24 Eylül 2012

Muzip heykeller diyarı: Bratislava

Komşu "gezi grubu" ile Avrupa ( 3 )
Suzan Abla yazıyor:

Slovakya’nın başkentini sadece muzip heykele indirmek ne derece doğru bilmiyorum ama birkaç saat süren kısacık Bratislava turunda en çok ilgimi çeken her yerde görmeye alışık olmadığımız komik heykellerdi.
Budapeşte’den Viyana’ya giderken Slovakya’nın bu şirin başkentine sadece birkaç saat uğrayabildik. Budapeşte’deki otelimizden ayrılıp otobüsle Viyana’ya doğru yola çıktığımızda gezimizin üçüncü günündeydik. Yol boyunca dikkatimi çeken şey (binlerce desem abartı olmaz) rüzgâr enerjisi santrallarıydı. Rehberimizin verdiği bilgiye göre asit yağmurlarının ormanları tehdit etmesinin ardından rüzgâr enerjisine devlet, yüzde 50 teşvik vermeye başlamış. İki şeritli otoyolun iki tarafında da yeldeğirmeni tarlaları vardı adeta…

  Muzip Napolyon heykeline ben de muziplik yapmak istedim.
AB’nin kuralları gereği şehirlerarası yolculuklarda en az iki saat mola vermek gerekiyormuş. Biz de bu molayı, Bratislava’da verelim dedik. Bu gezi, turun ekstra programı kapsamında olduğu için 20 Euro’ydu ama gelmeyenler benzin istasyonunda beklemek zorunda kalacaklardı. Hem bu nedenle hem de yeni bir ülke görmenin heyecanıyla hepimiz bu geziye katıldık. İyi de ettik. Budapeşte’nin ardından burası bizde küçük, canlı, şipşirin ve muzip bir şehir izlenimi bıraktı.
Bratislava da Budapeşte ve Viyana gibi Tuna nehri kıyısında yer alıyor. 1993’te Çekoslovakya’nın Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye bölünmesinin ardından Bratislava, ülkenin başkenti olmuş. Nüfusunun 450 bin olduğu söyleniyor. Karşılaştırma için ufak bir bilgi: Kadıköy’ün nüfusu 2011’de 532 binmiş. Küçük demekte haklıyım değil mi?

  İşçi Cumil'i canlandıran sokak sanatçısı, şapkasına para koyarsanız göz kırparak teşekkür ediyor..
Neyse Bratislava’nın önemli bir özelliği de Avusturya ve Macaristan’a sınır olması. Dünyada iki ülkeye sınırı olan sadece iki başkent varmış. Bu şirin başkent onlardan biri. Bratislava’da oturup, her gün Viyana’ya çalışmaya giden çok kişi varmış. Viyana’da bin 500 Euro kira ödemek yerine 300 Euro ödeyip, 50 km gitmek tercih edilebilir bence de… Bratislava’nın online casinoları ve güzelleri de meşhurmuş. Hani Çek güzelleri meşhurdu? Rehberimiz, Çek güzellerinin çoğunun evlenip Kanada’ya, ABD’ye gittiğini o nedenle şimdi Slovak güzellerin gözde olduğunu söylüyor. Dinlenmek için oturduğumuz yol kenarındaki cafede, gelip geçenlere baktıkça rehberimizin sözünün doğruluğuna inanıyoruz…
Şehri gezmeye yine eski şehirdeki Veba Anıtı’ndan başlıyoruz. Ne çekmiş bu Avrupalılar vebadan..Şöyle bir sözlerinin de olduğu söyleniyor: ‘Tanrı vebadan ve Türkler’den bizi korusun..’
 
  İkinci Dünya savaşı'nda top isabet eden bina da turistlerin ilgi odağı..(Üstte ve Altta)

 Meydandaki bir binanın önünde durduk. Burası, İkinci Dünya Savaşı’nda top güllesi isabet eden binalardan biriymiş. Gülle hala korunuyor. Çünkü bu tür binalara yardım veriliyormuş. Toplu Konut yani!...
Şimdi yazının başlığına dönelim. Muzip heykeller şehri dedim ya, sokak aralarına girdikçe espri de başlıyor.
  Ulusal Tiyatro Binası Bratislava'daki güzel mimari örneklerden sadece biri...
Bir sokağın köşesinde elinde fotoğraf makinesiyle bir paparazzi duruyor. Meydandaki banka oturursanız, Napolyon ile hatıra fotoğrafıçektirebilirsiniz..Rögar kapağından kafasını uzatan işçi Cumil’in heykelinin hangisi olduğunu karıştırırsanız canlı olanına yaslanıp ürkebilirsiniz. Bu konuyu biraz açayım. Bizim arkadaşlardan biri işçi Cumil’le fotoğraf çektirmek isteyip onun sırtına yaslanınca Cumil hareket edivermiş. Meğer, bu Cumil, bir sokak sanatçısının canlandırdığı Cumilmiş ve kıyamet kopuvermiş. 


  Avrupa'da gördüğümüz veba anıtlarından biri..

Bratislava'nın parke taşlı sokaklarına hayran kaldık.
Elinde fötr şapkasıyla gelip geçeni selamlayan Natsi de ilgi çeken heykellerden. Rivayete göre sevdiği kıza kavuşamayan Natsi, aklını kaybetmiş ve şapkasını çıkarak herkesi selamlar olmuş.
Bratislava yazısı biraz kısa oldu ama iki saatlik geziden aklımda kalanlar bunlar. Orta Avrupa turuna katılırsanız, bu sevimlişehri atlamayın derim.

15 Eylül 2012

Osmanlı'nın serhat şehri Estergon'dayız...

Komşu "gezi grubu" ile Avrupa ( 2 )
Suzan Abla yazıyor:
Orta Avrupa turuna kaldığımız yerden devam. Şimdi durağımız türkülerimize konu olan Estergon Kalesi. Eh kolay değil, 140 yıl boyunca Osmanlı'nın batıdaki en uç noktası olmuş Estergon. Kaybedince de türküler yakılmış ardından “Akma Tuna akma, ben bir dertliyim, Estergon'u vermiş kara bahtlıyım” diye...
Biz de Osmanlı'nın serhat şehrini görmeden edemedik... Direksiyonda şoförümüz Peter, Rehberimiz Fatih Zengin'le birlikte üzüm bağlarının aralarından geçerek Macar ovalarında ilerliyoruz. Yeşillikler ve çiçekler içindeki şirin köylerden geçiyoruz.  Esztergom, Budapeşte'ye 60 km. uzaklıkta.
Kanuni Sultan Süleyman'ın 1543'te, 12 gün boyunca kuşattıktan sonra aldığı kaleyi şimdi biz kuşatmaya gidiyoruz sanki. Rehberimiz, rahmetli Barış Manço'nun güzel sesinden duymaya alıştığımız Estergon türküsünün sözlerini okumaya başlayınca, biz de başlıyoruz türküye.. Ama Fatih Zengin yarıda kesiveriyor türküyü “Bazı misafirlerimiz galeyana geliyor” diyerek muzip muzip.

 Estergon Kalesi ve bazilikasının Slovakya kısmından görünüşü.
Macarlar, bizim Estergon olarak bildiğimiz kaleye Esztergom diyor. Biraz tereddütte kalıyoruz acaba bunca yıldır yanlış mı biliyoruz diye.. Neyse, sadece dil farklılığından kaynaklanıyormuş.. Estergom, Macarların hıristiyanlığı kabulünden sonra uzun yıllar, ülkeye başkentlik yapıyor. Daha sonra da dini başkent olarak yerini sağlamlaştırıyor.
Estergon, Macaristan topraklarında ama biz Tuna'yı aşıp Slovakya'ya geçiyoruz Estergon'un heybetini görmek için. Ama kaleden ziyade içine daha sonra yapılan bazilika göze çarpıyor önce. Kalenin içi 1800'lerin başlarında doldurularak bugünkü bazilika inşa ediliyor. Kalenin altında görünür görünmez bir cami kalıntısı da var. Estergom Bazilikası, 100 metrelik kubbe yüksekliğiyle Avrupa'nın en büyüklerinden. Haa unutmadan Slovakya'nın bu bölgesine Ciğerdelen deniyor. Neden mi? Ya çok rüzgâr aldığı için, ya kızlarının güzelliğinden ya da Osmanlılar'ın kaleden kuvvetle attığı oklar nedeniyle. Bunların hepsi rivayet... Tekrar otobüse binip Tuna'nın üzerinden Macaristan'a geçiyoruz. Yaşasın AB..Sınır yok, pasaport yok. Hop o ülke, hooop bu ülke. Şimdi kalenin içini gezeceğiz...


 Esztergom bazilikasının içi muhteşem (foto: Sinan Yüksel)
 Bazilikadaki org, duvardan duvara uzanıyor (foto: Sinan Yüksel)
Kalenin kapısında bizi görünce flütle “Üsküdar'a gider iken”i çalan folklorik giysili genç ilgimizi çekiyor..Basıyoruz deklanşörlere...Bazilikanın içi muhteşem. Kilisenin içindeki org, o kadar büyük ki, bir duvardan öbürüne uzanıyor...Tavan ve duvar süslemelerine de hayran kalıyoruz...Kilisenin altında azizlerin mezarları var.  Ayrıca zamanın zenginlerine “cennette yeriniz garanti” diyerek mezarlar satılmış..Din tüccarlığı her dönemde, her ülkede prim yapıyor ne yazık ki!
 Estergon Kalesi'ne girerken, 'Üsküdar'a giderken' i çalan genç..
Estergon'un arka bahçesine çıktığımızda dört adet mezar taşı görüyoruz Osmanlılar'dan kalma. Bazilikanın içindeki ihtişamlı mezarların aksine 4 mütevazi  mezar taşı...Dua ediyoruz mezarların başında.. 1595'te Sokolluzade Lala Mehmet Paşa, askerlerinin açlık ve susuzluktan kırılması üzerine kaleyi teslim ediyor. Tarihçi Peçevi'nin yazılarında geçen “sarnıç etrafında ıslak mermeri yalayan yaralılar gördüm” sözü, içimizi sızlatıyor. Estergon türküsünün de bu hazin tablodan sonra çıktığı söyleniyor.  
 Bazilikanın alt katındaki mezarlar, ilgi çekici...
Estergon'un bahçesinde 4 adet Osmanlı mezar taşı kalmış..

Estergon Türküsü'nün sözlerini yazmadan geçemeyeceğim:
Estergon Kalesi, su başı durak,
Kemirir içimi bir sinsi firak.
Gönül yâr peşinde, yâr andan ırak.
Akma Tuna, akma, ben bir dertliyim
Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım.

Estergon Kalesi, su başı hisar,
Baykuşlar çağırışır, bülbüller susar,
Kâfir bayrağını burcuna asar..
Akma Tuna, akma, ben bir dertliyim,
Bu ateşle yanar kara bahtlıyım.

Estergon Kalesi, su başı kale,
Göklere ser çekmiş burçları hele,
Biz böyle kaleyi vermezdik ele,
Akma Tuna, akma, ben bir dertliyim,
Estergonu vermiş, kara bahtlıyım.

Estergon Kalesi'nden Tuna'ya bakış...
1605'te alınan Estergom, 1683'te kesin olarak Osmanlı yönetiminden çıkmış. Kalenin burçlarından Tuna'ya ve Slovakya'ya son bir kez bakıp, bir de hatıra fotoğrafı çektirip, biz de çıkıyoruz Estergon'dan. Osmanlı'nın Estergon'u bırakıp çekildiği Visegard, şimdiki durağımız..
Rönesans Restaurant'ta hepimiz kral ve kraliçeydik..(foto: Sinan Yüksel)
Turun en lezzetli yemeği
Visegard'ın bizim için önemi büyük. Çünkü burada bir haftalık tur boyunca en lezzetli yemeği yiyeceğimizi söyledi rehberimiz. Bir de istediğimiz kostümü giyip fotoğraf çektirebileceğimizi.

Kapıda müzik eşliğinde karşılanıyoruz. Kemerli, tonozlu bir ortaçağ mekânı. Kendimizi bir film platosunda bulduk adeta. Rönesans Restaurant'ın atmosferi de adı gibi. Oturur oturmaz, kendimizi kraliçe ve kral sanmamız için önümüze konulan taçları takıp, yeşil önlüklerimizi giyiyoruz..Önlük biraz karizmayı çiziyor ama olsun...Bardaklarımız, tabaklarımız, testimiz hep topraktan..Ayıp olmazsa menüyü paylaşacağım:

- Geleneksel kremalı ceylan çorbası
- Trofeas geleneksel et menüsü (hindi budu, dana biftek, salata)
- Böğürtlenli çikolata soslu, kaymaklı kestane tatlısı...
- kırmızı şarap
-beyaz şarap
meşrubat, su, sade kahve, sütlü kahve seçenekleri..

Üstelik menü Türkçe olarak önümüze konmuş, ne incelik..

Çorba, büyük bir toprak kâseyle geldi, biz servis ettik. Ben et sevmem ama geyik etli çorbanın da geleneksel et menüsünün de tadı damağımda kaldı. Arada kostümleri giyip fotoğraflar çektirdik..Müzik dinledik..Son derece güzel ağırlandık..Macaristan'a giderseniz buraya mutlaka uğramanızı öneririm.
 Szendentre, çok şirin bir kasaba..Bu nedenle ziyaretçisi de fazla..

Şirin Szentendre
Budapeşte'ye dönerken hediyelik eşya kasabası Szentendre'ye uğrayacağız. Peter, yine direksiyona geçti, biz koltuklara yayıldık. Szentendre gerçekten çok şirin bir kasaba. Kendinizi masal dünyasında sanabilirsiniz. Folklorik giysileri içinde gençler dans ediyor. Nereye baksanız şirin evler, içlerinde ve sokağa taşmış hediyeler...
Araçtan iner inmez sizi tezgâhlardaki hediyelik eşyalar karşılıyor. Kalpaktan tutun da dantel şemsiyelere, cam biblolardan küçük kadehlere, bebeklere, giysilere kadar her şey var. Hele bir hediyelik eşya dükkanı vardı ki, içinden çıkamadık uzun bir süre..Satıcı da memnun oldu tabii.. Bir arkadaşımızın tavsiyesiyle buradan yüz ve el kremleri aldık. Ünlüymüş, aklınızda bulunsun. Bir de makarna sosları ve acı biberleri..


Szendentreli gençlerle fotoğraf çektirmesem olmazdı..

Fotoğraflı şarap
Akşam, Çigan gecesinde olacağız. Otele hızlıca dönüp giyindik. Bu kısmı hızlı geçeceğim. Geceden çok zevk almadık diyebilirim. Herhalde gündüz yaşadığımız güzellikler bize yetti ve kapılarımızı kapattık... Her ne kadar Macar Halk danslarını görsek de çok turistik geldi bana...Gulaş ve ördek fena değildi ama biz Rönesans'ta çok güzel bir yemek yemiştik.
Çigan gecesinde gösteriye misafirleri de dahil ediyorlar..
Gecenin en büyük sürprizi güzel bir Macar kızının eşimle benim arama girip hatıra fotoğrafı çektirmesiydi. Sürpriz bu değil tabii. Sonra bu resmi, şarap şişesinin üzerine basıp bize verdiler..Daha doğrusu 10 Euro'ya sattılar.. Çok güzel bir anı oldu...

12 Eylül 2012

İMECE’nin yedince filmi “Beşikdüzü Köy Enstitüsü”

 Beşikdüzü Köy Enstitüsü ile ilgili belgeselin çekimleri başladı.
İMECE adı altında köy enstitüleri ile ilgili 6 belgesel yapılmış.
Kardeşimin telefonu çaldı. “Yine öğrencilerimden biri arıyor sanırım” dedi ama yanılmıştı. Arayan Yapım 13’ten bir sekreterdi. Yönetmen Ahmet Sonergörüşmek istiyordu. Görüştüler.
Ahmet Soner, Köy Enstitülerle ilgili bir belgesel hazırlıyordu. Pera Müzesi için İMECE adı altında 6 dizi yapmıştı. Bunlar gösterime giren filmlerdi. Altı dizide Çifteler, Kızılçullu, Kepirtepe, Cılavuz, Savaştepe Köy Enstitülerinin belgeselleri işlenmiş, 60 yıl sonra geriye kalanlar adı altında 43 dakikalık bir filmle de devam edilmişti.
Yönetmen Ahmet Soner, sıranın Beşikdüzü Köy Enstitüsü’ne geldiğini söylüyordu ve kardeşimden babamın enstitü anılarını dinlemek istiyordu.
Çekim sırasında Ahmet Soner’le kısa bir görüşme de yaptık tabii. İşte çalışmalarından bazı bilgiler:
- İMECE’nin çekimine 12 yıl önce başlamış. Belgesel, Köy Enstitüleri üzerine yapılmış. Altı bölüm çekilmiş ve Pera’ da gösterilmiş, DVD’leri piyasaya sürülmüş.
- Altı bölümün toplam uzunluğu 470 dakika, yani 7 saat 50 dakika... Geriye kurgusu yapılacak 16 bölüm daha kalmış.
Pera Müzesinin bastırdığı broşürde şu cümleler dikkat çekici: “Yüzde doksana yakını okuma yazma bilmeyen bir ülkede Cumhuriyet’i yaşatma ve yeni bir insan tipi yetiştirme amacıyla, dönemin İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç önderliğinde 17 Nisan 1940’ta kurulan Enstitüler, köyden aldıkları çocukları eğitip tekrar köye yollayarak halkın geniş kesiminin aydınlanmasını hedeflemişlerdi. 1946’da dış ve iç baskılarla yavaşlayan süreç sonunda, 1954’te Enstitüler kapatıldı.
Evet… Cumhuriyet’in aydınlanma döneminin en önemli projesi baskılara dayanamadan yok olup gitti…