetecilere özel bir
demokratikleşme bohçası hazırladı. Onlara akreditasyon uygulama işine hız
verdi. İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın konuşacağı Ankara’daki toplantıya davetli
olduğu halde Cihan Haber Ajansı muhabirleri alınmadı. Geldiğimiz noktada bir
ileri örnek daha verebiliriz. Zorbalık
haktır der gibi Devlet Tiyatroları’nın, inşaat yaptırdığı alanda “silahlı
çatışma” yaşandı. Yaşanan baskını bağlı oldukları Kaymakamlığı’a ileten Tiyatro yönetimine şu
cevap geldi: “Adamlar hukuk tanımıyor,
yapacak bir şey yok. Siz olayı fotoğraflayıp, yeni bir suç duyurusunda bulunun”
Yani… Beynimin hangi hemisferi dürtüyor beni? Şeytana uysam soracağım. “Acaba
örnek aldığımız büyüklerimize bakıp da mı bu hale geldik? Beyin bu, sağı solu
belli de olmuyor ki. Havuz medyasına mahkum olmayanların tercihi ise bambaşka.
Manzara uzaktan daha mı net görülüyor?: Amerika’da atılan
oyların dağılımı şöyle: İhsanoğlu:
%76.15 Erdoğan: %17.39 Demirtaş: %6.46
Kurt siyaset adamı KUZU gazetecilere demokrasiyi
çekiştiriyor. Hayret! Sanki muhalefet lideri. “Bu parlamenter sistemle Türkiye yürüyemez. Milletvekilleri önce genel
başkanın emrine giriyor. Meclis’de derinlemesine tartışma yok. İndir parmak
kaldır parmak ” Gazeteciler soramıyor. Hangi iktidar, milletvekillerini
kuklaya çevirdi? Kim hükmediyor? Kim “Dağılın Gül’ün kulisini yapmayın.
Konuşmayın.” diyor. Meclis o saniye dağılıyor. Bugün mü Gül’ün yandaş kokusu
yok oldu, sadece dikeni kaldı! Bu neyin sistemi? Kuzu can kurtaracak formülü
ortaya koyuyor.“Kurtuluş Tam Başkanlık
sistemi. Bak Amerikada ne güzel uygulanıyor. Meclisteki milletvekilleri
vicdanlarına danışıp öyle karar veriyorlar. Başkan her istediğini yaptırabiliyor
mu?” Kuzu televizyonda soruları cevaplarken AKP de milletvekillerine bir pusula
verilip soruluyordu. Başbakan adayınız
kim? Kuzu, “Ben TV de olacağım. “Sizin
gibi düşünüyorum” diye Başbakana not bıraktım” diyor. İşleri sağlama
almanın geçerli tek yolu!
15 Ağustos 2014
İnsan eliyle çevre faciası: Kurbağalıdere
Suzan Abla yazıyor:
Adı Kurbağalıdere..Ama dere
bırakın kurbağaları, kirli suyu pek de önemsemeyen denizanalarının, kefallerin
bile yaşam alanı olmaktan çoktan çıkmış...Şimdi yıllardır anıldığı *oklu dere
adını daha çok hakediyor.
Burası İstanbul’un en
nezih semtlerinden biri Kadıköy. Ünlü Bağdat Caddemiz’in başladığı nokta. Uluslararası
maçların yapıldığı Fenerbahçe Stadı’nın dibi. Ülkemizdeki hiçbir akarsu, hiçbir
dere böyle bir pisliği haketmiyor ama İstanbul’un göbeğindeki Kurbağalıdere,
yıllardır süren ihmalkarlığın, vurdumduymazlığın, siyasi çekişmelerin yüzümüze
attığı bir tokat gibi.
Temiz derelerimizi
HES’lere kurban verirken, kirli derelerimizi temizleyerek kurtarmaya
çalışıyoruz. Kurbağalıdere de yıllardır ıslah edildi edilecek diye
oyalanıyoruz. Burnunu mendille tıkayarak yanından geçenler, derenin niye
temizlenemediğini bir türlü anlayamıyor. Oysa o kadar çok nedeni var ki;
altyapı eksiklikleri, yapılaşmanın artması, yanlış çevre politikaları,
ihmalkarlık, siyasi çekişmeler, eğitimsizlik...
Toplam 67 km’lik
uzunluğundaki Kurbağalıdere; Ümraniye, Maltepe, Üsküdar ve Atasehir’den geçerek
Kadıköy’de Marmara ile buluşuyor. En yoğun sorun yaşanan bölge de burası.
Derenin dibi ve ağzı balçıkla kaplanmış durumda. Metangazının oluşturduğu
baloncuklar nedeniyle dere sürekli fokurduyor. Kokudan, bahsetmek bile
istemiyorum.
Yıllardır doldur-boşalt
politikalarla yapılan ıslah çalışmalarından sonuç alınamadı.
Derenin son ıslah
çalışması ise, Kadıköylüler’in başta umuduyken sonra tam anlamıyla kabusu oldu.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ihale ettiği proje, 2012 Ekim ayından beri
sürdürülüyor.
İBB çalışmaların amacını;
dere yatağının genişletilmesi, pis su hatlarının kolektör aracılığıyla
toplanarak arıtma tesisine aktarılması ve bu sayede de Marmara Denizi’nin
kirletilmesinin önüne geçilmesi olarak açıklıyor.
Derenin önce denize
dökülen bölgesi ıslah edilerek kademeli olarak yukarı bölgelere gidilmesi
gerekirken, kamulaştırma, sit alanı, çevrecilerin protestosu gibi nedenlerle ıslah
çalışmaları derenin yukarı kesimlerinden başlatıldı. Kuşdili Çayırı bölgesinde
derenin iki yanında kazık çakma çalışmaları yapılacaktı. Çalışmalar esnasında
iş makinelerinin durduğu alan dere yatağına doğru genişletildi. Dolayısıyla yatak
daraldı. Çevredekilerin ‘bu dere taşar’ uyarılarını dikkate almayan müteahhit
firma, meteorolojinin uyarılarına da mı kulak tıkadı bilinmez. 2 Haziran’daki
ilk yağmurda çevredeki esnafın dükkanları ve evler sular altında kaldı.
Çaresizce, elinden hiçbirşey gelmeyerek bakakaldı herkes. Belediye görevlileri,
sular çekilmeden müdahale edemedi, sular çekildiğinde olan olmuştu zaten.
Esnafın ve sakinlerin zararı ve öfkesi büyüktü. Müteahhit firma dere
yatağındaki daraltmayı açtı. Bundan sonra hava durumuna göre hareket
edeceklerini açıkladı. Meteoroloji 17 Haziran için yine kuvvetli yağış ve sel
uyarısı vermişti. Ama Kuşdili’ne bir damla bile düşmemişti. Bu sefer derenin
Ataşehir ve Ümraniye’deki yağışlarla debisi arttı. Kuşdili Çayırı’nı yine pis
su kapladı. Park halindeki araçlar kullanılamaz hale geldi, itfaiye mahsur
kalanları kurtardı. Yine gafil avlanılmıştı. Derenin yatağı yine dardı. Müteahhit
firmaya tepkiler arttı. İşyerleri ve meskenler yine sular altındaydı.
Su, dediğimiz
kanalizasyondu aslında. Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu, sonraki
günlerde yapacağı açıklamada ıslah çalışmaları sırasında alttaki kanalizasyon
borularının kırıldığını, kanalizasyonun Marmara’ya aktığını ve koli basilinin
normalin 300 katı olduğunu söyleyerek İstanbullular’ı denize girmemeleri
konusunda uyardı. Bir parantez açıp koli basilinin kanlı ishale ve ölüme yol
açabileceğini hatırlatalım. Nuhoğlu, derenin kenarındaki ‘Yoğurtçu Park’ta bile
bulunmayın’ dedi. En acısı ‘çocuklarınızın burada olduğunu düşünün’ diyerek
yetkilileri uyardı.
Daha sonraki günlerde de
en ufak bir yağmur yağsa, çevredekiler hep tetikteydi. Birkaç kez daha yaşandı
su baskınları, çok büyük çaplı olmasa da.
Kadıköy Belediyesi Fen
İşleri Müdürlüğü’nün raporuna göre ıslah çalışmalarının yakın bir gelecekte
tamamlanması pek mümkün görünmüyor.
Sit alanı engeli, kamulaştırma çalışmaları, imar planı değişiklikleri, Salı Pazarı’ndaki pazarcıların yerlerini vermek istememeleri,metrobüs duraklarının geçici de olsa taşınması gerekliliği. Müteahhit firmanın zararının da iş nedeniyle büyük olduğu belirtiliyor. Bunun yanısıra taşkınlardan zarar görenler de firmaya dava açmaya başladılar. Kurbağalıdere; pisliği, taşkınları ve ıslah çalışmalarıyla daha uzun bir süre gündemde kalacağa benziyor.
Yandaki fotoğrafta rafa kaldırılan derenin maketi görünüyor.
Sit alanı engeli, kamulaştırma çalışmaları, imar planı değişiklikleri, Salı Pazarı’ndaki pazarcıların yerlerini vermek istememeleri,metrobüs duraklarının geçici de olsa taşınması gerekliliği. Müteahhit firmanın zararının da iş nedeniyle büyük olduğu belirtiliyor. Bunun yanısıra taşkınlardan zarar görenler de firmaya dava açmaya başladılar. Kurbağalıdere; pisliği, taşkınları ve ıslah çalışmalarıyla daha uzun bir süre gündemde kalacağa benziyor.
Yandaki fotoğrafta rafa kaldırılan derenin maketi görünüyor.
14 Ağustos 2014
Demokrasi “eşitlik ve özgürlüktür”!
Ülkemiz
ilk defa halkın oylarıyla cumhurbaşkanını seçti.
Tartışmalar
sürüyor.
Çatı
aday, devlet gücünü kullanan aday, adil olmayan yarışma.
Peki
tüm bunlar demokrasinin özüne uygun mu?
Demokrasiyi,
gerçek demokrasiyi içimize sindirebildik mi?
Aklıma
Prof. Sina Akşin’in bir değerlendirmesi geliyor “ Atatürk Osmanlıdan kalan en
büyük mirasın cehalet olduğunu iyi biliyordu.”
Cumhuriyet
bu cehaleti yenebildi mi?
Ne
dersiniz?
Demokrasi
ile cehalet yan yana gelebilir mi?
Yine Prof. Sina Akşin’in 2023 aylık dergisine verdiği söyleşiden alıntılarla devam edelim:
Cumhuriyete
karşı gelenlerle, cumhuriyetçilerin ayrılması konusu. Akşin, nedir bu ikiye
ayrılma sorusuna şöyle cevap veriyor:
“Biri
Atatürk devrimi dönemi, öbürü de benim kısmî karşı devrim dediğim dönem. Biz
hâlen bu kısmı karşı devrim dönemi içindeyiz.
İsmet İnönü çok partili sistemi getirmekle 1945’te şeyhlik ve ağalık düzenine yani cumhuriyetin mücadele ettiği düzene prim verdi. Osmanlı düzeni, şeyhlik ağalık düzeni idi. Osmanlı padişahı ağaların ağası durumundaydı. Halife olarak da baş şeyh durumundaydı. Tabiî saltanatın kaldırılması bunun sadece üstünü örttü. Toplum, şeyhlik ve ağalık düzeninde yaşamaya devam ediyordu. Atatürk devrimi bu düzeni değiştirmek adına yapılmıştır. Yarı yolda kesildi. Niye kesildi? Çünkü, çok partili sistem gelince oy almak için şeyhler ve ağalara muhtaç oluyorsunuz. Dolayısıyla, Türkiye’de gittikçe gücü zayıflayan dönüşen bir kesim iken birden bire kuvvet aşısı aldılar bu çok partili sistem sayesinde. Sevr’in çöp tenekesine atılma harekâtı yarıda kaldı".
İsmet İnönü çok partili sistemi getirmekle 1945’te şeyhlik ve ağalık düzenine yani cumhuriyetin mücadele ettiği düzene prim verdi. Osmanlı düzeni, şeyhlik ağalık düzeni idi. Osmanlı padişahı ağaların ağası durumundaydı. Halife olarak da baş şeyh durumundaydı. Tabiî saltanatın kaldırılması bunun sadece üstünü örttü. Toplum, şeyhlik ve ağalık düzeninde yaşamaya devam ediyordu. Atatürk devrimi bu düzeni değiştirmek adına yapılmıştır. Yarı yolda kesildi. Niye kesildi? Çünkü, çok partili sistem gelince oy almak için şeyhler ve ağalara muhtaç oluyorsunuz. Dolayısıyla, Türkiye’de gittikçe gücü zayıflayan dönüşen bir kesim iken birden bire kuvvet aşısı aldılar bu çok partili sistem sayesinde. Sevr’in çöp tenekesine atılma harekâtı yarıda kaldı".
Sina Akşin, 1945’e kadar yapılan neydi? Sorusunu da şöyle cevaplıyor:
"Atatürk devrimi bir kere bir aydınlanma devrimidir. İnsan zihninin sınırsız özgürlüğü amaçlanmıştır. Bunu dönüştürme aracı da eğitim, kültür ve bilimdir. Önce bunun kadroları oluşturuldu, kurumları oluşturuldu. Halkevleri ve Köy Enstitüleriyle bunlar bütün topluma yaygınlaştırılmaya başlandı. Karşı devrimle birlikte bu durdurulmuş oldu.
"Atatürk devrimi bir kere bir aydınlanma devrimidir. İnsan zihninin sınırsız özgürlüğü amaçlanmıştır. Bunu dönüştürme aracı da eğitim, kültür ve bilimdir. Önce bunun kadroları oluşturuldu, kurumları oluşturuldu. Halkevleri ve Köy Enstitüleriyle bunlar bütün topluma yaygınlaştırılmaya başlandı. Karşı devrimle birlikte bu durdurulmuş oldu.
İki türlü demokrasi anlayışı var. Genellikle gazete yazarları, sokaktaki
vatandaş ne anlıyor: Çok partili sistem olacak, seçimler dürüst yapılacak ve
özgür bir basın olacak. Demokrasi, bununla eşitleniyor. Halbuki, bu yanlış.
Demokrasi, çok daha karmaşık ve çok daha derin bir olaydır. Demokrasi, Fransız
İhtilâli ilkeleri ile dile getirecek olursak, “eşitlik ve özgürlük”tür. Bir
toplumda eşitliğin ne kadar olduğu ölçülebilir. Eşitlik; kadın erkek eşitliği,
insanların yasalar önünde eşitliği, siyasal hakların herkese verilip
verilmemesidir. 1923’e kadar ancak belli bir oranda vergi verenler oy
sahibiydi. Bu hak, daha sonra herkese tanındı. Sonra özgürlükler, bu konuda
yasalara bakmak lazım, uygulamalara bakmak lazım. Bence bir ülkedeki eşitlik ve
özgürlük ölçülebilir bir şeydir. Birtakım göstergelerden hareketle bu
sağlanabilir. Okula gidebilme imkanları, eğitimin, sağlığın parasız olup
olması, bunlar eşitlik ile ilgili hususlardır. Şimdi, çok partili sisteme
gelince; çok parti, dürüst seçim, özgür basın… Bu demokrasiye hizmet edebilir,
etmeye bilir de. Eğer, sandıktan demokrasiye aykırı sonuçlar çıkıyorsa, demek
ki etmiyor… Ama çıkıyorsa ne âlâ. O zaman, çok partili sistem demokrasiyi
tamamlayan bir mekanizma oluyor. Ama, bu bir mekanizmadan ibaret. İşin ruhu o
değil. İşin ruhu, toplumdaki özgürlüklerin ve eşitliğin bilançosudur. Ben bu
görüşü benimsiyorum”.
Ben
de Sina hoca gibi düşünüyorum.