21 Mart 2018

Burgazada, Sait Faik ve mimozalar!...

Suzan Peker
Mart geldi mi aklımıza düşer mimoza ve adalar. Yine öyle oldu. Hem narinliği hem güçlülüğü bir arada taşıyan ve bu yönüyle Dünya Kadınlar Günü'nün de simgesi olan baygın kokulu sapsarı mimozaların peşine düştük. Baharı koklayıp denizin iyot kokusunu içimize çekip biraz da yeme-içme keyfi yapıp dönecektik. Bu keyfi yaşayacak dört kişiydik; en azından benim tanıdığım..
Martıların gözü de yollarda(solda); Kilise meydanı (sağda).
Çocukların okula gönderilmesi, İstanbul'un trafiği derken Burgazada vapurunu kaçırdık. "O zaman Heybeli'ye gider sonra Burgaz'a geçeriz" dedik. Saat 10.30 gibi Heybeli'deydik karnımız acıkmıştı. Güzel bir kahvaltı istiyorduk ve şansımız yaver gitti. Adanın en güzel kahvaltısını yaptık bizce. Güneş içimizi ısıtırken, sıcacık ekmeklerimizi martılar ve kedilerle de paylaşıp mutlu olduk. Adaya iner inmez Burgazada vapurunun kaçta olduğunu öğrenmiştik. 12.50'ye yetişmek için kısa bir tur yaptık. Bir sokakta pazara bile rastladık. Gözlerimiz sarı mimoza ağaçlarını aradı ama nafile. Vapurun kalkmasına 5-10 dakika kala "ada ponçiği yemeden olmaz" dedik. İki ponçik, iki elmalı kurabiyeyi alelacele kahveyle bitirip vapura yetiştik. Elmalıların, ponçikten daha güzel olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Can dostlardan biri bizi yolculuğumuz boyunca yalnız bırakmadı.

İki ada arası zaten 15 dakikalık mesafe. Burgaz'ı ayrı bir seviyorum nedense, küçük olduğundan mı, Sait Faik'ten mi, sokaklarından mı bilemedim. Her türlü ağacın çiçeğe durduğu sokaklardan yürüyerek Aya Yani Kilisesi'nin küçük meydanına vardık. 1899'da yapılan bugünkü kilisenin Yahya Peygamber Kilisesi'nin bulunduğu yere inşa edildiğine inanılıyormuş.
Sait Faik'ten anılar ve biz..(Üstte ve altta)

Sait Faik Abasıyanık Müzesi
Yine bir mart ayında gelip, kapısından döndüğümüz Sait Faik Abasıyanık Müzesi'ni bu sefer ziyaret etmeden olmazdı. Müze,  kilisenin bir sokak üstünde.. Aklınızda bulunsun; çarşamba, perşembe, cuma ve cumartesi günleri 10.30-17.30 arası açık. Ada ruhunu yansıtan bu beyaz ev, anı ve hüzün yüklü. Babasının ölümünden sonra bir süre annesiyle bu evde yaşayan Sait Faik, 48 yaşında siroz nedeniyle yaşama veda etmiş. Annesi Makbule Hanım ise oğlunu kaybettikten sonra çok sarsılmış ve yalnız sayılabilecek yılların ardından 1963'te vefat etmiş. Makbule Hanım'ın olayları farklı açılardan değerlendirebilme kabiliyetinin Sait Faik'in yaşamında belirleyici olduğu anlatılıyor müzedeki yazılarda. Makbule Hanım'ın vefatının ardından ev, müze haline getirilmiş.Eserleri vasiyeti gereğince Darüşşafaka Cemiyeti'ne bırakılmış.  Annesinin çabalarıyla başlanan hikaye ödülü ise bugün "Sait Faik Hikaye Armağanı" olarak devam ediyor.

Sait Faik, Özdemir Asaf ve Sabahattin Kömürcüoğlu bir sohbette.
Sait Faik faytoncularla...
 Sait Faik işçilerle, elinde kağıt kalem not alıyor.
Müze, ücretsiz gezilebiliyor. Müzeden alacağınız küçük hediyelik eşyalarla da hem Sait Faik'i hissediyor hem de Darüşşafakalı çocukların eğitimine katkıda bulunuyorsunuz.
Müzeyi birlikte gezelim isterseniz;
Mimozalar ve biz...
 Yatak odası ve Sait Faik'in okul çantası...
 Çatı katındaki oda ve yemek odası...
İlk katta ailenin yemek ve misafir odası... Kim bilir  kimlerle ne sohbetler yapıldı bu salonda.
 Köşede bir camekanın içinde Sait Faik'in okul çantası... O zaman da yazmaya meraklı mıydı acaba?
Sait Faik ve annesinin sanki gerçek boyutlu fotoğrafları... Anne ve oğlun kısa süren birlikteliği birbirlerine doyamamışlar besbelli...
İkinci katta Sait Faik'in karyolası üzerinde pijamaları, ellerini yıkadığı maşrapa.. . 'Şehri Unutan Adam'dan alıntıyla
"Ters yüzüne evime dönüp odama kavuştum. Dört duvar, bir pencere, bir valiz içinde birkaç kitap ve bir demir karyola.. Hasılı mukaddes bir hapishane olan odamda, düşünmeden, hatta okumadan gezindim, durdum."
Diğer odalarda, arkadaşlarla sohbet ederken Sait  Faik,  elinden kağıt kalemin eksik olmadığı Sait Faik..Belki ulaşır bilinmez  O'na yazılan ziyaretçi mektupları..Merdiven başında Sait Faik Hikaye Armağanı'na değer bulunan  yazarlar ve eserleri...
Son olarak bir çatı katı, denize açılan iki küçük pencere, bir kolçaklı sandalye, bir koltuk...Kimbilir hangi hikayeler yola çıkmış buradan..
Müze evden ayrılırken dördümüze de 4 'elma' düşüyor gökyüzünden Sait Faik'ten bize hediye ve şöyle diyor hepimizin gönlüne göre
- "İçim ona nehirlerin denize aktığı gibi akıyordu" Havada Bulut/ Ay Işığı
-"Seyahatler çekiyor içim"- Son Kuşlar
- " Şu uyku insanın sevgilisi gibi bir şey gelmeyince sinirlendiriyor"- Mahalle Kahvesi
­- "Sevmek, bir insanı sevmekle başlar herşey"  Alemdağ'da var bir yılan..
Müzeyi geride bırakıp Kalpazankaya'ya doğru yürümeye başladık. Çiçekli ağaç dalları arasından mavi sular ne kadar da güzel görünüyordu. Yokuş yukarı çıktıkça ağırlaştı adımlarımız. Tenha yollarda bir korumamız da vardı. Adaya geldiğimizden beri bize eşlik eden, insanların can yoldaşı. Yolun yarısını geçmiştik ki aklımıza geldi. Kalpazankaya'daki restaurant kapalı olabilir miydi. Evet, henüz sezonu açmamışlardı. Yürüyüş yapıp, fotoğraf çekip tekrar iskeleye döndük. Yollarda gözlerimiz yine mimozaları aradı. Bazı ağaçların tohumlarını elimize alıp inceledik ama bulamadık. Denizin kıyısındaki restaurantlardan birinde öğle keyfi yaptıktan sonra bir tezgahta tanesi 10 liraya satılan mimoza demetlerinden hepimiz birer tane aldık. Ellerimizde mimozalarla anılarımıza not düşerken, mimozaları neden ağaçlarda göremediğimizi de anladık...
Saat  17.00 gibi şehrin karmaşasına dönmüştük.