19 Aralık 2015

"Büyükannem BAYKUŞA benziyor. Zira o çok bilge"

  Torunlar sınıf masasının başında. Büyükanneler, büyükbabalar ise çevrelerinde gururla torunlarını izliyorlar.
İkiz torunlarımız Emre ve Can Alev okullarında birinci sınıftalar.
Geçen gün bir davetiye aldık okuldan.
Bizi “büyükanneler,büyükbabalar ” gününe çağırıyorlardı.
Kalktık gittik torunlarımızın okuluna.
İkizler Emre ve Can ayrı ayrı sınıftalar.
Emre’nin sınıfına girdik, Can’ı da o sınıfa çağırdık.
Biz büyükbabalar, büyükanneler sınıf masasının etrafına dizildik.
Gösteri sonrası. Hep birlikte "Yerli Malı Haftası" kutlanıyor.
Torunlar bir iki şarkı söylediler, bir büyükbabanın, bir büyükannenin anlattıklarından sonra hep birlikte “Yerli Malı Haftası” nı fındık, fıstık ve meyveler yiyerek kutladık.
Can ve Emre aynı iskemlede. Zira Can başka sınıfta okuyor. Misafir olarak ikizinin yanında.
Günün en anlamlı dakikaları torunların “büyükbabalar, büyükanneler”i  hangi hayvanlara benzettikleri pano idi.
Büyükanneler ve büyükbabalar torunlarının kendilerini hangi hayvana benzettiklerini panodan okumaya çalışıyorlar.(üstte) Çocukların yaptığı benzetme resimleri.(Aşağıda)
İşte size bu panodan bazı örnekler:
-          Büyükannem AHTOPOTA benziyor. Çünkü bize yemek verirken,  tüm tabakları düşerken tutabiliyor.
-          Büyükannem KOYUNA benzer. Çünkü çok yumuşak, Üstüne atlayınca yumuşacık oluyor.
-          Büyükannem  KEDİYE benziyor. Çünkü hep dışarı çıkıyor ve eve geç geliyor.
-          Büyükannem BAYKUŞA benziyor. Çünkü çok bilge olduğu için her şeye bir cevabı var.
-          Büyükannem ASLANA benziyor. O her şeyi kırabiliyor, kesebiliyor, yiyebiliyor.
-          Büyükannem BOĞAYA benziyor. Çünkü saçı kırmızı.
-          Büyükbabam KAPLANA benziyor. Yüzü kaplan gibi.
-          Büyükbabam KÖPEĞE benziyor. Çünkü hep köpek taklidi yapıyor.

3 Aralık 2015

3. Köprü "iki yakayı" birleştirmek üzere!

Fotoğrafın çekildiği tarih 2 Aralık 2015.
Üçüncü Boğaz Köprüsü’nün bizim camdan görünüşü.
İki yakanın kavuşmasına az kaldı.
İstanbul için bu köprü hayırlı mı hayırsız mı?.
Kuzey ormanlarından geçen köprü yolları doğayı bozacak mı bozmayacak mı?
Ormanlar kesilip yerleşim alanları açılacak mı?
Kısaca İstanbul’un nefesi kesilecek mi kesilmeyecek mi?

Tüm bu soruları zaman tünelinin içindeki sanal aleme bırakıyorum.

28 Kasım 2015

İstanbullunun "NEFES ALDIĞI"Orman: Belgrad Ormanı

 İstanbul'a nefes aldıran orman ismini, Kanuni’nin Sırbistan seferi dönüşü getirdiği halkın yerleştirildiği Belgrad köyünden alıyor. Köy, su kaynakları kirletilince padişah buyruğuyla taşınmış. Sapsız meşe, ormandaki baskın ağaç türü.

10 Kasım 2015

Acı ama ne yazık ki gerçek oldu!

BENDEN BU KADAR TÜRKİYE. HOŞÇA KALIN!

9 Kasım 2015

Isırılmış elma logosu, teknolojisi babasına saygı duruşu!

Alan Turing 1912'de İngiltere'de doğdu. Matematik, kripto analitik, bilgisayar mühendisliği ve biyoloji alanlarında uzmandı. Nazilerin gizli yazışmalarda kullandığı Enigma kodlamasını çözdü. Almanların ünlü Enigma isimli şifre mekanizmasını çözerek savaşın gidişatını değiştirdi. Enigmanın çözülmesiyle beraber Alman denizaltıları zor durumda kalıyor. Alman savaş uçaklarının Londra üzerinden gerçekleştirdikleri bombardımanlar kısmen etkisizleşiyor ve bunlar bir matematikçiAlan Turing’in başarısıyla oluyor. Bu sayede savaşı İngiltere lehine çevirerek zaferi getirdi. Turing, ülkesine savaşı kazandıran kodlamaları geliştirdikten sonra 1952'de homoseksüel davranışları sebebiyle tutuklandı. 1954 yılında Turing intihar etmek için bir ısırık aldığı zehirli elma nedeniyle öldü. Alan Turing’in cesedi bulunduğunda yanında bir ısırık alınmış elma da vardı. Ucundan ısırılmış bir elma şeklindeki logo, bilgisayar teknolojisinin babasına bir saygı duruşu.

30 Ekim 2015

Bir Avrupa Gezisi izlenimleri!


Filiz Kamacıoğlu yazıyor

Güney Almanya ( Bavyera), Avusturya, İsviçre, Güneydoğu Franca ( Alsace) yi içine alan bölgeyi gezdim. Bu bölgeye aynı zamanda Romantik Yol deniyor. Gezimiz Avusturya’nın en önemli müzik ve turizm merkezi olan Salzburg’da başladı.
 SALZBURG:
 Bavyera sınırları içinde adını Salz-tuz dan alan bir şehir. Yöre tuz zenginliğiyle ünlü. Dağlık arazide Salzach nehrinin sol kıyısında yer alan eski kent Unesco’nun koruması altına alınmış.
Bu şehir Mozart’ın doğduğu şehir olarak isim yapmış ve Mozart turizmi çok iyi işlenmiş. Doğduğu ev, yaşadığı ev müze ve ziyaret yeri olarak turizme açılmış. Meşhur kalesinde konserler düzenleniyor, Mozart eserleri dinleniyor. Mozart çok iyi bir şekilde işleniyor. Çikolataları bile var. Kalesi, manastırı, kiliseleri şehrin ortasından geçen nehri ile Salzburg estetik görünüşlü bir şehir.
Şehirde bulunan Mirabell şatosu, Avrupa Barok mimari ve bahçe süslemeleri tarzında yapılmış ziyaretçi akınına uğrayan bir yer.
Kentin dışında bulunan Hellbrunn, İtalyan Barok tarzında inşa edilmiş olan bir Villa. Mağaraların, şaşırtıcı su oyunlarının, mekanik düzeneklerin yer aldığı bir yer. Kendi döneminin bilimsel keşiflerinin iyi kullanıldığı bize tekniğin hayatın içine nasıl sokulduğunu gösteren bir yer. Oldukça eğlenceli.
 Salzburg kalesi.
Mozart'ın heykeli.
 Mozart'ın yaşadığı ev.
 Salzburg Kalesi'nde konser salonu.
 Salzburg'da Mirabell Şatosu'nun bahçesi.
 Hellbrunn bahçesinde su gösterisi.
 Hellbrunn bahçesinde şehir maketi.

HALLSTATT:

Hallstattersee gölü kıyısında turizm merkezi olan küçücük bir kasaba. Unesco Dünya kültür mirası listesinde bir yer. Kıyıya dik dağda tuz işletmeleri var. Kasaba tarihi, tarih öncesi dönemlere kadar uzanıyor. Tuz madeni yakınında Tarih öncesinden kalma yer altı mezarlığı ortaya çıkarıldı. Birçok Tunç eser bulundu. Ufak kilisesi içinde bulunan dini olayları anlatan dolapta “İsa’nın sünnetini “ gösteren sahne çok enteresan, az bulunan bir kompozisyon.
Gölde gezi tekneleri var. Ayrıca kuğuları da meşhur.
Dağlık arazi içinde olan yörede tahta oyuncak pazarı gelişmiş. Bir çok  dükkanda tahta oyuncakları satışa sunuyorlar, hatta dükkan yanında bulunan atölyede oyuncak yapma imkanı sunuluyor.
 Yol boyunca aşağı yukarı her evde güneş panelleri görülüyor. Ciddi şekilde Güneş enerjisinden faydalanıyorlar. Ayrıca dikkatimi çeken diğer bir konu oto yolların panellerle iki taraftan kapatılmış olması. Bu panellerin yol kıyısındaki sakinlere ses geçirmemesi için olduğu kadar ormanlık bölgelerde sesten hayvanları ürkütmemek için konduğu söylendi. Diğer önemli husus da yemyeşil dağlık arazi hiç bozulmamış ulaşım tünellerle sağlanmış yeşil bozulmamış.
Münih’den Romantik yol olarak isimlendirilen yolda ilerliyoruz. İlk durak Füssen. Alp manzaralı yollar ve kayak merkezleri var. Schwansee gölü kıyısında Schwangau’da Neuschwanstein ve Hohenschwangau şatoları var. Ulaşılması kolay olan Hohenschwangau şatosunu ziyaret ettik. Bavyera kralı Maximillian tarafından yaptırılmış.Oğlu II. Ludwing de yaşamış dört yıl boyunca 12 usta yalnız yatağını yapmakla görevlendirilmiş. Ölümü şaibeli. Paraları kendisi için harcadığından aç kalan halk tarafından gölde boğulduğuna inanılır.
Şatoda ayrıca duvarlarında Beylerbeyi, Boğaziçi ve Truva tasvirleri bulunan “Türk Odası” bulunmaktadır.
 Hallstatt'ta tuz taşıyan adam heykeli.
 Hallstatt'ta bi kilisede İsa'nın sünnetini gösteren figürler.
 Hallstatt'ın kuğuları ile meşhur gölü.
 Hallstatt'tan dönerken güneş panelleri dikkat çekiyor.
 Yollarda çok sayıda tünellerden geçiliyor.
 Hohenschwangau şatosu mutfak maketi.(üstte ve alttaki resimler)

ROTHENBURG'da birçok evin çatı kat pencereleri “göz” şeklinde. Oldukça ilginç.

ROTHENBURG OB DER TAUBER:
Romantik yolun en önemli ve eskiyi koruyan şehri. Ortaçağ yapısı korunmuş bir şehir. Evler geleneklere göre eski halini koruyor. Birçok evin çatı kat pencereleri “göz” şeklinde. Oldukça ilginç. Belediye binaları kompleksinde eski yapı korunarak yanına yeni binalar ilave edilmiş. Eski kesinlikle korunuyor. Kaldığımız otelin dış kapısının kocaman anahtarını da verdiler. Kapıyı biz açtık.  Geleneksel kızarmış top şeklindeki tatlıları ilginç. Bazı dükkanlarda videosunu izledik. Nasıl yapıldığını öğrendik. Böylece denemek istedik ve birer tane yedik. Akşamları gece bekçisi şovu şehrin geçmişini ve tarihini öğrenmenizi sağlıyor. Belli bir ücret karşılığında, geleneksel kıyafetli bekçi sizi gezdirerek anlatıyor. Eski şehirde birçok butik dükkan var. Keçeden yapılmış şapka, kaşkol, ceket, pardösü dükkanları, yılbaşı süsleri dükkanları, ahşap oyuncak dükkanları bazıları.

BADEN-BADEN: 
Kara ormanlar eteğinde, kaplıcalarıyla ünlü bir yer. Zengin ve pahalı. Lüks dükkanları var.

STRASBURG:

 Bugün Fransız idaresinde olan Strasburg zaman zaman Alman idaresine geçmiş. Alsace bölgesinde. Avrupa Birliği binaları geniş bir alanı kaplıyor. Önemli olan tarihi eski şehirdir. Burada Notre Dame Katedrali 1439 da pembe granitten yapılmıştır. Katedral mahallesinde ahşap kaplama ve duvarları bezemeli birçok ev vardır. Strasburg leylekleri ve nane çayı ile ünlüdür.

ZÜRİH:

İsviçrenin başkentidir . Futbol federasyonu FIFA bu şehirdedir. Gelişmiş bir kent. Yakınlarında bulunan “Schiosshaufen” çağlayanı turistik bir bölge.

COLMAR:

Alsace’nin sihirli şehri. Küçük Venedik denen Colmar eskiyi koruyan küçük bir şehir. Orta çağdan bu yana sokaklar ayrılmış. Örneğin demirciler sokağı, sericiler sokağı gibi. Hala bayrakları sokaklarda asılı ve dükkanlarda heykellerle kendilerini ifade ediyorlar ve geleneklerini koruyorlar. Sokaklarda marketlerdeki naylon torbalıklar gibi Köpek kakalarını toplamak için naylon torbalıklar konmuş.
Son durağımız KONSTANZ gölü kıyısı. Avrupa’nın en büyük gölü olan bu gölde üç ülkenin kıyısı var. Göller yöresinde bulunuyor ve iklim daha yumuşamış. Dolayısıyla şaraplık üzüm bağları her yeri kaplıyor. Son derecede düzgün bağlar var. Buralarda her yer çiçek içinde ve sunumları sanatkarhane.
Budamayı ve bakımı çok iyi biliyorlar ve her şey de estetik ön planda.

16 Ekim 2015

Türkiye’nin ilk metrosu Tünel’in fikir babası bir Fransız mühendis!

Gavand adlı bir Fransız mühendis 1867 yılında turist olarak İstanbul’a gelir. Beyoğlu ile Galata arasındaki dar, dik ve bakımsız yüksek kaldırım dikkatini çeker. Aklına bu iki semt arasında bir tünel açılması fikri gelir. Hemen gerekli mercilere başvurur ama olumlu bir yanıt alamaz.
Gavand işin peşini bırakmaz, 1869’da tekrar girişimde bulunur. Bu kez padişahtan tünel yapma imtiyazını koparır. Tünel Dünyada üçüncü, ülkemizde ise açılan ilk metrodur. 555 metre uzunluğundadır ve çift hat olarak inşa edilmiştir.
Tünel resmen 17 Ocak 1875 yılında açılır. İlk iki haftada75 bin yolcu taşır.
-----------------------------------------------------

Kaynak: İstanbul’un 100 Önemli Olayı  

12 Ekim 2015

Kanuni Sultan Süleyman da “SEL”den zor kurtulmuş!

Uzmanlar son yıllarda dünya ikliminin değiştiğini, artık yağmurun kısa sürelerde çok şiddetli yağacağını söylüyorlar. Dolayısıyla büyük sel felaketlerinin kaçınılmaz olacağını ifade ediyorlar.
Uzmanlar haklı olabilir ama bir başka gerçek daha var. O da şöyle:
İstanbul’un 100 Önemli Olayı kitabına göre sellerden nasibini padişah Kanuni Sultan Süleyman da almış.
Kitaba göre Kanuni Halkalı Deresi civarında avlanırken sağanağa tutulur. Yağmur çok şiddetlidir. Sultan Yeşilköy’deki İskender Çelebi Bahçesine sığınır.  Taşkına dönen yağmur suları Kanuni’yi zor durumda bırakır.
Sultan “sel”den canını zor kurtarır.

Şiddetli yağmurdan şehrin özellikle güneybatısı büyük zarar görür, köprüler yıkılır, cami ve kiliselere yıldırım düşer, suyolları tahrip olur.

30 Eylül 2015

Osmanlı sultanı arabaların sokaklara girmesini yasakladı, trafiği çözdü!

Osmanlı sultanı İbrahim’in sinir hastası olduğunu yazar tarih kitapları. Doktorlar sultanın rahatlaması için hareket etmesini ve bol bol gezmesini önerirler.
Arabasıyla gezmeye çıkan Sultan İbrahim zaman zaman İstanbul’un dar sokaklarında trafikte kalır.
Trafikte kaldığı zaman araba içinde sıkıntılar yaşayan Sultan İbrahim sinirlenir ve şu emri verir:
Bundan böyle arabalar İstanbul’a girmesin, bir kişi bile arabaya binmesin, şehir içinde bir daha araba görmeyeyim.”
Bu emri uygulamayan bir vezirin canından olduğu söylenir ama yasak Sultan İbrahim’in tahttan indirilişine kadar yaklaşık bir yıl sürer.
Ne dersiniz? İstanbul’un çile çektiren trafiğini çözmek için Sultan İbrahimler mi gerekli?
--------------------------------------------------------------------
Kaynak: İstanbul’un 100 Önemli Olayı kitabı

23 Eylül 2015

Tıp faciasından Türkiye'yi koruyan bilim insanı: Ord. Prof. Aygün

Günümüzde hemen hemen herkes gebelik sırasında geçirilen bazı hastalıkların ve uygulanan bazı tanı metotlarının ve tedavilerin hem anne hem de çocuk için olumsuz etkilerinin olabileceğini biliyor. Ne yazık ki insanlık bu bilginin bedelini çok ağır bir şekilde ödemiştir. Bu bedel, tarihteki en korkunç tıbbi trajedinin adıdır.
www.stetuskop.com sitesinde okuduğum bir yazı dikkatimi çekti. Bugün ağız, burun kıvırarak anlatılan tek parti döneminin, ne değerli biliminsanları yetiştirdiğini bir kez daha gördüm ve paylaşmak istedim. Ord. Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün'ü tanımak, O'nu gençlerimize tanıtmak zorundayız. Çünkü bu ülkenin hayallerinin peşinden giden genç nesillere ihtiyacı var, kafa sallayıp ezber yapanlara değil.  
Aşağıdaki yazının çoğu ve fotoğraflar belirttiğim siteden alıntıdır. 

Almanya'da 1954 yılında tesadüfen bulunan ve hayvanlar üzerinde yapılan testlerden sonra 1957 yılından itibaren 1960'a kadar kullanılan Thalidomide etken maddeli ilaç, yüzyılın tıp faciasına neden olmuş. Özellikle hamile kadınların kullandığı ve 46 ülkede mucize ilaç olarak tanıtılan ilaç, 'yüzgeçli bebekler'in doğmasına yol açtı. Çeşitli ülkelerde 10 binin üzerinde bebek bu ilaç nedeniyle sakat doğdu ve kısa bir ömür sürdü. 

O tarihlerde doktorlar sık sık, bulantı ve kusmaya uykusuzluğun eşlik ettiği ” sabah bulantısı” sorunuyla gelen gebe hastaları için thalidomide’in ticari bir formu olan Contergan’a reçetelerinde yer vermeye başladılar. Giderek dünya genelinde yaygınlaşan thalidomide; Distaval, Asmaval, Distaval Forte, Tensival, Valgis, Valgraine.. gibi pek çok marka adı altında piyasaya sürüldü.
Zamanla ilacı almaya başlayan hamileler; uykuya eğilim, halsizlik, kabızlık, deride kızarıklıklar, ciddi kafa ve mide ağrıları, ellerde ve ayaklarda uyuşma, baş dönmesi, sinirlilik, titreme, kulak çınlaması, depresyon gibi yan etkilerden söz etmeye başladılar. 
Diğer doğumsal bozukluklar ise; gelişimini tamamlayamamış parmaklar, sağırlık, körlük, yarık damak ve kalpte, sinirlerde, cinsel organlarda, böbreklerde, sindirim sisteminde malformasyonlar şeklinde açığa çıkmaktaydı. Bazı vakalarda anneler sadece bir tablet thalidomide almıştı. Özellikle gebeliğin en kritik noktası olan ilk üç ayda alınan tek dozun bile fetüs üzerinde feci yan etkilerinin olabileceği daha sonra anlaşılacaktı. Çünkü bu ilaç, anne ile fetus arasında yer alan plasental bariyeri geçip konjenital deformitelere yol açabilen bir teratojendi.
İlaç firmaları başlangıçta, giderek artan thalidomide ile ilişkili doğumsal bozuklukları ve yeni doğan ölümlerini inkâr etse de bu ciddi yan etkiler medya yoluyla dünya çapında duyulmaya başlamış, saygın tıp dergileri bu ilacın çok sayıda yan etkisini detaylarıyla yayımlamıştı.

Sonuçta thalidomide tüm dünyada piyasadan çekildi. Fakat bu tıp felaketinden etkilenen aileler ve thalidomide kurbanları için çok geç alınmış bir karardı. Dünya üzerinde 46 ülkeden 10 binin üzerinde bebek ilacın yan etkisi nedeniyle sakat olarak dünyaya geldi ve bunların yaklaşık yarısı da thalidomide’in yüksek ölüm oranı sebebiyle erişkin bir birey olamadan yaşama veda etti.

Tüm dünyada halen bu ilaçtan dolayı mağdur durumda bulunan binlerce insan yaşamını devam ettirmekte ve birçok ülkede devlete karşı açtıkları tazminat davaları devam etmekte.
Kök Hücre'nin babası Prof. Aygün 
Türkiye'yi bu faciadan Ord. Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün kurtardı. Dünyada kök hücre'den ilk söz eden bilim insanı olan Ord. Prof. Dr. Aygün, ilacı Türkiye’de onay aşamasındayken mercek altına aldı ve sakıncalarını tespit etti.. Sağlık Bakanlığı’nı uyaran Prof. Dr. Aygün ilacın Türkiye’de kullanımını engelledi. Bu sayede Türkiye’de sakat doğumlar yaşanmadı.

1960 yılında adına Almanya'da kurulan “Aygün Institut” de Alman mongol çocukları tedavi etme başarısı gösterdi. Kök hücre adını yazdığı kitaplarla dünyaya ilk duyuran da o oldu. Almanya ve ABD'de kök hücre çalışmaları yaptı.  
Prof. Aygün'ü saygıyla anıyorum..


18 Eylül 2015

Tuzlusu'daki güzellikler; Adadaki çirkinlikler!


14. İstanbul Bienali'nin bu yılki konusu Tuzlu Su.. Saltwater...Otuzdan fazla mekanda Afrika, Asya, Avustralya, Avrupa, Ortadoğu, Latin Amerika ve Kuzey Amerika'dan 80’in üzerinde katılımcının 1500'e yakın eseri sergileniyor. Sergiler, 1 Kasım'a kadar gezilebilecek. İKSV tarafından Koç Holding sponsorluğunda düzenlenen İstanbul Bienali, geçen bienalde olduğu gibi bu sene de kapılarını ücretsiz olarak açtı. Bienal mekânları arasında sadece Masumiyet Müzesi’nin girişi ücretli olacak.

Tuzlu Su sinirleri yatıştırır
Bienal'in adı ilginç geliyor değil mi? Tuzlu Su'yun öyküsünü şöyle anlatmış Bienalin şekillendiricisi yazar ve akademisyen Carolyn Christov-Bakargiev:“Tuzlu su dünyada en sık rastlanan maddelerden biri. Vücudumuzdaki sodyum da sinir sistemimizi oluşturan en önemli içerenlerden, bir anlamda hayati önem taşıyan bir sistemi çalıştırarak insanları hayatta tutuyor. Tuzlu su aynı zamanda dijital çağın en yıpratıcı maddelerinden biri. Akıllı telefonunuzu tatlı suya düşürürseniz onu kuruttuktan sonra büyük olasılıkla tekrar çalışacaktır, fakat tuzlu suya düşerse, kimyasal değişimler telefonun bozulmasına yol açabilir. 14. İstanbul Bienali’ni ziyaret ettiğinizde tuzlu suyun üstünde epey zaman geçireceksiniz. Mekânlar arasında, özellikle de vapurlarla yapılacak seyahatlerle, ziyaretçilerin sanatı deneyimleme süreleri yavaşlayacak. Bu da çok sağlıklı, çünkü tuzlu su solunum problemleriyle pek çok başka hastalığın iyileşmesine yardımcı olduğu gibi sinirleri de yatıştırıyor."

Tuzlu Su'daki dev heykeller

Bizim de son aylarda yaşadıklarımızı düşündüğümüzde sinirlerimizi yatıştırmaya ihtiyacımız vardı. Böyle olunca tuzlu su'yu da çok sevdiğimizden ilk mekanımız Büyükada oldu.
Adadaki kalabalığı bienale yorduk ama sonra hayal kırıklığına uğradık. Saat Kulesi'nin etrafından başlayıp döne döne giden fayton kuyruğuydu. Adada adeta faytonlar trafik oluşturmuştu.
Sıcak havada yokuş yukarı acımasızca koşulan atların durumu yürek burkuyordu. At ölümlerini durdurmak için başlatılan 'Faytona binme atları öldürme' kampanyası, pek de sonuç vermişe benzemiyordu. Talep nedeniyle ücretlerini 75 TL'ye kadar çıkaran faytoncular, daha fazla kazanma hırsıyla hem atların hem de yayaların hayatını tehdit ediyordu.
At pisliği kokusu ise egzoz kokusundan berbattı. Burnumuza kolonyalı mendilleri tutarak ilerledik.
Eee biz adaya, sinirlerimizi yatıştırmaya gelmemiş miydik..
Ada esnafı, bienalin nerede olduğundan hatta bienalden habersiz. Bienalle ilgili bilgilendirici afişlere ihtiyaç var.. Splendid Otel'de bienalle ilgili bir gösterim vardı. 


Mizzi Köşkü'nde Susan Philipz'in Elettra adlı çok kanallı ses enstalasyonu ve fotoğraf baskıları var. Radyonun mucidi Marconi'nin batık gemisi Elattra'nın su altındaki kalıntılarına dayanıyor. Artık kullanılmayan bu güzel köşk, Elattra'nın parçalarının fotoğraflarına ve bütünüyle su altında kaydedilmiş bir ses eserine ev sahipliği yapıyor. 
"Sesler bir kez yayınladı mı asla ölmez" sözünden etkilenen Philipz, Marconi'nin hissettiği seslerle bizi buluşturuyor adeta.

Arjantinli sanatçı Adrian Villar Rojas ise 'Troçki'nin bir zamanlar yaşadığı 'Troçki Evi' olarak bilinen yerde bizi büyülüyor. Yıkık, dökük ama her yanı tarih kokan evin bahçesinden denize indiğimizde işte "Tuzlu Su" diyoruz. Denizin üzerine yerleştirilmiş 29 adet hayvan heykeline hayran kalıyoruz. Bakargiev'in dediği gibi 'yoksa bunlar, "insanlığı şaşkın ve özgürleşmemiş halde bırakıp gitmiş, memnuniyetsiz bir devrimci Troçki'nin kabuslarının ete kemiğe bürünmüş halleri mi?"
Organik ve inorganik malzemelerden yapılmış "Tüm Annelerin En Güzeli" adlı bu enstalasyonu görmeden bienali bitirmeyin.
 Mizzi Köşkü'nde Susan Philipz Sergisi

14. İstanbul Bienali, İstanbul'un her yerine yayılmış durumda. İşte Tuzlu Su Mekanları:
İstanbul Modern, ARTER, Özel İtalyan Lisesi ve Galata Özel Rum İlköğretim Okulu gibi mekânlar karma sergiye ev sahipliği yaparken, diğer tüm mekânlarda tek sanatçı ya da sanatçı topluluklarının işleri görülebilecek.
Galata-Tophane-Beyoğlu Bölgesi
-Salt Galata
-Tarihi Sümerbank Binası
-The House Hotel
-Minerva Han
-Galata Özel Rum İlköğretim Okulu
-İstanbul Modern
-Depo (Eski tütün deposu)- Tophane
-Boğazkesen'de bir otopark ve dükkan
-Masumiyet Müzesi
-İtalyan Lisesi
-The House Hotel
-Eski bir ev-Galatasaray Bostanbaşı Sokak
-Cezayir Binası
-Arter Binası
-Flo Ayakkabı Dükkanı (Anadolu Pasajı)
-Pera Müzesi
-Adahan Otel
Kabataş-Kadıköy-Büyükada Rotası
-Yeldeğirmeni'nde bir sanatçı atölyesi.
- Büyükada’da Kaptan Paşa Deniz Otobüsü
- Büyükada Halk  Kütüphanesi
-Splendid Palas Otel
- Rizzo Palas
- Mizzi Köşkü
- Troçki Evi
Şişli-Tarihi Yarımada-Rumelifeneri
-Hrant Dink Vakfı ve Agos - Parrhesia Alanı.
- Küçük Mustafa Paşa Hamamı
- Deniz Feneri- Rumelifeneri
- Riva Kumsalı
Çocuklar ve Gençler İçin Ücretsiz Eğitim Programları

Bienal kapsamında çocukların ve gençlerin sergi kültürünü geliştirmek, güncel sanata olan ilgilerini artırmak ve onları bazı temel sanat kavramlarıyla tanıştırmak amacıyla eğitim programları da yapılacak.

5 Eylül 2015

Spordaki rekabetin fitillediği “NİKA” isyanı!

Bizans İmparatoru I.Justinianos dönemi. Kostantinopolis’te araba yarışları halkın ilgisini çeken en önemli spor etkinliği.
İki yarış grubu var o zamanlar. Yeşiller ve Maviler.
İki rakibin yarışlarından sonra mavi ve yeşil taraftarları taşkınlık yapmakla ünlü. Yakıyorlar, yıkıyorlar.
İmparator, otoritesine karşı gelen ve halkı da bıktıran bu iki gruba karşı tavır alır. Alır almasına da halk imparatorun değil, taraftarların yanındadır.
Olaylar hızla gelişir. İki grubun taşkınlığı isyana dönüşür.
İsyancılar işi büyütür, mahkûmlardan bazılarının bırakılmasını, bazı devlet adamlarının ise azledilmesini isterler.
Devlet binalarını yakan isyancılar şehri harabeye çevirirler. Harap olan yapılar arasında Ayasofya, Aya İrini kiliseleri, Senato binası  da vardır.
İsyancılar sokaklarda NİKA (zafer) nidaları ile dolaşırlar. İmparator saraya kapanır ama eşi Teodora mağlubiyeti kabul etmez. İmparatoru cesaretlendirir, şehirde iç savaş başlar.
Bu isyan 30 bine yakın insanın kılıçtan geçirilmesi ile bastırılır.
Araba yarışları ile başlayan rekabet, sosyal patlamaya dönüşmüş, isyan bir çok insanın hayatına mal olmuştur.
------------------------------------------------------------------------

Kaynak: İstanbul’un 100 Önemli Olayı kitabı

1 Eylül 2015

Sivil değil, SİVRİ DARBE!

 “Harp zaruri ve hayati olmalıdır. Hayatı millet tehlikeye maruz kalmayınca harp bir cinayettir. (Kemal Atatürk)
Savaşmak zaruri ve hayati bir hal almıştı. Milletin hayatı tehlikede idi... Ve ülkemin eli silah tutanları, tutamayanları, çocukları, kadınları savaşa katıldı. Kanlarını akıtarak 30 Ağustos zaferini yarattılar. Bu Türk ulusunun zaferidir. Örtülemez... Yasaklanamaz... Hafife alınamaz ve sadece kutlanır... TÜRK MİLLETİNE KUTLU OLSUN...
Ülkemde neler oluyor anlamıyorum!. Kim ben bilirim diyebilir? Cumhurbaşkanından başka! Bu halk ile bir şey olmaz der gibi, seçimden çıkıp ertesi gün seçime gitmek neyin saygısı?  “Seni başkan yaptırmayacağız” dediği için seni siyasetten silerim tepkisi mi? Öyle bir nefret demokrasinin içinde yaşar mı? Bir telaşımız var. Hemen her şeyi her kavramı iç içe soktuk. PKK nın terör örgütü olduğu konuşuluyor mu? Terör ile hangi haksızlıkları birarada pişiriyoruz. Özgürlük ve adaleti kim ne zaman hakladı. Yok etti! Her duygunun içini boşalttık. Ve karanlığı yarattık! AKP iktidarında vatan sağ olsun cümlesi müzeye kalktı! Ne oldu da buraya kadar gelindi? Hani halkın verdiği karara saygı duyulması gerekirdi?. Siz iktidardan düşünce mi halkın seçim sandığı ile verdiği karar yanlış oldu? Kabul edilemez oldu! Yeni bir seçime gitmeyi akıl almaz bir inatla sürdüren ve sonunda ülkeyi seçime sürükleyen bu akıl ermez ısrarda çok gizli bir hesap yok.mu?.
“Ey halkım. Zaten ben Başkan gibi davranıyorum. Başkanlık sistemine geçtim. Daha fazla uzak kalmaya dayanamadım. Acelem vardı. size soramadım. Gelin olmuş bitmiş sayın bu işi. Eksik olan yasasız kalan işlerimin yasasını da siz çıkarın. Daha rahat edelim. Ben sizin babanızım. Ben ne dersem o olur .Siz de direnmeyin zorlamayın. Kabullenin!..”
Biz hangi sıra ile dertleri konuşuyoruz?. Anlayabildik mi? Ver kurtul veya vur kurtul ile de olmuyormuş!. Eğitim sıkıntısı mı? Konuşulmuyor! Bir ülkede öğretmensiz okullar ders yapamaz halde! Hepsini İmam Hatip yapıp eğitimi de halletmedik mi? 130 binden fazla öğretmen tayin bekliyor. Yaklaşık 3 milyon öğrenciye matematik, 2 milyonuna ise yabancı dil eğitimi verecek öğretmen yok. Mesele o değil ki. Bugün senin esnafını bir turisti dövmeye kalkıp dayak yerken gördük. Çok şükür. Seni dinlemekten vazgeçer ve gerçek esnaf hüviyetine dönerler! Yeni baskı araçlarını İHBAR  SÜRECİNİ heyecanla bekliyoruz. Baskı araçlarını zaman kaybetmeden devreye sokuyorsun. Yüzbaşı Kardeşini şehit veren Yarbay soruyor. Duyan var mı? Düne kadar barış süreci devam ediyordu ..Ne oldu da neden bugün savaş süreci başladı? Cevap...
Ne zaman konuşacağız?. Gündemde AKP nin reklam senaryoları var. Yalanın, olmayanın olmuş gibi anlatımları! Fukaraya sıra gelir mi?Asgari ücreti 1500 liraya çıksın dendiğinde bütçede para yok ki denmedi mi? Çare bulmak bir yana konuşamıyoruz bile. Para yok! Tamam da sonuçların değişmediği nerede ise kesin olan yeni bir seçimi Cumhurun başı neden istiyor? Milyonlarca lira fazladan harcama yapacak! AKP lilerin cebinden mi çıkacak bu para? Neden? Açıklanamayan ayrı bir hesap yok mu? Kanun kanundur diyebilen var mı? Biri var. Hem de Başkanlık sisteminin ana vatanında. ABD Başkanı Obama... İnternette de paylaşılan konuşmasında ne mi diyor?
“Size karşı dürüst olmak istiyorum. Bunu gerçekten anlayamıyorum. Ben ikinci dönemindeyim. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olarak hizmet etmek olağanüstü bir ayrıcalık. Bundan daha fazla gurur verici ve ilgi çekiçi bir iş düşünemiyorum. İşimi çok seviyorum. Ama Anayasamıza göre başkanlık için yeniden aday olamam. Aslında iyi bir başkan olduğumu düşünüyorum. Yeniden aday olsam kazanabilirim. Ama yapamam. Amerikayı ileri götürmek için yapmak istediğim daha çok şey var. Ama Kanun kanundur. Ve hiç kimse kanunun üstünde değildir. Başkan olsa bile…
Ve size karşı dürüst olacağım .Başkanlıktan sonraki hayatını dört gözle bekliyorum. Etrafımda çok geniş bir koruma olmayacak. Bu da rahatlıkla yürüyüş yapabileceğim anlamına geliyor. Ailemle daha çok vakit geçireceğim. Hizmet etmek için farklı yollar bulabilirim. Afrika’yı daha sık ziyaret edebilirim.
Gelmek istediğimiz nokta şu: Neden insanlar daha fazla görevde kalmak isterler anlamıyorum? Özellikle çok paraları olduğu halde! Bir lider sadece görevde kalmak için oyun esnasında kuralları değiştirmek istediği zaman bu istikrarsızlık ve kavga gibi riskleri beraberinde getirir. Burini’de gördüğümüz gibi. Ve bu genellikle çok tehlikeli bir yola doğrı giden ilk adım olur. Bazen lideler “ben bu millet ayakta tutacak tek kişiyim.” diyebiliyor!
O lider gerçekte kendi milletini inşa etmekte başarısız olmuş  demektir. Nelson Mendela’ya Madibaya bakın! George Washington gibi devamı sürecek olan bir miras bıraktılar. Sadece görev sürelerinde yaptıklarından dolayı değil, görevi ve gücü barışcıl yollarla başkalarına bırakmaya istekli olduklarından dolayı Afrika Birliği darbeleri ve kanuna aykırı güç transferini kınadığı gibi aynı şekilde Afrika Birliği otoritesi ve güçlü sesi liderlerinin dönem kıstasları ve Anayasalarına uymalarını garanti altına alarak Afrika insanlarına yardım edebilir.
Hiç kimse ömür boyu Başkan olmamalı! Ve ülke taze kan ve yeni fikirlerle daha iyi olacaktır. Ben hala çok genç bir adamım. Çok genç biriyim. Ama biliyorum ki taze bir enerji yeni anlayışlara sahip olan biri ülkem için iyi olacaktır. Bazı örneklere bakarsak bu sizin için de iyi olacaktır.
…………………………

Hızla koyu bir karanlığa giriyoruz. Ülkenin bir bölümünde silah sesleri ve ağıtlar kesilmiyor. Ölüyor, öldürüyoruz! Biri Başkan biri olmaya niyetli! Ne diyorlar? Başkanlığının son dönemini yaşayan ABD başkanı OBAMA. Diğeri Başkanlık rüyasından uyanamayan Recep Tayyip. Biri, ülke kan gölü içinde, karanlık yayılırken hala ben başkanım olayım diyebiliyor. Diğeri “kanun kanundur yapamam”. Bizdeki çıkmazın kaynağını, başını doğru anlamamız gerek. İşte bu nedenle darbe sadece sivil değil sivri bir darbedir. Fazlaca acıtmıyor mu

20 Ağustos 2015

ONE POTAMYA’LI!.

Söz sizin ağzınızda iken esirinizdir.  Ağzınızdan çıktıktan sonra, siz onun esiri olursunuz!

Cumhurun başında, yalana sarılıp, talana ulaşan ,Demokrasi budur deyip tek adamlığı diktatörlüğü, mubah kılan bir POTAMYALI’ var ! Anayasayı koruyacağına namus ve şerefi üzerine yemin etmiş gönlünde taht kuran gizli aşkı -başkanlık aşkı -sönmeyince, korumak şöyle dursun kınadığı  Anayasayı ve de işine gelmeyen tüm yasaları “tanımıyorum” demiştir. Birliğimizi beraberliğimizi koruma görevine dört elle sarılırken “benim bakanım, benim valim benim kaymakamım ve de benim muhtarım deme alışkanlığını terk edememiştir. Belki de hemen her şey onundur ama bizim sadece haberimiz olmamıştır! Üst üste Sarayda ağırladığı en derin dostları muhtarlar olmuştur. Söylem değişti. Benim muhtarım ifadesi daha gerçeği yansıtır hale gelmiştir. Ve benim muhbirim olmuştur. Görev kapsamı da konu komşunun mezhebine kadar ne varsa bildirin yakınlığına kavuşmuştur. Böylesine ulvi, samimi duygularla örtülmüş (!) kardeşlik bağları içindeki yurdu dört bir yanı yeniden kanamıyor mu? O hala bugün kendi yalanını gözü hiç bir görmeden savunuyor. Ve “ne mutlu şehit ailesine” diyebiliyor..
Bu filmin bedelini daha önce acıya ölümle “hani kardeştik” deyip şaşkınlıkla ödememiş miydik?.
Hemen her köşeyi, her hücreyi ele geçirme hırsı bir saniye azalmamış sürüp gitmiş, adil olan ne varsa benden değilsen adisin muamelesi görmüştür. Havuzladığı Medya gerçek yerine planlara konulmuş konuları sistemli şekilde pompalaya pompalaya her şeyi şişirmedi mi? Çevresinde biriken rant yalancılarıyla yola çıkan İktidarın Reisi önce yalana sonra miting meydanlarında Kuran’a sarılmadı mı! Daha önceki cümleler unutulmuştu.
*Elhamdüllillah şeriatçıyız (21 Kasım 1994)  *Ben İstanbul’un imamıyım (8 ocak 1995) *Benim referansım islamdır..Ve demokrasi AMAÇ değil araçtır.
Demokrasi diye haykırıyor .Adım adım hayata geçen gizli planlar. Sadece binip gelmek var! Sandığa binip geliyor! Demokrasi araç ya! Hani öbür cümle. Sandıkla gitmek! Onun lügatında GİTMEK kavramı gitmek eylemi yok ki. Ülkem demokrasi yolunda merdiven iniyor. Özgürlüğe yol almıyor! Kim çekip çeviriyor ortalığı?. Hemen her şey göstermelik. Kim farkında gerçeği?. AKP parti organlarına göre ne olursa darbe. Yolsuzluğun yolu kapalı! Bahsederseniz AKP ye darbe suçu işlersiniz. Yani gerçeğin ve adaletin özgürlüğün üstü iyice örtülü! Kaçmak zor.
Ama kaçan kim? Savcılar Celal Kara ve Zekeriya Öz. Özetle anlatırsak adaletin karanlık yüzü aydınlığa çıkar mı? Yoksa bu kaçış, kara kara düşünecek bir zamanı mı işaretliyor .17-25 aralık olayında Soruşturmayı Cumhuriyet Savcısı Celal Kara yürütüyor, koordinatörlüğünü ise Başsavcı vekili Zekeriya Öz yapıyordu. Soruşturmanın konusu “haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla örgüt kurmak, yönetmek, üye olmak, örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek, rüşvet vermek, rüşvet almak, rüşvete aracılık etmek, kaçakçılık, resmi belgede sahtecilik, suçtan kaynaklanan malvarlığını aklama, fuhuşa aracılık etmek” olarak belirtiliyordu. Suçlananlar ise 3 bakan, çocukları, AKP’li iş adamları ve Reza Zarrab’dı. Reza’nın patronu durumunda olduğu söylenen Babek Zencani ve karışmış olduğu altın ve silah kaçakcılığı dış dünyada Türkiye’nin başını ağırtacak bir şekilde gelişiyor. 17 Aralıktan çok gözden kaçan 25 Aralık .AKP hala “bunlar darbedir” şarkısını söylüyor. İnanmak gönüllü körlükle eş değer! Soruşturma ilerleyince bunlar darbe yapıyorlar dendi ve bu savcıların elinden dosyalar alındı, savcılar başka illere tayin edildi, sonra açığa alındı. Yetmedi.. Yakalama kararı çıkarıldı. Unutkanlık salgın halini aldı. Bu ülkede bakanların, çocuklarının karıştığı yolsuzluk, rüşvet olayı şıp diye unutuldu. Soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcıları, araştırmaları yapan emniyet mensupları “sanık” oldu. Hemen hepsi ya tutuklandı ya da açığa alındı. Etrafındakiler onları aramaz oldu! Bakan çocuklarını, onlarla bağlantılı olan Reza Zarrab’ı gözaltına alan dönemin Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı, yardımcısı Yasin Topçu, TBMM Soruşturma Komisyonu’na defalarca dilekçe verdi. “Bir de olayı bizden dinleyin” dediler. Kimse kulak asmadı. Savcı Celal Kara’yı kimse dinlemedi. Çünkü olay yolsuzluk-rüşvet olayı olmaktan çıkartılmış “hükümete darbe”ye dönüştürülmüştü. Soruşturmayı yürütenlerin elinden dava alınınca, dosyada eksik kalan bölümlerin tamamlanması yerine “takipsizlik” kararı verildi. Şişirilmiş kahramanlıklar yerine, incir çekirdeğini doldurmayan gerçekleri dillendiren dostlara hasret kaldık!
Bank of Amerika Merrill Lynch hazırladığı raporda özetle şöyle diyor:Türkiye ekonomisinin yüksek cari açık ortaya çıkaran modeli, dolar likiditesinin kaçınılmaz bir şekilde daralması ve daha pahalı hale gelmesi ile birlikte, artık daha fazla sürdürülemez” Sen öyle bil yabancı. Biz sürdürürürz. Süründürürüz. Bu iktidar bizim…
Tarım ülkesiyiz deyip övünüyorduk!. Etiyopya, Mısır, Bangladeş, Çin’den kurufasulye, Kanada’dan nohut ve yeşil mercimek ithal ediyoruz. Cennete gitme derdindeki Bakanlar fukarının, memurun cebine bakmıyor ki: Sadece dolardaki artış nedeniyle en düşük memur maaşı 1 Temmuz’dan bu yana 120 lira, asgari ücret ise 69 lira eridi. 12 Ağustos 2015 Dolar 2.77 lira 13 Ağustos Koalisyon için anlaşma yok. Dolar:.2.82. En düşük memur maaşı 1.811 tl. Dolar karşılığı 654… 18 Ağustos itibarıyla maaş 631 dolara indi. İnin artık durmayın.Cennet merdivenlerinde olamazsınız! Yaşattığınız cehennemi de görün!
Eğitim bir fiyasko. İmam Hatip mezunları AKP iktidara geldiği sıralarda az bir sayıda da değildi.70 bini buluyordu. Bugün rakamın 1 milyonu aştığı hesaplanıyor!. Hedef ne zaman konmuştu hatırlayan var mı? Recep Tayyip Erdoğan 29 Eylül 1994 yılında “Bütün okullar İmam Hatip Yapılacak “ demişti. Olmadı mı? Ve de ilerledik yeni teknolojiyi yakaladık, mutluluktan başımız göğe kadar yükselmedi mi? Başımız göğe değdi değecek! Belki de kabahat gene bizde. Göğü bulamıyoruz!. Kara bulutlar gölgeliyor. Şimşekler engelliyor…

İnce uzun bir hesap var! Ve gidiyoruz gündüz gece…Göremiyoruz. Çatışmanın çığlığı yaklaşıyor adım adım. Hissetmiyoruz!. Bütün yollar, sıkıntılar, umutsuzluklar onu işaret etmiyor mu? Demokrasi ve özgürlük savaşının engeli, bilinen ama engellenemeyeni! One(bir) Potamyalı!..

1 Ağustos 2015

Siyaset gülse de, anamız ağlar!

Anamız ağlamasın veya analar ağlamasın masalı ile yola çıktığımızda elde ne vardı?. Ne yaptığından neyi planladığından asla haberdar olmadığımız BABA’lar! Onlar en iyiyi bilir, en iyiyi yapardı! Şimdi ne var? Oğulları için kardeşleri için endişe dolu gözlerle ne olduğunu çözmeye uğraşan Barış umudunu yüreğinde tutmaya, yaşatmaya çalışan milyonlar... Ölüm ayrım yapmıyor ki... Alt alta yazarsak daha belirgin görülmüyor mu? Kaybettiklerimizin hepsi bizim çocuklarımız.
AKP’nin canbaza bak oyunu sürüyor. Duyduğumuza mı gördüğümüze mi inanalım! Yandaş iseniz günüllü köleliği kabullenirsiniz. Yeni bir entrika daha tezgahlanmadığını kim söyleyebilir? Terör bugün de 90 lı yıllara benzer bir tırmanışla herkesi tehdit ediyor, can alıyor, can yakıyor, analarımızı ağlatıyor ama Meclis gülüp geçer gibi araştırmak istemiyor!
Neyi doğru olarak duyduk dersiniz? Halkın haberdar olması gereken hangi gelişmeden genişçe ve doğru olarak haberimiz oldu? Entrikatör süzgeçinden hangi gerçek kurtulabildi? AKP ye ait bir Gizlilik özgürlüğü yok mu? Her ne kadar demokrasinin şeffaflık rejimi olduğu kitaplar hala yazıyor olsa da! Üç beş kişi arasında kalan gizli çözüm süreci neyi çözdü? Çözüm sürecinde konuşanlar kimdi? Neyi ne kadar konuştular? Açık ve net kim biliyordu? Çatışmasızlık sürecek dendiği için ülkemin o bölgesinde polisin karakoldan askerin kışladan çıkması yasaklanmadı mı? Bölgede devlet otoritesi bıraktık mı? Çatışmazlık yaşanmış gibi olmadı mı! Bugün dağları taşları bombalamıyor muyuz? Dün de bugün de doğru mu yaptık? Meseleyi Meclise getirip incelesek gerçeği arasak daha mı kötü olurdu?. Araştırmayı AKP oyları ile reddetmedik mi?
Tek başına bir parti kadar etkili olan Recep Tayyip Erdoğan çözüm sürecini bir çırpıda “bitti” deyip rafa kaldırmadı mı? Baldıran zehirinden bahsetmek bile cesaret isterken soruyu da soramadık. Barış sürecini kim neden ortadan kaldırdı? Barış isteyenler hangi hallerde vatan haini sayılıyor. Bilen var mı? Neyi ne kadar halka hesap vermeden yapabilirsiniz?. Hangi süreci halkın bilgisine sundular? Ne kadar süreç yaşadıysak, işin iç yüzünü anlamadan tüm bu süreçler sonlanmadı mı? Kimin millet adına süreç açıp kapama hakkı var?
Dünden bugüne geniş bir inkar süreci yaşanmadı mı? Yaşar gibi yaptık, uygar ülke vatandaşları gibi mi davrandık? Dış ülkelerde yalanlarımız yakalandı. Yok öyle şey deyip geçtik. Kim ayağa kalktı. En yakınları tarafsız ve de sorumsuz Cumhurbaşkanının başlattığı ve de bitirdiği süreçler kime sorulmuştu? Çözüm süreci onun sorumluluğunda başlamıştı. Ve sadece sorumluluk değil bu sorumluluğa iddialı bir şekilde pekiştiren baldıran zehiri garantörlüğü de eklenmişti. Ne oldu?
OY sandığı bugün de sahnede! Kim nasıl düşünüyor bilmiyorum. Ama birini tanıyorum. Hesabını her hangi bir anket firması kadar da tahmin edebilirim. “AKP nin kaybettiği iktidar koltuğunu sağlaması şart. Ve bunu gerçekleştirmek bana düşer. Ne yapıp edip iktidarda kalmalıyım” diye düşünüyor.
Ve bu yüzden tarafsız olamaz. Sorumsuz olamaz. Hatta senin işin artık bu değil. Mevcut Anayasayı çiğniyorsunuz diyenlere karşı da sinirsiz olamaz! Yeni bir ENTRİKA, günü kurtaracak bir formül ağızlarda ıslanmadan gizlice, yeniden iktidara taşıyacak bir OY avına çıkılabilir!
Sahne önünde dostlara koalisyon için elden ne geliyorsa yapılıyor vodvili sergilenirken sahne arkasında el altından seçime hazır olun talimatı teşkilata dağıtılıyor. Yazı benim imzamı taşımıyor. Bir yandan CHP ile koalisyon pazarlığı yapıyor görünen AKP nin kaç yüzlü olduğunu da anlatmıyor mu? AKP Genel Başkan Yardımcısı Beşir Atalay gizli belgesinde ne mi diyor (Taraf gazetesi) Tüm teşkilatın erken seçim için hazır olmasının istendiği yazı 23 Temmuz’da yollandı. Millet o sırada koalisyon olacak, seçimde verilen “birlikte olun” mesajı gerçekleşecek, ve daha kavgasız günler yaşayacağız diye bekliyor!. Beşir’in derdi sadece OY değil mi? Oyyyyyyyyyy oy!
“Özellikle güvenlik konusunda acele açıklama yapılmaması istendi. Başbakan’ın ve hükümet sözcüsünün açıklamalarına paralel konuşun talimatı verildi. Partimizin tek başına iktidar olacak çoğunluğa ulaşamaması negatif bir psikoloji oluşturmuştu. Bu süreçte 7 Haziran akşamı balkon konuşması ile başlayan ve sonrasında verilen mesajlarla hem söylem üstünlüğü hem de %41’in psikolojik üstünlüğü sağlanmıştır. Doğru siyasi hamlelerle karşımızda oluşturulmak istenen %60’lık blok dağılmıştır. TBMM Başkanlığı Seçimi iyi yönetilmiş ve başarı sağlanmıştır. Bu partimiz ve tabanımız için büyük moral üstünlük sağlamıştır. Açıldığı günden itibaren TBMM’nin çalışması bizim insiyatifimizde olmuş, yapılmasını istediğimiz düzenlemeler yapılmıştır.
Sevgi ve onunla gelen barış hiç kimsenin insafına bırakılmayacak kadar kutsaldır. Haktır. Benim memleketimin hiç bir yerinde hiç bir çocuk, hiç bir genç, hiçbir asker, hiç bir polis, hak arayan  derdini anlatmaya çalışan hiç bir genç, hiç bir gösterici ölmesin... Hiçbir siyaset bizim isteyeceğimiz şekilde bir barışı kendiliğinden bize bayram şekeri gibi sunmaz. Elele verip Barış’ı istemeyi, bizim adımıza ölümlere yol açacak atılımları önlemeyi öğrenmeliyiz. Bizim gözlerimizi kapamamız, görmezden gelmemiz Uluslararası mahkemelerin İŞİD ile yapılan petrol alışverişini TIR lara yüklenen silahların sevkini unutturmuyor! Yavaş yürüse de dünya terör sempatisini affetmiyor.
Yanlışı siyaset erbabı yapar, cezayı gene halk olarak biz çekeriz. Siyaset zaman zaman gülse, güler gibi yapsa da benim ülkemin insanları baskıya, yalana, talana karşı bir yumruk gibi duramıyor! Ve belki de bu nedenle siyaset, sandıktan çıkar çıkmaz ağlamasın dediği anamızı ağlatıyor!.