30 Kasım 2021

Tarihin değiştiği yere gezi: KARAHANTEPE

 Oya Kamacıoğlu

  İnsanlık tarihini değiştiren Göbeklitepe’yi görmek için gittiğim bu gezide, Göbeklitepe ile çağdaş Karahantepe’yi de görmek kısmet oldu. 140.000 m.kareye yayılan Karahantepe’nin  Göbeklitepe’den daha da eski olduğunu iddia eden arkeologlar var.



 Karahantepe, 1997 yılında keşfedilmiş, 2019 da kazılar gerçekleştirilerek ortaya çıkmış. Bu yıl da pandemi kısıtlamalarına rağmen ziyaretçi kabulü başlamış.

Şimdilik 250 “T” taş sütun çıkarılmış. Kazılarının devam eden bu iki arkeolojik buluntunun yanı sıra o civarda daha bir çok kazılacak yer olduğu da arkeologlar tarafından kuvvetle tahmin ediliyor. Bunlardan ilk bulunanlardan biri olan Nevali Çori Antik Kenti’dir. Kürtçe “veba vadisi” demekmiş.  Bugün Atatürk Barajı suları altında kalmış.  Göbeklitepe’nin kazı arkeologu Klaus Schmidt tarafından bulunmuş ve Göbeklitepe ile  Karahantepe’nin de kazılması yolunu açmış.

 


  Urfa merkezden yaklaşık 50 -100 km. aralığındaki uzaklıkta olan bu bölgeye Taş Tepeler deniyor. Bu tepelerin kazıldıkça insanlık tarihine yeni sayfalar ekleyeceği kesin. Bölgede kireçtaşı var. Kireçtaşı, kolay işlenen zaman geçtikçe sertleşen bir taş türü. Hem bölgesinde hem de diğer bölgelerde malzeme olarak kullanılmış.    

Ana kayaya oyulmuş veya yerleştirilmiş onlarca yapıda en dikkat çekici olanlar, hayvan tasvirleri ve Göbeklitepe’den daha çok sayıda görülen insan tasvirleri var. Şimdilik en meşhuru “sırtında leopar taşıyan insan” heykeli. Bu heykel, Şanlı Urfa Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. 

Nevali Çori'de bulunmuş bir totem.Bugün Şanlı Urfa Arkeoloji Müzesi'ndedir

Sonraki yazı: Sogmatar Antik Kenti


25 Kasım 2021

Açık hava müzesi: Birgi…

 

Suzan Peker yazdı

Bozdağ ve Aydın Dağları arasında düz bir ovada kurulan Ödemiş’in merkezine geldiğimizde akşam olmuştu. Lübbey’in zorlu yollarından sonra güzel bir yöresel yemeği hak etmiştik. Özellikle Ödemiş Kebabı ve Töngül Pidesi’ni merak ediyorduk. Ama hayaller kebap iken, gerçekler simit-peynir oldu. Şehrin merkezinde saat 20.00’de açık restoran bulamadık. Birkaç sıradan tavuk dönerciye de gitmek istemeyince, bir şarküteriden peynirimizi aldık. Şarküteri sahibinin önerisiyle akşam sıcacık simit çıkaran bir fırından aldığımız çıtır simitle en keyifli yemeğimizi yedik. Öneri; şehrin merkezindeyseniz yemeği çok geç saate bırakmayın.

Ertesi sabah Kadın El Sanatları Merkezi’ni görmek istedik ama cumartesi günleri kurulduğunu öğrenince hedefimiz müze oldu. Ödemiş’in müzeleri; Ödemiş Müzesi, Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi ve İ. Hakkı Ayvaz Kent Müzesi Bedia Akartürk Sanat Müzesi. Biz zamanımızın azlığı nedeniyle sadece eskiden Yıldız Oteli olan Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi’ni ziyaret edebildik. Ödemiş’in kültürünü yaşatan müzede; saatçi, tütün, berber odaları, mutfak eşyaları, silahlar, kadın takıları, hamam takımları, halılar, semaverler, tartı aletleri, dikiş makineleri, heybeler, semerler, giyim eşyaları sergileniyor.

Yıldız Müze binasının dış görünümü...
Yıldız müzesinden bir köşe..
Yıldız müzesinde sergilenen tarihi objeler. (Üstte ve altta)

Yıldız Sinema Odası, Yıldız Kundura Odası sizi Ödemiş’in geçmişine götürürken, ayrı bir yerde  Zeki Müren’in ve Safiye Ayla’nın kaldığı otel odasının havasını soluyabiliyorsunuz.  Çeyiz-Gelin-Düğün Sergisi ise evlilikte 40 yılını dolduran Ödemişli çiftler adına düzenlenmiş. Burada da zamanın gelinliklerini, çeyizlerini görmeniz mümkün. Müzenin bahçesinde bir Müze Cafe var ama pandemi nedeniyle kapalıydı. Bizdeki bahçedeki gelin-damat maketinde fotoğraf çektirip, nikah tazeleyerek sabahımıza neşe katıyoruz.

Gölcük Yaylası  

Birgi’ye geçmeden önce Bozdağlar’daki Gölcük Yaylası’nı da görmeden edemedik. Çevresi çam ormanlarıyla kaplı, denizden 1100 metre yükseklikte tektonik hareketlerle oluşmuş gölün çevresi, adeta bir yazlık cenneti. Spor klüplerinin de kamp yeri olarak tercih ettiği yaylaya çıkmak isterseniz 18 km’lik keyifli bir yolculuk yapıp Ödemiş’i kuşbakışı görebilirsiniz.

 Ödemiş’in merkezinden ayrıldıktan 10 km sonra Birgi’ye vardık. Çağan Irmak’ın ‘Unutursam Fısılda’ filminde görüp hayran kaldığım Birgi, adeta bir film seti gibi.  Beş bin yıllık tarihe bir geçmişe sahip Birgi; Aydınoğulları Beyliği, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarının izlerini taşıyan parlayan bir yıldız. Aydınoğulları Beyliği’ne başkentlik yapan Birgi, 1996 yılında SİT alanı ilan edilerek koruma altına alınmış. Yemyeşil çam ağaçlarının arasından uzanan keyifli yolun iki yanında sımsıcak taş evler sıralanmış. Bu yolu beyaz örtüleriyle kah komşusunun kapısını çalan bir yaşlı, kah okuldan dönen çocuklar süsleyince bize de bu film karesinin içinden tat alarak geçmek düşüyor.


Bir Birgi evinin içi...

Birgi’de hamam, medrese ve camilerden oluşan 11 anıtsal yapı, 110 tabiat varlığı ve sivil mimarlık örneği bulunuyor. Osmanlı sivil mimarisini yansıtan pek çok eski ev ve konak bulunuyor. Çakırağa Konağı, Kerimağa Konağı, Sandıkoğlu Konağı bunlardan en ilgi çekenleri. 1195’te müze olarak açılan Çakırağa Konağı’nı tadilat nedeniyle gezemedik. Diğerleri de kapalıydı biz gittiğimizde. Aydınoğulları Mehmet Bey Camii (Ulu Camii), Dervişağa Camii, İmam-ı Birgivi Medresesi, Gazi Umurbey Anıtı ve Sultan Şah Türbesi, Küp Uçuranlar Kulesi,  gezilmesi gereken yerlerden.


Ulu Camii...

Ulu Camii, 1312 yılında Aydınoğlı Mehmet Bey tarafından yaptırılmış. Mihrabı geometrik, firuze ve patlıcan moru çinilerle kaplı caminin ahşap minberi ise Selçuklu ahşap sanatının en güzel örneklerinden biri ve kündekari tekniği ile yapılmış. Caminin ilginç özelliklerinden biri arkaik bir aslan heykelinin, caminin dış köşesinde yer alması.

Sultan Şah türbesi...

Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından kız kardeşi Hanzade Hatun’un (Sultan Şah) vefatı üzerine yaptırılan Sultan Şah Türbesi, caminin hemen yanında yer alıyor. İmam Birgivi’nin kabristanlığı ise halk arasında Böken Mezarlığı olarak anılıyormuş. Kabristanlığın etrafı, Birgi’nin yöresel ürünleri ve el sanatlarını satan küçük tezgahlarla dolu.

Ulu Camii’nin etrafında da kahvaltı edilecek, soluklanacak şirin cafeler ve yöresel ürünler alabileceğiniz küçük dükkanlar var. Özellikle meyve özütleri meşhur. Yabanmersini, lavanta, karadut, kozalak, limon özütleri küçük şişelerde satılıyor. Bunun yanı sıra yöreye özgü bir tür peksimet olan besmet ve bal da alabilirsiniz. Tarihte ipek dokumacılığının önemli merkezlerinden biri olan Birgi’de Sem İpek Atölyesi, ipek ve pamuk dokumalar yapıyor. Erken dönem Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşıyan Demirli Mağaza, bugün Sem İpek’in ürünlerine ev sahipliği yapıyor. Buradan hediyelik ipek fularlar, pamuklu peştemaller alabilirsiniz. Konaklamak isterseniz, tarihi konaklar biçilmiş kaftan. Birgi huzur veriyor ve sizi bekliyor.

Sonraki yazı: Kula


22 Kasım 2021

Ödemiş’te terkedilmiş köy: Lübbey

 

Suzan Peker yazdı

Tire’den sonraki durağımız Ödemiş. Buraya gelmişken Bozdağ’ın yükseklerindeki terk edilmiş köy Lübbey’i görmeden dönmek istemedik. İsmi de ilginç gelince düştük yollara.

Ödemiş’e 18 km uzaklıktaki Lübbey’e varmak kolay olmadı. Baraj inşaatı ve  yol yapımı nedeniyle hem tozlu topraklı, hem virajlı yollardan geçerek, uzaktan gördüğümüz iki üç köyü, Lübbey sanarak ilerledik. Lübbey levhasını gördükten sonra buraya nasıl inilecek diye düşündük, umutsuz bir şekilde geri dönmek üzereyken, köyün girişini şans eseri bulup daldık köye. Beş kişinin yaşadığı köye vardığımızda, akşamüstü olmuştu. Buraya bir not düşeyim ki gözünüz korkmasın. Biz döndükten birkaç hafta sonra köyün yolu yapılmış. Gitmek isterseniz ulaşım artık daha kolay.

Fethiye’deki terk edilmiş Kayaköy’ü görmüştüm ama burası bir başka. Yalnızlık ve terk edilmişlik kokusu sinmiş. Yıkılmış duvarları, çökmüş çatıları, bir zamanlar sıcak çorbaların piştiği odalarında incir ağaçlarıyla karşıladı bizi Lübbey..

‘İn, cin top oynuyor’ burası için edilmiş bir söz sanki. Daracık sokakta gezip, fotoğraf çektik biraz. Burası korku filmlerinin platosu, fotoğrafçıların mekanı olmuş. ‘Cinli köy’ diye adı çıkmış ama köyün terk ediliş nedeninin, geçim derdi olduğunu, köyün tek kahvesini işleten Mehmet Bey’den öğreniyoruz. 1983’e kadar 200 hane ve 650 kişinin yaşadığı Lübbey, yavaş yavaş yaylaya göçüşle birlikte yalnızlaşmış.

Köyün kahvesi...

Köyünü terk etmeyenler 5-6 yaşlı. Köy kahvesini işleten Mehmet Bey, “Ömrüm oldukça hergün bu kahveyi açacağım” diyor ama bunun için gösterdiği özveri de büyük. Mehmet Bey’den bilgi alırken sıcacık taze çayını da yudumluyoruz. Pandemiden önce hergün Ödemiş’ten gelip ocağını yakan Mehmet Bey, pandemi döneminde Lübbey’de yaşamaya başlamış. Her gün çocuğunu sabah Ödemiş’e okula götürüyor, akşam gidip alıyor ve tozlu topraklı, virajlı yollarda 72 km yol yapıyor.

Köyün butik oteli...

Pandemiden önce yerli ve yabancı turistlerin ziyaret ettiği bu sessiz köyde, bir butik otel ve bir de yeni açılan ‘Ninemin Kahvaltı Evi’ bulunuyor. Ama kahvaltı evi, hafta sonu açıkmış. Butik Otel’in kapısında da kilit vardı biz gittiğimizde. Köylünün ihtiyaçlarını her Çarşamba Ödemiş’ten gelen toptancı karşılıyormuş. Kahverengi tabela almaya hak kazanmış, köyde 48 ev tescillenmiş ve restorasyon bekliyor.

Efsaneye göre köyün adı, Aydınoğulları döneminde Lüb ve Dab Bey adlı iki beyin anlaşmazlığa düşerek ayrılmasından geliyor. Kimilerinin kartal yuvası da dediği Lübbey, Kurtuluş Savaşı döneminde zeybeklerin saklandığı bir yermiş. Bir zamanlar gazetelere ‘satılık köy’ diye manşet olan da Lübbey. İngilizler’e satılacağı söylentileri çıkınca köydekiler ve köyden göç eden Lübbeyliler bir araya gelip ‘köyümüzü sattırmayız’ diye örgütlenmiş. Ve yalnız görünen Lübbey, yalnız olmadığını hissetmiş. Şimdi sıra Lübbey’i yaşanan köy yapmakta. Lübbey ilgi bekliyor.

Eşimle birlikte Lübbey Hatırası çektirmeden olmazdı.

Sonraki yazı: Birgi...

 

 

 

 

 

 

 

 

  

15 Kasım 2021

Tarihi koklamak:Tire Necip Paşa Kütüphanesi…

Suzan Peker

Tire gezimizin en güzel mekanlarından birindeyiz. Tire’nin en tarih kokan mekanı desek yalan olmaz Necip Paşa Kütüphanesi için. Tire’nin merkezinde yer alan kütüphane; özellikle kitapseverler için derya deniz bir mekan.

12. Yüzyıldan 20. Yüzyıla kadar yüzlerce eşsiz yazma ve basma esere ev sahipliği yapan Necip Paşa Kütüphanesi, II. Mahmud dönemi devlet adamlarından dönemin Baruthane Nazırı  Gürcü Mehmet Necip Paşa tarafından 1827 yılında yaptırılarak vakfedilmiş.

Osmanlı müstakil kütüphane döneminin ilk örneklerinden olan mekan, klasik dönem Osmanlı mimarisiyle inşa edilmiş. Kare şeklinde ve tek mekanlı. Üzeri sekizgen kasnak üzerine oturtulmuş tek kubbe ile örtülmüş. Ön tarafında bulunan revak kısmı sonradan kapatılarak okuma alanı olarak düzenlenmiş. Bina nemden korumak için yüksek bir temel üzerine oturtulmuş. Giriş, yarım daire şeklinde 8 basamaklı bir merdivenden sağlanıyor. Kubbe ve pencere kenarları kalem işleriyle pencere araları hatlarla süslenmiş.

Kitap dolu kubbeli bölüm...
Bu tarihi yapıyı sabah saat 8.00’den itibaren ziyaret edebilirsiniz. Kapıdan içeri girdiğimizde bizi Kütüphane Müdürü Ahmet Kılıç karşıladı. “Buyurun” diyerek açtığı ikinci kapıyla, tarih kokan, kubbeli, küçücük bir masalsı mekanın içinde bulduk kendimizi. Yüzlerce yıldır büyük dikkat ve emekle saklanan kitaplar, hakkında bilgi almak isterseniz Ahmet Bey, seve seve anlatıyor. El yazmaları ve tıpkı basım kitaplar, gerçekten muhteşem. Ahmet Bey, büyük bir titizlikle Katip Çelebi’nin Kitab-ı Cihannüması’nın tıpkı basımının sayfalarını çevirdi bizim için. Asırlar önce yazılmış bir kitapla, bu kadar yakın olmak, çok farklı bir duygu.




Kitab-ı Cihannüma'dan sayfalar...

Zamanın mekatronik kitabı(sağda). İlk tıp kitaplarından(solda)... 
Osmanlı ülkelerinin ilk sistematik coğrafya kitabı olan Kitab-ı Cihannüma’nın sayfaları arasında neler yok ki, dünyanın gezegenler ve burçlar arasındaki yeri, uzay geometrisi, ay tutulması, zodyak haritası, iklim kuşakları, pusula ve usturlabın kullanılışı, dünya haritası vs..Kitaptaki şekillerde kök boyalar kullanılmış ve bozulmadan günümüze kadar gelebilmiş.

Beş bin civarında kitabın bulunduğu kütüphane; bilim, sanat, kültür alanında araştırma yapmak isteyenler için de eşsiz bir mekan.

Tire’ye yolunuzu düşürün ve bu eşsiz mekanı görmeden, işine aşık Müze Müdürü Ahmet Kılıç’la tanışmadan dönmeyin.

Sonraki yazı:  Terkedilmiş köý Lübbey