31 Mayıs 2012

Sultanahmet’teki sıfır noktası: Million Taşı !

Sultanahmet’te dünyanın merkezi olan bir nokta olduğunu biliyor muydunuz? Bu nokta Roma’ya uzanan yolun başlangıcı. Yerebatan’ın tam yanında. Yanından geçerken dikkat bile etmezsiniz. Etseniz anıtı görürsünüz, bir de bir yazı. Million taşı. Nedir diye merak ederseniz çeşitli kaynaklardan sizi doyuracak bilgilere ulaşabilirsiniz. İşte o bilgilerin özeti;

Ayasofya’nın önünde Divanyolu’nun üzerinde yer alan Million Anıtı, İstanbul’dan Roma’ya giden Via Egnatia’nın başlangıç noktası.( Via Egnatia, MÖ 2. yüzyılda Roma İmparatorluğu tarafından inşaa edilen bu yol, Roma’nın Makedonya ve Trakya bölgelerinden geçer). Bu yol doğu ve batı dünyası arasında askeri-siyasi, dini-kültürel ilişkilerin etkileşimini sağlamış.

Anıt ilk yapıldığında dört yöne bakan bir kapı ve bu noktada kesişen yolların üzerine yükselen, dört sütun üzerine oturmuş bir kubbeden oluşmuş. Million Anıtı’nın ve kubbesinin üzerinde birçok Bizans dönemine ait heykel ve kabartma varmış. 16. yüzyılda su kemerlerin genişletme çalışmaları sırasında anıt yıkılmış.
Ne yazık ki günümüze kadar gelen parça anıtın çok küçük bir parçası

25 Mayıs 2012

Anıt değil, suyun basıncını ayarlayan su terazisi!

Sultanahmet’e gidenler, Ayasofya’nın karşı köşesinde bir şeye benzemeyen taş kuleyi görürler, görürler de ne olduğunu merak etmezler. Tarihi kalıntı der geçerler. Tabii meraklı olanlar hariç.
Aslında bu taş kule bir sistemin parçası. Roma, Bizans ve Osmanlı döneminde şehrin suyunu dizginleyen, basıncını ve debisini ayarlayan sistemin bir parçası, yani su terazisi.
Biliyorsunuz o dönemlerde de su şehrin dışından getiriliyor.
Sistem şöyle çalışıyor: Önce su bentleri yapılıyor. Bu bentlerle su ormanların içinden kentin  merkezine doğru yola çıkarılıyor. Bentlerdeki su, böylece kentin merkezindeki sarnıçlara aktarılıyor. Yerebatan Sarnıcı gibi.
Sarnıçlardaki su da kente düzenli bir şekilde dağıtılıyor.
Suyun akışını, basıncını dengelemek için bir sisteme ihtiyaç duyuluyor. Bu sistem de su terazileri ile kuruluyor. Şehre doğal eğilimle akan su, şehrin içinde kulelere çıkartılıp yavaşlatılıyor, sonra da kontrollü bir şekilde dağıtılıyor.
Eski suyolu haritalarında bu su terazilerinin nerelere konduğu açıkça görülüyor ama bugüne geldiğimizde bunların çoğunun yıkıldığını ve yok olduğunu görüyoruz. Ayakta kalıp günümüze gelenlerin sayısı ancak 30 civarında. Yerebatan Sarnıcının yanındaki kalıntı gibi baktığımız su terazisi de işte bunlardan biri
.

22 Mayıs 2012

Karadeniz fıkrası gibi!

Muharrem Kaptan yazıyor:

Fadime’yle Selime Pazar arabaları ellerinde semt pazarına gidiyorlarmış. Yolda bir mağazanın önünden geçerken garantili horlama yastığı yazısını okumuşlar.
Selime ; “Fadime arabami tutta bi koşa gidup fiyatini oğreneyim demiş.
Mağazaya girmiş biraz sonra elini boş ver der gibi sallayarak ve söylenerek dışarı çıkmış.
Fadime ; Abla ne oldi ? sordunmi ? kaç lirayaymiş ?
Selime  ; Horlamağa devam Fadimem. Tanesi 40 lira, iki tanesi 80 lira. Eyi horlamalar.

19 Mayıs 2012

Ayrışmaya az kaldı!

Otoparka girdi, şöyle bir dolaştı. Aracını bir yere bıraktı. Ne otopark çizgilerine baktı, ne de etrafına. Kapıyı açtı, çıkıp gitti.
Sonra ne mi oldu?
Fotoğrafta görüyorsunuz; araçlar otoparktan çıkamaz oldu.
Araki sahibini bulasın.
Bencilliği toplumumuza yerleştirdiler.
Bence ayrışma böyle başladı. Çığ gibi de büyüyor.  Siyasette, sporda, her yerde otoparkta bile.
Umarım sonumuz hayırlı olur.
Pek sanmıyorum ya.

17 Mayıs 2012

Atatürk diyor ki!...


"Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler, başka milletlere yem olurlar."

"Bizim dinimiz, milletimize hakir, miskin ve zelil olmayı tavsiye etmez. Tam tersine Allah da, Peygamber de insanların ve milletlerin izzet ve şerefini korumalarını emrediyor."

"Bir memleketin, bir memleket halkının düşmandan zarar görmesi acıdır. Fakat kendi ırkından büyük tanıdığı insanlardan vefasızlık, felaket görmesi daha acıdır."

"Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını söyler. Bazı kimseler modern olmayı kâfir olmak sayıyorlar. Asil kâfirlik onların bu inanışıdır."

"Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir."

"Sayın öğretmenler, hiç bir zaman düşüncelerinizden çıkmasın ki cumhuriyet sizden "fikri hür, vicdani hür, irfanı hür" nesiller ister."

"Kadınlarımız erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli, daha çok bilgili olmak zorunluluğundadır. Gerçekten ulusun anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdırlar."

"Ey yükselen yeni kuşak, gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak olan sizsiniz."

16 Mayıs 2012

Kitap konusunda mimlenince...

Gazetecilik mesleğinden emekli olunca bir süre boşlukta kalmıştım. Sevgili Berceste’nin “Akın Amca size bir blog açalım, tecrübelerinizi, anılarınızı, tanımadığınız insanlarla paylaşmak istemez misiniz? teklifine sıcak baktım. Blog açıldı, ben de elimden geldiği kadarı ile anılarımı paylaştım, birçok dost edindim bu blog sayesinde. Onların yazılarını okudum, hâlâ da okuyorum.
Blog dostlarımın bir kısmı ile de tanışma fırsatım oldu.
Bunlardan biri de Sevgili Asortik Krep.
Dostlarımın çoğu bloglarında yazmıyorlar, arada sırada yazıyorlar ama Sevgili Asortik Krep bıkmadan usanmadan yazılarını, fotoğraflarını bizlerle paylaşıyor.  Ben de zevkle izliyorum.
Bloglarda bir ara moda olan mimlenme yine başlamış. Asortik Krep de beni mimlemiş. Konu kitaplar. Bu konudaki sorulara reklam sınırları içine girmeden cevap vermeye çalışacağım:

Soru: Ne sıklıkta kitap okursunuz?

Cevap: Yaklaşık 35 yıl gazetecilik yaptım. Gazetelerin yazı işlerinde çalıştım. Yani ortalama günde yüz elliye yakın haber okudum.  Her gün mesleğim icabı okuduğum gazeteler hariç.
Tüm gününü ve yıllarını haber okuyan biri için kitap okumaya zaman ayırmak kolay değildi.  Emekli olduktan sonra özellikle yaz aylarında vakit bulursam kitap okuyorum. Sıklık konusunda bir şey diyemem.

Soru: En sevdiğiniz yazarlar?

Cevap.Robert Ludlum ve Wilbur Smith. Turgut Özakman’ı da beğeniyorum.

Soru : En beğendiğiniz kitaplar?

Yakın tarihi inceleyen kitaplar.

Soru: Yerli ve yabancı hangi kitapların yazarlarını daha çok tercih edersiniz?

Cevap: Yazar tercihi yapmıyorum, konu tercihi yapıyorum.

Soru: Bugüne kadar en beğendiğiniz kitap serisi?

Cevap: Cumhuriyet Gazetesinde çıkan Atatürk ve yakın tarih serileri.

Soru: Daha çok hangi tarzda okumaktan hoşlanırsınız?

Cevap: Tarihi ve sürükleyici romanlar…

Soru: En son hangi kitabı okudunuz?

Cevap: Sızıntı..

Soru:Şu anda hangi kitabı okuyorsunuz?

Cevap:Okumuyorum.

Soru: Kitap blogları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Cevap: Reklama kaçmadıkları sürece her türlü bilgi paylaşımını destekliyorum.

Soru: Kitap okumak sizin için ne ifade ediyor?

Cevap: Kitap okumak düşünceyi genişleten bir unsur. Çok okumak iyi yazmanın da birinci olmazsa olmazı. Ne yazık ki ülkemizde okuma oranı çok düşük seviyede. İnternet bu seviyeyi de ne yazık ki düşürecek gibi görünüyor.

13 Mayıs 2012

Sadece avcıların değil, balıkçıların da palavrası bol!

Muharrem Kaptan yazıyor:

60’ lı yılların ortalarında daha yeni yetme delikanlılık çağlarımızda Fener’de elektrik yokken tek eğlencemiz akşamları kahvehaneye çıkmaktı.
Kahvehane de akrabanın gençleri oturur sohbet ederdik. Yine bir akşam toplanmış sohbet ediyorduk, Vehbi ağabey Suat Reis’e ( Suat Reis Maksut dedemin damadı yani eniştemiz) “bir şaka yapalım” dedi.
 O zamanlar kalede ve topçu birliklerinde askerler vardı. Suat Reis’e “Fenerli bir kız her akşam Kasayıt bayırında askerle buluşup konuşuyor, diyelim” dedi.
Hemen senaryoyu yaptık, ben kız rolü, Korkmaz Çakar’ da asker rolü yapacaktı. Vehbi Ağabey, Necmi Ağabey ve Sali Ağabey Suat Reisi alıp o tarafa getirecek bizi göstereceklerdi.
Eve gidip annemin yeldirmesini ve bir başörtüsü aldım. Aşağı yoldan buluşma yerine gittim , Korkmaz’la buluştuk. O gece dolunay vardı, görüş iyiydi.
Vehbi ağabeylerin sesini duyunca yeldirmeyi giydim, başörtüsünü de taktım. Korkmaz’la konuşuyormuş gibi yapıyorduk. Bizim nerede olduğumuzu bildikleri için Suat Reisi o tarafa getirdiler.
 Aramızda 30 metre kadar bir mesafe vardı. İçlerinden biri “sizde görüyor musunuz şurada birileri var” dedi, bizi gösterdi. Bize doğru gelmeye başladılar. Ben bizim evin olduğu tarafa doğru koşmaya başladım.
Korkmaz da tam tersine kale tarafa doğru koştu. Suat Reis benim peşime takıldı. Dere mahalle yolunu geçtim, o diğer yoldan önümü kesmek istedi ama hızlı koştuğumdan o sapağı geçmiştim. Oktay’ların evini geçmiştim ki karşıdan birisinin geldiğini gördüm ve yavaşladım. Gelen Dere mahallesinden Şefik ağabeydi. Suat reis “yakala onu” diye bağırıyordu. “Şefik ağabey benim, sonra anlatırım çaktırma” dedim. Güya beni tutamadı. Suat reis de onu görünce yavaşlamıştı, aramızdaki mesafe 25 metreyi bulmuştu. Ben hemen eve gidip yeldirmeyle başörtüsünü bıraktım.
Tekrar kahvehanede buluştuk. Suat reis coşmuş heyecanlı heyecanlı anlatıyordu. “Enişte hayrola ne oldu” diye sordum.
“ Köy başına doğru gidiyorduk, Haydar’ın evinin aşağısında askerle konuşan bir kız gördük. Hemen koşmaya başladım, asker kaleye doğru kaçtı, kızın peşinden koşmaya başladım. Baktım aşağı yoldan gidiyor, şişko Mehmet’in evinin oradan yolunu keseyim dedim. Elimi uzattım, tam saçlarından yakalıyordum ki karşıdan gelen birini gördüm durdum. Gelen Şefik’ ti. Ona o kaçan kızı tanıdın mı diye sordum yok tanıyamadım” dedi. “Ah Şefik gelmeseydi saçlarından yakalıyordum” diye anlatmaya devam ediyordu. Bir süre daha biz de gaz verdik, o palavralarını arttırdıkça arttırdı. Biz gülmekte yerlere yatıyorduk. “Yahu enişte amma atıyorsun o saçından tutacağın kız bendim, aramızda 20 metreden fazla mesafe vardı, askerde Korkmaz’dı” dedim. Tabii ki inanmadı. Kurduğumuz senaryoyu anlattık. Zorla ikna oldu. Ertesi gün Şefik ağabeye yaptığımız şakayı anlattık. O “zaten seni o kıyafetle görünce anlamıştım” dedi. Suat Reis’in palavrasını bir kez daha tescillemiştik.                                            

11 Mayıs 2012

Finlandiya'da "temel eğitim" parasız!

Gelişmiş ülkelerde eğitim sistemleri ile ilgili son durak Finlandiya. Finlandiya’da temel eğitim 7-17 yaşlar arasında uygulanıyor. Temel eğitimin önemli yanı parasız olması ve tüm çocuklara uygulanması.
Temel eğitimin hedefi ise çocukların kendilerine en uygun mesleği seçebilecekleri biçimde temel beceriler kazandırabilmek.
Temel eğitim ayrıca  kendine ve çevreye sorumlu olma,  araştırma yoluyla öğrenme, bağımsız çalışma gibi özellikleri çocuklara kazandırmaya amaçlıyor.
Çocuklara temel eğitim sırasında ayrıca el sanatları, teknik çalışma da öğretiliyor.
 Temel eğitimden sonra iki çeşit okul var; Biri üniversiteye hazırlayan “gymnasium”, diğeri iş yaşamına hazırlayan “mesleki eğitim kurumları”.

10 Mayıs 2012

İngiltere’de eğitim çok seçenekli!

4+4+4 eğitim sisteminin ne getirip ne götüreceğini daha iyi anlamak için gelişmiş ülkelerin eğitim sistemlerini incelemek gerektiğini söylemiştim. Örnek olarak Almanya’yı incelemiş ve Almanya’da meslek eğitiminin gözde olduğunu yazmıştım. Bu konuda İngiltere’ye bir göz atarsak orada da çocukların yeteneklerine göre bir eğitim sisteminin uygulandığını görüyoruz.
İngiltere’de temel eğitim 5-16 yaş arası çocuklar için zorunlu. 16 yaşından sonra seçeneği çok akademik ve meslek eğitimi uygulanıyor.
İngiltere’de eğitimin amaçlarını şöyle sıralayabiliriz:
Çocuklara sorumluluk kazandırma, bilgi kalitesini geliştirme, öğrenme için gereken kaynaklara erişimi sağlama,  becerileri geliştirme, çevre, küreselleşme, yeni bilgi teknolojileri eğitimi verme.


8 Mayıs 2012

Almanya’da eğitimin gözdesi meslek okulları!

Eğitim sistemimiz sil baştan yapılınca insan merak ediyor gelişmiş ülkelerde eğitim ne durumda? Öyle ya. Örnek o ülkeler.
En yakın dostumuz Almanya’dan başlayalım ve diğer yazılarımızda Amerika’yı İngiltere’yi ve diğer bazı ülkeleri inceleyelim.
Almanya’da eğitim sisteminin gözdesi meslek eğitimi. Birinci öncelik yani. Tüm sistem bu felsefeye oturtulmuş.  Oran çok yüksek. Yüzde 80’ler civarında. Ülkenin sanayisinin çok gelişmiş olması önemli bir faktör meslek eğitiminin gelişmesi için.
Almanya sistemi hem okul hem işyerinde çalışma şeklinde oturtmuş. Yani öğrenci ilk yıl hem okula gidiyor hem de işyerine gidip çalışıyor. Zaten okula kaydolabilmek için bir işyerine girmenizi şart koşuyorlar. İşyerini siz buluyorsunuz. Ondan sonra okula giriyorsunuz.
Bir önemli nokta da ders kitaplarının devlet tarafından ücretsiz dağıtılması. Almanlar uyanık. Aynı ders kitaplarını işi bitince geri topluyorlar ve yeni gelen öğrencilere dağıtıyorlar. Her yıl kitap basmak yok yani.
Üniversiteye giriş sınavsız. Öğrenci notlarına göre ilköğretimden ayrılıyor. Genel lise eğitimi alıyor. Bu eğitimi tamamlayınca ne olmak istiyorsa devlet onlara bu alanda okul buluyor.
Önemli bir nokta da öğrenci taşıma işi. Toplu taşıma araçları öğrencilere ücretsiz hizmet veriyor.
Tabii en önemli noktalardan biri de üniversiteler dahil tüm okulların ücretsiz olması.


4 Mayıs 2012

Alacakaranlıkta kalan eğitim sistemi!

Eğitim sistemleri bir ülkenin geleceğini belirleyen kuşakları yetiştirir. Siz bugünkü eğitim sisteminin bunu başarabileceğine inanıyor musunuz?
Zaman zaman torunum Mete’yi okuldan alıyorum. Henüz ilköğretim hazırlık sınıfında. Oyun çocuğu yani. Okul kapısından çıkar çıkmaz soluğu oyun parkında alıyor. Sadece o mu?
Servisle gitmeyen diğer çocuklar da.
Genç anneler grup halinde çocuklarının oyunlarını izliyor, bir yandan da sohbet ediyorlar. Sohbetlerinin ana teması çocuklarının gelecekleri. İyi eğitim almaları.
Bugün anne babaların tek kaygısı var; çocuklarımız iyi eğitim alabilecek mi?
Bazı genç anne babalar da bu kaygı nedeniyle çocuk bile yapmıyorlar.
Anadolu da böyle mi? Sanmıyorum. Henüz ülkemizde nüfus planlaması oturmadı. Oturacağı da yok. Ülkenin başbakanı üç çocuk, beş çocuk yapın talimatı ortada iken.
Genç anne babaların “iyi eğitim” kaygılarına katılıyorum.  Katılıyorum ama bu kaygının getirdiği çocuk yapmama psikolojisi de bu kez nüfus kirliliğini önümüze seriyor.
Nasıl mı?
Çocuğunu yetiştirebilecek anne babalar bir çocukla, bilemediniz iki çocukla yetinirken Anadolu’da Allah ne verdiyse mantığıyla dört çocuk, beş çocuk doğuyor da doğuyor.
İyi eğitim, iyi eğitim derken bu eğitimi çocuklarımıza kim verecek? Tabii öğretmenler.
Peki donanımlı öğretmen yetiştirebiliyor muyuz?
Yıl  1 Mart 1923. Mustafa Kemal Atatürk  Meclis’in açılış konuşmasında şunları söylüyor:
"Okullarda öğretim görevinin güvenilir ellere verilmesini, yurt çocuklarının
o görevi kendilerine hem bir meslek, hem bir ülkü sayacak, erdemli ve
kıymetli öğretmenler tarafından yetiştirilmesini sağlamak için öğretmenlik;
diğer serbest ve yüksek meslekler gibi giderek ilerlemeye ve herhalde geçim
rahatlığı sağlamaya elverişli bir meslek durumuna konulmalıdır. Dünyanın
her yerinde öğretmenler, toplumun en fedâkar ve saygıdeğer insanlarıdır”.
Bu cümleleri bir kere okumayın, sindire sindire birkaç kez okuyun.
Ne diyor Atatürk” öğretmenlik, diğer serbest ve yüksek meslekler gibi giderek ilerlemeye ve herhalde geçim rahatlığı sağlamaya elverişli bir meslek durumuna konulmalıdır”.
Atatürk’ün 1923’te söylediği bu sözler bugün de geçerli değil mi?
Öğretmenliği “geçim rahatlığı sağlamaya elverişli bir meslek” durumuna getirebildik mi?
Eğitim Fakültelerinin öğrenci alma puanlamasına bir bakın. En düşük puanlı öğrencileri alıyorlar. Neden?
Kimse tercih etmiyor da ondan. Etse ne olacak?
Mezun olacak. Tamam. Atanmayı bekleyecek. Tamam. Atanırsa da karın tokluğuna çalışacak mı? Çalışacak. Peki, bu şartlarda yetişen o öğretmen donanımlı öğrenciler yetiştirebilecek mi?
Biraz zor değil mi?
Sahi siz bu kısır döngüye inanıyor musunuz?
Ülkemizde çağa uygun bir eğitim sistemi getirildiğine güveniyor musunuz?
Ne yazık ki ben güvenmiyorum ve ülkemin, çocuklarımızın ve torunlarımın geleceğini alacakaranlıkta seçemiyorum.

1 Mayıs 2012

Emir büyük yerden gelince otopark "zorunlu" oldu…

Kuralı koymuşlar; bina yapıyorsan binanın altına otoparkını da yap. Ne zaman konmuş bu kural? Bugün otoparkı olmayan site yok.
 Yıllar önce. Hatırlıyorum bir dostum Beşiktaş'ta inşaat yapmıştı. Altında tonoz bulunan caddenin kıyısına.
O zaman duymuştum bu otopark işini. 70’li yıllarda.” Nasıl yapacaksın Ağabey tonozun yanına otoparkı” diye sormuştum. Zordu dere yatağının yanında diplere inebilmek. Verdiği cevap hala kulaklarımda çınlıyor:
Ne otoparkı. Bodrum yapacağım. Parasına yatırdık bile Belediyeye”.
Sizin anlayacağınız kuralı para bozmuş, böyle gelmiş böyle gidiyordu. Ne zamana kadar?
 Kendisi yıllarca belediye başkanlığı yapan ve İstanbul’da belediye başkanlığını kolay kolay kaptırmayan başbakanımız Kasımpaşa’nın dar sokaklarına girene kadar.
 Kural en aşağı 40 yıldır var ama gerçek uygulama için emir büyük yerden gelince düğmeye basıldı.
Artık binasının altına otopark yapmayana ruhsat yok.
Uzmanlar rapor yazıyor; köprüler eski. Yıpranmış. Aldıran yok. Ne zamana kadar? Köprü yıkılıncaya kadar.
Madenlerde denetim olsa bile uyarıları dinleyen yok. Ne zamana kadar?
Çökme veya patlama olana kadar.
Deprem uzmanları uyarıyor; tedbir alın. Dinleyen yok; ne zamana kadar?
Deprem olana kadar.
Tersanelerde uzmanlar işçilerin tehlike altında çalıştıkları konusunda uyarıyorlar; ne zamana kadar?
Patlama olup can kayıpları olana kadar.
Son altı ayın olaylarını bir tarayın. Karşınıza uyarı, aldırmazlık ve facialar çıkacak.
Bir şey daha çıkıyor karşınıza; her olaydan sonra “sorumlular cezalandırılacak” diyen sorumlular.
Zeytinyağı gibi üste çıkanlar.
Bu ülkede uzmanların raporları tozlu raflarda beklerse, denetimle ilgili yasalar uygulanmazsa, denetim denetlenmezse, daha çok canlar yanar, biz de yetkililerin bizi uyutmasını ibretle bekler dururuz.