27 Aralık 2007

2008 yılını karşılamağa hazırlanırken!...

Yeni yıla girerken bazen lapa lapa kar yağardı. Tüm yılbaşı kartlarında "kar" sembol olarak kullanılır. Geçen yıl gelmedin. Susuzluktan kıl payı kurtulduk. Ne olur bu kış gel ve barajları doldur. Özlettin kendini artık!...
Yıllardıryılbaşı hep tartışılmıştır ülkemizde. 2008 yılı gelirken yine aynı tartışmaları görürsünüz ortalıklarda.
Oysa yılın birinci günü tartışmaları beni hiç ilgilendirmiyor.
Işıklarla donatılmış çam dalları, hediyeler, gece yarısı yemeği. İsa’nın 25 Aralık’ta doğması, Beytüllahm'da bir ahırda dünyaya gelişi beni hiç ilgilendirmiyor.
Yılbaşının Îlkçağ'dan beri, Güneş'in doğuşunu selâmlamak amacıyla çeşitli eğlenceler düzenlenerek karşılaması, eski Mısırlılarda aynı gün, ışığı temsil eden yeni doğmuş bir çocuğu kutsamaları, Tanrı Mitra'ya tapan Eski İranlılarda ise 25 Aralık'ın kutlanması beni hiç ilgilendirmiyor.
IV. yüzyılda Hıristiyan kilisesinin, bu puta tapma inancı yerine, aslında gerçek tarihi bilinmeyen İsa'nın doğumunu kutlamayı benimsemesi, beni hiç ilgilendirmiyor.
Çiçeklerle, mumlarla, rengârenk süslerle bezenen çam ağacının, Kelt papazlarının tanrıları için süngülerini astıkları meşe ağacının yerini almış olması, sonra da bu ağacın Ortaçağ'da, dinsel konulu sahne eserlerinde cennet ağacı olarak ortaya çıkması beni hiç ilgilendirmiyor.
Kuzey ülkelerinde eski bir geleneğe göre, her evde bütün Noel gecesi boyunca Güneş'in geriye dönüşünü hatırlatmak için kocaman bir odunun yakılması, İsveç'te bugün de genellikle ocaklarda yakılmakta olan bu odunun yerini bazı Batı Avrupa ülkelerinde, 24 aralık akşamı, yani Noel günü ailece yenmek üzere yapılan Noel pastasının alması beni hiç ilgilendirmiyor.
Ülkemizde bir kısım insanların "bu geceye mahsus bir faâliyete katılmanın câiz olmadığını" söylemeleri, bir kısmının da "Dünya’nın kutladığı ve eğlendiği bu geceye katılmakta ve eğlenmekte bir sakınca bulunmadığını "söylemeleri beni hiç ilgilendirmiyor.
Türkiye'de yılbaşının 1935 yılından beri tatil günü olması beni hiç ilgilendirmiyor.
Yılbaşında ağaç süsleme geleneğinin ta Mezopotamya’dan gelmesi, ağaçları kutsal sayan Asurlularda yaprağını dökmeyen çam, servi gibi ağaçların bereketin ve ölümsüzlüğün simgesi sayılması beni hiç ilgilendirmiyor.
Yılbaşı kutlamalarının Osmanlı’da 1829’da başlamış olması, o yılbaşı İngiliz elçisinin Haliç’teki bir gemide büyük bir balo vermesi, davete katılan Serasker Hüsrev Paşa’nın eğlenceleri saraya ballandıra ballandıra anlatması beni hiç ilgilendirmiyor.
Refik Halit Karay’a göre mütareke devrinde Beyaz Rus akını başladıktan sonra yılbaşı kutlamalarının ülkemizde de başlaması, 1926 yılının son günü ilk kez Elektrik İdaresi’nin gece yarısı kentin ışıklarını "bir dakika" söndürmesi, 1931’de Teyyare Piyangosu’nun ilk özel yılbaşı çekilişi düzenlemesiyle yılbaşı eğlencelerinin yerleşmesi beni hiç ilgilendirmiyor.

Diyeceksiniz ki peki seni ne ilgilendiriyor?
O gece ailemle birlikte olmayı,
O gece mutlulukları, sevgiyi paylaşmayı,
O gece tüm dostlarımın ömür boyu mutlu olmalarını,
O gece dostlarımla bir çok güzellikleri paylaşmayı, iletişim kurabilmeyi,
O gece yeni yılın tüm insanlık için barış, huzur sağlıklı bir yaşam getirmesini,
O gece insanların paylaşmanın güzelliğini öğrenmesini,
O gece kavgaların, kısır çekişmelerin bitmesini,
O gece çocuklarımızın, gelecekte bizden daha güzel günler görmesini "dilemek ilgilendiriyor."
Peki sizi neler ilgilendiriyor acaba?

24 Aralık 2007

Can torun el öpmeğe gelince!....

Can torun bize gelmiş.
Gülen bir çift göz. Babasının omuzundan bilmiş bilmiş bakıyor.
Tombul yanaklar. İnsanın sıkası geliyor. Belli ki anne sütü yaramış.
Yeni yeni çıkan saçlar. Kimbilir nasıl gür olacak bu saçlar.
Yuvarlak bir yüz. Annesi gibi.
El öpmeye gelmiş. Punto dedesinin elini öpecek.
Ama o süt peşinde. Vızıldıyor hemen.
Kucağa alışmış bile. Alışsın bence. Annesinin, babasının sıcaklığını her zaman kalbinde hissetsin.
Can torun bize gelmiş.
Maşallah!. Kırkbir kere maşallah!...
Bahtı açık olur inşallah!...
Can torun Punto dedesinin kucağında. Bu ilk buluşma. İlk sevgi bağının kurulduğu an. Bu buluşmalar umarım yıllar boyu devam eder.

21 Aralık 2007

Sobe oyunundan Mete’ye öğütlere!....

Sevgili Aslı beni sobelemiş. Sanırım bazı sorular var cevaplanacak. Ben, Aslı ’nın hoşgörüsüne sığınarak farklı bir bakış açısı getirmek istiyorum bu oyuna.
Emekliliğini yaşayan biri olarak bazı prensiplerimi, yaşam felsefemden bazılarını sevgili torunum Mete’ye hitaben yazarsam, kimseye öğüt vermemiş olurum değil mi?
Ülkeni sev: Aklın diğer ülkelerde olmasın. Oralara git, bilgileri edin ama o bilgileri ülken için kullan.
Bayrağını sev: Millet olmanın en önemli unsuru bayraktır. Bayrağını sev, onunla gurur duy. Onun uğruna canını veren şehitlerimiz olduğunu unutma.
"Ne mutlu Türküm" diyeni sev: Atatürk’ün bize bıraktığı en büyük miras, ümmet bir toplumdan yarattığı millettir. Cumhuriyet'tir. Cumhuriyet’e sahip çık. "Ne Mutlu Türküm" diyeni sev. Unutma ki buradaki Türklük kavramı ırkçılık değildir. Milleti yaratan çimentodur. Bunu unutma, unutturma.
Yardımlaşmayı prensip edin: Hiçbir karşılık beklemeden hayatım boyunca yardım etmeyi ilke edindim. İş hayatında, özel hayatımda. Hatta bazı yardımlarımın yardım ettiğim kişiler tarafından bilinmemesinden mutluluk duydum. Sen de paylaşmaktan çekinme. Yardımı esirgeme.
Alçak gönüllü ol: İş hayatımda ve özel yaşantımda alçak gönüllü olmayı prensip edindim. Bir çok projemin birileri tarafından alınıp sahiplenmesine göz yumdum. Önemli olan o projenin şöyle veya böyle hayata geçmesi diye düşündüm. Sen de yüksekten bakma.
Fedakarlık özelliğin olsun: Çıkarlarım çatıştığında bile dostlarım için fedakarlık yapmayı mutluluk saydım. Sen de say.
Detaylara dikkat et: Özellikle iş hayatında doğruyu, yanlışı belirleyebilmek için en ince noktaya kadar araştırmayı benimsedim. Kulaktan dolma bilgilere güvenmedim. Sen de araştırmadan karar verme.
Dedikodulardan uzak dur: Dedikodulardan hep uzak durdum. Yanımda birilerinin çekiştirilmesine izin vermedim. Sen de verme.
Mesafeli ol: Özellikle iş hayatımda herkesle mesafeli olmaya özen gösterdim. Bunun çok faydasını gördüm. Sen de mesafe koymayı benimse.
Hak geçirme: Yöneticilik yaptığım dönemlerde çalıştığım insanlara eşit davranmağa çalıştım. Sen de yönetici olursan bu prensibimi unutma.
İşte benim hayat görüşlerim. Önümüzdeki bilinmeyen yollarda Mete’nin başına neler gelir bilemiyorum. Umarım benim prensiplerimden bazıları kulağına küpe olur ve o da benim gibi prensipleriyle yaşar.

15 Aralık 2007

Bağışın gerçek adresi Mehmetçik Vakfı!...

Bizim sitede bir geleneğimiz var. O cumartesi bir işimiz yoksa site yönetim odasında toplanırız. Genelde biz gazeteciler ve birkaç dostumuzla birlikte.
Sitenin sorunlarını tartıştığımız bir gündür cumartesileri.
Bu cumartesi bir misafirimiz vardı; Mehmetçik Vakfı’nın Maslak akaryakıt istasyonu (Opet) müdür yardımcısı Emekli Yarbay İlhan Çakır.
Çakır, bize vakfın çalışmaları ile birlikte Maslak Opet akaryakıt istasyonu ilgili de bilgi verdi. Bunları biliyor olabilirsiniz; ama yine de bilmeyenler için sizlerle paylaşıyorum bu bilgileri:
Maslak Opet’in tüm geliri Mehmetçik Vakfı’nın. Türkiye’de en çok cirosu olan istasyon. Halkımızın ordusuna olan sevgisinin tipik göstergesi.
Vakfın Türkiye genelinde üç istasyonu var; Biri Maslak’ta diğer ikisi karşılıklı olarak Kurtköy'de. Bunun dışındaki Opet’lerle bir ilgisi yok vakfın. Diğer Opet’lerin yüzde ellisi Koç grubunun, yüzde ellisi de Öztürk ailesinin.
Emekli Yarbay Çakır, bize kurban bağışları ile ilgili de geniş bilgi de sundu. Kesilen kurbanların etlerinin sadece şehit ailelerine dağıtıldığını anlattı.
Biz aile olarak, kurbanın kesilmemesi şartıyla vakfa bağış yapıyoruz.
Bu bağışı yaptığımız için de mutluyuz. Biliyoruz ki bu bağışlar gerçek yerlerine gidiyor.

Bu vesile ile tüm dostlarımın Kurban Bayramı'nı kutlarım.

9 Aralık 2007

"İlk olma" ve bir balıkçılık hikayem!...

Anılarımın geçtiği yerle ilgili fotoğrafı yeni buldum. Yalı gezisi sırasında gençliğimin geçtiği bu alanın fotoğrafını çekmiştim. Aklıma yeni geldi ve hemen yazının girişine yerleştirdim görüntüyü.
Hepimizin bildiği bir gerçek vardır; Askerlik hatıraları ve avcı hikayeleri bitmez. Ben buna bir de balıkçılık hikayelerini ekliyorum. Benim de balıkçılık hikayelerim bu gidişle bitmeyecek gibi görünüyor.
Hazır çiroz hikayesini, “gümüş gümüş” diye bağıran kabzımalı size anlattım.Şimdi de unutamadığım bir balık avı gününü sizlerle paylaşayım;
Yine 60’lı yıllar. Rahmetli arkadaşım Demir’i tanıdınız. Onunla dört yıl olta balıkçılığı yaptık.
Anlatacağım anı bu kez “ağ”la ilgili.
Biz Demir’le balık tutarken akşamdan ağ atıp sabah çekmeği de ihmal etmiyorduk.
Benim bir tekir ağım vardı. Aslında fanyalı ağdı ve tekir ağından daha da derindi. Şimdi diyeceksiniz ki tekir ağı da nedir? Her balığa göre ağ mı olur? Evet, her balığa göre farklı ağ kullanılır.
Ben önce tekir ağını tarif edeyim;
Tekir ağı üç ağın yan yana gelmesinden oluşur. Ağın alt kısmında kalın bir ip vardır ona kurşun yaka denir. Bu ipe belirli aralıklarda kurşun konur. Kurşun yakası ağı dipte tutar. Ağın üst kısmındaki ipe de mantar yaka denir. Mantarlar da belirli aralıklardadır ve ağı yukarı doğru çeker. Ağ böylece dipte dik durur.
Tekir ağı üç ağdan oluşur demiştim. Ortadaki ağın gözleri küçüktür. Yüksekliği de iki yanındaki ağlardan daha fazladır. İki yandaki ağların gözleri ise büyüktür. İçinden balıklar rahatça geçer.
Üç ağa ne gerek var derseniz, şunun için gerek vardır; tekir, barbunya, dil, pisi, mercan gibi dip balıklarının başları gövdelerinden daha büyüktür. Normal tek bir ağ varsa ve gözlerden balığın başı geçiyorsa gövdesi de ağa takılmadan karşı tarafa geçer. Örneğin istavritin başı küçük, gövdesi büyüktür. Baş ağa girince gövde geçemez. Balık geriye de dönemez, ağa takılır.
Biz gelelim tekirlere.
Tekir geniş gözlü ağdan rahatça geçer. İkinciden geçemez, ileri doğru iter. Ortadaki ağ bol dökümlü olduğu için üçüncü geniş gözlü ağın içinden geçip torbalanır. Böylece balık torba içinde kalır ve yakalanır.
Balıkçılık yaptığımız dönemlerde Beşiktaş iskelesinin yan tarafı. Hikayemle ilgisi yok ama denizle ilgili fotoğraf olması yeterli bence.
Tüm bunları neden anlattım?
Demir’le tekir ağımızı –yaklaşık 50 metre kadardı- her akşam Galatasaray’ın ilk kısmının parmaklıklarına bağlıyor ve sahile dik bir şekilde bırakıyorduk. Çoğu kez izmarit tutuyorduk.
Ağı her sabah erkenden çekiyorduk. Zira gün ışıyınca yakalanan balıklar yengeçler, deniz minareleri için ziyafet oluyordu.
Yine bir akşam ağı denize bıraktık, ertesi sabah çekmek üzere sandalı indirdik. Ben yine küreklerdeyim.
Demir önce ağın ipini yavaş yavaş çekmeğe başladı. Ağ gelmiyordu, “bir yere takıldı bu lanet şey” diye bağırdı Demir. Aceleciliği meşhurdu. Olamaz diye düşündüm hemen. Günlerdir aynı yere bırakıyorduk ağı. Dipte takılacak bir şey olmaması gerekirdi.
Kürekleri bıraktım, ben de yardım etmeğe başladım.
Ağ yavaş yavaş geliyordu ama canımız çıkmıştı, henüz ağ görünmemişti.
Milim milim çektik ipi. Şöyle başımı dibe doğru uzattım. Gözlerime inanamadım, aşağısı bembeyazdı.
“Demir balık. Aşağısı balık dolu” dedim. Nutkumuz tutulmuştu. Demir de balıkları görünce bir çığlık attı. Kollarımıza sanki güç şırınga edilmişti. Hevesle asıldık ağa.
Ağın ucuna ulaştık. Ağ “uskumru” doluydu.
Avcı palavrası sanmayın. Ağın her gözünde balık vardı.
Uzatmayayım ağın tamamını kayığın içine aldığımızda batmak üzereydik
Zar zor kıyıya yanaştık. Okul çocuklarının yardımıyla balık dolu ağı rıhtıma çıkardık.
Başladık ayıklamağa. Sabah başladığımız balıkları ağdan çıkarma işi, gece yarısına kadar sürdü.
Ne yapacaktık bu kadar çok balığı?
Ortaköy’den bir balıkçıya haber verdik. Çavalyelerle (bir nevi sepet) geldi gece yarısı balıkları satın aldı bizden. İyi para kazanmıştık.
Ha unuttum; biz balıkları ayıklarken Demir’in abla dediği evde çalışan hanım, bize sürekli mangalda balık kızarttı, hem yedik hem balık ayıkladık. Ne gündü!...
Buraya kadar anlattıklarım bir anı. Bundan sonra anlatacaklarım daha önemli bence.
O gece balıkları çıkardıktan sonra ağı hemen denize bıraktık. Tuttuğumuz balıklar iştahımızı kabartmıştı.
Gece heyecandan uyuyamadım; sabah erkenden Demir’lerin yolunu tuttum. Sahile indiğimde gözlerime inanamadım; yüzlerce balıkçı teknesi sahildeydi. Bir metre ara ile yüzlerce ağ vardı rıhtımda.
Balıkçı teknelerinden biri de dayımların teknesiydi. Dayımın oğlu beni görünce sevindi. “Ağabey burada dün gece uskumru almışlar. Haberin var mı? Nereden almışlar balığı?” Diye sordu. “Biz aldık o balıkları ama kaldı mı ki balık” dedim.
Evet dostlar. Sonuç mu diyorsunuz?
O gün balıkçılar tek bir balık bile tutamadı. Bizim ağda da izmaritlerden başka bir şey yoktu.
Atı alan Üsküdar’ı geçmiş, ilk vuran, ilk hamleyi yapan kazanmış, ilk olmanın kaymağını yemiş, balıkçıların tabiriyle “voli"yi vurmuştuk.”
Hayat da öyle değil midir?

4 Aralık 2007

İşte Beşikdüzü Köy Enstitüsü albümü!...

Beşikdüzü Köy Enstitüsü müzik öğretmeni Mehmet Ali Kamacıoğlu’nun anılarını fotoğraflarıyla birlikte sizlerle paylaşmıştım. (Bakınız :Nisan 2007)
Şimdi elimde Beşikdüzü Köy Enstitüsü ile ilgili bir albüm var.
“Hikayesi Bitmedi” adlı bir albüm.
Albümü, Köy Enstitülerini Araştırma ve Eğitimi Geliştirme Derneği ( KAGEV ) hazırlamış. Albümde Beşikdüzü Köy Enstitüsü ile ilgili bilgiler ve anılar var.
Albümün en çarpıcı yanı o dönemi yansıtan fotoğraflar.
O dönemi anlatan 150’ye yakın fotoğraf, yaşayan öğrencilerden, ailelerinden alınmış. Özel dünyalardan çıkmış, albümle birlikte tarihin derinliklerine belge olarak bırakılmış.
Fotoğraflara baktıkça ülkenin geleceğine imza atacak büyük bir projenin nasıl yok edildiğini daha iyi anlıyor insan.
Albümün önsözünde yer alan şu cümleler “projenin” anlamını çok iyi anlatıyor;
“Köy Enstitüleri okul değildir. Atatürk’ün amaçladığı ideal, çağdaş uygar bir toplum yapısının küçültülmüş bir modeli olan yaşam ortamıdır.”
DEĞİŞİMİN FOTOĞRAFLARI: Gümüşhane’den Enstitü’ye kaydolan bu kızlar üçüncü dönemin öğrencileri. Okula böyle gelmişlerdi. ( Üstteki fotoğraf); Gümüşhaneli kızlar Enstitü’ye girdikten sonra bu kıyafetleri giydiler. (Alttaki fotoğraf).
ORKESTRA ÇALIŞIYOR: Beşikdüzü Köy Enstitüsü konser için çalışıyor. Orkestrayı yöneten müzik öğretmeni Mehmet Ali Kamacıoğlu.
ESTİTÜ ÖĞRENCİ ORKESTRASI: Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nün orkestrası bir çalışma öncesi öğretmenleri Mehmet Ali Kamacıoğlu ile.
DİKİŞ ÖĞRENEN ÖĞRENCİ: Okulda her bir öğrenci bir meslek öğrendi. Açık havada dikiş diken bu öğrencinin ciddiyeti öğrenme azminin bir göstergesi.
AT TERBİYESİ ÖĞRETİLİYOR: Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nde her türlü öğreti vardı. Öğrencilere at tımarı bile öğretiliyordu.ZİRAAT DERSİ: Ziraat başı Münir Yücel ve Leyla Şimşek öğrencilere ziraat için için gerekli araçların nasıl kullanılacağını öğretiyorlar.
ÜRETMENİN MUTLULUĞU: Öğrenciler dolap yapıyor. Öğretmenlerinin nezaretinde marangozhanede üretilen dolaplar daha sonra satılıyor, enstitüye gelir sağlanıyor.
BALIK AĞLARI ONARILIYOR: Balık tutarken yırtılan ağ öğrenciler tarafından onarılıyor. Onarım dersini balık usta öğreticisi Fehmi Reis veriyor. Tutulan balıklar satılıyordu.
TAVUKCULUĞUN İLK ADIMI: Beşikdüzü Köy Enstitüsü’de kümes hayvanları ile ilgili çalışmadan bir görüntü. Öğrenciler bu konuda da eğitiliyorlardı.
Elmas Kutlu ve Enstitü yıllarını anlatan şiiri.
Albümü hazırlayanlara ne kadar teşekkür edilse azdır. Ülkemizin geldiği bu günleri gören birileri olarak yapılan işin ne kadar önemli olduğunu vurguladıktan sonra bu konuda başta KADEV Başkanı Doç. Güler Yalçın’ı, onunla omuz omuza çalışan Prof. Filiz Kamacıoğlu’nu, dernek üyelerini ve emeği geçen herkesi kutlamak gerekiyor.
Punto Amca’nın önemli notu:
Albüm 1500 tane basılmış. Büyük bölümü satışa çıkarılmış. Satıştan elde edilecek gelir derneğin bu konudaki diğer çalışmalarına güç katacak.İlgilenen dostlarımız varsa 0212 292 00 69-70 nolu telefonlardan bilgi alabilirler.

Altına imzamı attığım bir Özdil yazısı


Gazeteci Karnesi

GAZETECİLER tartışılıyor...
- Şu iyi.
-Bu kötü.
- Falanca bizden.
- Filanca değil.
Niye biliyor musunuz?
*
Türkiye’de "üç hayati işi" canı çeken herkes yapabilir de, ondan... Siyaset.Müteahhitlik.Gazetecilik.
*
Mesela, yoldan geçen bir avukatı, kolundan tutup, "gel şunu değiştir" diye, böbrek nakli ameliyatına sokamazsınız...
Veya, bir cerrahı yakalayıp, "iddianameyi yazıver" diye, savcılık makamına oturtamazsınız... Balıkçı, jeofizik bilmez.Türkücü, statik hesabından anlamaz.Ama ...
Bunların hepsi, gazeteci, siyasetçi ya da müteahhit olabiliyor bu ülkede.
*
Onun için... Binalarımız çöküyor. Onun için...
Başbakan, "20 milyon satan bir gazete" yapılabileceğini düşünüyor.
"İstesem, en yüksek gökdeleni yaparım" da diyebilirdi.
*
Onun için TMSF müfettişleri bile gazete yönetebileceğini sanıyor ve yönetiyor.
Onun için imam, köşe yazabiliyor.
Onun için tavernacı, futbol yorumluyor.
Onun için cebinde sarı basın kartı taşıyan bakkal var.
*
"Gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur" palavrası da, buradan çıkmıştır zaten...
Hiçbir "bilimsel kritere" dayanmadığı için, "ana rahmi"ne dayandırılır!
*
Sorun tanıdığınız varsa, "o haberi neden 5 sütun ya da 6 sütun değil de, 7 sütun verdin" diye, mantıklı cevap veremez.
"Niye senin logon, yeşil-kırmızı değil de, mavi-siyah" de, açıklayamaz...
Bilmez ki okur, mesela, askerlik üzerine atıp tutanların hangileri askerlik yapmıştır, hangileri raporludur...
Düne kadar adı bile geçmeyen insanlar, nasıl olur da, başyazar olur, genel yayın yönetmeni olur, merak etmez...
Okuduğu haberleri anchormanler mi hazırlar?Bakın acı bir örnek vereyim...
Daha önce çalıştığım "çok önemli" bir gazetede, iki yazar vardı.
İkisi de ödüllü, ikisi de ağır abi, ikisi de cemiyet üyesi...
Ama, yazılarını kendileri değil, başkaları yazıyordu!
Bir gün "meslek ahlakı" üzerine kavga ettiler aralarında...
Biri dedi ki, "Yazılarını kendin bile yazmıyorsun, ne konuşuyorsun?" Öbürü cevap verdi: "Ben hiç olmazsa, yazılarımı kimin yazdığını biliyorum, sen onu da bilmiyorsun!"
*
Gazetecilik meslek değildir.Tartışılmayan gerçek bu.

3 Aralık 2007

En çok karıştırdığımız "ki" eki ve "ki" bağlacı

Doğru Yazalım, Doğru konuşalım, Dilimizi koruyalım etkinliğimizin ev sahibi Sevgili Nane ve limon. Nane ve limon , "ki" bağlacı ile "-ki"ekini incelemiş ve yazısına şu cümlelerle başlamış:
"DDD etkinliği için, konu olarak, yazarken ayrı mı, bitişik mi yazılmalı diye tereddüt ettiğimiz "ki" bağlacı ile "-ki" ekinin yazımını seçtim. Şu hususu bir kez daha belirteyim. Dil konusunda uzmanlığım yok. Sadece Türkçe'yi doğru kullanmaya çalışan biriyim".
Tereddüt ettiğimiz "ki" bağlacı ile "-ki"ekini petiştirmek için Nane ve limon'u ziyaret etmeniz yeterli.