Ali ve Nino heykeli. Arkasında Londra'dakine öykünen dönme dolap...
Suzan Peker yazdı
Gezimizin Türkiye tarafını bitirdik. Sarp Sınır Kapısı’ndan Batum’a geçiyoruz. Uzun TIR kuyruklarının arasından geçen Ahmet Kaptan, bizi sınır kapısının önünde bıraktı. Yürüyerek ilk kez bir ülkeden, diğerine geçiyorum. Gürcistan’a ilaç geçirilmesi yasak ya da Gürcüce yazılmış bir prospektüs istiyorlarmış. Yine de en gerekli ilaçlarımızı alıp, diğerlerini araçta bıraktık. Neyse bir sorun çıkmadı.
Gürcistan’a yeni nüfus cüzdanları ile geçiş yapılabiliyor. Ama geçerken bir form doldurup size verilen kağıdı gezi boyunca yanınızda taşımanız gerekiyor. Biz pasaportumuzu kullandık. Kapalı bir alanda, bir gümrükten çıkıp, diğerine giriyoruz. Çıkışta Sarpi’deyiz. Burası, Gürcistan’ın Acara Özerk Bölgesi. Gürcistan idari yönetimi 9 bölge ve başkent Tiflis ile Acara ve Abhazya Özerk cumhuriyetlerinden oluşuyor.
Rehberimiz Fatih, Hopa’da bize katılan rehberimiz Gökay ve buradaki kaptanımız Coni ile Batum’a doğru ilerliyoruz. Öncelikle Türk Liralarımızı, Lari’ye çevirmemiz gerekiyor. 1 Lari, 7 TL. Beş, altı yıl önce bunun tam tersiymiş, 1 TL, 7 Lari. Ah TL ah…
Vaftizci Andreas heykeli...Biraz yol aldıktan sonra, yol üzerinde Vaftizci Andreas heykelinde duruyoruz. Burası Sarp Şelalesi’nin yanında, Gürcistan’a Hristiyanlığı getirdiğine inanılan Havari Andreas’ın adına yapılmış. Yeni doğan çocuklar ve gelinlerin durağı. Heykelin, Gürcistan’ı işgalcilerden koruduğuna inanılıyormuş. Hemen yanında seyyar ev şarabı satıcısı ile ‘hoşgeldiniz’ diyor bize Gürcistan.
‘Ben giderim Batum’a, Batum’un batağına’ diye başlayan Sinop türküsünün adeta yanından geçiyoruz. Toprak çok su içerdiği için birkaç kilometre boyunca okaliptüs ağaçları dikilmiş. Bu ağaçlar, fazla suyu çeker, bilirsiniz.
Eski Sovyet yerleşimleri arasında ilerlerken, birden bir Avrupa şehrine varıyoruz. Ama burası tarihin yanında ‘gıcır ‘gıcır’ bir ‘Avrupa’ şehri, Batum. 2004-2007 ve 2008-2013 yılları arasında Gürcistan Devlet Başkanı olan Miheil Saakaşvili’nin isteğiyle oluşmuş bu yeni Batum. Avrupa’nın şehirlerine mal olmuş, özel binaların, heykellerin benzerlerini inşa ederek Avrupa’ya öykünen bir şehir yaratmışlar. Yeşilin ve mavinin çok olduğu bu şehirde 87 adet park varmış. Caddeler pırıl, pırıl. Sahil yolu ise 68 km boyunca kesintisiz uzanıyor.
Karadeniz üzerinde güneş batmak üzere. Önce otelimiz Divan’a yerleşiyoruz. Burası bir zamanlar Nazım Hikmet’in de konakladığı eski London Otel. Dış duvarındaki plakada 1889 Hotel London yazısı dikkat çekiyor.
Yarın sabah erkenden kuzeye doğru hareket edeceğimiz için Batum’u sadece gece gezebileceğiz. Caddeler çok kalabalık değil. Sakin ve geniş caddelerde, bazen de ara sokaklarda ilerliyoruz.
St. Nicholas Kilisesi.İlk durağımız St. Nicholas Kilisesi. Osmanlılar döneminde, 1865 yılında inşa edilen kilise, Piazza Meydanı’nın hemen yanında. Ortodoks kilisesi, en çok ziyaretçi çeken yapılardan biriymiş ama tabii ki gece kapalıydı.
Piazza Meydanı ...Hemen karşısında Piazza Meydanı var. İtalyanca Piazza, meydan demek. Bu nedenle sadece Piazza demek daha doğru olacak. Burası yapılırken, İtalya’daki meydanlardan esinlenilmiş. 2009’da inşa edilen meydanda biz gittiğimizde canlı müzik vardı. Etrafı, cafe ve restoranlarla çevrili Piazza’nın girişlerindeki porselen tavan süslemeleri görülmeye değer. Meydanda bir de saat kulesi var.
Biraz yürüyerek Ermeni Apostalik Kilisesi’ne varıyoruz. Ahşap kilise, zarar görünce, 1885 yılında Avusturyalı mimar Manfred tarafından yeniden inşa edilmiş. Tabii burası da kapalı. Gece turu ancak bu kadar olur.
Biz nasıl bir gecede Batum’u turladıysak size de hızlı ve kısa bir tur yaptırmaya devam ediyorum.
Avrupa Meydanı, büyük bir meydan ve heykelleri, cafeleri, restoranları, casinoları ile tam bir çekim merkezi. Saakaşvili döneminde inşa edilen meydanda, konserler, eğlenceler ve yılbaşı partileri düzenleniyormuş.
Meydandaki Altın Postlu Medea Heykeli, Yunan ve Kafkas mitolojisiyle yoğrulmuş. Astronomik Saat de bu meydanda.
Şimdi Tiyatro Meydanı’ndayız. Biz, meydanın ortasındaki Poseidon Heykeli hakkında rehberlerimizden bilgi alırken, dolunay da gecenin içinden bizi dinliyordu. Heykelin bulunduğu kaide aynı zamanda gösterişli bir çeşme. Meydanın bitiminde 1952 yılında açılan Chavchavadze Tiyatro Binası dikkat çekiyor.
Chavchavadze Tiyatro Binası...Gürcü şair Shoto Rustoveli’nin heykeli...
Şimdi şehrin merkezinden deniz tarafına doğru yürüyoruz. Ama Gürcüler’in ünlü şairi Shoto Rustoveli’nin heykeline uğramadan olmaz. 12. Yüzyılın sonlarıyla 13. Yüzyılın başları arasında yaşayan Rustoveli, Gürcü edebiyatının başyapıtı sayılan Kaplan Postlu Şövalye’nin yazarı.
Alfabe Kulesi...Karadeniz kıyısındaki liman bölgesi ışıl ışıl ve bir lunapark havasında. Buradaki ilk durağımız Alfabe Kulesi. En eski dillerden biri olan Gürcüce’nin 33 harfinin bulunduğu kule, 130 metre yüksekliğinde. Üzerinde bir cafe ve restoranın bulunduğu Alfabe Kulesi’nin arazisi, Gürcü futbolcu Şota Arvaledze tarafından bağışlanmış.
Londra’dakine benzeyen büyük dönme dolap Ferris Wheel’in yanından geçip, Ali ve Nino’ nun aşkına tanıklık ediyoruz. Azerbaycanlı yazar Kurban Sayid’in ünlü romanının kahramanları Gürcü Prenses Nino ve Azeri genç Ali’nin gerçek aşkı, bu kadar güzel anlatılamazdı herhalde. 2010 yılında tamamlanan bu hareketli heykeli oturup seyrediyoruz. Ali ve Nino birbirinden ayrılıp, dönüp tekrar birleşiyor. Birbirinin içinden geçip, belki de sonsuzlukta kavuşuyorlar. Çelikten yapılmış 8 metrelik heykelde; Tamara Kvesitadze ve Paata Sanaiya’nın imzaları var.
Ayaklarımıza karasular indi derler ya, öyle. Otelimize ulaşmak için önce biraz dinlenmeliyiz. Bir cafe bulup, geç olsa da birşeyler atıştırdık. Yarın yeni bir gün. Uzun bir yolculuğumuz var…
1 yorum:
Bu yapmayı çok istediğim bir rota...Bu anlatımla ön gezinti yapmış oldum. Kalemine sağlık Suzan Peker💐
Yorum Gönder