29 Mart 2009

Şu aralar bir Temel fıkrası iyi gider!

Ortalığın toz duman olduğu şu karmaşık günlerde bir Temel fıkrası iyi gider diye düşündüm. Elektronik posta ile gelen fıkra şöyle:
Temel İtalya'da Fiat fabrikasında çalışan bir işçi... Dönemin Sovyet lideri Krusçev resmi bir ziyaret için İtalya'ya gelmiş. Programda Fiat tesisleri de var.
Fabrikanın tezgâhları arasında dolaşırken Temel'e rastlamış. Herkesin gözü önünde ''Vay Temel...'' diye sarılıp kucaklaşmış. Orada ayaküstü sohbet etmişler.
Tüm protokol bu dostluktan şaşkın... Konuk gittikten sonra patron Temel'i çağırıp, Krusçev'i nereden tanıdığını sormuş. Temel 'Hiiç' demiş. ''Ben eskiden komünisttim... 1 Mayıs kutlamaları için parti beni Moskova'ya göndermişti. Orada tanışmıştım.''
Olay unutulmuş.. Üç beş ay sonra bu kez Amerika başkanı Nixon gelmiş İtalya'ya. Yine aynı program ve fabrika ziyareti. Tezgahların arasında ''Vay Temel.Vay Nixon.'' muhabbeti...
İyice meraklanan patron ziyaretten sonra Temel'i yine çağırtmış. Soru da cevap da aynı; ''Bir ara Amerika'ya göç etmeye kalkıştım. New York'ta başım polisle belaya girdi. Bu Nixon o zaman çiçeği burnunda bir avukattı. Beni o savunmuştu..''
Olay bu kadarla kalsa iyi. İki ay sonra Fransa başkanı De Gaulle ziyaretinde de aynı manzara yaşanınca Patron Agnelli derin bunalımlara girmiş. Kendisini tanıyan yok. Yanında çalışan Temel'in uluslararası çevresi var.
-De Gaulle'ü nereden tanıyorsun?
-Nazilere karşı Paris'te yeraltı savaşı yapıyorduk... Özel kuryesiydim.
-Sen herkesi tanır mısın?
-Evet, hemen hemen... Patron iyice hırslanmış.
-Neredeyse Papa da arkadaşım diyeceksin.
Temel gülmüş. ''Tabii. Yakın arkadaşımdır.''
Çıldırma noktasına gelen Agnelli haykırmış :
-İspatla... İspatlayamazsan kovarım...
Temel :
-Tamam, bu pazar ayininde Vatikan meydanında olun. Papa balkondan halkı takdis ederken ben yanında olacağım.
Patron pazar'ı iple çekmiş. Vatikan'da Papayı bekleyen kalabalığın arasına karışıp beklemeye başlamış. Bir süre sonra Papa balkona çıkmış. Yanında Temel... Kalabalığa bakıp, patronunu bulmaya çalışıyor. O sırada bir kargaşa olmuş. Biri bayılmış.
Temel bayılanın kendi patronu olduğunu görünce Papaya ''Bana müsaade' deyip meydana koşmuş. Agnelli yerde yatıyor. Bir iki kişi de ayıltmaya çalışıyor.
Temel çevresindekilere, ''Bu benim patronumdur; ne oldu?'' diye sorunca biri cevaplamış :
- Siz Papa ile balkona çıktığınızda bunun önünde iki Japon turist vardı. Japonlardan biri senin patronuna dönüp, 'Şu sağdaki bizim Temel, ama yanındaki kim?' diye sorunca seninki düşüp bayıldı.

26 Mart 2009

Lao Tzu ve karar vermenin bilgeliği!..

Elektronik posta ile zaman zaman güzel yazılar, fotoğraflar dolaşıyor sanal alemde. Toplumların gelişimi açısından önemli ve görünmeyen bir hizmet bu. Bu elektronik postaları çok dikkatle izliyorum ve zaman zaman bazılarını sizlerle paylaşıyorum. İşte onlardan biri:
Öykümüz ünlü Çin düşünürü Lao Tzu'nun zamanında geçer.. Lao Tzu bu öyküyü çok sever, sık sık anlatırmış hatta..
Efendim köyde bir yaşlı adam varmış. Çok fakir. Ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki. Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.
"Bu at, bir at değil benim için..Bir dost. İnsan dostunu satar mı" dermiş hep..
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.
Köylü ihtiyarın başına toplanmış.
"Seni ihtiyar bunak. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler.
İhtiyar "Karar vermek için acele etmeyin"
demiş. "Sadece 'At kayıp' deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.
Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş..Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.
Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler.
"Babalık" demişler."Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var."
"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar.Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?."
Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler.
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.
Köylüler gene gelmişler ihtiyara.
"Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler.
İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar.Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler.

"Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer."
"Siz erken karar vermeye devam edin"
demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."
Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlarmış, etrafına anlattığında:
"Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."

22 Mart 2009

Sarıyer CHP belediye başkan adayını dinlerken!

Normal seçimlerde olsun, yerel seçimlerde olsun sitemize pek uğrayan olmamıştı.
Birilerine oy verirdik ama belediye hizmeti almazdık.
15 yıldır kendi yağımızla kavrulduk, böylece dik durduk, kimseden bir şey beklemedik. Sanırım insanı güçlü kılan da bu duruş.
Bu seçimlerden önce DSP sitemizde büro açtı, CHP de açık hava toplantısı yaptı.
Soğuk rüzgar altında konuşmacıları dinleyen komşular, en çok çocuklarımızın geleceğinin karanlıklara bırakılmamasını vurgulayan cümleleri alkışladılar.
Gelecek ve çocuklarımız. Torunlarımız.
Onları nasıl karanlıklara bırakabiliriz?
O zaman ne yapmalıyız?
Gidip mutlaka oyumuzu kullanmalıyız.
Aydınlıklar için.

14 Mart 2009

Sevgiyi kalplerimize kazıyan yaratıcılık!...

Askeri kuruluşlardaki Atatürk Büst ve heykellerinin altındaki tarihi gösteren rakamlardan 1938'in sekiz rakamı sonsuz işareti ile değiştiriliyormuş! !!
Çok güzel bir yaratıcılık örneği!
Batı tarafından hasta adam haline getirilen Osmanlı İmparatorluğu’ndan bir Türkiye Cumhuriyeti’ni yaratan Büyük Atatürk’le ilgili bu yaratıcılığı kim akıl etmişse tebrik etmek boynumuzun borcu.
Geçenlerde elektronik posta yolu ile bir Atatürk fotoğrafına bu çalışmayı yansıtan çalışma geldi.
Ben de aynı düşünceden hareket ederek başka bir Atatürk fotoğrafına aynı tarihleri koymaya çalıştım ve sizlerle paylaştım.
Bu çalışmayı siz de yapabilirsiniz ve dostlarınızla paylaşabilirsiniz.
Ne dersiniz?

8 Mart 2009

Güzelliklerin paylaşıldığı yerler: BALKONLAR!..

İşte size bir fotoğraf. Balkonuna ne varsa doldurmuş bir komşu. Görüntü çirkinliği onu hiç ilgilendirmiyor.
Sitemizdeki bazı binalar birbirine çok yakın yapılmış. Bizim bina da bunlardan biri. Karşımızda pencereler, balkonlar var. Onların karşısında da bizim balkonlar ve pencerelerimiz. Çoğu komşumuz balkonlarını ardiye yeri gibi kullanıyor. Tam bir görüntü çirkinliği. Bazen gözüm, içi hırdavatla dolu karşı komşunun balkonuna takılır ve beni anılarıma götürür.
Bir İsviçre butik otelinden bir görünüş. Çiçekler baş köşede.
Beş gazeteci, bir firmanın fabrika tanıtımı için Cenevre’ye gitmiştik. Bizi davet eden basın danışmanı arkadaş, gezinin bir gününü boş bırakmıştı. O sabah minibüs otomobil karışımı bir araçla Cenevre’den çıktık. Köylerden geçip İtalya sınırına doğru yol aldık. Geziyi anlatacak değilim. Yalnız o İsviçre köylerinden geçerken evlerin balkonlarındaki çiçek cümbüşünü sizlere anlatmalıyım. Sanki balkon ve pencere süsleme yarışı vardı ve biz de tam bu yarışın ortasına düşmüştük.
Girit’teki Knossos Sarayı’nın harebelerinden bir görüntü. Balkon kültürü hemen dikkati çekiyor.
Kafamı balkonlara takınca küçük bir araştırma yaptım. Balkon kültürünün kökleri ta M.Ö 1600 yıllarına kadar gidiyor. Girit’teki Knossos Sarayı’nın üst katlarında bulunan odalar ve salonlar geniş kapı ve pencerelerle balkona açılmaktaydı. Birkaç bilgi daha. Balkonların etrafı ve üstü kapalı olanlarına cumba dendiğini biliyorsunuzdur. Cumbanın bir benzerinin adı da şahnişin. Yalnız üstü kapalı etrafı açık olanlara açık cumba veya örtülü balkon deniyor. Binaların iç taraflarında salon ve sofalara bakan balkonlara iç balkon veya çıkma şirvan adı verildiğini belirteyim.
Çek Cumhuriyeti'nde Prag yakınlarındaki Karlovy Vary tam bir balkon cenneti. Bir zamanlar Atatürk'ün de dinlendiği bu vadi, gerçekten görülmeye değer bir bölge. Üstte Mozart'ın kaldığı evin balkonları. Altta da balkonları çiçeklerle süslenmiş bir eski yapı.
Neden kılık kıyafetimizin düzgün olmasına, evimizin düzenli olmasına özen gösteririz hiç düşündünüz mü? Bence güzellikleri paylaşmak için. Bu paylaşmayı her yerde yapabiliyor muyuz? Özellikle turistik yerlerde, yazlıklarda yapabiliyoruz. Ama büyük kentlerde yapabiliyor muyuz? Bence yeterince yapamıyoruz. Kent yaşantısı ne yazık ki bireysel yaşamayı ön plana çıkarmış durumda.
Yunan Adası Santorini'den balkon görüntüleri. Özellikle sıcak ülkelerde balkon keyfi çok daha fazla gelişmiş. Üstte ve altta.
Orta Avrupa kentlerinden Prag'da ilginç bir balkon. Sanırım sadece biraz nefes almak için yapılmış.
Yunan Adası Patmos'da bir evin balkonu. Evin iki yanına kadar uzanan bir balkon. Bu bölgede büyük balkonlar ön planda.
Mudanya gezimiz sırasında eski ve ahşap yapıların bulunduğu sokak ilgimizi çekmişti. İşte o yapılardan ve balkonlarından bir kaç örnek. Üstte ve altta.
Ülkemizde özellikle güney bölgelerimizdeki binalarda büyük balkonlar görmek mümkün.
Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum; paylaşmayı özellikle güzellikleri paylaşmasını bir Batılı kadar beceremiyoruz?
Çok mu zor bu iş?

3 Mart 2009

Bir deli kadar akıllı olabilmek!

Elektronik posta trafiği bu aralar çok yoğun. Sanal mesajlar uçuşuyor ortalarda. Ben bu postaları yaratıcılık yarışına benzetiyorum ve dikkatle izliyorum.
Aşağıdaki fıkra da bu postadan gelenlerden. Belki sizlere de gelmiştir ama ben yine de bu tip önemsediğim postaları paylaşmak amacındayım.
İşte fıkra:
Arabanın lastiği tam tımarhanenin önünde patlar.
Adam arabayı kenara zor yanaştırır.
Sonraki işlem malum...
Kriko, stepne, bijon anahtarı ve tekeri söker.
Ama söktüğü 4 adet bijon yuvarlanıp yağmur mazgalına düşer.
Mazgal açılır gibi değildir,
Bijonlar görünmüyordur bile.
Adam bir sağına bakar, bir soluna bakar,
çaresiz kaldırıma çöker.
Olayı en başından beri tımarhanenin demir parmaklıklı penceresinden izleyen bir deli, seslenir;
- Ula salaaak! Sen ne yapıyorsun orda öyle?
- Sorma birader,lastik patladı ve değiştirirken bijonları mazgala düşürdüm.
- Düşündüğün şeye bak! Diğer lastiklerden birer tane bijon çıkar. Hepsi 3 bijonlu olsun.
Seni, lastikçiye kadar idare eder.
Adam hemen denileni yapar.
Ve akıl hastanesindeki deliye seslenir:
- Senin ne işin var tımarhanede?
Cevap müthiştir....
- Biz burada delilikten yatıyoruz kardeşim, salaklıktan değil...!
***
Etrafımızda bir deli kadar akıllı olamayan o kadar çok insan var ki!