21 Temmuz 2024

ÇAY BİTKİSİNİN ÜLKEMİZDEKİ SERÜVENİ

 

Prof. Filiz Kamacıoğlu

M.0 de Çin lügatı Kuan Yu’da çayın ve çay deminin hazırlanması ayrıntılı bir şekilde anlatıldı.

618-906 Çay Çin’in ulusal içeceği olarak tarihe geçti.

800 de Çay ile ilgili ilk kitap olan “Ching”bÇinli yazar Lu Yu tarafından yazıldı.

805 d.e Japonya’da çay tarımı başladı.

850- Çay Arap yarımadasına ulaştı.

1368 Çin Hanedanının Çin’de yönetime gelmesinin ardından çay işleme yöntemleri gelişti. Sistem preslenmiş formdan bütün yapraklara doğru döndü.

12. yüzyılda çay içen ilk Türk Hoca Ahmet Yesevi oldu. Kazakistanda yaşıyordu.

1513 de çaydanlık icat edildi. İlk çaydanlık Çin’de Yixing Gongchun tarafından yapıldı.

1606 da Avrupalılar çayı bir içecek olarak kabul ettiler. İlk çay sevkiyatı Çin’den Hollandaya “ Java “ üzerinden yapıldı.

1618 de çay Rusya’ya ulaştı.

18. yüzyılda Semaver icat edildi. İlk semaver Rusya’da İvin Lisitsin tarafından yapıldı.

1881 Çaya bilimsel adı olan “ Camelia Sinensis” adı verildi.

1879 da Çaya olan düşkünlüğü bilinen Hacı Mehmet İzzet Efendi’nin “Çay Risalesi” adlı kitabı basıldı. 

1892 İlk deneme Bursa’da yapıldı. Dönemin Ticaret Nazırı Esbak’ı İsmail Paşa Japonya’dan getirttiği çay tohumlarının Bursa’da ekimini gerçekleştirdi ama ekolojik yapı elverişli olmadığı için girişim başarısız oldu.

1894  de II. Abdülhamit Han çay tarımına onay verdi. Orman, madenler ve Tarım Bakanlığından dönemin Padişahı II. Abdülhamit’e bir belge yollandı. Çayın ticari yapısının yanı sıra şifa kaynağı olduğu belirtilerek tarımının yapılması uygundur onayı istendi ve kısa sürede onay alındı.

1921  Hoca Ali Rıza'nın "Semaver" tablosunda bulunan çay bardağı örneği alınarak "İnce Belli" o yıllarda kullanılmaya başlandığı düşünülür.

Çay tohumları (20 ton) Zihni Derin öncülüğünde Gürcistan'dan getirilip Rize ve havalisine ekildi.

1924 de TBMM Rize'de çay yetiştirme ile ilgili 407 sayılı kanunu kabul etti. Dönemin zor şartları nedeniyle uygulanamadı.

1935 Ankara hükümeti çay tarımının gelişmesi için Ankara Ziraat Faaliyetleri kurumunu Rize'de görevlendirdi.

1937 Çay üretimi yaygınlaştı. Sovyetler Birliğinden Gürcistan kökenli toplam 70 ton çay tohumu satın alındı ve çay üretimi yaygınlaşmaya başladı.


İngiltere'den çay işleme makineleri sipariş edildi ama II.Dünya savaşı nedeniyle ülkemize ulaşımı sağlanamadı.

1938-1948. Türkiye'de çay tarımı ve faaliyetlerinin gelişmesinde Ziraat İşletme kurumu önemli rol oynadı.

1946. II. Dünya Savaşı nedeniyle elimize ulaşamayan çay makineleri bu tarihte elimize ulaştı.

1947-1963. arası sürede 18 çay fabrikası kuruldu ve 1,340 ton işleme kapasitesine ulaştı.

1947. ilk çay fabrikası kuruldu. İlk çay işletme fabrikası günde 60 ton çay üretme kapasitesi ile Rize Fener mahallesinde "Merkez Çay" adı altında faaliyete geçti.

1963.İlk ihracaat 143 ton olarak gerçekleşti.

1971 de çay tarımının ve çay işletmesinin ayrı bakanlıkların sorumluluğu altında yürütülmesine son verildi.

1973. Çay kurumu Genel Müdürlüğü ( ÇAYKUR ) kuruldu.

1978 Pazarköy Fabrikası, Derepazarı Çay Fabrikası ve Kendirli Atölyesi kuruldu.

1984.de 3092 sayılı Çay kanunu ile çayın tarımı, üretimi, işlenmesi ve satışı serbest bırakıldı.

2003 de Çaykur organik çay tarımı çalışmalarına başladı.

2004 de zaman zaman yapılan yeşil çay üretim denemesi kesintisiz üretime döndü.

ÇAY BİTKİSİ  CAMELLİA SİNENSİS

Çay bitkisi 1881 yılında Linnaeus Ogust Kunntze adlı botanikçi tarafından

 " Camellia Sinensis" olarak isimlendirildi.

ÇAY; Çiçekli bitkilerin kapalı tohumlarının alt kısmının, iki çenekli sınıfının serbest taç yapraklı alt sınıfından Perietales takımının Theaceae familyasının Camellia cinsindendir.

Camellia Sinensis'in üç varyetesi vardır.

Camellia Sinensis Varyetesi (Çin Çayı); Yaprakları 4-7 cm uzunluğunda 1-2 cm genişliğinde kısa saplı ve elips görünümündedir. Çin çayı erken ve çok çiçek açar. Yaklaşık 1150 metreye kadar yükseklerde yetişebilir. Soğuğa, hastalıklara ve kuraklığa dayanıklıdır.

Camellia Sinensis varyetesi; ( Assam Çay ); Yaprakları elips şeklinde olup 8-10 cm uzunluğunda ve 3-7 cm genişliğindedir. Assam çayı geç ve seyrek çiçek açar. Yaprak verimliliği fazla olmakla beraber olumsuz şartlara karşı dayanıklı değildir.

Camellia Sinensis varyetesi; (Kamboçya Çayı); Yaprak büyüklüğüÇin çayı ve Assam çayı arasındadır. Genellikle yapraklar elips şeklinde olup meyve ve tohum yönünden diğer çay çeşitleri ile benzerlik gösterir.

ÇİÇEK; Ülkemizde Ağustos ayı başında tam teşekkül etmiş yaprakların koltuklarında kısa bir sapın ucunda tomurcuk belirmeye başlar. Ağustos sonunda veya Eylül başında bu tomurcuk daha da gelişerek sapı uzar, açılır, beyaz ve gösterişli çiçekleri oluşur. Tam teşekkül etmiş bir çiçekte 5-7 adet taç yaprağı bulunur. Çiçek aksamı helezonidir. Erkek organlar beş veya daha çok sayıdadırlar. Dişi organ bir tane olup üç parçalı bir tablo oluşturur. Taç yapraklar döküldükten sonra çiçek sapının ucunda tepeli aşağı doğru meyveleri her zaman görmek mümkündür. Bunlar bahara girince şişmeye başlar ve Eylül ayında parlak yeşil bir renk alır. Ekim ayı içinde olgunlaşmaya başlayan meyveler kirli yeşil veya kırmızımsı bir renk alırlar, uçlarından yarılarak tohumlar açığa çıkarılır.

MEYVE (Tohum) ; Meyveler üç gözlü ve kalın cidarlıdır, meyve içinde 3-6 adet arasında değişen tohum bulunur. Normal olarak üç tohum oluşturması gerekirken yumurtalıktaki parçaların dumura uğraması nedeni ile tohum adedi azalmaktadır. Bazen bir gözde birbirinden ayrı birer tarafları yassı tohumlar da bulunur.

Olgunlaşmamış meyveler yeşil, olgunlaştıktan sonra meyveler kahverengi fındık iriliğinde, normal olarak 12 mm çapındadır. Tohumların bünyesinde 20-30 nispetinde yağ bulunur. Bu yağda saponin maddesi vardır. 

Kaynak; Rize-Pazar hava limanı Çay Müzesi sergisi


6 Haziran 2024

Tunceli’de 3. Gün: Tunceli Müzesi, Rabat Şelalesi ve Bağin Kaplıcaları

 
RABAT ŞELALESİ...

Suzan Peker yazdı

Tunceli’de son günümüz ama uçağımız akşam 9.20’de olduğu için bir güne çok gezi sığdırabiliriz. İlk durağımız otelimizin hemen yanındaki Tunceli Müzesi. Müze, Avrupa Müze Akademisi tarafından düzenlenen Luigi Micheletti Ödülleri’nde Avrupa’nın en iyi ikinci müzesi ödülünü almış.

1930’lu yıllarda kışla olarak inşa edilen bina 2020 yılından beri müze olarak hizmet veriyor. Müze’yi hakkıyla gezmek isterseniz en az üç saatinizi ayırmanız gerekiyor. Biz hızlı bir tur yapabildik. 5 bin 500 metrekare kapalı alan ve bin 800 metrekare avludan oluşan müzede tarih boyunca bölgede yerleşik uygarlıkların yaklaşık 2 bin civarında eserini görebilirsiniz.

 

TUNCELİ MÜZESİ’NDE SEMAH CANLANDIRMASI...

TUNCELİLİ CEMAL SÜREYA’NIN BALMUMU HEYKELİ...

BRONZ KAZAN AYAKLARI...

PİŞMİŞ TOPRAK KAPLAR...

 DINGIL MASALI’NI ANLATAN RESİM...

 Alevi inanç kültürüne dair ritüelleri ve bilgileri; film gösterimleri, bilgilendirme panoları ve canlandırmalarla izleyebilirsiniz. Biz oradayken bölge masallarının resimlerinden oluşan çok güzel bir geçici sergiye de denk geldik.

LEYLEKLER...

Tunceli merkeze yaklaşık 20 km uzaklıktaki Rabat Kalesi, Rabat Şelalesi ve Rabat Köprüsü’ne doğru yola koyulduk. Yol boyunca leylek yuvalarını gördük sık sık. Dağlara doğru tırmanıyor aracımız. Arada bir mola verip, Munzur Dağları’nın karlı yamaçlarını uzaktan görüyor, derin vadilere bakıyoruz.

RABAT ŞELALESİ YOLU...

Aracımızdan indikten sonra kısa bir yürüyüş yapıp Rabat Şelalesi’ne ulaştık. 80 metreden dökülen şelale, yaz aylarında kuruyormuş. Suyun dansı muhteşem. Rabat Kalesi, Urartular döneminde kayalara oyularak yapılmış.

RABAT VADİSİ’NDE YABAN KEÇİSİ...

Kale ve tarihi köprüye ulaşmak bizim için zorlu bir yolculuk gibi durduğu ve zamanımızda az olduğu için bir çay içimi soluklanıyoruz. Ben kayalıklardaki yaban keçilerini fotoğraflamak peşindeyim.

GÖÇEBE TOPLULUK ŞAVAKLAR...

Şehre doğru geri dönüyoruz, Mazgirt ilçesi Dedebağ Köyü’ndeki Bağin Kaplıcaları’na gideceğiz. Yol üzerinde Şavaklar’a rastlıyoruz. İlk gün kahvaltıda deneyip beğendiğimiz Şavak Peyniri; hayvancılık yapan Şavaklar’ın elinden çıkıyor. Bu yöreye özgü bir tür tulum peyniri. Göçebe bir topluluk olan Şavaklar, küçük baş hayvancılıkla geçimlerini sağlıyorlar.

 

PERİ ÇAYI...

BAĞİN KAPLICA HAVUZU...

Yolumuza devam edip, dağların arasından yükselip alçalarak Peri Çayı’nın kenarındaki Bağin Kaplıcaları’na ulaşıyoruz. Peri Çayı, travertenlerden oluşan iki duvarın arasında yemyeşil akıyor. Kalsiyum sülfat, sodyum sülfat ve klorür bikarbonat içeren zengin mineralli suların; romatizma, eklem, cilt ve birçok damar hastalığına iyi geldiği belirtiliyor. Kadınlar ve erkekler için ayrılmış açık ve kapalı havuzlarda 40 derece suya girenler şifa arıyor. Kaplıcaya girin ya da girmeyin restoranında lezzetli et yemeklerinin tadına bakabilirsiniz.

Tunceli’de görülecek çok yer var ama biz üç güne ancak bunları sığdırabildik. Elazığ’a doğru yol alırken, güneş, Keban Barajı’nın üzerinde alçalıyor…

 

5 Haziran 2024

Tunceli’de 2. Gün: Bir doğa harikası, Munzur Vadisi Milli Parkı

  

MUNZUR VADİSİ MİLLİ PARKI

Suzan Peker yazdı

Tunceli’de ikinci günümüz, birazcık adrenalin barındırıyor.  Yeni bir yer görmenin heyecanına, Munzur üzerinde yapılacak zipline heyecanı da eklenecek. Ama önce yol üzerindeki Ana Fatma Ziyaretgahı’na uğrayacağız. Burası aslında bir su kaynağı. Halk arasında ‘ekşi su’ deniyor. Soda gibi bir su, akıyor çeşmeden. Böbrek taşlarına iyi geldiği söyleniyor. Ziyarete gelenler burada çıra yakıp, dilekler diliyor, dualar okuyor. Biz de öyle yapıp yola koyulduk yeniden.




MUNZUR ÇİÇEKLERİ...

Munzur Vadisi Milli Parkı’nın içinde yeşillikler arasında Ovacık’a doğru ilerliyoruz. Mahzuni Şerif eşlik ediyor gezimize. 1971’de milli park ilan bölge, 42 bin hektarlık bir alanı kapsıyor. Zengin doğal su kaynakları, endemik bitkiler, yaban hayvanları, krater gölleri yer alıyor milli parkın içinde. Tam ters lale zamanı ancak zirvelerde olduğu için göremiyoruz. Otelimizin kahvaltı salonunun duvarlarını süsleyen ters lale fotoğraflarıyla avunuyoruz. Çan Çiçeği, Erzincan Kirazı, Bindebirlik Otu, Munzur Kekiği (Zembul) gibi 43 çeşit endemik bitki varmış, Munzur Dağları’nda. Yol boyunca gözümüz yeşilin farklı tonlarını daha fazla seçer oldu. Munzur Çayı, sol yanımızdan akıyor. Yol bazı yerlerde tek aracın geçebileceği kadar daralıyor. Kaptanımızın söylediğine göre en zorlu, 11. Karayoluymuş burası.

 

MUNZUR ÜZERİNDE ZİPLİNE...

Munzur yolu üzerinde rafting ve zipline yapılan yerler var. Rafting biraz zor ama, “zipline yapabiliriz” diyor kızlar. Çelik tel üzerinde, güvenli kancalara bağlanıp, bir kulenin üzerinden salıverilerek Munzur’un karşı kıyısına geçiyoruz sırayla. Farklı bir deneyim. Sanırım bizim yaşımızda yapmak daha keyifli.

HALVORİ (HALBORİ) GÖZELERİ...

HALVORİ GÖZELERİ’NDE SALINCAK KEYFİ...

Halvori Gözeleri’ne sapıyoruz. Yoldan biraz aşağıda cennetten bir köşe. Suyun rengi turkuaz yeşil, mavi karışımı. Bu doğal güzelliğe tezat bir iş makinesi çalışıyor.  Suyun hemen yanına bir tesis inşa ediliyor. Göze, küçük su kaynağı anlamına geliyor.  Birçok küçük gözeden gelen doğal kaynak suyu, burada suya dökülüyor. Burası aynı zamanda bir rafting parkuru.

 

İKSOR VADİSİ...

Bundan sonraki bir fotoğraf çekimlik küçük durağımız İksor Vadisi. Vadi, trekking tutkunlarının sevdiği bir rotaymış.

 MUNZUR ÇAYI, TAHTA KÖPRÜ VE BİZ...

 Yavaş, yavaş Ovacık Ovası’na yaklaşıyoruz. Karşımızda zirveleri karlı Munzur Dağları. Yolun kenarındaki tahta köprüde koşturmasak olmaz. Bir de bacaklarımızı Munzur’a doğru sallayıp fotoğraf çektirmesek.

MUNZUR BABA’YA YAKILAN ÇIRALAR

 Yola koyulduk. Solumuzda koruma altına alınan Huş ağaçları, biraz ilerde meşhur Ovacık nohut ve fasülyelerinin yetiştirildiği ovayı geçip Munzur Gözeleri’ne geliyoruz. Burası Aleviler’in kutsal mekanı Munzur Baba’nın dergahı. Girişte satılan çıralardan alıp ‘Sırlanma Mekanı’na geliyoruz. Bütün tutkulardan, aşırı isteklerden, hırsa bağlı geçici dileklerden, eğilmelerden kurtulmayı, özüne dönmeyi benimseyip ikrar almak için yakılıyor çıralar. Çerağı Uyandırma Alanı tabelasında  “Munzur’da yakılan çerağ, karanlıkları aydınlatmak için Munzur Baba’dan yardım istenmesini temsil eder” deniyor.

 
MUNZUR GÖZELERİ

MUNZUR VE BENDENİZ...

 Efsaneye göre Munzur isimli çobanın bakracındaki sütün yere dökülmesiyle oluşan Munzur Gözeleri, muhteşem bir doğa harikası. Rakımı 1500 metre civarında olan Munzur Gözeleri’nin suyu da 4 derece civarındaymış. Gözelerin muhteşem sesini dinlerken çayımızı yudumlayıp soluklanıyoruz. Hava çok sıcak ama biz, arkadaşım Semra’nın deyimiyle Avatar diyarındayız. Ağaçlar ve suyun verdiği serinlik konforu hiçbirşeye benzemiyor. Hele bir de halkın ‘tüküren ağaç’ dediği söğütün altındaysanız. Aldığı fazla suyu, kendini korumak için yapraklarından boşaltan bu ağaç, bizi hem irkiltiyor hem de güldürüyor.

Dönerken ilginç bir dondurma tadacağız. Yüksek rakımlı yerlerde yetişen kuzukulağıgillerden Işgın otunun, Ovacık’taki Erdoğanlar Pastanesi’nde dondurmasını yapmışlar. Limon ve erikli dondurmaya benzeyen bu tadı ben sevdim.

 

MUNZUR-ANAHİTA RESTORAN KIYISI...

Munzur’un yanı başında yemek yemeden olmaz. Anahita, hem bungalovlardan oluşan bir konaklama yeri, hem de çok keyifli bir restoran. Munzur yanınızda akarken, bir akşamüstü serinliğinde yemek ve sohbet bize çok iyi geldi. Tunceli’de geniş otlak alanları ve endemik bitkilerin çokluğu nedeniyle sanırım, etler çok lezzetli. Benim gibi et sevmeyen biri bile bunu diyorsa gerisini siz düşünün.

YOLU KAPATAN KEÇİ SÜRÜSÜ...

Yavaş, yavaş otelimize dönüş vakti. Yolda bize sürpriz yapan keçi sürüsünü aracımızın camından fotoğraflayabiliyorum. Tunceli merkeze döndüğümüzde dün akşam yiyemediğimiz Zembul Kadın Kooperatifi’nin Dut Gömbesi ve ev baklavasının tadına bakıp, Munzur Çayı’na karşı çayımızı yudumlamak çok keyifli. Akşam A Milli Kadın Voleybol Takımı’nın Güney Kore ile maçını seyretmek üzere odalarımıza çekiliyoruz.

Yarınki tur, Rabat Şelalesi ve Bağın Kaplıcaları…

 

4 Haziran 2024

Tunceli’de bahar bir başka…

 
 TUNCELİ

Suzan Peker yazdı

Bahar her yerde güzeldir ama Tunceli’de bir başkaymış, gidince anladık. Size de anlatayım…

Tunceli’de havaalanı yok ya Elazığ ya da Erzincan Havaalanı’nı tercih edebilirsiniz. Aracınızla gitmek isterseniz, 12-13 saat sürüyormuş. Biz İstanbul’dan Elazığ’a ulaştık. Uçuşumuz 1 saat 20 dakika sürüyor ama rötarla 2 saati aştık.

Bozcaadalı dostlarımızla çıktığımız bu gezide şansımız, içimizden birinin Tuncelili olması ve bize rehberlik etmesi.

HARPUT KALESİ...

Elazığ’a gelip tarihi Urartu dönemine uzanan Harput Kalesi’ni görmeden olmaz. Kalede halen kazı ve onarım çalışmaları devam ediyor. En son 2016’da ortaya çıkarılan bir kabartma, M.Ö. 2000’lerin başlarına tarihlenmekte, bu da Harput’un tarihini, bilinenden 1200 yıl daha önceye götürüyor. Kalenin içinde Artuklu Sarnıcı, Urartu Sarnıcı (zindan)  Artuklu Camii, Artuklu Sarayı, Cihadiye Konağı bulunuyor. Kalenin giriş duvarında aslan ve fil kabartmaları ilgi çekiyor. Harput, 2018’den beri Unesco Geçici Kültür Mirası Listesi’nde yer alıyor.

 

 PERTEK KALESİ

 TUNCELİ FERİBOTU...

Tunceli’ye doğru yol alıyoruz. Keban Barajı’ndan feribotla Tunceli’ye geçmek yolumuzu kısaltıyor. Baraj yapılmadan önce Murat Nehri’nin kıyısında bir kayanın üzerinde bulunan Pertek Kalesi, bugün bir adanın üzerinde, geçenleri selamlıyor. Sakin ve keyifli bir feribot yolculuğunun ardından bizi, ‘Anadolu’nun Horasan’ı Tunceli’ yazısı karşılıyor.

 

PÜLÜMÜR VADİSİ

PÜLÜMÜR ÇAYI

AĞLAYAN KAYALAR

 Kahvaltımızı, Keban kıyısında ağaçların altında yapıyoruz. Yöreye özgü Şavak peyniri ve bal bana göre kahvaltının yıldızı. Cemal Süreya’nın dediği gibi, ‘kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı’. Cemal Süreya sanırım bu dizeleri, kendi memleketi Pülümür’de yaptığı nefis kahvaltıların ardından yazmış. Pülümür Vadisi, yemyeşil doğası, gürül gürül akan çayı, şelaleri, daracık yolları, dik yamaçları, yamaçlarda gezinen dağ keçileri, florasıyla bizi mest ediyor. Kimimiz paçalarımızı sıvayıp buz gibi suya sokuyoruz ayaklarımızı, kimimiz keçi gözlüyor yamaçlarda, kimimiz fotoğraf peşinde… Ağlayan Kayalar, ince ince akıtıyor gözyaşlarını yolun hemen kenarında.

 

PİR SULTAN ABDAL HEYKELİ

Ama durun, yolculuk sırasını şaşırdım. Pülümür Çayı ile Munzur’un kardeşçe birleşimine şahitlik eden Pir Sultan Abdal’a selam verdik önce. Tunceli Cem Evi’nin bahçesinde yer alan Pir Sultan Abdal heykeli, işadamı Sinan Samat tarafından Anadolu topraklarından çıkan tüm ozanları anmak amacıyla 2003 yılında yaptırılmış.

 

PÜLÜMÜR VADİSİ’NDE BİR RESTORAN

 Yeniden Pülümür Vadisi’ndeyiz. Çaya ve kayalıklara bakan Zağge Şelalesi’nin dibine konumlanmış Zağge Restoran’ın serin ortamında soluklanıyoruz. Derin nefes alıp mis gibi havayı ciğerlerimize çekerken, bir şeyler atıştırmak iyi geliyor. Geleneksel kıyafetler giymiş bir ‘dede’nin cebinden çıkardığı kuruyemişten oluşan hayır lokmasını yerken dilek tutuyoruz. Tunceli, hem bedenimizi, hem ruhumuzu besliyor.

Şehir merkezine dönüp, otelimize yerleşiyoruz. Grand Şaroğlu Hotel’deyiz. Şehir merkezinde olmak isteyenler için bu otel uygun. Doğada kuş ve su sesiyle uyanmak isterseniz bungalovları tercih edebilirsiniz. Ovacık’taki Anahita ve LewÇem Nehir Evleri en çok tercih edilenler arasında.

Akşam Tunceli merkezi gezip, kadın kooperatifinin yöresel yemeklerini tatmak istiyoruz. Tunceli, nüfusu en az olan ilimiz sanırım. 90 binin sınırında bir nüfusu olan Tunceli’nin merkezi de kısa bir sürede gezilebiliyor.

 


YÖRESEL YEMEKLER

 Sırada yöresel yemekleri tatmak var. Otelimize çok yakın Zembul Kadın Kooperatifi’nin yerine geldik. Aslında Zembul Kadın Kooperatifi ayrı bir yazıyı hak ediyor. Adını endemik bir kekik türü olan Zembul’dan alan bu mekânda, en lezzetli yöresel yemekleri yiyebilirsiniz.

Yemekten önce TOBB Tunceli Kadın Girişimciler İcra Kurulu Başkanı Yıldız Gündüz’den Zembul’un öyküsünü dinleme fırsatı buluyorum. Pandemi döneminin kendileri için örgütlenme fırsatı yarattığını söyleyen Gündüz, 3 kişiyle çıktıkları yolda bugün 11 kadından oluşan bir yapılanmalarının olduğuna dikkat çekiyor. Bu 11 kadının 2’si yurtdışından destek veren melek yatırımcı. En dikkat çekici özellikleri genç kadınlardan oluşan bir kooperatif olmaları. Hepsi maaşla ,çalışıyor ve yatırıma bütçe ayırıp severek yaptıkları işi büyütmeye çalışıyor. “Zorluklarımız var ama aşmaya çalışıyoruz” diyen Yıldız Gündüz, büyüklerinden gördükleri, yöresel kültüre ait yemekleri yaşatmaya çalıştıklarını söylüyor.

Biz de onların bu özverileri sayesinde lezzetli yöresel yemeklerin tadına bakıyoruz ve hepsini çok seviyoruz.

-Etli Zerfet (Dana kavurma, soğan, ceviz, susam, tereyağ, salça, baharat)  -Zerfet/Babiko (Gömbe ekmeği, sarımsak, yoğurt, tereyağı)

-Kara Kavurma (Kavurma, pilav, salata, soğan söğüşü)

-Gulik (dağ pancarı) 

-Şire Qult (Tereyağ, sarımsak, yoğurt, dövülmüş gömbe ekmeği)

-Çarçur Mantarı (Yörede yetişen lezzetli bir mantar)

-Tüyü Ron-Dut Kavurması

-Bosmizey (Tereyağında kavrulmuş zerdali kurusu)

 

Tunceli’de ilk günümüzü bitirdik. Yarın Munzur Vadisi ile tanışacağız…

 

 

11 Nisan 2024

İStanbulda yedi tepeden birinde yükselen tarih: Bulgur Palas….

 

Yeni restore edilen "Bulgur Palas", mimarisi ve ihtişamı ile ziyaretçilerine kapılarını açtı.

Tarihi Yarımada'yı, Marmara Denizi'ni, Üsküdar ve Kız Kulesi'nden Adalar'a kadar İstanbul'u göz alabildiğine gören konağın ilginç hikayesi 1912'de başlıyor.



Konak, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin önemli isimlerinden Bolu Milletvekili Mehmet Habib Bey tarafından Osmanlı vatandaşı Levanten mimar Giulio Mongeri'ye yaptırıldı.

Bulgur, arpa ve buğday gibi hububatın ticaretini yapan Habib Bey, İstanbul’un yedi tepesinden biri olan Cerrahpaşa’da arazi satın aldı.

Kendi adına yaptıracağı konak için 1912’de Levanten mimar Mongeri ile anlaştı.

Mütareke döneminde İtilaf Devletleri’nin talebi doğrultusunda İttihatçı olması dolayısıyla 10 Mart 1919'da tutuklanan Mehmet Habib Bey hapsedildi, sonrasında ise Malta’ya sürgün edildi.

Sürgün dönüşü konağın inşaatına devam eden Habib Bey, bazı malzemelerini yurt dışından getirtti.


Konağın 81 bağımsız bölümü, 1750 metrekare açık, 3 bin 750 metrekare kapalı alanı, 1000 metrekarelik müştemilatı ve 9 metrekarelik süs havuzu vardı.

Bu görkemli yapı halk arasında “Bulgur Palas” olarak anıldı.

Mehmet Habib Bey, konağın tamamlanmasını göremeyerek, 48 yaşında geçirdiği kalp krizi sonrası hayatını kaybetti. Eşi Bedia Hanım, bu görkemli yapıyı borçları karşılığı Osmanlı Bankasına devretmek zorunda kaldı.


Konak, Osmanlı Bankası tarafından arşiv merkezi, kanarya hane ve Osmanlı Bankası çalışanları için konut olarak değerlendirildi. Binanın bodrum katında şubeler için kanarya yetiştirilirken üç daire çalışanlara tahsis edildi.

Söz konusu arşiv ise Türkiye'nin uzun bir dönemine tekabül eden bankacılık, hukuk ile sosyal yaşam alanlarında verilere sahip önemli bir kurumsal yapıdaydı.


Uzun yıllar arşiv binası olarak hizmet veren Bulgur Palas, Osmanlı Bankasının 2001 yılında Garanti Bankası bünyesine katılmasıyla el değiştirdi.

Bakımsızlık nedeniyle bazı bölümleri hasar gören konak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından satın alındı.

Restorasyonu tamamlanan Bulgur Palas, özel arşivlerin yer aldığı kütüphanesiyle, sergi salonuyla, sosyal alanlarıyla kapılarını açtı. Bulgur Palas'ta ayrıca Sarayburnu, Çemberlitaş, Süleymaniye, Fatih, Yavuz Selim ve Edirnekapı manzaralarının seyredilebileceği seyir terası da yer alıyor.

Mehmet Habib Bey’in konağın ücretini ve Osmanlı Bankası’ndan aldığı borçları ödeyememesi sebebiyle 1926’da Osmanlı Bankası’na devredilen bina, uzun yıllar Osmanlı Arşivi olarak kullanılmış. 

Taş-tuğla malzemeden inşa edilen yapının inşasında kullanılan malzemelerin bir kısmının yurt dışından getirildiği biliniyor. Tuğla duvarlar sıvasız olup sadece kuleli kısım sıvalıdır. Tavan döşemeleri çelik putrelli volta döşemedir. Bodrum kat, üç normal kat ve çatı katından oluşan konağın bir de kulesi bulunuyor.