25 Eylül 2011

"Muhallebi" diye yediklerimiz!

Başbakan’ın bu hafta da ayak basmadığı yakın çevre, parmak basmadığı sorun, benim de inanacak doğrudur, işin aslını biliyorum diyeceğim bir konu kalmadı! AKP lideri Orta Doğu ile de sınırlı kalmadı ve uzak noktaya ABD’ ye de uzandı...
Yurt içinde terör kentlerin ara sokaklarına kadar ulaşmışken, anketler itiraz istemez der gibi ortaya döküldü. Ortak kanaat şöyle...
Başbakana ve iktidar partisine olan destek artıyor... Bu artışta en büyük etken dış politika... Daha da doğrusu İsrail düşmanlığı!
Ortak rakamlar şöyle:
AKP’nin oy oranı % 55’lere çıkmış, CHP % 21’e gerilemiş, MHP % 14’lerde. Şimdilerde moda olan  “Yeni Osmanlı” anlayışı imiş!..
Desteğin merkezinde İsrail’e uygulanan yaptırımlar, One minute’ nin devamı söylemler ve Türkiye’nin bölgede artık söz sahibi etkin bir güç olduğu söylemi yatıyor!
Araştırmada, bana göre araştırılmayan ve anlamakta zorlandığım yan bu kesim yani % 55 oranını oluşturan Türk vatandaşları hangi DOĞRU bilgileri edindiler ve ona göre bir karara vardılar?
Ülkemde doğruları şıp diye öğrenme imkanı var mı? Bu doğruları tüm gazeteler mi yazar? Tüm TV haberleri mi okur? Yoksa haber kutsaldır diyen gazeteciler mi kaleme alır?
Bugün (22 Eylül Perşembe) NTV gibi tarafsızlığı arşive kaldırılmış ciddi! bir yayın organı ünlü satranç ustası Kasparov’la söyleşi yaptı...
Ne mi soruldu?. İş adamlarına konuşacak bilgisine sarılmış lokum soru:
Türk ekonomisini nasıl bulduğu... Kasparov kibar davrandı... Ben emekli oldum dedi. Sorunun santraç sanatı içindeki cevabı olsa olsa “kaleler alınmış... Vezirin boynu vurulmuş. Kala kala bir şah kalmış! Olabilirdi... Olmadı...
Bir kere daha ben yaptım oldu mantığı yürüdü... Sanki Ağaoğlu daire satıyor... Yaptım oldu. Söyledim olacak... Ağalık yumrukla oluyor zahir!
Olayları yandaş köpüğünden sıyırıp bakınca AT GÖZLÜĞÜ hala burunların üzerinde duruyor... Karadeniz’de HES’lere HAYIR sloganı dalgalar halinde çırpınırken Başbakan kendisini seçen hemşerisinin “yeşilimi, suyumu, şırıl şırıl akan deremi eleme. Dedemin yaşadığı ortamı betonlama. Ben gaz lambası da olsa çevremi istiyorum. Beni dinle, yaşantımı değiştirme” diyor!
Anlatabiliyor mu? Tartışan karşı fikirlerle karşı karşıya gelen akademisyen, profesör, yetkili etkili kişiler medya da eksik değil... Eksik olan İtalya’da ki gibi dava... Depremi hafife aldın vatandaşların öldü... Suçlusun... diyebilen halkın hakkını arayabilen düşünce!
Bizde tam tersi olmuyor mu? Kendi sahasındaki maçta seyircisinin sahaya inmesi, olay çıkarması sonucu “ceza” geliyor... Bir maç ceza çekildi. İkinci ne oldu? O cezayı hanımların doldurduğu trübünlerle halletmedik mi?
Yeni gelenin, eskinin aldığı tüm kararlar hatalı deme lüksü var mı? Olay çıkaran, saha giren seyirci ceza yerine ödül almadı mı? Kadıköy’ün tek maç için KADINKÖY’E dönmesi, taşkınlık yapan, sahaya inen seyircide hangi caydırıcı etkiyi yapar!. İnelim sahaya tribünler kadınla dolsun tercih edilebilir gerekçe olmaz mı?
İlerlettiğim demokraside hemen herkes her şeyi konuşuyor... Bilmiyor... Sadece konuşuyor... Neye evet, neye hayır dedik... Ne için söz verdik... Başbakan söylerse onun söylediği kadarını biliyoruz...
Yurt dışı gezilerinin en abartılısı genelde ABD gezisi olur. Ülkemde ne kadar manşet varsa hepsinde bu haber vardır. Bizim gönlümüzde yatan, arzuların buram buram sıvandığı, hamaset köpüklerini ayırıp dikatli bakabilenler, başarı olarak sunulan pek çok olayı daha gerçek hatları ile görebilirler. Başbakan ABD Başkanı ile görüşmesinde PKK’nın Kuzey Irak’tan tasfiyesi için destek istedi. Bu desteği alamadı! Füze radarı bilgilerinin İsrail’e verilmeyeceğine dair garanti istedi. Alamadı! Gazze’ye abluka kalksın, Filistin devleti tanınsın, İsrail özür dilesin dedi olumlu yanıt almadı! Rumların Akdeniz’deki sondajlarının durdurulmasını isteği de cevap bulmadı! Genelde bravo algısı ile alkışlanmıyor mu? Nereden geliyor bu alkış sesleri!
Ayaklarımızın yerden kesilmesi... Havalanma... Ülkede 53 milyon seçmen var. Bunlar kaderimizi çiziyor... Bu ülkede satılan günlük gazete sayısı 4 milyon 400 bin! Spor gazeteleri çıkarılırsa gazetede okuru yaklaşık 4 milyon... Bir gazeteyi en az 4 kişi okur hesabı yaparsak 16 milyon gazete okuru var denebilir. Okurlar mı? Ne kadar okurlar? Neyi nasıl okurlar? Gerçeği öğrenme dertleri olur mu? Yoksa inanmak, şeyhe inanmak, parti liderine inanmak yetiyor mu? Algılanan hemen her şey nabza verilen şerbet ile ilgili değil mi? Bir tribün dolusu kadının haykırışı 100 bin tribün dolusu kadının sessiz ölümü, işkence görmesini, horlanmasını örtecek mi?
Önümüze “daha çok özgülük” “ileri demokrasi” diye konan kapalı paketlerden daha saklı ve daha yaygın kontroller çıkmıyor mu? Sadece yemeği yeyip sorgulamıyoruz... Sıkıntının temeline inmek zor geliyor. Hazıra inanmışlık güçlü bir duygu... Yeniden şüphe edip gerçeği aramak, olur olmaz yerde başına bela almak varken hazır yemeğin kolaylığı göz alıcı değil mi? Temel gibi...
Parasızlık Temel'in canına tak etmiş. Mutlaka çok para kazanırım deyip Amerikaya gitmiş... Anlatılanla gördüğü aynı değilmiş... Bakmış ki orada da para sıkıntısı sürüyor. Değil zengin olmak aç kalmayacak kadar para kazanmak da zor... Bir kolay yol bulmak şart demiş... Zaman geçtikçe elindeki avucundaki de bitiyor... Girip çıkanı müşterisi en az olan bir bankayı gözüne kestirmiş... Gece olmuş. Temel bankaya girmeyi başarmış ve hemen önüne çıkan ilk kasayı açmış. Bir de bakmış ki kasada bir kase muhallebiden başka bir şey yok. Bu benim kısmetim diyerek muhallebiyi yemiş... Heyecanla para bulmak için ikinci kasaya. Onu da açınca ne görsün bir kase muhallebi daha. Çaresiz kısmetim bu benim demiş ve onu da yiyivermiş. Sıra gelmiş üçüncü ve son kasaya. Onu da açmış ve görmüş ki onda da para yok... Sadece bir kase muhallebi. Temel çok sinirlenmiş. Ama bu kadar uğraştık emek verdik hakkımızdır deyip o muhallebiyi de mideye indirmiş. Paraya ulaşmanın imkânsızlığını anlayıp otele dönmüş... Ertesi sabah gazetesini almış... Hemen her gazetenin ilk sayfasında şu haber varmış:  “AMERİKA'DAKİ EN BÜYÜK SPERM BANKASI DÜN GECE KİMLİĞİ BELİRSİZ KİŞİLER TARAFINDAN SOYULDU!” 
Özgürce düşünceye dayalı karamsarlığım, yarını aydınlığa çıkaracak tohumları muhallebi diye yemiş olmamız korkusuna dayanıyor...

Hiç yorum yok: