Resneli Niyazi Bey'in Louvre Sarayı'ndan esinlenerek yaptırdığı sarayı.İttihat ve Terakki’nin üç kişisinden biri olan Resneli Niyazi Bey olmasa Resne şehrini belki de hiç bilmeyecek veya önemsemeyecektik. Yakın tarihimizden bildiğimiz Niyazi Bey, 31 Mart Vakası üzerine Selanik’ten İstanbula yürüyen ve II. Abdülhamid’e karşı ayaklanan, Meşrutiyet’in ilanını sağlayan Hareket Ordusu’nun önde gelenlerindendi. O zamanlar Hürriyet kahramanı sayılmıştı. Resne’de evinin yakınında küçük bir kasabaya göre çok görkemli bir saray yaptırmış.Maceralı bir hayat sürmüş, dağa çıkmış, kelle koltukta yaşamış; ama ölümü hiç yoluna olmuş. Tren beklerken koruması tarafından vurulmuş. Hatta “Ne şehittir, ne gazi/ Hiç yoluna gitti Niyazi” sözünün onun ölümüyle halkın dilinde kaldığı söylenir.
Manastır'ın tipik evlerinden bir görüntü.
Televizyon dizisi Elveda Rumeli'de kullanılan karakol. Karakol artık turistik olmuş.
Atatürk'ün okuduğu askeri idadinin (lise) girişi.
Askeri İdadi'nin genel görünüşü.
Atatürk'e ayrılan anı odasının giriş tabelası.
Anı odasından bir bölüm.
Türkülere konu olan havuzla cami.“Manastırın ortasında var bir havuz, canım havuz/ Bu yurdun kızları hepsi de yavuz, biz çalar oynarız/ Manastırın ortasında var bir çeşme,canım çeşme/ Bu yurdun kızları hepsi de seçme, biz çalar oynarız/Manastırın ortasında var bir cami, canım cami/ Bu yurdun kızları hepsi acemi…”

Ohri Gölü'nün uzaktan görünüşü...
Ohri'den genel görünüş...
Osmanlı mirası Türk evleri...
Ohri sahilleri de bütün kıyı kentleri gibi modern kafelerle süslü...
Roma döneminde kalma birçok kalıntı ve bir de amfiteatr var...
St. Naum'un veya Sarı Saltuk'un yattığına inanılan manastır ve mezarın freskleri...

Kalkandelen, dünyada tek olan içi dışı bezeli Boyalı Cami (veya Alaca Cami) ve Bektaşi Harabatî Baba tekkesi ile tanınıyor. Boyalı Cami, 18.yy.da Abdurrahman Paşa zamanında onarım gördüğü için bir adı da Paşa Camii. İki kız kardeş ömürleri boyunca biriktirdikleri para ile yaptırmışlar bu camiyi. Şimdi de caminin bahçesinde yanları açık, sekiz köşeli bir türbede yan yana yatıyorlar. Boyalarının sabitlenmesinde elli bin yumurtanın sarısı ve hayvan kanı kullanıldığı söyleniyor. Belki de onun için renkleri hâlâ solmamış. Bezemeler, Osmanlı-Barok tarzı, içerde çepeçevre bütün peygamberlerin adları yazılmış. Çiçek ve manzara resimleri çok canlı. Dolaylı da olsa kadın eli değdiği belli oluyor. Rehberimizin dediğine göre duvar sıvaları da keçi kılı ile pekiştirilmiş. Bakımlı bahçesindeki muntazam çimler, güzel çiçekler, mezarlık (hazire) bölümünü bile iç açıcı olarak gösteriyor.
Harabati Baba Tekkesi'nin son dedebabası ile resmimiz.
Tito zamanı burası piknik bahçesi olarak kullanılırmış. Sonra yeniden Bektaşi tekkesi olarak düzenlenmiş. 2001 yılında milliyetçi Müslüman Arnavutlarla Makedonlar arasındaki iç çatışmalarda Arnavutların sığınma, toplanma, çatışma vb. yeri olarak kullanılmış. Kalın duvarlarında kurşun delikleri görülüyor.
Dergahın ilk kurucusu ve dedesi Sersem Ali dedebaba hakkında anlatılan hikaye şu: Kanuni’nin sadrazamlarından biri olan Server Ali Paşa, bir gün padişaha “artık tekkeye çekilmek, dünya işlerinden elini eteğini çekmek” istediğini söyleyince, padişah “be hey sersem, bu ne iştir” demiş ve Paşanın adı bundan sonra Sersem Ali Paşa, sonra da Sersem Ali dedebaba olmuş. Tekkenin içinde bir mütevazi odacıkta yatıyor. Tekkenin adını asıl duyuran Harabâtî Baba olmuş. 
Üsküp'te eski çarşı. Bir Anadolu kentinden farksız. (üstte). Yeni Üsküp daha modern bir görüntü içinde. (altta)
Yanımızda ikinci kuşaktan, biri 85 yaşında diğeri 83 yaşında iki büyüğümüz de vardı. Makedonyalı yerel rehberin yanı sıra onların anıları da bize rehberlik edecekti. Uçak Üsküp’e indiğinde hepimizi bir heyecan sardı. Babalarımızın, annelerimizin hayatları boyunca özlemle andıkları yerleri görecektik. Bu gezi , onlarla olan anılarımızı tazeleyecek, geçmişimizi daha çok düşünme imkanı sağlayacaktı.
Bazılarımıza soyadı olan Vardar Nehri.
Yüzlerce yıl iç içe yaşayan iki halkın farklı dillerinin bir sokak tabelasında kaynaşmış görüntüsü.