8 Şubat 2010

Yassıada’dan geçerken geçmişe dalmak!

Yassıada’nın yanından her geçişimde geçmişe dalıp askerken orada geçirdiğim 3.5 ayı hatırlarım. 1970 yılında İzmir Poligon’ daki acemi eğitiminden sonra yapılan sınavla sınıflarımız tespit edildi.
Sınav sonucu benim telsizci olmak üzere Yassıada’ya tayinim çıktı. Gece sabaha karşı bizi otobüslerle Basmane tren garına götürdüler.
Trenin birkaç vagonu askerlere ayrılmıştı. Oradan Bandırma’ya geldik. Bandırmadan Marakaz isimli yolcu gemisiyle Sirkeci’ye geçtik. Geceyi Kasımpaşa da karargahta geçirip sabahleyin valizlerimiz ellerimizde yürüyerek Galata köprüsüne geldik oradan bizi bekleyen vapura bindik ve Yassıada’ya geçtik.
Adada biri 9 katlı biri 6 katlı bina ve karargah binasıyla birlikte yedek subaylar için yapılmış binalar ekmek fırını, spor salonu, futbol sahası gibi sosyal faaliyetler için yerler de vardı.
9 katlı bina yatakhane olarak kullanılıyordu. Telsiz kursiyerleri bizler 3.katta kalıyorduk.
Telem telex ve işaret kursiyerleri ise ayrı katlarda kalıyordu. En altta bölük ofisleri vardı.
Diğer katlarda o yıl astsubay adayları kalıyordu. Yemekhane adanın merkezindeki karargah binasındaydı. 6 katlı binada sadece dershaneler vardı.
Mesai saatlerinde 6. kattaki dershaneye gidiyor, mors alfabesini öğreniyor, aynı zamanda teknik ve elektronik hakkında dersler alıyorduk.
Hafta sonları evci kağıdım olduğu için askeri servis aracıyla Heybeliada’ya geçip oradan eve geliyordum.
Pazar akşamları Galata Köprüsü’nden Yassıada’ya vapur kalkıyor, onunla dönüyorduk.
Kurs süresi iki ay kadardı. Kursun biteceği hafta İstanbul Sağmalcılar’da kolera salgını başladı ve oralar karantinaya alındı. Doğal olarak bütün askeri birliklerde izinler kapandı. Biz de Yassıada’dan izine ve usta birliklerimize gidemedik. Adada yaklaşık bir buçuk ay fazladan kaldık. Mors alfabesini öğrenirken beşli gruplar halinde harfler veriliyordu, bir zaman sonra o sesler birbirine karışıyor ve kursiyerlerin uyumasına sebep oluyordu. Çok kişinin kafasının masaya vurduğuna şahit oldum.
Ders saatlerinin dışında telsiz bölük ofisinde yazıcı olarak çalışıyordum.
Sabah içtimalarında, bölük ofisine gidemezsek mıntıka temizliğine katılıyor, ot yolmaya götürülüyorduk. O işten kaçmak için bir süre çöp arabasında çalıştım, arabayla adadaki çöpleri toplayıp adanın batı tarafındaki döküm yerinden denize döküyorduk ve işimiz bitiyordu.
Daha sonra adadaki fırında çalıştım. Un eliyor, elediğimiz unu hamur makinesine döküyorduk. Hamurkar onları küçük ekmekler haline getiriyor ve pasalara (hamur halindeki ekmeklerin pişmek için fırına girmeden önce üzerine bez konup dizildiği tahtalar) dizip bize veriyordu. Biz de fırına atacak fırıncıya veriyorduk. B
u çok zevkli bir işti, fırın hem sıcaktı bizi adanın soğuğundan koruyordu, hem de ilk çıkan ağızdan sıcak sıcak ekmeklerin içine yağ koyup yiyorduk.
O dönem adaya astsubay adayları da gelmişti. Bir hayalet hikayesi uydurmuşlar fısıltı halinde yaymışlardı. Tam da ramazana denk geldiği için sahur yemeğine karargahtaki yemekhaneye gidenler, ormandan geçmek zorundaydılar, o saatlerde olmadık şeyler yapıyorlardı.
Bir gece dokuz katın en üst katından çarşafları bağlayıp hayalet görüntüsü vermişlerdi. Yemekhaneden dönenlerden bazıları onu görünce geri dönüp koşarak yemekhaneye geldiler ve hayalet gördüklerini söylediler.
Hep beraber çıkıp ormanı geçtik, dokuz katlı da herhangi bir şey yoktu, o arada çarşafları hemen toplamışlar.
Günlerimiz bu şekilde geçiyordu. Hafta sonları adanın İstanbul tarafına geçiyor, hasretle İstanbul’u seyrediyorduk.
Kursu 124 kişinin arasında 3. olarak bitirmiştim. Beykoz’da Mania Grup Komutanlığı AĞ- 2 gemisine sevkim çıktı.
O gemide ise telsiz cihazı bile yoktu.

Hiç yorum yok: