27 Mart 2015

Şirket-i TAKİYYE!

Kuştan korkan darı ekmez!(Atasözü)

RTE, Saray’ına çağırdığı meyveciler ve sebzecilere de durumundan dert yandı. Şikayet etti… Aynı şikayeti iki binli gruplar halinde ülkemin dört bir yanından çağırdığı yol masraflarını da cepten ödemek zorunda kalan tüm muhtarına da yapıyor… Şikayet kelime kelimesine aynı. “Bu sistemle yürüyemeyiz. Ha bire tökezyelip duramayız .Yeni bir sisteme geçmeliyiz!. Başkanlık sistemi şart… Gelişmiş ülkeler nasıl yapıyor? Başkan olmam şart. Şirket yönetir gibi yönetebilsem… Herşey düzelir… Ülke uçar bir anda” .
Meyveciler sebzeciler şıp diye cümlenin nereye gideceğini anladılar ama ben de yardımcı olayım. Benim de çorbada tuzum olsun diye eklemek isterim. Cumhurbaşkanı ben kafaya koydum… Zorlaştırmayın. Ben Türk Tipi Başkan olacağım... Başkan dediğin tuttuğu koparır, dediği dedik olur. İşlerine vırt tırt karışılmaz. Hem Laik- sosyal- hukuk diye laf sokuşturmaktan yorulmadınız mı? Boşuna kalabalık da etmeyin! Savulun yoldan ben babanız, başkanınız olarak geliyorum. Baba bu… Döver de sever de! Anayasa da onu bağlamaz… Nerede o bağ!. Hem başkan hem de bağımsız değil mi? Bir iki çiğnedi. Jikletten beter etti. Kanunları tanımadı. Kanun kollayacılar ortalıklarda görünemedi. Ona göre bir dönem artık bitmişti… İşlerin eskisi gibi olacağını beklemek yanlıştır! 

İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cümleleri:
“10 Ağustosta Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle Türkiye’de bir dönem fiilen bitmiştir. Kimisinin 1876’dan, kimilerinin 1924’den, bazılarının 1946’dan başlattığı parlamenter sistem 10 Ağustosta bir daha geri dönüşüm olmamak üzere milletimiz tarafından bekleme odasına alındı. Bu bekleme ne kadar sürecek veya ne zamana kadar sürecek ya mevcut uygulamaya Anayasal zemin kazandırılana kadar ya da bunun yerine yeni bir sistem ikame edene kadar. Bunun kararı da 7 Haziran seçimlerinde verilecektir. Artık kimse Türkiye’den işlerin 2014 öncesinde bilhassa 2002 öncesi gibi yürüdüğü gibi yürümesini beklememelidir. Beklemesin. O dönem geride kaldı. Her büyük değişim gibi “Başkanlık Sistemi”ne geçişin de sancılı ve sıkıntılı olacağını belirten Erdoğan, “Artık ok yaydan çıktı. Önemli olan hedefine ne isabetle varacağıdır. Bunun için hepimize çok önemli görevler düşüyor. Bu mesele günlük siyasetin malzemesi olacak kadar basit değildir. Bu Türkiye’nin ve milletimizin bekası meselesidir. Ben damdan düştüm. Dertliyim.” derken . 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının da “darbe girişimi”olduğunu tekrarladı.

Bu ülkenin sadece Cumhurbaşkanı dertli değil ki ben de dertliyim. Benim gibi, hissediyorum ki zenginleri de, aydınları da bin dertli… Düşünürleri on bin dertli. Artık medyanın tümüne bakamaz oldum. Gazeteciliğimden mesleğimden utanır haldeyim. Şaşkınım… Hayal satanlar roman değil haber yazıyorlar! Ve onlar hala makamlarında. TV lerde konuşuyorlar. Özür dilemekle tertemiz mi oldular? Suçları affedilir gibi değil ki! Yalanları ispatlanmış değerli basın mensupları hala yerlerinde duruyor! Başörtülü bacılarını savunma uğruna olmamış bir olayı, deri pantolonlu üst kısımları çıplak Gezi Direnişinden dönen kalabalık grubu görmüş gibi anlatan İsmet Berkant’ı Balçiçek’i nereye koyacağız!
Erdoğan’ın Şirket gibi yönetme aşkı fiilen uygulanmıyor mu? Başkanlık istiyor ama daha başkan olmadan başkan gibi yönetmiyor mu? Recep Erdoğan’ın Kırıkkale’de konuşma yapıp oy istemesi Anayasa’ya aykırı. Parti adına konuşması, partilileri ağırlaması, siyasi rejimi değiştirmek istemesi açıkça Anayasa’ya aykırı. Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı sorumsuzdur. Sorumlu olan hükümettir.

İç Güvenlik Yasası paketi yeniden geri geldi. Yasa yapma azmi diktatörlük hırsı sonlandı mı?. AKP nin sisteminde tamamen takiyye kuralları işliyor! Yasalar özenle torbalayıp bir yerlere sokulmuyor mu? Cumhurbaşkanı oldun! Milletin önünde yaptığın yemini mi unuttun? Hatırlatalım. İşte yemin:
“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”
Şirket-i Takiyye bugünlerde takviye istemiyor mu? Çözüm süreci dendi… Yıllardır neyi ne şekilde çözdünüz anlayamadık!. Ne konuştun. Millet adına kime ne verdin. Gerçekten mesele kardeşlik hak hukuk eşitlik düzeyinde halledildi mi? Gerçek şirket-i takiyye de az sonra!

17-25 Aralık yolsuzluk dosyalarında eski ortağın sahte delil üretme becerisi,aranıyor! Yüksek kadroların yani paralellerin hizmeti şimdi “darbe girişi” olarak isimlendi. Biat kadrosunun  desteği ile meclise gelen yolsuzluk dosya sahibi dört AKP li Bakan  (sahip oldukları malların dosyasını saklı tutuyoruz) biatçı milletvekillerinin  emir kulu meziyetleri ile yargı önüne çıkmadı..Sonsuza kadar bu dosya saklanacak mı? Gerçek yani bir türlü arkası kesilmeyen haksızlık yolsuzluk olayları hep Şirket-i Takiyye arşivinde mi kalacak? Arınç’a suikast denildi.Bir sokak adresi bir klasik plan üzerinden askerin tüm gizli belgelerine el konulmadı mı? Kozmik oda yerine bu defa iki paralel çizgi çizip bir yarım adres yazarak TOMBİK bir odaya da girebilirdiniz. Kozmik olmaya bile gerek yok ki.Pek çok iddianız komik oluyor! Nerede ise yapılanlar, yalanlar beyan ortada değil mi ? Önce Fidan’ın büyüdüm ağaç oldum hamlesi neden durduruldu ?.Sır küpü şimdilerde küplere binmiş kızgın değil mi? Bugün hangi gizliliğin ormanında yer alıyor? Halkın  neyi ne kadar öğrenme hakkı kaldı dersiniz?

Dumanı tüten Arınç -Gökçek kavgası 12 yıllık iktidarın ne kadar AK ne denli HAK olduğunu mu gösteriyor!. Başbakan Davutoğlu’nun aile içi dediği kavga aşiret boyutunda!. Üstünü örtme hakkı demokrasilerde yok!. Bugüne kadar süren kötü yönetimin, ülkenin dağını taşını, geçmişini, tarihi eserini yıkıp kupon arsaya çevirme becerisine ne kılıf bulacaksınız? Memleketin kıyılarını, yeşilini,doğasını son kalan yeşil vadilerini belli şeyhlere, belirsiz para babalarına peşkeş çekme, yakınları kayırma, yolsuzluk ve hırsızlığı normal akla sığmayacak boyutlara ulaştırıp işte yeni Türkiye bu mu diyeceksiniz? 12 yıllık A-Ka-Pe icraatı tarihe geçecek kadar vukaat dolu olmadı mı? Gerçek ortada… İşaret aynı merkezi gösteriyor. Paralel, yatay ,dikey oval… Her ne hal ise adres değişmiyor. AKP patentli Şirket-i Takiyye!..

*Takiyye nedir, ne demektir. Takiyye yapmanın anlamı.
Takiyye kelime olarak kaçınmak, çekinmek manalarını ifade eder. Mezhepler tarihinde bir terim olarak takiyye, zarar vereceği korkusuyla inanılan şeyi gizlemek ve düşmanına yahut muhalife karşı gerçek inancı açıklamadan onunla iyi geçinmek ve bu sırada kalben bu muhalefeti ve düşmanlığı canlı tutmak. Diğer bir ifadeyle kalben düşmanlık beslediği halde kişinin iyi davranması ve dostça konuşması demektir.
Takiyye, politik bir davranış ve dini bir inanç hüviyyetiyle özellikle şu fıkralarda görülmektedir. Ehl-i Sünnet dahil diğer İslam mezheblerinde de Takiyye zaruret gibi hallere münhasır kalmak kaydıyla mevcud bulunmaktadır. Ne varki Takiyye’nin Şia içinde özel bir mevkii bulunmaktadır
*Kaynak filozof net

10 Mart 2015

Vicdan değil Cüzdan telaşı!

Eşek alim olmaz taş taşımakla Tekkeye, insan adam olmaz gitmek ile Mekke’ye (Ziya Paşa)

İktidar acı verecek kadar eleştirilemiyorsa o ülkede demokrasi tam olarak işlemiyor demektir… Gidişin neresinden tutacağız! Bize acı vermeyen ne kaldı dersiniz? Bugün kavga gürültü içinde geçiyor zaman. Yarın güvende mi? İç Güvenlik Yasası ile HİÇ GÜVENLİK YOK! Uslu otur denmiyor mu? Sokağa çıkma, ses çıkarma, itiraz etme!

Milletçe yalana mı alıştık?. Son dönemde herşey mi değişti?. Sadece etikete baktık, karar veriyoruz. Özü unuttuk! AVM lere bakıp zenginliği konuşmuyor muyuz?. Söz Meclisten içeri olduğunda da Milletin Meclisinde saygıyı mı gördük? Yoksa ben sandıktan çıktım ne istersem o olur zihniyetini mi sergiledik? Fikirlerin tartışılmasına, tartışmalardan çıkacak ortak aklı kullanma becerisine bir türlü gelemedik! Bizi körükleyen –dindar kindar- söylemi BENDEN OL PAYLAŞ alışkanlığı değil mi? Bu dönemde yalan siyasetin cilası olmadı mı? Yalanı çıkan sıkılıp utanıp sahneyi terk etmedi ki! Asla istifa etmek diye bir kural olduğunu akıl da etmedi. Çok kere bir kenara da çekilmedi! HAVUZDA ıslanmış gerçeği arama öfkesi, gecekondudan villaya geçerek uslanmış, yeni yetme cepkenden çıkma her yalan patlayınca, Medya asfaltında bir dakika deyip sadece duraklamıyor mu? Bavulu kapıp, torbaları saçıp belgeler deyip olmayacak kumpaslara pas atmıyor mu? Medya’nın şahane yürüyüşü dünde sahne aldı. Aynı kelimelerle aynı başlığı aynı anda kullananarak hep birlikte havuzdan çıktılar. Demokrasi ve ifade özgürlüğüne şanlı bir sayfa daha eklenmedi mi? Lastik değiştirip hiç bir şey olmamış gibi yalan rüzgarını kullanmıyorlar mı! Zaman zaman hatırlandı yalanlar ama Vicdana vuran oldu mu? Evet nerede ise hemen hepsi gerçeği cüzdana koyup ilerlemediler mı? 1300 yıl önce felsefemizde yaşayanları ne çabuk yok ettik. Felsefe dersleri kaldırıldı. Vicdan da cüzdan boşluğuna mı yuvarlandı!

Hacı Bektaş Veli'ye sormuşlar "Kadıncık Ana eşiniz mi diye? “Hacı Bektaş: “Eşim değil eşitimdir.” cevabını vermiş. Sakın dönüp bugüne bakmayın... Recep Tayyip Erdoğan sormadan haykırmıyor mu? Kadın erkek eşit değildir. Ispatlanmış, dün ıspatlanmış Kabataş yalanlarını bile GERÇEKMİŞ GİBİ tekrarlıyor. Herşeyi kapatarak yürümüyorlar mı? Kadının başını örtmekle başladılar. Bugün kadavralara kilot giydirir oldular!. Kadın İşçiler Kurultayında şöyle konuşabiliyor! “Kimse o kadını taciz edenleri konuşmadı, onları kınamadı, onların peşine düşmedi. Tacize uğrayan kadına ise etmedikleri hakareti bırakmadılar. Hani tacizde esas olan kadının beyanıydı?” dedi. Evet esas olan kadının söylediği. İsyan eden, yolları dolduran, evinde otur dediğin ama sokakları dolduran kadınların söylediği esastır. Onlar sana, iktidarına, sunduğun karanlığa yeter demiyorlar mı. Aslolan bu gerçektir…

Kabataş'ta ne olmuştu? İddiya göre, Gezi direnişi sırasında Kabataş'ta, başörtülü bir kadın güpegündüz saldırıya uğramıştı. Belden yukarıları çıplak, ellerinde deri eldivenler, başlarında siyah bandanalar bulunan bir grup, bebeğiyle birlikte durakta bekleyen genç kadını dövmüştü. Yetmemiş, üzerine idrarlarını yapmışlardı. Türkiye günlerce bu iddiayı konuştu. Sen canbazı gene sahneye aldın. Ama, kamuoyu Kabataş'taki güvenlik kameralarında böyle bir olayın yaşanmadığını gördü. Bir tek Erdoğan ikna olmadı. Emir verdi. Polis, seferberlik ilan etti. Başörtülü bacımız Zehra Develioğlu’nun taciz edildiğine dair kanıt bulamadı ama bölgedeki esnaf sorgulandı, yurttaşlar suçlu muamelesi gördü, 161 kişi incelemeye alındı. 2500 kamera incelendi. Sonuç: Söz konusu olay yaşanmamıştı… ııı ıhhhh… Ona göre başı örtülü bacımız taciz edilmişti. İnanmayan sadece Cumhurunbaşkanı kaldı. Milletimin büyüklüğüne bakın! Dün TARAFSIZ olacağım diye yemin etmiş biri bugün AKP partiye 400 milletvekili istiyor ve BAŞKAN olurum hesabı yapmıyor mu? Oysa aynı kişi Tarafsızlık yemininin tek kelimesine uymamıştı. Millet ona, en azından A Ka PE liler hala inanabiliyordu!( % 35 - 38 arası oranı dayakla hizaya getirilmeğe çalışılan GEZİCİ araştırma verisidir!) Tarihe Kabataş yalanı olarak geçti. İkinci yalan Bülent Arınç’a suikast yalanı oldu. Saçma sapan bir senaryo ile KOZMİK oda arandı. Kimse o odadan neler alındı, hangi belgeler nerelere ulaştı bilmiyor. Umarım iftiralarla hırpalanan TSK nin itibarını iade etme zamanı da gelir!

Recep Tayyip Erdoğan, Türk Metal Sendikası Kadın İşçileri 20. Büyük Kurultayı'nda yaptığı konuşmada İnsanların acısını paylaşmayanların asla büyük olmayacağını vurgulayarak, “Doğuran, doyuran, yetiştiren kadındır. Ben anasının ayaklarının altını öpen bir evladım.” diyerek kadının baş tacı edilmesi gerektiği söyledi. Gene vay anasını dedirtti. Ve hafızaları canlandırdı. Başbakanlığı döneminde Gaziantep'te, polis fişeği ile hayatını kaybeden Berkin Elvan'ın annesini yuhatlatmıştı. Mersinde çiftçi Mustafa Kemal Öncel'i “Ananı da al git!” diyerek azarlamıştı. Olsun. Onlar dündü. Bugün bugündür! Seçime çeyrek kala!. Canbaza bakmaktan geleceğe dönük tehlikeleri göremez oluyoruz. MİT gibi önemli bir teşkilatın başı Recep Tayyip’in sır küpü çatlama belirtileri gösterdi. Fidan AKP den siyaset yapmak için istifa etti. İki üç hafta içinde ne olduysa oldu ve vazgeçip Cumhurbaşkanının yanına sığındı. Küp biraz daha tecrübemi mi kazandı,çatladı mı, yoksa yeni günahlarla mı doldu? Bilinmez ki!
IŞİD’e Türkiye’den katılan en az 50 militan AKP’li belediyelerde çalışıyor. New York Times (NYT) gazetesi Ankara, İstanbul ve Sakarya gibi illerden IŞİD’e yoğun katılımların olduğunu duyurdu. Dışişleri ise Türkiye’den IŞİD’e yaklaşık 600 kişinin katıldığını bunların da 100’nün hayatını kaybettiğini açıklamıştı.IŞİD Suriye’de yürüttükleri savaşı Şam Cephesi olarak nitelendiriyorlar. Türkiye’de bir cephe açma niyetleri olduğu da basına yansıyor. Bu cepheye de şimdiden İstanbul Cephesi adını vermişler. Süleyman Şah türbesinin taşınması dahil pek çok olay İŞİD le bağlantılı sayılıyor.


Gerçeği aramak her zaman zor olmuştur. Ama hiç bir zaman bugün kadar imkansız ve vicdansız olmamıştır. Soru sandıktan çıkan hükümet sandıkla tıpış tıpış gidecek midir? A-KA-PE iktidarında çok kere beyazlar kara, karalar beyaz, mağlubiyetler zafer, yanlışlar doğru gibi kutlanıyor! Bir yalandan çıkıp öbür yalana yakalanıyoruz. Kan içip kızılcık şerbeti içmiştik diyenlerin vicdan telaşı yok ama Cüzdan telaşı bitmiyor.