29 Mayıs 2008

Korint sütun başlarında “tanıdık bir bitki”!...

İznik müze bahçesinde sergilenen ve yanında hiç bir açıklamanın bulunmadığı Korint Sütun başlığı. Motifler Akantüs bitkisinin yapraklarının aynı.
Okul bahçesinde gördüğümüz Akantus bitkisi. Bir çok kişinin bahçesini süsleyen bu bitkinin kökeni çok eski yıllara gidiyor. Ancak henüz çiçek açmamış halini görüntüledim. Çiçeklerinin açmış halinin çok güzel olduğunu belirtmeye gerek var mı bilemiyorum.
İznik’te müzeyi gezerken bahçede sergilenen Bizans dönemi taşlardan biri ilgimizi çekmişti. Doğru söylemek gerekirse benim değil de eşimin ilgisini çekmişti. Bana bu desenlere kaynak olan bitkiden okul bahçesinde çokça bulunduğunu söylemişti.
Üşenmedim, İstanbul’a döndüğümüzde o bitkinin fotoğraflarını çektim. Henüz çiçekleri açmamıştı.
Bitkinin adı AKANTUS. Çoğunuzun bildiği bir bitki.
Bitkinin kökeni Yunan ve Mısır medeniyetlerine kadar gidiyor. Yaprakları dikenli, desenli ve büyük. Eski medeniyetlerde dikenlerin evleri kötülüklerden ve uğursuzluklardan koruyacağına inanılıyor. Bu nedenle de evlerin etrafına dikiliyor. Akantüs rölyeflerine korint sütun başlıklarında sıkça rastlıyoruz.
Akdeniz ülkelerine has bu bitkinin motiflerini Doğu Beyazıt’taki İsak Paşa Sarayı’nda bile görüyoruz. Sarayın mihrap nişini çevreleyen sivri kemer etrafında akantüs yaprağı motifleri bulunuyor.
Akantüs motifleri günümüze kadar gelmiş. Özellikle mobilyacılıkta akantüs yaprağı modelini ağaç oyma ve kabartmalarında görebilirsiniz.

27 Mayıs 2008

Osmanlının başkenti İznik'te "çinili" bir gün!...

Sizleri bilemiyorum ama İznik bana hep ulaşılması ters bir yer gibi gelmiştir. Yıllardır ülkemizin bir çok yerini defalarca görmüştük ama İznik’e gitmek kısmet olmamıştı.
19 Mayıs’taki tatili fırsat bilip İznik diye yola çıktık. Orhaneli’ne gelince sola İznik yoluna saptık. Yol gidiş geliş ama geniş. Tatil günü olduğu için de tek tük araç geçiyor. İki yanımızda zeytin ağaçları karşılıyor bizi. Git git zeytinlikler bitmiyor. Bir süre sonra sağda gölü görüyoruz ama göl kenarından gidemiyorsunuz. Yolla göl arasında çoğu kez zeytinlikler. meyve bahçeleri görüyorsunuz. İznik’e İstanbul kapısı’nın yanından girdik. Birkaç kapı daha olduğunu sonradan öğreniyoruz.
İznik gölün öbür ucuna kurulmuş. Küçük bir kasaba. Göl kenarında piknik yerleri ve kafeler açılmış.Merkezden gölün aksi istikametine doğru çınarların gölgelediği çarşıyı geziyoruz. Sağlı sollu çini dükkanları başınızı döndürüyor. Yolun sonuna doğru Çinili Cami’yi ve müzeyi geziyoruz. (Dostlara not: Çinili Camii ve müzeyi ayrı bir yazıda anlatacağım).
İznik Osmanlı Devleti’nin kuruluş yeri. Ayrıca Hıristiyanlar için de bir o kadar önemli bir ziyaret yeri. Bu ilginin en önemli nedeni, M.S. 325 ve 787 yıllarında burada gerçekleştirilmiş olan I. ve VII. Ekümenik Konsil toplantıları. 218 piskoposun katılımıyla yapılmış olan ve Hıristiyan dinine hayat veren “İznik Yasaları” adıyla bilinen 20 maddelik karar Senatüs Sarayı’nda alınmış. Toplantının yapıldığı Ayasofya, bugüne kadar gelmiş. Kilise cami'ye çevrilmiş.İznik konusunda özellikle Kültür ve Turizm bakanlığı’nın internet sitesinden aldığım bilgileri sizlerle paylaşıyorum:
Bir efsaneye göre Hindistan'dan Tanrı Dionysus'un dönmesiyle bu yerleşim yerinin kurulduğu söyleniyor. Antigonas Monophthalmus Milattan önce 316 yılında şehri keşfettiğinde Şehirde Bottiaei halkı yaşamaktaydı ve şehrin adı Elikore idi. Antigonas'dan sonra şehre Antigoneia adı verildi. Ipsus savaşından sonra (Milattan önce 301) Alexander'ın generallerinden biri olan Lysimachos(Milattan önce 360-281) şehri ele geçirdi Makedon lider Antipatros'un kızı karısı Nikai'nin adını verdi. Yüzyıllar içinde Nikaia adı fonetik olarak bir takım değişikliklere uğradı. Önce Nicea ve Türklerin zamanında da İznik adına dönüştü.
Milattan önce 316 yıllarına dayanan tarihinden bugüne kadar İznik Romanların, Bizanslıların, Selçukluların ve Osmanlı Türklerinin tam bir sanat laboratuarı olmuş. Prof.Aslanapa ve Prof. Altun İznik tuğla ve kireç ocaklarında yapılan kazılarda bulunan Osmanlı seramiklerinde Selçukluların etkisini belirlemişler.
Yapılan son araştırmalara göre, beyaz sert seramikte kullanılan materyalin Osmanlı döneminde kullanılan yumuşak porselene benzeyen materyalle aynı olduğunu ortaya çıkarmış. Çaydanlıklarda ve duvar çinilerinde mavi ve beyaz, kullanılan ilk renkler olmuş. 16. Yüzyılda turkuaz kullanılmaya başlanmış. Kakma kırmızı Süleymaniye Cami mihrabındaki duvar çinileri de Osmanlı dönemini yansıtacak tarzda kullanılmış.Osmanlı döneminde İznik çinileri ve çömlekleri Türk hakimiyeti altındaki Rodos Adasına ihraç ediliyordu. Ünlü gezgin Evliya Çelebi 300 atölyenin 17. Yüzyılda İznik'de oluşmasını sağlamış. Bu rakam yapılan kazılarda da doğrulanmış . Türk Kurtuluş Savaşı sırasında İznik çalkantılı bir dönem geçirmiş. Şehir Yunanlılar tarafından işgal edilmiş, yakılmış ve halk kaçmak zorunda kalmış. İznik Cumhuriyetle birlikte Trakya'dan gelen göçmenlerin yerleşim alanı olmuş.1996 yılında kurulan Çini Atölyeleri, 1993 yılında kurulan İznik Vakfı ve 1995 yılındaki Çini ve Seramik Araştırma Merkezi, 16.yüzyılın çinilerini yansıtma görevini başarı ile yapıyor. Bugün, İznik çinileri birçok eski ve yeni binaların dekorasyonunda kullanılıyor.İznik Vakfı dünyaya çini sanatını tanıtmak, gelecek nesillere bu mirası taşımak ve eğitim programlarına dahil etmelerini sağlamak üzere kurulmuş.
İznik çinilerini ünlendiren nedenler:
1- İznik çinilerinin yüzde 70-80’ i kuvars ve kuvarsitten yapılmış. Bir araya getirilmesi güç olan üç farklı kuvars ve sırdan oluşturulmuş. Bu karışım 900 derecelik bir ısıda bir araya getiriliyor.
2- Yapılan uzun araştırmalardan sonra çinilerdeki ısıyla oluşabilecek sorunlar, kuvars ve kaya kristalleriyle çözülmüş.
3- İznik çinileri birçok tayın birleşimiyle oluştuğu için birçok rengin de armonisini taşıyor. Bunlar turkuaz mavisi, koralın kırmızılığı ve yeşimin yeşili gibi.
4- Çinilerde yer alan bazı renkleri -örneğin koral kırmızısı - elde etmek çok zor. Elde edilen bütün renklerin yanı sıra kornea beyazı ve opak rengi de kullanılıyor. Opak renginin kullanılması ışığın emilip farkı ışık kırılmalarına yol açarak görüntülerin ve renklerin daha iyi ortaya çıkmasına neden oluyor. Ayrıca bu rengin kullanılması çinilerin korunmasına da yardım ediyor.
5- Çinilerin üzerindeki yazılımlar, İslam felsefesini net olarak yansıtıyor.

23 Mayıs 2008

Cumbada oturup çay keyfi yaptınız mı?!...

Fethiye gezisinde bazı taş evlerin cumbaları dikkatimizi çekti. Bildiğim kadarı ile cumbalar yani çıkmalar geleneksel Türk evinin karakteristik özelliklerinden biri. Çoğunlukla sokak cephesine yapılan cumbaların önemli faydaları olduğu bir gerçek. Gün ışığını odaya alması, etrafı seyredebilme olanakları önemli. Bu cumbalar neyin nesi diye bir araştırma yaptım. Türk Mimari Tarihi adlı sitede cumbalarla ilgili bilgilere ulaştım. Bu bilgilere göre çıkmalar üç şekilde yapılıyor:
1- Basit konsol çıkmalar
2-Bindirmeli konsol çıkmalar
3- Göğüslemeli çıkmalar.
Çıkmaların mimari yapılış şekillerini anlatıp başınızı şişirmek istemem. Payandalı (göğüslemeli) çıkmaların en çok kullanılan ve hemen her yörede örneklerine sık rastlanan bir tür olduğunu belirteyim yeter.
MANZARA IŞIK VE GÜNEŞ: Cumbalar bol pencereli yapılıyor. Böylece üç yönde manzara, ışık, güneş ve görüş imkanı yaratılıyor.

OTURMA DÜZENİNE GÖRE: Cumbaların içleri oturma için düzenlenmiş. Bunun için 40-50 cm yüksekliğinde ahşap oturma yerlerinin üzerine, halılar, minderler, yastıklar, işlemeli örtüler seriliyor.
SERİN BİR ORTAM YARATIYOR: Sıcak iklimli bölgelerde çıkmaların altına izolasyon yapılmadığı için rüzgarlara açıktır ve orada oturanlar serin bir ortam bulurlar.

Günlük yaşantımızda bunlar da var!

HORLAMA
Fadime’nin horlama sorunu vardı. Akrabası olan Resmiye bir televizyon programında horlamayla ilgili bilgi veren doktoru dinler ve bunları Fadime’ye aktarır.
Resmiye : Fadime doktor horlamaklan ilgili açiklama yapti.
Fadime : Doktor ne dedi?
Resmiye : Ağzuna kalem koyup 15 kere a,u diyecesun dedi.
Fadime : Ağzumi açmadan nasil a,u diyeceğum.
Resmiye : Demağa çalişacasun, becerebilece misun ?
Tarif ederek gösterir.
Fadime : Oyle demağa ne var tabi becerurum ama ne zaman diyeceğum ?
Resmiye : 15 gün diyecesun.
Fadime : Gecemi diyeceğum gunduz mi ? Gece dersam ebedi uyuyamam ki.
Resmiye : Allah iyiluğunu versun tabiî ki gunduz diyecesun.
Fadime : Ha anladum o zaman becerurum.
Sonunda nasıl olacağı konusunda anlaşırlar.

CENAZE
Akrabaları vefat eden Fadime’yle Resmiye Karaca Ahmet gasilhanesine giderler. Görevli kadınlar ölüyü yıkarken onlarda yanlarında dururlar. Ölünün ağzı açıktır.
Fadime : Resmiye havuriya yabi bak ne ediyile.
Resmiye : Ne oldi ki ne gordun.
Fadime : Kiz gormiyi misun ağzi açik duriyi, uy ikildum kariyi boğacaklar.
Resmiye : Gene kafayi uşuttun ha o zaten elmiştu, elmiş kari hiç boğulu mi
.
Muharrem Kaptan

22 Mayıs 2008

PERSEPOLİS!….TERSOPOLİS!

Simsiyah çizgilerin renkliye döndüğü anları seyrettiniz mi?
Ne kadar az değil mi?…Yapışıp kalan karanlık ne kadar güçlü… Ne kadar sinsi bir sarılmışlık var… İnsan çırpınışlarının nafileliği korkutuyor… Duymayanlara, kavramayanlara isyan ediyorsunuz… Olacak iş değil deyip oluşu seyrediyorsunuz…
İran’ın yasakladığı Persopolis bize hangi karanlığın nasıl geleceğini anlatmıyor mu?
Bu karanlık bir türlü fark edilmedi… Fark edilsin istenmedi… Daha önce de yayımlanan fakat en kısa sürede gündemden düşen bir başka benzer hikaye vardı… 1992 de yayımlanan SÜRGÜN (L’Exilée) benzer bir hikayeyi başka bir isim ve üslupla aktarıyordu.(Cep yayınları 1992)
Yani karanlık yıllar geçse de aynı karanlıktı ve kalıcıydı…
Hélène Kafi gerçek adı ile Fariba Aşrûdi İran karanlığını dile getirdi… Aynen bugünlerde yayınlanan Persopolis’teki kızın ikiz hikayesi gibi… Fariba 1965 yılında sürgün edilmiş… Hemen yazılanlardan din düşmanı olduğumu çıkaranlar olabilir… İran’ı İranlılar anlatıyor… Fariba aydın bir din adamının torunu… Ünlü bir matematikçinin kızı. Demokrasi aşığı bir gazeteci… Babası ve büyük babası da Kralın diktatörlüğüne karşı çıkmış. O kitaptakilere nazaran bugün anlatılan Persopolis’te karanlık iyice koyulaşmış.
Aydınlığı kaybedince yakalamak çok zor görünüyor… Belkide yakalamak umutsuz bir hayal olarak kalıyor!
……………………
Bizdeki karanlığa gidişi anlatırken uyanık olmak gerekiyor… Unutmamak, atlamamak gerekiyor..
Genelkurmay’da önemli bir görevi olan bir general ile eski YÖK Başkanı’nın, özel odalarında yaptıkları özel konuşmalardan oluşan kayıtlar yayınlanmamış mıydı?… Bunlar daha sonra Youtube’da bile sergilendi… Karalamadan karanlığa…
Kim yaptı veya kim yaptırdı belli mi? Olayı takip ettiniz mi? Olay takip edildi mi?
Yazıldı…. Vah beee.. dendi ve küllendi… Şimdi giderek artan bir vahşetle korku tüneline yürümüyor mu bu ülkenin aydınlığını isteyenler… Hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi, laik cumhuriyeti savunanlar?.. Kimi malî çembere alınıp susturuluyor Tuncay Özkan ve Kanaltürk gibi…Kimi kuşatılıyor, kimi de korkutulmuyor mu? Yeniden, yeni bir karanlık dalgası sarmıyor mu bizi? Ülkenin yarısından biraz fazlası hasta mı? PARANOYAK MI?
ANAYASA Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ün, bir polis aracı tarafından takip edildiğini düşünmesi, sıradan bir iş mi?… Bir kere de değil ki… 2 aydır benzer araçları peşinde gören Paksüt durumu hem fark etmiş, hem de ilgililere bildirmiş… Ne mi olmuş dersiniz? Bu araçlardan birinin plakasının sahte çıktığı anlaşılmış…
Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün açıklaması Polise inancı arttırıyor mu? Kendimizi güvende hissetmemize yardımcı oluyor mu?
Söz konusu araç bir başka takip için oradaydı! Takip varmış ama bir başkası içinmiş… Öyle mi!
………………..
Bu polis 1 Mayıs’ta tanıdığımız polis değil mi? Bu polis, bizim polisimiz ama bakıyorum bizden yana değil! Kim ne yaptı polise diye hemen herkesin sorup ayağa kalkması gerek… O polis AKP’nin polisi değil ki!
Oy yüzdelerini tersinden okumak “bu milli iradedir… Halk ne isterse yaparız” cümlesinin yarısı boş değil mi? % 47 oy ile padişahlık taslamak dönemi büyümüyor mu?
Endişeler tek değil ki… Görünen, tartışılan ve adım adım karanlığa giden ülke Türkiye. Yapılan anket ve rakamlar başbakanı doğrulamıyor ki! Ülkenin ciddi ANKET şirketlerinden biri AG.. Soru şu:
AKP ile ilgili Cumhuriyet ve laiklik endişeniz var mı?”

Rakamlar şöyle: % 38.3 EVET KESİN VAR… % 11.2 Evet kısmen var… Toplarsanız halkın 49.5 kadarı bu yönetimden, AKP Hükümeti’nden Cumhuriyet ve laiklik söz konusu olunca endişesi var… Olmayanların oranı da % 41.4
……………..
Karpuz gibi ikiye ayrılmışız… Hem de sıradan bir vatandaşın değil, iktidarın bakanları eli ile Ankara’dan ikram ettiği ham karpuz gibi. Tadımız da, tuzumuzda kaçtıkça kaçıyor! Daha da kötüsü büyük dilimin adı yok… Ağlayanı var mı?

PERSOPOLİS İran’ın karanlığını sergiliyor… Ankara’nın polis gücü de bizim karanlığımızı. Persepolis’e karşı TERSOPOLİS…

21 Mayıs 2008

Meslek eğitiminin “beni sevindiren” örneği!...

Gazetelerde çalıştığım dönemlerde bir araştırma yaptırmıştık; hangi işkolları ne tür eleman istiyor? O dönemde araştırmadan çıkan sonuç ara eleman daha çok arandığı idi. Yani büyük işletmeler mühendisten çok ara eleman arıyorlardı.Bugün de gelinen noktanın yine aynı olduğu kanaatindeyim.Araştırmadan meslek liselerinin ne kadar önemli olduğu ve çocukları bu yöne yönlendirmenin çarelerinin bulunması gerektiği sonuçu çıkmıştı.Bu araştırmayı neden hatırladım?
KAPI ÖNÜNDE ÇİNİ ÇALIŞMASI: İznik Çini Çarşı’ndaki dükkanların önünde küçük masalar var. Çoğunda dükkan sahipleri oturmuş müşteri bekliyor. Biz, dikkatle çini deseni yapan genç bir kızın bulunduğu dükkana yöneliyoruz. Fotoğraf çekmek için izin istiyorum. “Tabii” diyor sevinçle.
"GAZETEYE ÇIKACAĞIZ ABLA": Biz dükkandan içeri girince genç kız elindeki işi bırakıyor, dükkandaki çiniler hakkında bilgi veriyor. İsminin Özlem olduğunu öğreniyoruz. Çinilerin fotoğraflarını çekerken “burada internet var mı? diye soruyorum. Evet cevabını alınca “benim bir blogum var. Çinileri orada anlatacağım”diyorum. Genç kız diğer hanıma sesleniyor “gazeteye çıkacağız abla.” Blogun adresini veriyorum ve Özlem’e verdiğim sözü tutup internet gazetesine hoş geldin diyorum.
"BU DESEN BENİM ESERİM":Genç kız dükkandaki bir tabağın yanına gidiyor ve gururla göz nuru işlenmiş desenli bu çini tabağın yanında poz veriyor. “Bu desen benim eserim”diyerek. Punto'nun notu: Tabak üzerinde görülen beyazlıklar camın yansımasının fotoğraf makinasını aldatmasından başka bir şey değil.
Birkaç gün önce eşimle birlikte yolumuz İznik’e düştü. İznik’i gezerken Çini Çarşısı’nı da gezdik. Çini Çarşısı yeni kurulmuş. Çinili Camii’ye yakın bir yerde. Küçük küçük dükkanlar sıralanmış. Nigar Çini Lotus Sanat Evi’nden içeri giriyoruz. Bizi genç bir kız karşılıyor. İsmi Özlem. Eşim hediyelik bir şeyler almak için el yapımı çini örneklerini inceliyor.
Ben de "öğrenci misin?" diye soruyorum. "Hayır" diyor Özlem. "Çini bölümü"nü bitirdim.
Karşımda meslek eğitimi almış ve mesleğini yapan bir genç kızı görmek beni heyecanlandırıyor. İçin için seviniyorum.

19 Mayıs 2008

Bağlaçları bize hatırlatan yazı!...

"Doğru Yazalım, Doğru Konuşalım Dilimizi Koruyalım" etkinliğine ara vermiş gibi görünüyoruz ama dostlarımız zaman zaman etkinliği devam ettiriyorlar.
Sevgili Hanife (http://www.hanifedentarifler.blogspot.com/) bizler için bağlaçları hatırlatan bir hazırladı.
Sevgili Hanife yazısına şu cümlelerle başlıyor:
"Doğduğumuz günden bu yana kullandığımız, ilkokulda tüm kurallarını öğrendiğimiz, üniversite hazırlık kurslarında su gibi ezberlediğimiz kuralları günlük hayatta ne kadar kullandığımızı sorguladık bu etkinlik sayesinde. Ben kendi adıma yaptığım hataları gördükçe hayrete kapıldım, kendime hiç yakıştıramadım. Yeni bir dil öğrenirken anadilin yazım ve imla kurallarının ne kadar önemli olduğunu anladım. Bu etkinlik sayesinde dilimi yeniden öğrendim ve hatalarımı yeniden gözden geçirdim".
Bağlaçlar konusundaki kuralları tekrar hatırlamak istiyorsanız lütfen Sevgili Hanife'yi (http://www.hanifedentarifler.blogspot.com/) ziyaret edin.

17 Mayıs 2008

"Atatürk'e saygı sunmak büyük onurdur"

19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'na çok uygun düşen Yılmaz Özdil'in bir kaç gün önce yazdığı bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum:

Kont, Dük filan...

Kayseri eşrafından tornacı hacı Ahmet Hamdi efendinin oğlu Abdullah, dün akşam, Windsor hanedanının várisi, Kral 6'ncı George'un kızı, Birleşik Krallık Hükümdarı, İngiltere Kraliçesi 2'nci Elizabeth Alexandra Mary ile birlikteydi.
*Rize Güneysulu taka kaptanı Ahmet reisin Kasımpaşalı oğlu Tayyip ise, Yunan Kralı 1'inci George'un torunu, veliaht Galler Prensi'nin babası, Greenwich Baronu ve Edinburgh Dükü, Prens Philip Mountbatten ile sohbet etti.
*Atatürk işte budur.
*Devrimlerine savaş açılan Mustafa Kemal, takunyalıların öve öve bitiremediği saltanatı kovmasaydı... Abdullah ile Tayyip, ofis olarak kullandıkları Dolmabahçe Sarayı'nda bahçıvan bile olamazdı! Çünkü, bahçıvanlık makamı bile babadan oğula geçiyordu.
*Homongoloslar bugün hálá "smokin caiz mi, değil mi" diye tartışırken, Mustafa Kemal, Batı standartlarını aşan bir vizyonla, Anadolu insanının önünü açmış; tornacı çocuklarına, taka reisi çocuklarına "fırsat eşitliği" sağlamıştı.
*Eminönü esnafı imam Ahmet Bey'in kızı "first lady" Hayrünnisa Gül, balkabağının faytona dönüştüğü "peri masalı"nı andıran gecede, Kraliçe'yle göz göze geldiğinde neler hissetti, bilmem...
Ama 105 parçalık yenilmez armadayla Çanakkale'yi geçemeyen İngiltere'nin Queen Elizabeth'i, dün, hayranlığını özetleyen şu kelimeleri yazdı Anafartalar Kahramanı'nın özel defterine...
"Mustafa Kemal'e saygılarımı sunmak benim için büyük onurdur."

15 Mayıs 2008

Baş ağrılarına KRİZANTEM yaprağı!...

Dünya nüfusunun yüzde 15’i haftada bir kere baş ağrısı çekiyor. Migren ağrıları İngiltere’de günde doksan bin kişinin hayatını zehir ediyor.
Baş ağrısına iyi gelen bitkiler var mıdır? Elbette vardır ama bire bir ağrıyı keser iddiası gerçekçi olmayabilir.
Yeşil Eczane kitabına göre DEFNE partenolid adı verilen migrenden korunmak için yararlı bir bileşik içerir.
KRİZANTEM de migren ataklarını önleyen bir bitki. Günde 3-4 yaprak krizantem yenebilir ama bu yöntemin sakıncası ağız yaralarına yol açabilme olasılığıdır. En iyi yöntem iki ila sekiz yaprak arasında bir miktarı kullanarak yapraklardan çay yapmaktır.
Yaprakları suyla kaynatmayın. Kaynar suya atarak demlemeye bırakın.
Bu bitkinin kapsüllerini kullanmak da mümkün.
Tabii, hamilelere bu yöntem kesinlikle salık verilmiyor.
SARIMSAK ve SOĞAN kanı sulandırdığı için bolca tüketilirse ağrılara iyi gelir.
Yapılan araştırmalara göre baş ağrılarının beyne giden kan miktarının artmasıyla geçtiği belirlenmiş. İşte GİNKO bitkisi de bunu yapar. Günlük kapsül miktarı 60-240 miligramı geçmemeli.
KIRMIZI BİBER’e acı tadını veren kapsaikin aynı zamanda bir ağrı kesicisidir. Bol bol acı kırmızı biber tüketin.
Bir parça NANE yağının alkolle karıştırılıp şakakların ovulması ağrıları dindirecektir.
SEMİZ OTU, KEKİK VE ZERDEÇAL’ın da baş ağrılarına iyi geldiğini unutmayın.

13 Mayıs 2008

Eczanelerde "KARARTMA GÜNLERİ" başladı!...

Eczanelerin vitrinlerine dikkat ettiniz mi? hepsi karartılmış.
Sordum ne iş bu?
Dediler ki yakında hayatımızı karartacaklar. Protestomuz bunun için.
Sordum nasıl karartacaklar hayatınızı?
Dediler ki! Bir yasa tasarısı var Meclis’te. İlaçları bulgurun onun bunun yanına koyacaklar. Büyük marketlerde satacaklar.
Sordum ne iş bu?
Dediler ki iktidara yakın bazı büyük market zinciri sahiplerinin işi. Bastırdılar, ilacı bulgurla karıştırdılar.
Sordum nedir bu yasa taslakları?
Dediler ki sağlık ve eczacılık alanıyla ilgili üç yasa hükümet tarafından Meclis’ten geçirilmek isteniyor. Bu yasalarda ilacı eczacıdan uzaklaştırabilecek, ilacın niteliğini değiştirebilecek, kamu sağlığını olumsuz etkileyebilecek ciddi riskler söz konusu.
Sordum ne iş bu?
Dediler ki bu yasaların gündeme gelmesinde, tekelci ilaç sermayesinin mevcut yasaları bu haliyle kendi çıkarları için yeterli görmemesi ve küresel politikalarla ülkemizdeki mevzuatı uygun hale getirme çabasının da ciddi rolü var.
Sordum peki ne yapacaksınız hayatınızın kararmaması için?
Dediler ki; 3 noktadaki kararlılığımızdan asla taviz vermeyeceğiz.
1) Gündemde olan “İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Yasa Tasarısı” ilacı eczacıdan ve kamusal güvenceden kopartmayı amaçlamaktadır. Bu yasada eczacının adı yoktur. Bu tasarıyla ilaç ve eczacılık alanının kontrolü Sağlık Bakanlığı’ndan alınıp İlaç Kurumu gibi toplumsal sorumluluğu olmayan sözde özerk ve sermayenin etkisi altında bir kuruma devredilmek istenmektedir.
2) Yine şu sıralar gündemde olan OTC ve ilaçta reklam düzenlemesi, İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Yasa Tasarısıyla birlikte ele alındığında, bu gelişmeler birçok ilacın eczane dışına çıkmasına yol açabilecektir. Küresel ilaç tekellerinin Türkiye’de ilaç pazarını genişletme amacına yönelik bu yasal düzenlemeler eczacıları mağdur edecek, halk sağlığını da olumsuz etkileyecektir. Örneğin reklamı çıktıktan birkaç yıl sonra ciddi ölüm riskleri taşıdıkları için toplatılan yüzlerce ilacın varlığı bu gerçeği açıkça ortaya koyuyor. İlaçlar reklamla ve eczane dışında satılamaz.
3) Aslında uzun yıllardır çıkmasını istediğimiz 6197 sayılı yasa da şu sıralar Meclis’in gündeminde. Günümüzün ihtiyaçlarına yanıt verecek şekilde eczacılık hizmetini düzenlemesini beklediğimiz yasanın çerçevesi içine, Meclis görüşmeleri sırasında, eczacı olmayan kişilerin de eczane açmasının önünü açabilecek maddeler eklenmesi endişesini taşıyoruz. Özellikle güçlü bazı sermaye gruplarının bu konudaki talep ve ısrarlarının farkındayız.Soracak sorum kalmadı artık.
Ne iş bu? diye soruyorum ama “ben bu kafaları” bir yerden tanıyorum.

12 Mayıs 2008

Avuç içinde saklanan anne ve baba!

Bir Anneler gününü daha kutladık. Çocukluğumuzda böyle adetler yoktu. Ticari gibi görünse de sevginin paylaşıldığı bu gibi günlerin güzel etkinlikler olduğuna inanıyorum.
Sevgi deyince sizinle paylaşmak istediğim bir konu aklıma geldi;
İkizlerimiz doğduğu zaman eşim de benim gibi çalışıyordu. İkiz çocuklarımızın olacağını doğumdan beş on dakika önce öğrenmiştik. Bugünkü teknoloji yoktu tabii.
Eşim çocuklar dört yaşına gelinceye kadar çalışmadı. Çalışması da imkansızdı. Hem bugünkü gibi bakıcılar çok değildi, hem de ikizleri kime bırakacaktık?.
Bunları neden yazdım?
Vaktim çok olunca, torunumu dikkatle izliyorum.
Bir şey ilgimi çekti. Torunumun en çok sevdiği oyuncak, bambudan yapılmış iki minik insan. Biri bıyıklı erkek, diğeri kadın oyuncak.
Torunum onları avuçlarının içine alıyor ve hiç bırakmıyor. Özellikle gündüzleri. Birine baba diyor, diğerine anne.
Önceleri hiç durmamıştım bu sevginin üzerinde.
Sonra şöyle düşündüm;
Torununum sabah kalkıyor, annesi ve babası evden çıkıyor ve işe gidiyor. Bir bakıcı geliyor. Gerçi ona da anne diyor ama akşama kadar anne ve baba yok ortalıkta tabii.
İşte diyorum ki o iki oyuncağı bir yerlere bırakmadan avuçlarının içinde tutarak anne ve
babası ile iletişim kuruyor ya da kendini onlarla birlikte hissediyor.
Bu yargıya varmamın bir nedeni de bazı akşamlar annesi ve babası bir yere gittiklerinde önce bizimle beraber oynaması ama geç saatlere kadar oturması, uyumaması. Hatta camın önünde kucağımda onları beklemesi. Geldiklerinde de yüz vermemesi.
Bir dede olarak diyorum ki belirli yaşa kadar çocuğunuzla ne kadar birlikte olabilirseniz olun. Bunun için şartları zorlayın. Biliyorum hayat şartları buna izin mi veriyor der gibisiniz!...
Unutmayın, o minik kalpler belli etmeden anneleri için, sizin için çarpıyor.

10 Mayıs 2008

Anneler Gününüz kutlu olsun!...

Tüm çocukların, dostlarımın anneler gününü kutluyorum.
Sizlerle bizim sitenin yeni açan güllerinden bir kaç fotoğrafı paylaşıyorum:

9 Mayıs 2008

Değişmeyen taşımacılık;sırt hamallığı!...

Eminönü’nden ara sokaklardan yürüyüp, yokuşları tırmanıp, İstanbul Lisesi’nin yanından Cağaloğlu’na hiç çıktınız mı? Mutlaka çıkmışsınızdır ve hanların bulunduğu yerlerde mal taşıyan sırt hamallarına rastlamışsınızdır.
Geçenlerde nostalji yapıp yıllarca çıktığım ve indiğim yollardan geçeyim dedim. Yine o eski binalar, insanlar ve hanlar. Hiçbir şey değişmemiş. Sırt hamalları da. Ne var ki şimdiki sırt hamallarının işi bir hayli zor. Eskiye göre hem insan çok, hem de araç.
Ama onlar sırtlarında yükleri ile kimseye aldırmadan, o dar yollarda işlerini tıkır tıkır yapıyorlar. Ta 1550 yıllarından beri. Ne sigortaları var ne güvenceleri. Tek güvendikleri güçleri.
İstanbul’da sırt hamalcılığı çok eskiye dayanıyor. Burada uzun uzun hamalcılığın tarihçesi anlatacak değilim. Ama Eminönü çevresinde iki binden fazla hamal bulunduğunu ve her isteyenin hamal olamadığını, onların da yazılı olmayan kuralları bulunduğunu bilin yeter.
Yıllar sonra Eminönü bölgesinde hiçbir şeyin değişmediğini görmek güzel miydi? Değil miydi?Bilemiyorum.
Kararı siz verin.

8 Mayıs 2008

Cahillikten söz açılmışken!....

Bir Profesörün “ Osmanlıdan bize kalan en büyük miras cahilliktir” sözünü hep hatırlarım.
Elektronik posta yoluyla dolaşan aşağıdaki hikaye de bunun bir kanıtı:

Tarihte ilk kez Doğu illerimizden birine ayna gitmiş.
Adamın biri aynayı görüp eline almış. Daha önce hiç kendini görmediği için ölen kardeşine benzetmiş karşısındakini.
"Ey gidi gardaşım. Seni bir daha görmek nasipte varmış"!
Aynayı eve götürüp sarılıp uyumuş kardeşine.
Karısı bakmış adam bir şeye sarılıp uyuyor. Aynaya bakmış ki bir kadın. "Allah belanızı vireee.
Bu karıda kim. Bi boka da benzese" diyerek feryat figan evden çıkmış.
Kadı efendiye gitmiş.
"Kadı efendi benim adam beni bu çirkin karıyla aldattı" demiş.
Kadı aynaya bakmış ve şöyle buyurmuş:
"Yav, bu karıdan çok kavata benziir"!...

6 Mayıs 2008

Yıkıkların sevgilisi incir ağaçları!...

İlkbahar’la birlikte meyveler yavaş yavaş sofralarımıza misafir olmaya başladı. Doktorlar besin değeri yüksek bu meyvelerden çokca tüketilmesini öğütlüyorlar. Bu meyvelerden ilginç birisi de incir.
Kayaköy’ü gezerken harabelerin içinde pek ağaca rastlamamıştık. İncir ağacı hariç. Yıkıkların arasından fışkırmış birkaç incir ağacı gördük. Bizim gittiğimiz nisan ayı içinde, henüz yaprakları yeşillenmişti.
Sahi bu uçsuz bucaksız bir yerde ve yıkıkların arasında neden sadece incir ağacı vardı?
Merak ettim, incirle ilgili bazı bilgilere ulaştım. Sizlerle paylaşmak istedim:
Araştırmamın ilk hareket noktası “ocağına incir ağacı dikmek” deyimi oldu.
İncir ağacının köklerinin çok uzaklara gittiği bilinmektedir. Özellikle suya kavuşmak için. Bu yolculuk için de pek engel tanımazlar. Devlet Su İşlerinin su borusu döşerken yakınlarda incir ağacı olup olmadığını kontrol etmesi bundandır. Su oluklarının içine girmekle ünlenmişlerdir. Bir diğer bilgiye göre ise özellikle kırsal alanlardaki metruk evlerin bahçesinde kendiliğinden yetiştiği, bu özelliği dolayısıyla halk arasında efsunlu olarak görüldüğü bilinmektedir.
İncir’in dutgillerden olduğunu biliyor muydunuz? 750’ye yakın türü var ve anayurdu Önasya ile Akdeniz havzası.. İNCİRİN FAYDALARI
*İncir, içerdiği yüksek oranlardaki protein, vitamin ve minerallerle hücrelerin yenilenmesini sağlayan bir besin.
*İncirin içerdiği kalsiyum, diğer besinlerdekine göre daha kolay sindirilir. Süt içemeyen kişilerin incir yemeleri öğütlenir.
*İncir, içerdiği 'benzaldehit' adlı maddeyle kanserli hücrelerin büyümesini önler, kansere karşı etkili olur.
*Kuru incirden hazırlanan infüzyon, çocuklarda kullanılabilen etkili bir müshildir: Bunun için iki -üç kuru incir doğranır. Üzerine kaynar su dökülerek 10-15 dakika demlendirilip bir infüzyon hazırlanır. Bu infüzyondan günde 2-3 bardak içilir.
*Körpe incir yapraklarının sütü siğile karşı etkilidir: Bu etkiyi sağlamak için körpe incir yaprağından sızan süt siğile sürülür.
*Körpe incir yapraklarının ezilmesiyle hazırlanan yara lapası, çıbanların olgunlaştırılması ve baş verip delinmesinde etkili olur.
Kaynak: Kültür Bakanlığı Web Sitesi

2 Mayıs 2008

Sırt ve bel ağrılarının ilacı: Kırmızı biber

Bel ve sırt ağrısı hemen hemen hepimizin derdi. Bel ağrısı demeyin bana. Yıllardır sıkıntısını çekiyorum. Doktorlara göre belin bazı kasları zayıflıyor ve en küçük bir zorlamada ağrılarla sizi kıvrandırıyor.
Dr. James A. Duke’nin Yeşil Eczane kitabında bel ve sırt ağrıları bölümünü görünce Eczacı Nuran hanımdan blogda yazmasını rica ettim. Bitkilerin bel ağrısına iyi gelebileceğini hiç düşünmemiştim. Bir deneyin belki de iyi gelecektir. İşte Eczacı Nuran’ın yazısı:
İngiltere’de hergün çalışan 25.000 kişi sırt ağrısını neden göstererek işinden geri kalıyor.
Her beş yetişkinden biri mutlaka sırt ağrısı çekiyor.
Doktorlar sırt ağrıları için önce dinlenme, ilaç tedavisi ve ameliyat öneriyorlar. Ameliyat en son düşünülmesi gereken tedavi şekli.
KIRMIZI BİBER’in süper bir ağrı kesici olduğunu hiç duydunuz mu? Evet. Kırmızı biber ağrı kesici olarak kullanılan Kapsaikin içerir.
Kırmızı biberi ezip lapa kıvamına getirdikten sonra ağrıyan yeri bu lapayla ovalayın. Bu lapaya evdeki herhangi bir cilt kremi de ilave edilip karıştırılabilir.
Tabii kırmızı biberi kullandıktan sonra ellerinizi yıkamayı unutmayın.
SÖĞÜT bir bitkisel aspirindir ve M.Ö 500 yılından bu yana ağrı dindirici olarak kullanılmaktadır.
NANE’de mentol vardır ve mentol adale gerginliklerini hafifletir. Yeşil nane ve kıvırcık nanede bol miktarda mentol bulunur.
Bitkilerden elde edilen yağlar da ağrı kesici olarak kullanılır. Bunların en önemlisi BİBERİYE YAĞI’ dır.
.............................................................
Bunları biliyor musunuz?

Eski Yunanda ağrıları telkin yoluyla tedavi önemli bir yöntemdi. Nezir Kandili yakmak, mabetlerde yakılan ateşin küllerini şaraba katıp içmek veya suya katıp vücudun ağrıyan yerlerine sürmek de diğer tedavi yöntemleriydi.