Benim kaçağa giden katırlarımız... Yolu olmayan dağları
mesken bilen katırlarımız... Benim az yiyen çok çalışan... Sarp kayaları asfalt
gibi tırmanan uysal katırlarımız! Benim kurşunlandıktan sonra intihar etti denen katırlarımız! Aldırmayın.
Bu sizin fıtratınızda var! Benim tarafsızlık yemini edip hergün her
konuda taraf tutan Cumhurbaşbakanım,
partili kaymakamım, valim, polisim-anti paralel olanlarım, muhtarım, yoldaşım,
teröristim, sırdaşım yatıp kalkıp sana dua ediyorlarsa onları yeniden anlamaya çalışacağım... Biri her taraftan,
her daim takdir alabiliyorsa onun
hakimi, onun kanunu, ona göre işliyorsa ben bir daha sormayacağım. Bu Demokrasi mi?
Bu toplum, dini abartıp put perestliği taklit eder hale
nasıl geldi? Kim ayırdı... Mezhep mezhep kim biledi onları? Kuran-ı kerimi pastaya
çevirecek yaratıcı fikir kimden çıkabilir? Manzara bir anlamda ektiğin tohumun
ürünü değil mi? Nihayet millet Kuranı sindirmedi
mi? Yalayıp yutmadı mı? Şimdi damaklarda pasta tadı yok mu? Sadece Kuran da
değil... Kâbe’yi de gecekonduya benzetmediler mi? Aaaaa bir bakıldı ki Kâbe de Üsküdarlara
kadar gelmiş... Hangi rüzgar atmış?.. Lodos mu? Şiddetli Karayel mi? Yoksa
senin rüzgârın mı? “Benim dindarım benim
kindarım” tekrarı neyi nereye taşımış dersiniz?. Bir sabah uyananlar Kâbe’yi
Üsküdarda görmediler mi... Mucize gibi!...
Üsküdar Belediyesi
tarafından kurulan Kâbe maketi tartışmalara yol açtı ama olsun
tartışılsa da kutlu ve mutlu bir olay oldu! Diyanet İşleri Başkanlığı da “Kâbe
maketi etrafında tavaf büyük vebal” dese de kimi tepki tavaf edenlerin
görüntüsü de çıkageldi. Ve nihayet yeterince duyulup görüldükten sonra Asr-ı
Saadet Köyü'ndeki Kabe maketi Üsküdar Belediyesi tarafından kaldırıldı. Yanlışa
düşmeyelim, yanlış bir işti bu
yapılan diye kalkmadı. Niye kalktı? “Kutlu
Doğum haftası programları kapsamında, Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi
bahçesine kurulan Asr-ı Saadet Köyü maketlerimizi, bizden yoğun istekte bulunan
diğer kurumlara göndermek için sökmek zorunda kaldık” Neymiş... Yanlış
okumadınız... Onlar doğru derse ne oluyormuş. Doğruuuuu… Gel de katırları, kurşuna
dizip intihar ettiler diyenlere hak
verme!
Uzunca bir zamandır 23 Nisan EGEMENLİK
ve Çocuk Bayramı Amatör ROL YAPMA günü gibi kullanılıyor. En son Davutoğlu aslı gibi davrandı... Yanına bir çocuk
gelince 23 Nisan çocuğu olmaktan sadece üç-beş dakika kadar kurtuldu. Keşke çocuklar sürekli o koltukta kalsalardı! Bugün, egemenliğimizi
halk olarak nasıl kullanıyoruz deme günüdür. Çocuk oyuncağı veya çocuk işi
değil egemenliği gerektiği gibi kullanabiliyor muyuz sorusunu sorma günüdür! Bu
çocukların işi de değildir. Hele çocukca bir iş hiç değildir! Aslında Egemenliğin sultandan
alınıp halka verildiği gerçeğini kavrama günüdür! İşte o 23 Nisan günü
Egemenlik sultandan dini ve kutsal yapıdan alındı ve halkın temsil edildiği Milletin
Meclisine devredildi… Yani Egemenlik çok açık bir simgedir. Osmanlının
bitiş, Türk Ulus devletinin kuruluş simgesi… Modası geçmiş gibi bir muameleyi
asla hak etmez!
Modası
geçmeyen bir tartışma da SOYKIRIM-TEHCİR ikilemi üzerinden yürüyor… Ben lise
yıllarına kadar Kadıköy Yeldeğirmeni’nde yaşadım. En yakın iki ardaşım Kirkor ve
Yorgo idi... Ermeni ve Rum… Önce Kirkor’un ailesi dükkanını kapadı. Dört yol
ağzından iskeleye inerken solda kundura dükkanları vardı... Ardından Yorgo
Yunanistana göçtü. Sonra Yeldeğirmeninde benim için çocukluk günleri mutlu
günler sona erdi. Biz de Beşiktaş’a geldik. O günleri ve onları her zaman
özlemle anıyorum. Ben biliyorum ki daha çok sıkca karşılaşacağımız ,bir uzun
yılan hikayesi Ermeni Tehciri tartışmasıdır. Beceriksiz politikacılar
gene akıl dışı hatalarla işi geçiştirme peşindeler. Olacak şey mi? Çanakkele
Zaferi kutlamaları ile Tehcir’i anma tarihleri çakışınca çok mu iyi oldu?
Kuranı pasta yapıp yeme gibi bir şey değil mi? Gene hazırlıksız oldukları
ortaya çıktı. Ermeni diasporasının hız kesmeyen hazırlığına karşı “Türkiyedeki
100 bin Ermeniyi sınır dışı etmedik” demek ne kadar haklı olabilir ki! Onlar en
az benim kadar sizin kadar Anadolu insanı değil mi? Tarihi araştırmak arşivlere
gömülmek çare değil aslında… Ermeni diasporosı için sorun İstanbul’un fethine
kadar gidiyor. Yani mesele tarihi değil ki siyasi… Neden hala tarih kitabından
başımızı kaldırmıyoruz. Soykırım yapılmadı. Yaptırılmadı… Ve asla Soykırımı kabul
etmiyoruz. Edemeyiz… Doğru değil! Karşılıklı ölümleri Rus –Osmanlı savaşı
ortamında kargaşayı kabul ederiz. Müşterek kayıplarımız olmuştur. Müşterek acıları
kabul ederiz .Soykırım kararı alan bir devlet olsak yağmacıların idama mahkum
olduğunu göremezdik!. En ufak bir delil olsa o tarihte de ceza vermek isteyen milletler
çoktu… En heveslisi İngilizler, Malta’da olaylarla ilgili mahkeme kurdular..
140 a yakın Osmanlı yetkilisi aylarca yargıladı!. Hukuki bir delil
bulunamadı ki! Yani Soykırım yoktu! Şimdi bugüne dönüp sormalıyız?..
Kim bu Ermeni diyasporası? Ne yapmak istiyor? Amaç sadece tarihi bir yanlışı
düzeltmek mi? Tarihle yüzleşmek mi? Hayır…Dışişleri çok iyi yetişmiş elemanlarla
yaptığı amansız karşı çıkmayı çok başarılı sürdürdü. Monşer deyip AKP iktidarının
çöpe atar gibi harcadığı dış işleri mensupları katır inadı ile mücadele
ettiler! Ermenilerin 49 diplomatımızı, değişik yerlerde ve tarihlerde şehit
etti. Biz o kıymetli vatan evlatlarını
unutamayız!.
Ezbere katırları
vurup intihar ettiler diyemeyiz! Bazen bizim Katırlarımızın inat etme hakkından
vargeçmemesi gerekiyor!. Yol ne kadar çıkmaz gibi görünse de kayalar ne kadar
sarp ve geçit vermiyor olsa da… Ezbere vurmayalım katırları… Onlar, en zor
şartlarda şikayet etmez, intihar etmez. Hak için direnir ve çok kere haksız
yere vurulurlar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder