28 Aralık 2020

Temiz hava araçları:ELEKTRİKLİ ARABALAR


Oğlum işi gereği Norveç’te çalışıyor. Ailesi ile birlikte Norveç’in güneyindeki bir şehrine yerleşti.Tabii ilk akla ulaşım geliyor. Araştırdılar, elektrikli otomobil almaya karar verdiler. Bir baktılar talep fazla. Sıraya girdiler, bir ay beklediler.Talebin nedeni çok açıktı; Norveç hükümeti teşvik için bir çok kolaylıklar getirmişti. En önemli teşvikte vergi alınmamasıydı.Gelelim otomobili biraz tanıtmaya;

Ev otoparklarındaki şarj edilme aleti. Elektrikli arabaların şarj edilme yeri

 

Kaputun altında bilinen klasik motor yok, onun yerine iki tane elektrik motoru var. Biri ön tekerleklerder. biri de arka tekerleklerde. Böylece araç  4x4 oluyor.Ön kaputun altında motor yerinde kabloları koyacak bir kutu var.

Otomobil kendi kendine de gidebiliyor. Çok iyi bir kamera sistemi var, öndeki arabaları, şeritleri, yayaları, trafik işaretlerine görüyor ona göre yavaşlıyor veya hızlanıyor. Direksiyonu da kendi çeviriyor. Direksiyonu bırakınca bir süre sonra “kontrolu al” diye uyarıyor.

 

15 Kasım 2020

Şehrin ortasındaki cennet:ATATÜRK KENT ORMANI

 

 Her gün pencereden gördüğüm ağaçlı bölgeyi hep merak etmiştim. Halka kapalı bu alan yıllarca ihmal edilmiş. Hacıosman ile Derbent arasında derin bir vadiyle ikiye bölünmüş bu bölge fikir olarak park alanı düşünülmüş o kadar.

İstanbul’a büyük şehir belediye başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu alanı gezdiğinde şaşkına dönmüştü. Şehrin içinde kalan bu cennet alan halkın hizmetine açılmalıydı. Verdiği sözü tuttu; Atatürk Kent Ormanı hizmete açıldı.

Bu vadide iki doğal gölet (Büyük Gölet, Küçük Gölet) ve Büyük Gölet'in hemen yanında, Vadidibi Göleti diye adlandırılan küçük bir gölet daha yer alıyor.

Yol kenarlarına bitkiler dikilmiş.


Oturma gruplarına bisikleti koyup kilitleyecek yerler yapılmış.



Ormandaki ondan fazla ağaç türü var. Bu ağaç türleri korudaki panolarda sapsız meşemazı meşesi, Macar meşesi, kızılağaçakkavaktitrek kavakcevizerikkızılçam,karaçam, fıstık çamısahil çamısarıçamservi ve dişbudak olarak sıralanmış. Bunların dışında ormanda incirelmakirazalıç gibi meyve ağaçları da var. Kent ormanının tanıtım panosunda çalı tipi bitki türleri olarak fındıkkızılcık, dikenli pırnal meşesi, pembe çiçekli laden, beyaz çiçekli laden, kurtbağrı, funda, katırtırnağıkocayemiş, kuşburnu, geyik dikeni, akçakesmekarabaş otumuşmula, sırımağu ve morcak yer alıyor.


Atatürk Kent Ormanı’nda pek çok çiçek türü de mevcut. Yol kenarlarındaki başlıca çiçekler arasında lavanta, zakkum, ortanca, düğün çiçeği, veronika, ballıbabaçuha çiçeğimenekşe, turnagagası, karahindiba, papatya, yabani bezelye, çayır düğmesi, beşparmak otu, üçgül, yonca ve yabani fiğ sayılabilir.

Engelli yolu bir köprü ile vadiye ulaşıyor.

Atatürk Kent Ormanı, geniş ve çok çeşitliliğe sahip bitki örtüsü ve göletleriyle kuş türlerine zengin bir ortam sağlıyor. Ormandaki en yaygın kuş türleri kızılgerdançit kuşukaratavuk ve bülbül. Koruda ayrıca, yerleşik hale gelmemiş olmakla beraber papağanlar yaşıyor. Kent romanında, mevcut kuşlar için en uygun gözetleme noktaları da işaretlenmiş.




Ormanı gezenler için büyük tur ve küçük tur yapılabilecek düzgün yürüyüş ve bisiklet yolu yapılmış; spor alanları, çocuklar için parklar, oturma grupları da yerleştirilmiş, ayrıca Hacıosman metro çıkışından parkın içine uzanan engelli yolu düşünülmüş ve büyük bir etkinlik ve festival alanı da açılmış.

Burnumuzun dibindeki cenneti sonunda biz de keşfettik.

20 Ekim 2020

Sonbaharın dansı…

 Suzan Peker- Bozcaada

Poseidon yine kızgın. Kime kızdıysa bu sefer. Deli gibi esip, gürlüyor.

Bağbozumu biteli çok oldu. Asmalar yine de yapraklarını dökmedi bu sene hayret. Kimisi kırmızı, kimisi sarı, yeşil kalmaya direnenler de var. Ya üzerindeki kararmaya yüz tutmuş kuruyup kalmış çavuş üzümleri, Cabarnetler, Merlotlar, Alicanteler... İnsanın içi acıyor.  

Ahh o canım Alicanteler... Yaprakları sonbaharla birlikte bir şölene dönüşen Alicanteler. Kırmızı gelinliklerini giymiş, rüzgârda dans eder gibi salınan Alicanteler...

Çavuşların yaprakları sarı, yer yer kahverengiye dönmüş.  Adanın üzümü olduğu için hem annesi, hem babası gibi diğerlerinin. Adaya gelen tüm üzümler  misafir de o, ev sahibi sanki. Tatlı, taptatlı bir ev sahibi.

Merlotların kolları yerlerde.  Hele bazıları Cabarnetlere kol atmış, sanırsın birlikte halay çekecekler. Aman ha çok yaklaşmayın birbirinize pandemi var bu sene. Her şey uzaktan uzağa. Maske şart.

Zeytinlerin arasında en az 1.5 metre var. Onlar kurtardı. Ama onlara da bu sene filizkıran hastalığı geldi. Örümcek ağları var yaprakların arasında. Bir bakıyorsunuz canım yaprakçılar yenip yok olmuş. Zeytin vermedi hiçbiri. Yok senesi herhalde. Sadece bağa inerken sol yandakinin üzerinde 15-20 adet zeytin var. Simsiyah kocaman zeytinler. Gidip gelip konuşuyorum onlarla.  

Karga sürüleri çığlık çığlığa uçuyorlar. Bu kadar büyük sürüyü yazın bir arada görmek zor. Denizden doğru büyük bir grup geçti az önce üzerimden. O kadar güzeller ki, gözümle hep fotoğrafını çekiyorum onların. Belleğimde çok karesi var, bağların üzerinde raks eden kargaların.

Ben bunları yazarken, şimdi yağmur tıpırdamaya başladı. Poseidonla Zeus kol kola vermiş eğleniyor galiba yeryüzündekilerle. Ama mis gibi kokuttular toprağı. İçime çekiyorum, şükür ediyorum.

Sağ ve sol yanımda iğde ağaçları eğiliyor iki yana. Üzerinde iğde çok fazla bu sene. Şimdi sağdaki iğdenin altına bizim bir gözü kör olan kedi yavrusu geldi. Bir kavgada kaybettiğini düşünüyoruz gözünü. Üç kardeşin arasında tüyleri en parlak olan da en küçük olan da bu. İsim veremedik hiçbirine. Ama hepsini tanıyoruz. Anneleri bizim bahçede büyüttü onları.  Sadece yemek saatlerinde gelip karınlarını doyurup gidiyorlar.  

Lavanta ve gavuraların arası yabani ot dolmuş. Ayıklamaya koyuldum geçen gün ama bitmiyor. En çok da yapışkan Anduz Otu sıkıyor canımı. Kökleri sağlam çapayla çok uğraşmak gerekiyor. Ama adada bu ottan o kadar çok ki, savaşmanın boşuna olduğunu düşünmeye başladım. Baharda kelebeklerin gözbebeği olan mis kokulu lavantaların sadece yaprakları kaldı. Rüzgârda nazlı nazlı salınan gavuraların da çok az çiçekleri. Yavaş yavaş kış uykusuna hazırlanıyorlar.

Sardunyalar en dayanıklıları. Köşede mavi yaseminle kırmızı, beyaz, pembe renk cümbüşündeler hala. Yazdan kalan anılar gibi. Itırlar biraz kuytu seviyor. Ne güneşi, ne rüzgârı çok sevmiyorlar. Neler çektim bu Itır çiçeğini bulana kadar. Kaç çiçekçiye sordum. "O eski çiçek abla, konu komşuda varsa koparacaksın bir dal" dediler. Ada sokaklarında az insan kollamadım, Itır çalacağım diye. Neyse bir tanıdık verdi de çoğalttım sonra. Mis gibi kokuyor. O yüzden mis çiçeği de deniyor. Anneannem, Itırlı muhallebi yapardı çocukluğumda. Tadı hala damağımda. Gelip geçerken elimle okşayıp elimi koklamadan geçemiyorum ıtırın yanından.

Sukulentleri babaannemin yadigârı emaye tencerelerin içine dikmiştim. Onlar da sevgiyi hissettiler herhalde, mutlular.

Bir serçe uzaklardan ıslık çalıp şarkı söyleyerek geldi. Çimenlerdeki kâseden su yudumluyor şimdi. Yağmur, yalnızlığın sesini örtüyor. Sadece rüzgâr, kuşlar ve yağmur...


15 Mart 2020

Tespih!


Suzan Peker yazdı:
 Başparmak ve işaret parmağı tespihin tanelerini soldan sağa geçiriyordu.  “Allah, Allah, Allah” diye mırıldandığı duyulmuyordu bile.  Belki 80 yıldır aşina olduğu tespihin taneleri, şimdi ne kadar da yabancıydı O'na. Dertlerini mi sayıyordu, yıllarını mı belli değildi.  Amaçlı ama amaçsızca görünen bir kısır döngünün içindeydi.
90'ına yaklaşıyordu. Son zamanlarda yaptıklarını hatırlamaz olmuştu. Koltuğa oturup bir, bir buçuk saat boyunca tespihiyle uğraşıyordu. Evin sessizliğini sırayla saatin tıkırtısı ve tespih tanelerinin sesi bozuyordu. Bir tık saatten, bir tık sarı ahşap yuvarlaktan. Tık, tık... tık, tık...Zamanın sesi, imanın sesi, zamanın sesi, imanın sesi...
Doksandokuz tane küçük yuvarlağı her zaman aynı yöne düşüremiyordu. İşte böyle zamanlarda yüzü düşüyor, azıcık kalan morali tümden kayboluyor, kafası iyice karışıyordu. İşte böyle zamanlarda evde olmayan kimseleri görüyor, evi tanımıyor, bilmediği bu evden gitmek için çantasını  toplamaya başlıyordu.  Neler yoktu ki yanından ayırmadığı çantasının içinde.  Dört tane yakın ve uzak gözlüğü, Beş tane tespih, mendil, çorap, makas, para ve çok sevdiği bir kekin tarifi. İşte böyle zamanlarda bir can simidi arıyor ve kızına bağırıyordu:
- Zelihaaaa  gel ben yine karıştırdım.
Zeliha koltuğun yanına ilişiyor. "Anne bak soldan sağa doğru tek tek çekeceksin" diye gösteriyordu O'nun elindeki tespihin tanelerine uzanarak. "Hiç ters çevirme" diyordu. "Soldan sağa çekeceksin"
Başıyla onaylayıp yeniden Allah, Allah diye mırıldanmaya başlıyordu.  
Öğle ezanı biter bitmez Zeliha bağırdı:
 -Ezan bitti anne kılabilirsin.
Ellerini göğsünde kavuşturdu, dudakları mırıldandı, gözleri kapandı...Namaz kılarken artık çoğu zaman uyukluyordu. Namazı bitince kızına seslendi:
-Zelihaa gel beni kaldır.
Zeliha ellerinden tuttu, birinci denemede başaramadı. İkincide de.  Koltuk sanki bırakmıyordu O'nu. Üçüncüde Zeliha'nın ellerine sarıldı, doğruldu, yavaş ve küçük adımlarını  atmaktan korkarak masaya kadar gelebildi. Öğle yemeğine oturdu. Aç karnına olan ilaçlarını içti. Önlüğünü giydirdi kızı.
-Canım yemek istemiyor dedi.
-Olmaz anne yemelisin dedi Zeliha.
Birkaç yudum aldı
-Doydum dedi
Zeliha
- Biraz daha anne dedi
Birkaç yudum daha aldı...
Tok karnına olan ilaçlarını içti.
- Kaldır beni artık dedi.
Masadan güç alarak, Zeliha'nın da desteğiyle doğruldu. Zar zor attığı birkaç adım O'nu lavaboya ulaştırdı. Önce ellerini, sonra takma dişlerini, sonra yeniden ellerini, sonra yeniden dişlerini yıkadı. Son kez ellerini yıkayıp Zeliha'nın verdiği havluya ellerini sildi.
Zeliha'ya uzattığı elleri, küçük adımlarına destek oldu. Kendini koltuğa atınca derin bir “oh” çekti...
Sonra biraz önce kapı koluna astığı sarı tespihe uzandı eli. Evirdi, çevirdi baktı tespihe, çok eski bir dostunu tanımaya çalışır gibi. İlk taneyi geçirdi soldan sağa parmakları derin bir
-Allah
çıktı dudaklarından. Sonra mırıldandı:
-Allah, Allah, Allah...
Saatin yelkovanı da sanki “Allah Allah” demeye başlamıştı ki;
- Zelihaaa dedi, gel ben yine karıştırdım.