31 Temmuz 2012

RİZELİ ZEKERİYA AĞABEYDEN İNCİLER!

Muharrem Kaptan yazıyor


Zekeriya Ağabey bizim Rize’deki akrabalarımızdan en şakacısı idi. Rahmetlinin Üsküdar’da dükkânı vardı. Önce SEK ürünlerini sattı, sonra dükkânı yüncüye çevirdi. İş çıkışlarında ona uğrar, sohbet ederdik.
Zekeriya Ağabey Çayeli hastanesinde ambulans şoförlüğü yapıyormuş. Öğlen tatilinde doktorlar yemeğe çıkmış. Arabayla yukarı köylerden bir hasta getirmişler, ağrısı varmış . Elindeki ağrı kesici ilaç hastaya vurulacakmış. “Doktor ve hastabakıcılar yemeğe gitti biraz bekleyin” demişler. Hasta “bekleyemem çağirun doktoru hemen gelsun” diye bağırıp çağırıyormuş. Ne dedilerse dinletemiyorlarmış.
Bunun üzerine Zekeriya Ağabey oradan bir beyaz önlük giymiş, hastanın yanına gelmiş “söyle emice derdin nedir” diye sormuş. “Ağrım çok doktor bey habu iğnemi vur” demiş. Zekeriya ağabey; “elinden ampulleri aldım. İğne kutusundan en büyük şırıngayı seçtim, ilacı çektim, “emice yat bakayım” dedim.Sonra “bismillah” diyerek iğneyi sapladım, ilacı bastım.
Adam gitti. Ertesi gün yine geldiler. Mesai saati olduğu için hastabakıcılar iğnesini yapmak istedi, o itiraz edip “siz da kimsunuz, ben dunki doktorii stiyirum, onun eli da hafif hem da ağrim geçti” diyordu.Zorla ikna edip iğnesini yaptılar.
Zekeriya Ağabey’ e “iğneyi yaparken hiç çekinmedin mi, ya sinire gelseydi”dedim. Cevabı “emice kocaman bir adamdı , tepsi gibi gerileri vardı. İğneyi nasıl basarsan bas, boş lop ete geliyordu, onun için bir sorun çıkmazdı. Zaten çok bağırdığı için kızmıştım da ona” oldu.


BOMBA İLE KEFAL AVI


Zekeriya Ağabey’in ambulans şoförlüğü yaptığı dönemlerde Hastane
başhekimiyle dolayısıyla belediye başkanı, savcı gibi mülki amirlerle de arası çok iyiydi. O zamanlar denizlerde balık çoktu. Kefale dinamit atıyorlardı. Belediye başkanı Zekeriya Ağabey’e “bir hafta sonu gelelim de bize balık yedir” demiş. O da “dinamitim yok, verirsen balık yeriz” demiş. Belediye başkanı birkaç lokum dinamit göndermiş. Lokumları kesip hazırlamış. Kimisine patlatıcı kapsül koymamış, bir tane de içinde dinamit olmayan sadece fitilli dinamit şeklinde kâğıt hazırlamış.
Pazar günü misafirleri gelmiş. Belediye başkanı , savcı, başhekim ve bir iki kişi Çayeli’nin tanınmış kişilerinden varmış. Sandala binip denize açılmışlar. Zekeriya Ağabey anlatıyor;
“Balık aramaya başladık. Gördüğümüz balıklara dinamit atıyordum, ölen balıkları dalıp çıkarıyordum. Kapsül olmayan dinamitler patlamıyordu. Eyvah bu dinamit çürük çıktı diyordum, ama oraları işaretliyordum. Dinamit bulmakta zorluk çektiğim için onları sonra alacak, kullanacaktım. Neyse kimi boş kimi dolu diyerek epeyce balık toplamıştık. Artık sıra içinde dinamit olmayan fitile gelmişti. Yine bir balık sürüsü gördük, fitili tutuşturdum, sendeler gibi yapıp elimden sandalın içine düşürdüm. Başta savcı bey olmak üzere hepsi bende dahil denize atladık, dibe daldık ha patladı ha patlayacak nefesi biten çıkıyor yine dalıyordu, patlama bir türlü olmuyordu. Biraz sonra artık patlamaz deyip suyun yüzüne çıktık.
Ben sandala çıkıp o kâğıttan yaptığım bombayı denizde uzak bir yere fırlattım. Hepsini sırayla sandala aldım. Birbirlerine geçmiş olsun diyorlardı. Utancımdan o bomba değildi diyemedim. Ama o elbiseli halleriyle dibe dalmaya çalışmaları gözümün önüne gelince gülmekten katılıyordum. Ama çok kötü bir şakaydı tam eşek şakasıydı.


Zekeriya Ağabey’i rahmetle anıyorum.

28 Temmuz 2012

"Yetim yavrular"a kucak açan anne kedi!

Bahçemizde bulduğumuz "yetim kedi yavrularını" bir süre biberonla besledikten sonra doğum yapan bir başka kedinin yanına iliştirdik. Anne kedi önce bir tısladı bize, sonra ayağını kaldırdı, yetimlere memelerini açtı.
Yuvalarını yaptık. Yemeği suyu eksik etmiyoruz.

Bekliyoruz artık. Ne olacak?
Bakalım, yetimler diğer yavrularla birlikte "kardeş kardeş" büyüyecekler mi?

25 Temmuz 2012

Davetsiz misafirleri hayata döndürme çabalarımız!

Yazlıktayız. Her tarafımızdan miyavlama sesleri geliyor. Normal karşılıyoruz ve yine bir kedi doğurdu diyoruz, aldırmıyoruz.
Biliyoruz ki anne kedi yavrularına sahip çıkar. Hele geçen yıl çatıda doğuran bir kedinin yavrularına süt götürmek için erik ağacından çatıya atlayışını gördükten sonra.
Seslere aldırmıyoruz ama burnumuzun dibinden gelen ciyaklamalar ilgimizi çekiyor. Ön bahçede otların arasında iki yeni doğmuş kedi yavrusu buluyoruz.
Eşim bir kutuya koyuyor yavruları, iki gün anne kediyi bekliyoruz.
Ne gelen var ne de giden.
Terk edildiklerini anlıyoruz ama kim terk etti?
Anne kedi mi, yoksa bahçesinde doğum olan bir iki ayaklı hayvan mı gelip bırakmış bizim bahçeye?
Şimdi bunun sırası değil. Hadi bakalım iş başına.
Önce sütlü pamukla besleme çabaları. Ardından veterinere telefon. Arabaya atla. Doğru veterinere. Küçük biberonlardan alış ve süt emzirme gayretleri.
Bir karton kutudan yuva. Erkek kedilerden ve köpeklerden koruma duvarı.
Bakalım bu davetsiz misafirlerimizi hayata bağlayabilecek miyiz?

21 Temmuz 2012

Bozuk mahsul sokuşturanlar, iyi okuyun bu yazıyı!

Hep bir korku vardır içimizde, çarşıda, pazarda, alışveriş yaptığımız her yerde. Acaba aldığımız mal bozuk mudur diye?.
Esnafa güvenimiz yoktur. Neden yoktur, zira hepimiz bir şekilde kazık yemişizdir. Bu kazığı atanların içinde dini bütünler de vardır. Cuma namazlarını kaçırmazlar ama müşterisini de kazıklamadan duramazlar.
Halbuki Kuran öyle demiyor. Ne mi diyor?
Şöyle diyor Bakara Sûresi, cüz 3, süre 2 267 ayet:
“Ey iman edenler! Kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız mahsullerin iyilerinden Allah yolunda sarf edin. Kendinizin, ancak göz yumarak alabileceğiniz bayağı şeyleri vermeye yeltenmeyin. B ilin ki Allah ganidir, övülmeye lâyıktır”.
Ne dersiniz?

16 Temmuz 2012

Kuran’dan bir ayet ve iftar çadırları!

Ramazan geldi çattı. Belediyelerin iftar çadırları yarışı da başlıyor haliyle. İftar çadırları ile birlikte sokak iftarları da gündemde olacak.
Bakalım en fazla kişiye kim iftar yemeği verecek?
Medyada bol bol haberler. Şu belediye şu kadar kişiye iftar yemeği verdi.
Tabii zenginlerimizin adları da unutulmayacak. Bilmem kim bu çadırdaki yemeği düzenledi. Bilmem şu holding şu çadırda yemek verdi.
Bunların hepsi güzel gibi görünüyor.
Fakirler karınlarını doyuruyor.
Bir de başka bir pencereyi açalım bakalım.
Kuran’dan bir ayet.
Bakara Sûresi, cüz 3, sûre 2, 264’üncü ayet .
Şöyle diyor:
“Ey iman edenler! Sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmakla boşa çıkarmayın. Böylesinin hali, üzerinde biraz toprak bulunan bir kayanın haline benzer ki, ona şiddetli yağmur vurunca yapayalçın bırakır. Böyleleri kazandıklarından hiçbir fayda görmezler. Allah kâfirler gürûhunu doğru yola iletmez.”
Bu çadırlar, bu yol yemekleri, zenginlerin isimlerinin zikredilmesi yarışması, reklamlar, tantanalar, bir nevi sadaka gibi görünen iftar yemeğinin başa kakılması değil de nedir?
Yani bu, yediğin bu yemeği, karnının doymasını “bana borçlusun” diye başa kakma değil midir?
Diyeceksiniz ki veren razı, yiyen razı. Ne sadakası?
Halk buna alıştırıldı.
Tamam, ona bir diyeceğim yok ama bu hizmetin din adına, sevap adına yapılması işin rengini değiştiriyor.
Yüce dinimiz adına kim kimi aldattığını sanıyor, onu da siz söyleyin artık.

13 Temmuz 2012

Amcam; Osman KAMACIOĞLU

Büyük evin kapı önünde köpeği çağırıyordu! Köpek gelir gibi yapıyor, bir iki metre sonra yeniden uzaklaşıyordu... Öfke ile taş merdivenleri indi... Köpeği yakalamak için hamle yaptı... O anda beklenmeyen iki şey oldu... Köpek bir anda üzerine gelen adamın elini kaptı. Beklenmedik hamleye öfkelenen adam beline el attı. Tabancasını köpeğe doğrulttu!
Korkarak bekledim... Sadece tetik sesi geldi... Çıtttt...
Tabanca ateş almadı... Orta boy toplu bir tabanca idi... Bir saniye önce aslan gibi kükreyen yırtıcı köpek ön ayaklarını uzatmış, adamın ayakları dibinde “cıkkk cıkk” sesleri ile yalvarır konumdaydı... Köpek derhal köpekleşmişti!
--Köpeğin daha yaşayacağı günler varmış dedim...
Bana baktı... Fırtına, bulutun arkasında beliren hafif ışıkla sona ermeye başlamıştı!... Tabancayı bir kere daha yokladı...
--Ne oluyor? Allah kahretsin! dedi.
Ummadığım bir şey daha oldu.. “ Gerektiğinde çakar almazsın ve beni yakarsın sen” dedi silahı mandalina ağaçlarına doğru fırlattı... Bir koşu düştüğü ağacın dibinden tabancayı aldım.. .Çocuk aklı işte!
--Bu benim oldu artık dedim.
Yüzündeki gerginlik geçmişti... Elini uzattı... Tabancayı aldı... Mermileri çıkardı... Topunu ayırdı...
--Al bakalım tabancanı dedi...
Uzun yıllar sadece top kısmı ve demir kabzası kalan tabanca gibi şey bende saklı kaldı... O silah olma şansı olmayan şey benim için sembol olmuştu... Her zaman bana Osman Kamacıoğlu’nu hatırlattı...
............................
Babam eşyalarımızı önceden vapura yolladı... Osman Kamacıoğlu ortalarda yoktu... Annem telaşlanmış biran önce motora binmek istiyordu... Şimdi nasıldır tahmin bile edemem. İskeleye inen dar bir yol... Öksüz mü öksüz... Sade toprağını yeni yeni bastırmışlar!. Üç beş mağaza... Kalabalık vapur kalabalığı... Kentin sessizliği baskın... Haftanın belli günleri sadece vapura yolcu taşıyan motorcuların telaşı var... Bağırmaları var... Kent sus pus sessiz Ve yıl 1950!
Arka sokaklarda bağıra bağıra dolaşan 10 yaşlarında bir çocuk...
--Amcaaaaaa! Amcaaaaaa...
Nefesim kesilecek halde idim... Biri yolumu kesti...
--Önce ağlama, senin amcan kim?
--Osman Kamacıoğlu...
--Sağdaki ilk sokaktan gir oradaki kahvede.
Başımı kaldırdım karşımdaydı. Kollarını açmış... Yere çömelmişti..
--Ben de bu çocuğun sesi geliyor kendisi nerde diyordum...
Elimdem tuttu...
--Annen baban bekler... Vapur kalkar birazdan dedi...
İskeleye kadar benimle geldi... Babamla konuşmadıkları halde! Neden bilemezdim... Babamla dargındılar!
Onu her zaman farklı bir yerde tuttum... İzmir' den Osman Kamacıoğlu’nu kaybettik dediklerinde bir parçam koptu... Cenazeye yetiştim... Mezarına inip omuzunun altına yaslanacağı toprağı elimle koydum...
Ban asla kaşlarını çatarak bakmadı... En öfkeli halinde bile ilgisini eksik etmedi... Ağaçlarla konuşmayı, ağaçları budamayı, meyveleri anlamayı da ondan öğrendim... Kim için ne idi umurumda olmadı. O benim amcamdı...
Osman Kamacıoğlu... Benim amcam...
Osman Kamacıoğlu... Benim yeğenim... Yeni Osman. Şansın açık, ömrün uzun olsun... Ve pek çok yanın amcama benzesin...
Yalçın KAMACIOĞLU

9 Temmuz 2012

Muharrem Kaptan'dan "hayattan esintiler"

KAYNANA’YA AĞIT
Gelinlerine çok eziyet eden bir kaynana varmış. Her gün sabahtan akşam yatana kadar hiç susmaz gelinlerinin burnundan getirirmiş.
Kaynana vefat etmiş.
Gelinler ağıt yakarak ağlıyorlarmış. “Ah anamız ne iyi bir kadındı ağzından bal damlardı bizi hiç üzmezdi”.
Büyük gelin , “Ah anam bizi nasıl bırakıp ta gittin” deyip göğsünü yumrukluyor hem de mezarı kazana bakarak “OY ANAM OY DERİN OY DERİN OY” diyormuş .
Ortanca gelin , hem ağlıyor hem de “anam çok iyiydi bizi nasıl bıraktı” diyor ve mezar kazana bakarak “UZAK KOY, UZAK KOY” diyormuş.
Küçük gelin, diğer gelinlerin ağıtları üzerine hem ağlayıp göğsünü yumrukluyor hem de “ONDA O GÖZ VARİKEN, GELİR O GELİR O” diyormuş.
Kaynanaları gelinleri o kadar bezdirmiş ki ölmesine rağmen hala gelecek diye korkuyorlarmış.
Necmi Girit’e Teşekkürler..

MUSKANIN HİKMETİ
Kayınpeder 1940’lı yıllarda Beykoz Umur yeri’nde askerlik yapıyormuş. Birliğin kantinini çalıştırıyormuş. Mutfak ta çalışan saf bir asker varmış. Bu asker Yuşa tepesindeki caminin bakımını ve bekçiliğini yapan ailenin kızına sevdalanmış. Ama kız ona bakmıyormuş.
Kayınpeder beş vakit namazını kıldığı için ona “Kazım se bilirsin. Bu kıza şirinlik muskası yazdıracak bir hoca var mı ? Varsa yazdıralım” diye her gün başının etini yiyormuş. Kayınpeder sık sık Anadolu Kavağı’nda oturan babamın dayısı Şevki dayıya uğrarmış. Konuyu ona açmış. O da “kolay ben yazıyorum gel yazalım” demiş.
Üç tane kâğıda bir şeyler yazmış sonra bir bezin içine koyup muska şeklinde dikmiş. “Bunları ona ver, birini kızın evinin önündeki ağacın dalına bağlasın , birini evin kapı eşiğine gömsün, birini de kendi üzerinde taşısın” demiş. Kayınpeder birliğe dönüp muskaları vermiş. Bir süre sonra o saf asker “Kazım muskalar işe yaradı. Kız benimle konuşuyor, bana gülüyor” diyormuş. Ama o sıralar askerlerden artan yemekleri devamlı o aileye taşıyor, onlar da ineklerine yediriyormuş. Bir süre sonra yeni askerler gelip mevcut çoğalınca yemek artığı da azalmış. Tabii ki bu da kızın bununla konuşmasını engelliyormuş.
Tekrar kayınpedere gelip “Kazım muskaların tesiri geçti galiba. Kız bana eskisi gibi yüz vermiyor” demiş. Kayınpeder “muskaları yerinden al getir yenisini yazdıralım anlaşılan onların süresi doldu” demiş. Muskalar gelince tekrar Anadolukavağı’na Şevki dayıya gelip durumu anlatmış . Aslında kayınpederde muska işine inanıyormuş.. Korkudan muskaları açamıyormuş. Şevki dayı bir tanesini açmış gel Kazım oku bakalım ne yazıyor demiş. Muska kâğıdında ;
EY BULUTLAR BULUTLAR
BU YIL VERMEDİ DUT LAR
ARADA BİR GÖRSEKTE
KESİLMESİN UMUTLAR.
diye bir mani yazıyormuş. Bunun üzerine uzun uzun gülmüşler. Aslında kızın askerle konuşması ineklere giden yiyecekle ilgiliymiş.
Şevki dayı da “Kazım, demek ki hurafelere , şarlatanlara ve sahtekarlara inanmamak gerekiyormuş’ demiş.

ŞİŞKO ALİ’NİN DALYANI
Şişko Ali (babamın teyzesinin oğlu) , Çocukluğunda topun altı dediğimiz yerde dalyan kurmuş. O zamanlar balık çok. Özellikle Kefal balığı yazın elle toplanırmış.
Yiri Saniye (babamın amcasının kızı) Ali’yi çok seviyormuş onun dalyan kurduğunu görünce “Ali bir gemici feneri aldım, tam senin dalyana göre ama Balat’taki evde kaldı gidince getireceğim” demiş . Şişko Ali her gün birkaç kez Saniye halaya uğrayıp feneri istiyormuş. Saniye hala onun ısrarlarına dayanamayıp o zamanki zor ulaşım şartlarına rağmen Rumeli feneri’nden taa Balat’a gidip feneri getirmiş. ( Dalyan’lara gemi , motor çarpmasın diye fener asılırdı) Şişko Ali’nin dalyanı zaten oyuncak, bir de topun altında oradan değil gemi sandal bile geçmez ve yarım metre suda ama sırf söz verdi diye çocuğun gönlü olsun sevinsin diye Balat’a gidip gelmiş.
Şişko Ali o akşam mutlu bir şekilde fener’ini yakıp dalyanının direğine takmış. Gece yatana kadar gidip gidip tepeden fenere bakıyormuş.
Necmi Girit’in anılarından.

5 Temmuz 2012

Silivri sahillerinde kaş yapayım derken göz çıkarmak!


KUMSAL YOK EDİLİYOR: Silivri'ye bağlı Uyum Kent sahillerinden Maviyelken'e doğru uzanan kumsal. İş makinaları kanalizasyon hattını açarken çıkan taş toprağı denize yığmış. O kumsalın eski hale gelmesi imkansız artık.
GÜZELİM SAHİLLER ÖLDÜRÜLÜYOR: Grayderler harıl harıl çalışıyor. Bir yandan kanalı açıyorlar, bir yandan da denizi dolduruyorlarlar. İstikamet yerleşim alanlarına doğru. Vatandaş" sahilimiz taş toprakla doldurulduktan sonra ne yapalım arıtma projesini" diyorlar.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Marmara kıyılarında özellikle yazlıkların yoğun olduğu bölgelerde önemli bir projeyi başlattı. Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş proje ile ilgili şöyle diyor:
“Silivri, Çatalca, Şile ile Kumburgaz ve Selimpaşa gibi beldeler daha önceleri yazlık alan olarak kullanılıyordu. Yaptığımız su, atık su, doğalgaz ve çevre yatırımlarıyla bu belde ve ilçeler hem yazın, hem kışın yaşam alanı oldu. Bu bölgede inşa etmeye başladığımız 10 bin 600 metre tünel inşaatının bitmesiyle Selimpaşa-Silivri ve çevre bölgelerin atık suları denize deşarj edilmeyecek. Selimpaşa Biyolojik Arıtma Tesisi’ne aktarılarak arıtılacak. Arıtılan sular da park-bahçe sulamasında kullanılabilecek. Bu projeyle Büyükçekmece ve Silivri sahilleri atık su sorunundan tamamen kurtulmuş olacak.”
Çok güzel değil mi? Alkışlanacak bir proje. Bu bilgileri okuyunca sevinmiştik. Nasıl sevinmeyelim ki?
Yıllardır yazlıkçılar bir yandan atık suyu denize akıtmak, bir yandan da kirlettikleri denize girmek zorunda kalıyorlardı.
Bu yaz çalışmalar Uyum sitesinden Silivri’ye doğru sahilden ilerliyor, ilerliyor ama fotoğraflarda göründüğü gibi ihaleyi alan firma, kanalı açarken harfiyatı alıp götüreceğine denize atıyor, denizi dolduruyor, sahili yok ediyor.
Anladığım kadarı ile işi veren İSKİ’nin bu işten haberi yok.
Sağı solu aradık. Ne yapıyorsunuz diye? Kaş yaparken göz çıkarmanın tipik örneği bu.
Sağ olsunlar! İlgililer ilgilendiler. Denizi dolduran, sahil katillerini durduracaklarını söylediler.
Bakalım ne olacak?
Yoksa Topbaş sahilleri kurtaracağız derken plajları yok edip rıhtım mı yapmak mı istiyor?
Göreceğiz…