29 Haziran 2012

Kaptanlara“yol gösteren” İstanbul fenerleri!

Çocukluğumun bir bölümü Rumeli Feneri’nde geçti. Çocukluk bu, Boğaz’ın tam ucuna yerleştirilen devasa
feneri köyün normal görüntüsü gibi algıladık hep. Bıkmadan her gece yandı, söndü. Karşıdaki Anadolu Feneri ile karşılıklı birbirlerine göz kırparak. Hala da yanıp sönmeye devam ediyor.
Hayatın yol göstericileri vardır; Ailede anne, baba ve büyükler, okullarda öğretmenler.
Bir başka yol göstericiler de vardır ki onları pek bilmeyiz. Kaptanlara "yol gösteren" deniz fenerleri.
Elime bir kitap geçti.

Boğaz Güvenliği için inşa edilen Rumeli Feneri'nin ilk hali. (1574 tarihli gravür. Freshfeld Albümünden)

Fenerbahçe Koyu ve Fener Kulesi gravürü. (Pertusier. 1817)

Bizans’tan Osmanlı’ya İstanbul Limanları.
Yazarı Wolfgang Müller-Wiener.
Değerli bir kitap.
Bu kitaptaki bilgileri zaman zaman sizlerle paylaşmak istiyorum;
İlk konu olarak İstanbul Limanı’nın deniz fenerlerini seçtim.
1800’lü yıllar.
İstanbul Boğaz trafiği Kırım Harbi nedeniyle çok yoğun.
Özellikle Fransızlar güvenli geçiş konusunda bastırıyorlar.
1856’da Fransız Hükümeti, Osmanlı yönetimine deniz yollarındaki güvenliği sağlamak için deniz fenerlerinin çoğaltılmasını istiyor.
Osmanlı yönetimi de bu ısrara dayanamıyor, Fenerler idaresini kuruyor. Aynı yıl Rumeli ve Anadolu Fenerleri inşa ediliyor.
Daha sonra Ahır Kapı ve Çanakkale’de yapılan fenerler gemilere yol göstermeye başlıyor.
Zamanla bu fenerlerin sayısı doksan sekize yükseliyor.
1872 senesine gelindiğinde mevcut fenerlere Kızkulesi, Tophane, Kuruçeşme, Bebek, Rumelihisarı, Yeniköy, Tarabya, Kavak, Umur Yeri, Kanlıca ve Kandilli fenerleri ilave ediliyor.
İşin ilginç yanı bu fenerlerin çoğu kriz dönemlerinde, özellikle savaş zamanlarında söndürülüyor. Gece geçişler yasaklanıyor.
Önemli bir nokta da fener hizmetlerinden ötürü geçiş yapan gemilerden ücret alınması. Ücret tutarları ve kimlerin ne kadar pay alacakları yıllarca sorun oluyor.

27 Haziran 2012

Altına imzamı atacağım bir Yılmaz Özdil yazısı!

Pilot


Her Türk evladı gibi pilot olmak isterdim çocukken... İstemek yetmiyor tabii, zeka istiyor, yetenek istiyor. Bu yaşımda bile, henüz radyonun nasıl çalıştığını kavrayamadığım için, olamadım haliyle. Ama, rahmetli dedem öyle olsun istediği için, bir pilot’un adını taşıyorum. Maalesef sadece, F104 kokpitindeki siyah-beyaz fotoğrafıyla tanıştığım... Ben bebekken, motosiklet kazasında hayatını kaybeden komşumuz Yüzbaşı Yılmaz ağabeyin adıdır adım.
*
Sanırım, sırf bu kişisel sebeple, her pilot hadisesinde paraşütsüz kalırım...
Çakılır moralim.
*
Ve, hâlâ merak ediliyor...
Füzeyle mi vurdu Suriye?
Uçaksavarla mı?
*
Ben size söyleyeyim...
Kahpelik’le vurdu.
*
Çocuklarımızın karşısına erkek gibi çıkıp, vuruşsalardı, vursalardı...
Silahsız bile olsak, amenna.
Sinsice hançer’lediler.
Ki, sırttan hançerleme uzmanıdırlar.
*
O yüzden, hissettiğim duygu, ne kin’dir, ne öfke... Ecdadımızın onca acı tecrübesine rağmen, müstahak olduğumuz gerçeğidir... Hâlâ bunlara sırtımızı dönmenin kahrı’dır hissettiğim.
*
Pilotlarımıza gelince...
Sıkı durun.
Biri pilot’tur.
Biri astronot adayı pilot’tur.
*
Evet, yanlış okumadınız.
Tahminim, memleketi bu badireye sürükleyen siyasiler bile şu anda öğreniyor ama... Yüzbaşı Gökhan Ertan, Türk Hava Kuvvetleri tarafından çok özel testler neticesinde seçilmiş, astronot adayı pilotlarımızdandır.
*
Yürek zaten mangal da...
Üstün zekalıdır.
Üstün eğitimlidir.
Üstün yeteneklidir.
Yeteneksizler coğrafyası’nın çıkardığı tek taş pırlanta’lardan biridir, o yüzbaşı.
*
Utanmadan...
“Tazminat isteyelim” filan deniyor.
Paha biçilmezdir.
*
11 yaşındayken, ailece bindikleri otomobille feci kaza geçiren, 4 ve 10 yaşındaki kardeşlerini oracıkta kaybeden, hurda yığınından sağ çıkan...
Allah’ın bu millete lütfudur, o yüzbaşı.
*
Kaç tane astronot adayımız var derseniz... Konunun otoritelerinden Profesör Mesut Caşın’a adeta yalvardım, anca, “bir grup olduğunu söyleyebilirim” dedi. “Bi avuç” yani... “Bazı ülkeler”le yürütülen çok gizli proje kapsamında seçildiler. Mekiğe ne zaman ve hangisi binecek bilemeyiz. Bildiğimiz şu, Yüzbaşı Ertan olabilirdi.
*
Özetle.
Sadece uçağımız düşürülmedi. Denizin dibinde aradığımız da, metal yığını değil.
*
Yuri Gagarin gibi, Neil Armstrong gibi, tarihe geçebilecek kahramanını... Düşmanlık ettiği rejimin topraklarına, turist gibi “fotoğraf makinesi”yle gönderen ilk ve tek ülkedir Türkiye!

21 Haziran 2012

Komşunun tavuğu gerçekten komşuya kaz görünüyor!


Yazlıklardan bir manzarayı sizlerle paylaşmak istiyorum; bir villa ve geniş bir bahçesi. Bahçede ağaçlar var. Zemin çimle kaplı. Bahçenin bitişiğinde bir arsa var. Sahibi ne bina yapıyor ne de satıyor. Yıllardır boş. Arsa ancak hafta sonları yazlıkçılara otopark görevi yapıyor.
İki bahçeyi bir duvar sınırlıyor. Büyük bahçesi olan yazlıkçı tutmuş komşu arsayı duvarın dibinden parsellemiş ve oraya sebze ekmiş. Kendi bahçesine değil, komşunun bahçesine.
Ne yazık ki toplumumuzda başka bir kimsenin malı, kişiye olduğundan daha değerli görünüyor….Ve bu doyumsuzluk atasözlerimize bile girmiş.
“Komşunun tavuğu komşuya gerçekten kaz gibi görünüyor”.

10 Haziran 2012

Mete torunla "ilkleri" yeniden yaşamak!

İlk torundu. Bizi çok mutlu etmişti.
İlk diş ve diş buğdayı.
İlk yaş günü. İlk hastalıklar.
Ve..Okul. İlk okula gidiş…
İlk diploma.
Ardından ilk öğretime başlama gelecek.
Mete torunla birçok ilkleri yeniden yaşadık, umarım bu anlamlı ilkler devam eder gider.

7 Haziran 2012

Altın, gümüş çaldırılan Çiha kuşu!

Muharrem Kaptan yazıyor:
Rize'de kargagillerden Çiha ( alakarga) diye adlandırılan bir kuş yaşar. Bu kuş kargadan biraz küçük ama daha akıllıdır. Yavru iken alınıp muhabbet kuşu gibi eğitiliyor. Çok oyuncu bir kuş ve en çok parlak metallere meraklıdır. Bazı kötü niyetli kişiler bu kuşu hırsızlıkta da kullanıyor. Açık pençerelerden evin içine salıp altın, gümüş vs. gibi parlak takıları çaldırıyorlar.
Akrabamız Fadime'nin eşinin bir arkadaşı da çiha kuşu besliyormuş. Bir gün bahçede birkaç arkadaş oturuyor, çay içip muhabbet ediyorlarmış. Arkadaşının arabasının anahtarları da masanın üzerindeymiş. Çiha onlarla oynuyormuş. Bir ara anahtarları ağzına alıp havalanmış. Masadakiler hemen fırlayıp kuşu hem takip edip hem de çağırıyorlarmış. Ama o hiç oralı bile değilmiş.
Bir evin çatısına konmuş. Evin çatısına çıkmışlar. Oradan kalkmış bir ağaca konmuş. Hemen koşup ağaca çıkmışlar, oradan da kalkıp başka bir evin çatısına konmuş.
Bu şekilde o önde insanlar peşinde bütün köyü dolaşmışlar. Av tüfeğiyle vuralım demişler ama sahibi kıyamamış. Neyse ki kuş yorulmuş anahtarı ağzından düşürmüş.
Peşinden giden insanlar da yorgun ve perişan bir şekilde anahtarı almışlar da bu garip kovalamaca da bitmiş.