Suzan Peker yazdı
Şavşat’ın güzelliklerine veda edip Macahel’e geçiyoruz bugün. Yaklaşık 150 km’lik bir yolumuz var ama yol
üstü duraklarımız fazla. Yolculukta amaç varmak değildir çoğu zaman gezginler
için. Biz de keşfederek ilerliyoruz.
TİBETİ KİLİSESİ..
İlk durağımız Cevizli Köyü’ndeki Tibeti Kilisesi. Tibeti adı da Cevizli’nin
eski adı olan Tbeti’den geliyormuş. Günümüze sadece kilisenin duvarları kalmış
ama ortaçağda birkaç yapıdan oluşan bir Gürcü manastırıymış burası. Gürcüler’e
ait el yazması eserlerin kök boyalarla yazıldığı önemli bir merkez iken, 17.
Yüzyılda camiye çevrilmiş. 1957 yılında da dinamitle kubbesi uçurulmuş. Kilden yapılmış tarihi su boruları, bugün
bahçeye yığılmış halde duruyor. Harabe yapı, içimizi acıtıyor. Birkaç yıldır
manastırda kazı çalışmaları başlatılmış. Tibeti’yi yalnızlığıyla baş başa bırakıp
aracımıza biniyoruz. Birazdan Ardanuç’ta
olacağız.
Ardanuç ismi Gürcüce Artanuçi’den geliyor. Gürcistan’da yayılan
Zerdüştlük’te bir tanrının adından gelen isim; Artvin, Ardeşen ve Arhavi’nin de
kökeni.
Ardanuç’a gelip ‘Dede Cağ Kebap’da cağ yemeden olmaz. Küçük bir Anadolu caddesinin
üzerindeki bu lokanta, yediğimiz en güzel cağ kebablardan birini sundu bize.
Ersin Dede, hem ocak başında cağ kebap pişirdi, hem de güler yüzüyle ağırladı
bizleri. Tavsiye olunur.
Yemekten sonra hafif bir ağırlık çökse de dik yamaçların arasından akan Çoruh Nehri’nin maviliği, dağların üzerindeki bulut tarlaları gözlerimin kapanmasına engel oluyor. Daha çok yer görmek, makinemle çekemediğim kareleri, hafızama kaydetmek istiyorum. Bir seyir terasında mola verip, mis gibi havayı soluyor, uzaktan görünen Artvin ile poz veriyoruz. Artvin’e doğru inerken, sol tarafımızda bir tepenin üzerinde dünyanın en büyük Atatürk heykelini görüyoruz. İşadamı Sıtkı Kahvecioğlu tarafından yaptırılan heykel, 22 metre yüksekliğinde ve 60 ton ağırlığında imiş.
Artvin’i geçtikten sonra biraz yağmur atıştırmaya başlıyor. Sisler ülkesi diye anılan Macahel’e
yaklaştıkça, bulutlar da artıyor. Bugün planladığımız Borçka Karagöl gezisi
ertelenecek gibi. Neyse, ben ilginç isimli Macahel’in el ayası, çukur anlamına
geldiğini söyleyeyim bu arada. Macahel
aslında Borçka’ya bağlı bir bölgenin adı. Karçal Dağları’nın dik yamaçlarının
arasında kalmış bir vadi. Vadideki köylerin bir kısmı Türkiye’de bir kısmı
Gürcistan’da. Türkiye Macaheli ve Gürcistan Macaheli adıyla anılıyor bölge.
İREMİT CAMİİ...
Köyde tarihi Ahşap Camii’yi ziyaret
ediyoruz önce, daha sonra Maral Köyü’ndeki İremit Camii’ni. Tamamen el
işçiliğiyle kök boyalar kullanılarak rengarenk bir camii yaratılmış. Yapım yılı
1851. İremit’in renklerinde kaybolurken akşam da çöktü. Artık sürprizli bir
akşam için otelimiz, Green Roof’a geçiyoruz.
AKŞAM YEMEĞİ...
Otelimiz masalsı. Tamamen ahşaptan yapılmış. Ayakkabılarımızı çıkararak
giriyoruz içeriye. Ev havasında, sıcacık. Akşam yemeğinde arkadaşlarımızın 30. evlilik
yıldönümünü kutlayacağız. Sürpriz için tatlı bir telaşımız var. Yöresel
yemeklerimiz çok lezzetli. Keyifli bir günün ve müzikli eğlenceli bir akşamın ardından
odalarımıza çekiliyoruz.
SELENDER...
Sabaha, yağmurun küçücük ellerinin sesiyle uyandık. Penceremden baktım.
Yemyeşil bahçede kırmızı çatılı iki selender. Bu kelimeyi de yeni öğrendim.
Kışlık erzağı depolamak için evlerin yanına yapılan küçük ambarlar,
selenderler. Bu bölgede sıkça
rastlanıyor.
Sabah kahvaltısı, mısır ekmekli, kestane ballı…GreenRoof’un önünde toplu
bir fotoğraf çekip, ayrılıyoruz.
Bugün gezimizin Karadeniz bölümünü bitirip başka bir diyara Gürcistan’a
geçeceğiz. Ama önce, dün gidemediğimiz Borçka Karagöl. Türkiye’nin tek kırımda
dökülen en yüksek şelalerinden biri olan Maral Şelalesi’ni ise yolun çok
çamurlu olması nedeniyle göremiyoruz ne yazık ki.
Yolda, Macahel’in, Türkiye’nin ilk ve tek Biyosfer Rezerv Alanı olduğundan
bahsedeyim biraz. UNESCO’nun Dünya Biyosfer Rezerv Ağı’nda 129 ülkeden 714 yer
varmış. Türkiye’de gururumuz Macahel bölgesi. Biyolojik çeşitliliğin korunması,
ekonomik kalkınma ve kültürel değerlerin devamlılığının sağlanmasıyla elde
ediliyor bu ünvan.
KEÇİLER...
Tepelere tırmanıyoruz. 3 bin metrelere kadar çıkıyoruz. Manzaramız, renkler, bulutlar, sisler,
keçiler… Bir düzlükte durup, dünyada ne kadar küçücük olduğumuzu hissediyoruz.
Üç bin metrede soğuk iliklerimize işliyor. Keçiler bize, biz keçilere
bakıyoruz. Aracımıza kadar gelip, selam verenleri bile var.
Borçka Karagöl Tabiat Parkı’na geldik. Burası, Şavşat Karagöl’e nazaran
daha büyük ve daha bakir. Girişte keyifli bir şelale karşılıyor bizi. Bu
Karagöl de heyelanla oluşmuş bir set gölü. Biri küçük, biri büyük iki parçadan
oluşan Karagöl’ün çevresinde yürüyüp sonbaharın bütün renkleriyle doyurduk
gözlerimizi. Kırmızı yaprakların döküldüğü patikaları, yer yer gölün suyu
kesti, biz de ağaç köklerinden yardım aldık. Tahta köprülerden geçtik, büyük
eğrelti otlarının arasında kaybolduk. Ağaç gövdelerinde şirin mantarları görüp
birbirimize seslendik.
Batum’a geçmeden önce yemek molasını Hopa’da verdik. Karadeniz’in lezzetli
yemekleri, üstüne sütlacı, baklavası…Burası Ustabaş Lokantası. Adını
kaydetmekte fayda var. Birkaç gün sonra dönüşte de burada yemekte olacağız.
2 yorum:
Selender beni bir şaşırttı çünkü bir serender deriz öyle biliyoruz. Ama google a baktığımda ikisi de aynı kapıya çıkıyor gibiydi. :)
Ben de serender i öğrendiğime sevindim. Demek ki iki türlü de söyleniyor. Teşekkürler, bilgi için.
Yorum Gönder