11 Kasım 2022

Karadeniz’de ikinci gün: Sisler diyarı, Macahel…

Suzan Peker yazdı

Şavşat’ın güzelliklerine veda edip Macahel’e geçiyoruz bugün.  Yaklaşık 150 km’lik bir yolumuz var ama yol üstü duraklarımız fazla. Yolculukta amaç varmak değildir çoğu zaman gezginler için. Biz de keşfederek ilerliyoruz.

 

TİBETİ KİLİSESİ..

İlk durağımız Cevizli Köyü’ndeki Tibeti Kilisesi. Tibeti adı da Cevizli’nin eski adı olan Tbeti’den geliyormuş. Günümüze sadece kilisenin duvarları kalmış ama ortaçağda birkaç yapıdan oluşan bir Gürcü manastırıymış burası. Gürcüler’e ait el yazması eserlerin kök boyalarla yazıldığı önemli bir merkez iken, 17. Yüzyılda camiye çevrilmiş. 1957 yılında da dinamitle kubbesi uçurulmuş.  Kilden yapılmış tarihi su boruları, bugün bahçeye yığılmış halde duruyor. Harabe yapı, içimizi acıtıyor. Birkaç yıldır manastırda kazı çalışmaları başlatılmış. Tibeti’yi yalnızlığıyla baş başa bırakıp aracımıza biniyoruz.  Birazdan Ardanuç’ta olacağız.

Ardanuç ismi Gürcüce Artanuçi’den geliyor. Gürcistan’da yayılan Zerdüştlük’te bir tanrının adından gelen isim; Artvin, Ardeşen ve Arhavi’nin de kökeni.

 

CEHENNEM DERESİ KANYONU..

 Ardanuç bizi Cehennem Deresi Kanyonu ile karşılıyor. İki yanımızdaki yüksek kayalıkların arasında durup, dar bir geçitten kanyonun içine doğru ilerliyoruz. Çoğumuz yolun hemen başından dönüyor. Maceracı arkadaşlarımızdan öğrendiğimize göre dar geçitlerin sonu, sürpriz bir genişlik. 500 metre uzunluğunda 70 metre genişliğindeki kanyon, dünyanın sayılı kanyonları arasında. Şimdilerde kanyona cam bir köprü yapımı için kollar sıvanmış.

Ardanuç’a gelip ‘Dede Cağ Kebap’da cağ yemeden olmaz. Küçük bir Anadolu caddesinin üzerindeki bu lokanta, yediğimiz en güzel cağ kebablardan birini sundu bize. Ersin Dede, hem ocak başında cağ kebap pişirdi, hem de güler yüzüyle ağırladı bizleri. Tavsiye olunur.

 

ÇORUH NEHRİ...

Yemekten sonra hafif bir ağırlık çökse de dik yamaçların arasından akan Çoruh Nehri’nin maviliği, dağların üzerindeki bulut tarlaları gözlerimin kapanmasına engel oluyor. Daha çok yer görmek, makinemle çekemediğim kareleri, hafızama kaydetmek istiyorum. Bir seyir terasında mola verip, mis gibi havayı soluyor, uzaktan görünen Artvin ile poz veriyoruz. Artvin’e doğru inerken, sol tarafımızda bir tepenin üzerinde dünyanın en büyük Atatürk heykelini görüyoruz. İşadamı Sıtkı Kahvecioğlu tarafından yaptırılan heykel, 22 metre yüksekliğinde ve 60 ton ağırlığında imiş.

Artvin’i geçtikten sonra biraz yağmur atıştırmaya başlıyor.  Sisler ülkesi diye anılan Macahel’e yaklaştıkça, bulutlar da artıyor. Bugün planladığımız Borçka Karagöl gezisi ertelenecek gibi. Neyse, ben ilginç isimli Macahel’in el ayası, çukur anlamına geldiğini söyleyeyim bu arada.  Macahel aslında Borçka’ya bağlı bir bölgenin adı. Karçal Dağları’nın dik yamaçlarının arasında kalmış bir vadi. Vadideki köylerin bir kısmı Türkiye’de bir kısmı Gürcistan’da. Türkiye Macaheli ve Gürcistan Macaheli adıyla anılıyor bölge.

 Ve nihayet geldik. Macahel’in ilk köyü Camili’deyiz. Köyün girişinde TEMA Vakfı’nın bir konuk evi var ama işleten kişi vefat edince konuk evi de kapanmış. Söylemeden geçmeyelim TEMA Vakfı’nın kurucularından Nihat Gökyiğit buralıymış ve Macahel’e emeği büyük. Özellikle Kafkas cinsi arı yetiştiriciliğinde TEMA’nın katkıları büyük. Türkiye’nin en kaliteli ballarının üretildiği birkaç yerden biri Macahel.

İREMİT CAMİİ...

Köyde tarihi Ahşap  Camii’yi ziyaret ediyoruz önce, daha sonra Maral Köyü’ndeki İremit Camii’ni. Tamamen el işçiliğiyle kök boyalar kullanılarak rengarenk bir camii yaratılmış. Yapım yılı 1851. İremit’in renklerinde kaybolurken akşam da çöktü. Artık sürprizli bir akşam için otelimiz, Green Roof’a geçiyoruz.

 AKŞAM YEMEĞİ...

Otelimiz masalsı. Tamamen ahşaptan yapılmış. Ayakkabılarımızı çıkararak giriyoruz içeriye. Ev havasında, sıcacık. Akşam yemeğinde arkadaşlarımızın 30. evlilik yıldönümünü kutlayacağız. Sürpriz için tatlı bir telaşımız var. Yöresel yemeklerimiz çok lezzetli. Keyifli bir günün ve müzikli eğlenceli bir akşamın ardından odalarımıza çekiliyoruz.

 

 SELENDER...

Sabaha, yağmurun küçücük ellerinin sesiyle uyandık. Penceremden baktım. Yemyeşil bahçede kırmızı çatılı iki selender. Bu kelimeyi de yeni öğrendim. Kışlık erzağı depolamak için evlerin yanına yapılan küçük ambarlar, selenderler.  Bu bölgede sıkça rastlanıyor.

Sabah kahvaltısı, mısır ekmekli, kestane ballı…GreenRoof’un önünde toplu bir fotoğraf çekip, ayrılıyoruz.

Bugün gezimizin Karadeniz bölümünü bitirip başka bir diyara Gürcistan’a geçeceğiz. Ama önce, dün gidemediğimiz Borçka Karagöl. Türkiye’nin tek kırımda dökülen en yüksek şelalerinden biri olan Maral Şelalesi’ni ise yolun çok çamurlu olması nedeniyle göremiyoruz ne yazık ki.

Yolda, Macahel’in, Türkiye’nin ilk ve tek Biyosfer Rezerv Alanı olduğundan bahsedeyim biraz. UNESCO’nun Dünya Biyosfer Rezerv Ağı’nda 129 ülkeden 714 yer varmış. Türkiye’de gururumuz Macahel bölgesi. Biyolojik çeşitliliğin korunması, ekonomik kalkınma ve kültürel değerlerin devamlılığının sağlanmasıyla elde ediliyor bu ünvan.

 

 KEÇİLER...

Tepelere tırmanıyoruz. 3 bin metrelere kadar çıkıyoruz.  Manzaramız, renkler, bulutlar, sisler, keçiler… Bir düzlükte durup, dünyada ne kadar küçücük olduğumuzu hissediyoruz. Üç bin metrede soğuk iliklerimize işliyor. Keçiler bize, biz keçilere bakıyoruz. Aracımıza kadar gelip, selam verenleri bile var.

 



Borçka Karagöl Tabiat Parkı’na geldik. Burası, Şavşat Karagöl’e nazaran daha büyük ve daha bakir. Girişte keyifli bir şelale karşılıyor bizi. Bu Karagöl de heyelanla oluşmuş bir set gölü. Biri küçük, biri büyük iki parçadan oluşan Karagöl’ün çevresinde yürüyüp sonbaharın bütün renkleriyle doyurduk gözlerimizi. Kırmızı yaprakların döküldüğü patikaları, yer yer gölün suyu kesti, biz de ağaç köklerinden yardım aldık. Tahta köprülerden geçtik, büyük eğrelti otlarının arasında kaybolduk. Ağaç gövdelerinde şirin mantarları görüp birbirimize seslendik.

Batum’a geçmeden önce yemek molasını Hopa’da verdik. Karadeniz’in lezzetli yemekleri, üstüne sütlacı, baklavası…Burası Ustabaş Lokantası. Adını kaydetmekte fayda var. Birkaç gün sonra dönüşte de burada yemekte olacağız.

 

2 yorum:

dövüşürken hanımefendi değilim dedi ki...

Selender beni bir şaşırttı çünkü bir serender deriz öyle biliyoruz. Ama google a baktığımda ikisi de aynı kapıya çıkıyor gibiydi. :)

Suzan Peker dedi ki...

Ben de serender i öğrendiğime sevindim. Demek ki iki türlü de söyleniyor. Teşekkürler, bilgi için.