24 Şubat 2014

Mevleviliğin ikinci adresi: Afyonkarahisar!

Mevlevilik denince ilk aklımıza gelen Konya'dır. Mevleviliğin ikinci adresi Afyonkarahisar'mış. Soğuk bir kış gününde eşimin gezip fotoğrafladığı Sultan Divani Mevlevihane Müzesi'nden söz etmek istiyorum. Bu kez ben gidemedim ama eşimin anlatımı ve (http://www.sultandivanimuzesi.com) dan edindiğim bilgileri de sizlerle paylaşmadan edemedim. 
Afyonkarahisar Mevlevihanesi'nin kuruluşu 13. yüzyıla uzanıyor. 16. yüzyılda Mevlana'nın yedinci kuşak torunu Sultan Divani (Divane Mehmet Çelebi) döneminde altın çağını yaşıyor. Divane sıfatı, 'hak yolunda kendinden geçen' anlamını taşıyor. Sultan Divani'nin 'şiirleri' ve Tarikat'ül Arifin' adlı tasavvuf risalesi bulunuyor. 
Sultan Divani, İstanbul Galata'daki mevlevihanenin de babası. Divani bunun yanı sıra Burdur, Eğirdir, Muğla, Sandıklı, Bağdat, Cezayir, Kahire, Lazkiye, Midilli ve Sakız adalarında da mevlevihaneler açıyor. 
Caminin içinde sandukalar

Müze, 2008'de hizmete girdi 
Afyonkarahisar Dergahı 13.yy'dan itibaren asitane olarak kullanılmaya başlıyor. Asitane, içerisinde nefis terbiyesinin gerçekleştirildiği çile çıkarılan dergah anlamına geliyor. 
1902 yılında meydana gelen yangında tamamen yanan mevlevihane, saraydan gönderilen Mimar Hacı Bey ve taş işçiliği ustası Ermeni Andon Usta'nın katkılarıyla yenileniyor. 
Mevlevihane'nin inşasının 1908 yılında tamamlandığı Çizmeci Oğlu Vehbi'nin kağıt üzerinde yazmış olduğu kitabesinden anlaşılıyor. 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılması ile yaklaşık 6 asır süregelen faaliyeti sona eren Sultan Divani Mevlevihanesi, 2007 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyona alınıyor ve 2008'de Sultan Divani Mevlevihane Müzesi olarak hizmete giriyor. Müzede heykellerle mevlevihanenin yüzyıllar önceki hali canlandırılmış.
Semazen
Mevleviler
Halk arasında türbe ve Mevlevi Camii adıyla anılan mekanda, Mevlana'nın torunlarının da aralarında yer aldığı 12 ahşap sanduka bulunuyor. Mevlevihane'nin bahçesinde, derviş odaları, matbah ve mezarlık da var. 
Mevlevihane Camii'nin mermer mihrabı ve tuğla minaresi, 1844 yılında Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılmış ve bu tarihten sonra mevlevihane dergahı cami işlevi de kazanmış. Minberin soğan şeklindeki kubbesi; sivri kemerler ve rumi kabartmalarla bezeli. Minber bu haliyle ulusal neo-klasik üslubu yansıtıyor. 
Afyonkarahisar Belediyesi, Sultan Divani'yi anma ve 40 hatimli Aşure Günü adıyla Muharrem ayında 40 kazanda pişirdiği aşureleri halka dağıtıyor. Aşure gününde mevlevihanenin ziyaretçi sayısı 150'yi buluyormuş. Etkinlikler kapsamında ayrıca sema gösterileri de düzenleniyor.
Kadın idareciler
Destina ve Güneş Hatunlar

Benim en çok dikkatimi çeken yüzyıllar öncesinde Mevlevihanenin yönetimini üstlenen iki kadın yönetici Destina ve Güneş Hatunlar oldu. Sultan Divani'nin torunlarından Şah Mehmet Çelebi'nin kızı Destina Hatun (1553-1630), dokuz yıl boyunca mevlevihanenin yöneticiliğini yapmış. Aynı zamanda hafız olan Destina Hatun, ilime çok büyük önem vermiş. Kabri, mevlevihanenin içinde bulunuyor.  
Bir diğer yönetici ise Güneş Han-ı Kübra. Çelebi Küçük Mehmet Efendi'nin kızı olan Güneş Han-ı Kübra Hatun, Arapça ve Farsça'yı çok iyi biliyormuş. O'nun kabri de mevlevihanenin türbe bölümünde bulunuyor. 
3. Muhammed Arif Çelebi'nin kızı olan Güneş Han-ı Suğra ise uzun yıllar vakıf mütevelli heyetinde bulunmuş. 
Kavşak noktasında bulunan Afyonkarahisar'dan geçerken bu tarihi yapıyı atlamayın derim...
Tarihte mevlevihaneler

21 Şubat 2014

Kazaları en aza indiren “yeşil etiket”!


Yeşil etiket. Asansörlerde uygulanan denetimin geçer karnesi. Bizim sitede hikâyesi ilginç.
Sitemizde 30 blok var ama asansör sayısı 48.
Site kurulduğundan beri asansörlerin denetim işini belediyeler yapıyordu. Yönetmeliğe göre yapıyor gibi görünüyorlardı. Sıkı bir denetime şahit olmamıştık.
Ne zamana kadar CHP’li adayın başkanlığı kazanana kadar.
Hani son dakikada seçim listesini seçim kuruluna verip seçime girememe tehlikesini yaşayan, yüreğimizi ağzımıza getiren belediye.
Sarıyer Belediyesi.
Yetkililer baktılar ki asansörleri ciddi bir denetim altına alamıyoruz, kontrol edemiyoruz, denetim yetkisini Makine Mühendisleri Odası’na devrettiler.
İyi ki etmişler.
Oda işi ciddi ve sıkı tuttu. Somun puluna kadar eksiklerin giderilmesini istedi.
Yönetmelikte ne yazıyorsa virgülüne kadar kontrol ettiler ve yapılmasını istediler. Geldiler gittiler.
Yeşil etiketi ancak altı ayda alabildik.
Şimdi içimiz rahat. Sıkı denetimden geçmiş asansörleri kullanıyoruz.
Darısı işi savsaklayan, parayı alan ama denetimi tam yapmayıp güvensiz asansörlerin kullanımına izin veren belediyelerin başına.


20 Şubat 2014

Arpa boyu yola, can kurban!

Texsas (Forth Worth) -Yıl 2014… Ve ben gene Texsas’dan yazıyorum… Uzunca bir süre yazmak ya da yazmamak arasında gidip geldim… Bunca yıl sonra Medya’da tablo değişmemiş… Daha da kötüleşmiş .Şahmış şahbaz olmuş! Meslekten gelen Gazete Patronlarının nesli tükenmiş… Tüccar gazeteciler yeşermiş… Teknoloji ilerlemiş, Medya’nın alo’Fatih li emirli, uzaktan kumandalı dönemi moda olmuş! Bugün sahnede doğruyu yazma azmini sürdürenler, meslek etiğini elden bırakamayanlar yok olmuş değil mi? Onların yerini, etiği hiç hatırlamayanlar, başını yukarı çevirip acaba o ne der diyenler yok mu? Bugün hatırlayan da onlardan bahseden de çıkmıyor… ÇALIŞTIRILMAYAN  GAZETECİLER gene söz konusu olmuyor mu? 2007 yılında bir parça umudum varmış ve safça sormuşum… Silinirler... Unutulurlar... Giderler mi dersiniz? demişim… EVET… Silinmişler…. Ve de gitmişlerse de meslek yüreklerinden silinmez! Kör aşık gibi kala kalırlar... Torbalar dolusu yeni kanun onları da yok sayar! Yüzlerce hırsızlığı, yolsuzluğu örtmek için, binlerce tayini gözü kapalı gerçekleştiren “becermenin hazzını ile coşabilir ve bu duygu ile bastırıp yasaklamakla yetinmeyenler, tüm hırsızlıkları sandığa sokup aklarız mantığına sığınırlar. Vatan evlatları yüceliği bakan evlatları cüceliğine kurban edilmedi mi? Armutlarla elmalar toplanıp iki misli ayva hesabı yapılmıyor mu? Özgürlüğe giden yolda ilerledik mi? Yoksa yolda mı kaldık? Yalan baş tacı olunca GERÇEĞİN ne kıymeti kalabilir ki. Bugün “Kim ölmüş yalandan?” diyebiliyor musunuz? Fırtına sürüyor. Sandık irade belirleme yeri değil aklama makinesi oluyor. Yalanla Ölenler ölüyor… Bir dönemi Punto arşivinden hatırlayalım…(10 Ocak 2007)

Bu sütunlarda gelişen fikirleri takip etmeğe çalışıyorum... İçinden geldiğim ve içine dönemeyeceğim Babıali hakkında söylenenler ise beni Saddam’ın idam sahnesi kadar ilgilendiriyor… Zira oradaki idam mahkeme kurulmadan gerçekleşti.
Benim mesleğe başladığım yıl 1958... Yarı amatör ve spor yazarı olarak… Yani 1961’i yaşamış biriyim.... Uzunca bir zaman gazete, gazeteci tartışmasına katılmak istemedim... Gazeteciler Cemiyeti dini bayramlarda bir miktar maddi desteğe kavuşabilmek için bana göre uygun bir iş yapıyordu... Değişik gazetelerde çalışanlar toplanır ve Bayram gazetesini çıkarmayı üstlenirlerdi... O ekipte uzun yıllar ben de bulundum. Bu imkan gazetecilerin yılda bir kere veya iki kere de olsa halka sıkıntısını doğrudan aktarma imkanı veriyordu… Diğer gazeteler çıkmadığı için gazeteci ile halk karşı karşıya gelebiliyordu... Gazetelerde çalışan yazı kademesindeki arkadaşları bir araya getirelim... Bunu düzgün bir planlama ile yapalım… Asla belli bir gündemi olmasın. Sadece bir arada yemek yesinler kendi havalarında tanışıp konuşsunlar arzunu besledim... Hala sebebini anlamadığım bir şeydir ama olmadı! Beraber olma ve birlikte hareket edebilme şansı çok gerilerde kaldı!
..............................
Kenan Evren’in daveti ile gazete patronları ve genel yayın müdürleri Kalender’de bir araya geldi. O toplantıda Evren “Anayasa’ya ben kefilim” dedi ama görünmeyen bölümde belli gazete yazarlarından da başka bir görev istedi....
Biz yaparsak asker gazetecilere de emir veriyor olacak ama siz bir konsey kurarsanız ve belli kuralları kendiniz getirseniz daha iyi olur....dendi.
Ben “Cemiyet’in içinde Etik Kurulu var. Gerekiyorsa görev kapsamı genişletilir. Cemiyet’e üye alırken dahi titiz davranılıyor... Yeni dernek kim ne derse desin Cemiyet etrafında sergilenen bütünlüğü bozacaktır” düşüncesinde olanlardandım. Ne oldu... Basın Konseyi doğdu. Daha mı bütünleştik?.
.................................
Gazetecilik etiğini koruyabilecek, sadece doğruyu arayacak kişilerin yaşatılması gerektiğini anlatamadık... Hemen herkes bana sıra gelmez yanılgısını sürdürdü. Dün gazete kökenli insanların sahip olduğu gazeteler vardı. Bunlar iyiydi kötüydü hesabı yapmadan resmi tam olarak ortaya koymak için söylemek gerek... Bazı hakları onlar da gerek görebiliyordu... Meslekten geldikleri için… Kısaca bugün sanayici gazete sahibi patrondan meslek kurallarını gazetecinin hakkını korumasını bekleyemeyiz... Artık.gazeteci değil sanayicidirler... İşletmenin gelirine kendi hesaplarının tutmasına bakarlar. En üstte irtibatı sağlayacak biri bir de tetikçi varsa diğerlerine o denli ihtiyaç da kalmaz!
Gazeteci mesleğinin etiğini kendisi korur... Korumasını sağlayacak şartları da mensup olduğu derneklerle sağlar... Biz değer ve itibar kaybından başka ne sağladık dersiniz?
............................
Benim mesleğimde yüz kızartıcı suçtan hüküm giymişler hiç bir sarsıntıya uğramadan bugün de en önde bu işi yapabiliyorsa, sadece tetikçiler patronlar arası tercih listesinin ilk sırasını dolduruyorsa onlardan bir şey beklemenin mantığı var mı?
Gazetecilerin yapması gereken şeyler var... Başkasından bir şey beklemek şikayet etme lüksünden ileri gitmiyor! Bu mesleğin tamamı göz önündekiler değil... Bu mesleğin kahramanları geriye düştü... Öne çıkmak uğruna yalancı olmayı meslek etiğine ihanet etmeyi yürekleri kaldırmaz. Ve bu ülkede sadece gerçeğe boyun eğerim diyenler sessizce idam edildi... Farkına varan oldu mu? Bu yüzden çalışamayan ve çalıştırılmayan gazeteciler hanesine yazılır adları... Silinirler... Unutulurlar... Giderler mi dersiniz?

18 Şubat 2014

Tarıma 'sihirli' bir el değmiş!


Bandırma'dan Çanakkale'ye giderken gözümüzü kamaştıran bir arazi gördük. Göz kamaştırmayı gerçek anlamda kullanıyorum. Hani iç içe geçen çizgiler, simetrik çizgilere baktığınızda gözünüz size oyun oynar ya.. İşte öyle...Hemen fotoğraflamaya başladık..Çünkü simetri çok güzel bir görüntü sunuyordu. Biz ilerledikçe arazi de büyüyordu. Durup birine sormak istedik...
Ve öğrendik ki...Anadolu Grubu, Özgörkey Holding ve dünyanın en büyüklerinden Brezilyalı konsantre meyve suyu üreticisi Cutrale'in ortaklığıyla kurulan şirket; Türkiye'de son derece modern yöntemlerle meyve ağaçları yetiştirmeye başlamış. Çanakkale'nin yanı sıra, Adana, Şanlıurfa ve başka illerde tarla sahipleri ile görüşüp bölünmüş tarlaları birleştirip meyve ağacı yetiştirmeye başlamışlar. Şirketin adı Anadolu Etap.
İklime göre şeftali, elma, nar, kayısı, vişne yetiştiriyorlarmış. Amaç, dünya çapında meyve suyu tedarikçisi olmak.
1974 yılında kurulan ve 1994 yılında Özgörkey Holding bünyesine katılan Anadolu Etap, 2009'da yılı içerisinde Anadolu Grubu ve Brezilyalı Cutrale Grubu’nun da güç birliği ile yeniden yapılandırılmış.
Çanakkale'nin Kumkale ilçesinde bulunan Kumkale Çiftliği, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nden 30 yıllık uzun dönemli kiralama yoluyla edinilmiş 6 bin 100 da arazi üzerinde. Burada otuza yakın şeftali ve nektarin ile dokuz çeşit kayısı ağacı varmış. Mersin, Balıkesir ve Antalya’daki tesislerde, Türkiye’nin dört bir yanından gelen meyveler işleniyormuş. Edinebildiğim bilgiler bunlar..
Tarımda bu denli bilinçli, sistemli, modern teknolojiyle üretim yapılmasına memnun olduk...

15 Şubat 2014

İyi dosttan, iyi düşman olur!

Texas-(Fort Worth)- Ülkemi dışarıdan seyretmek beni üzüyor… Yarına dönük bir ışık göremiyorum ve hafızamdan Balyoz Davasının pek çok subayı zindana atan 5 nolu diski de değil, görüntüyü silemiyorum da... Çaresizliği, her dalda yığılan kalitesizliği, daha net görebiliyor, çevrenizde tanıdık örnek bulamama şaşkınlığı ile de vardığınız sonuç korkutucu oluyor. Herkes dinleniyor algısı yaygın halde… Oysa manzara müthiş… Herkes birini yakalamış önüne oturtmuş, ha bire bağırıp çağırıyor… İlla fikrini kabul ettirecek… Onun dediği doğru ya. Şartmış gibi!
Herkes dinlendiğini söylüyor ya. Ben de duya duya ciddiye alır oldum… Acaba korkusu yaygın kanaat olmuş. Kesin beni de dinliyorlar şüphesi var. Ne mutlu onlara. Kötü mü lafları dinleniyor, lafları geçiyor… İşte tapeler! (Söyleyen ben değilim. Bana kalsa külliyen yalan. Başbakan dışında kimse dinlenmiyor. Baksana gazetenin sayfa sekreteri bile yurt dışından Başbakan söylüyor, o kelime kelime dinleyip yapıyor... Ne bakan ne yetkili… Hiçkimse.) 

Sayfa sayfa (Ben hoşlanmıyorum tape lafından. Ama modaya uymam gerektiği için tape diyorum) Bunlarda ikiye ayrılmış… Çakma tapeler… Ve Mahkeme kararı ile dinlenen hukuki tapeler!. Bahsedilen şeyler yasal tape. (Nasıl yasal sayılıyor acaba? Kanun mu değişti?.
Asıl hukuksuzluk ilk soruşturmanın artık ülkemde gizli değil aleni hale gelmesi. Bildiğim en vahşi suç.) Bunca yıldır beni hiç bir konuda hiç kimse dinlemedi… Başta oğullarım! Ne acı değil mi! Şimdi millet koro haline ben dinleniyorum diyor. Şu günlerde 3 kişiyi geçmeyen grupların tartışmalarında bile kimse kimseyi dinlemiyor. Sadece kendi fikrini bastırıyor.
Ve saatlerce konuşulduğu halde ne dediler, sonuç ne oldu, kavrayamıyorum… Milyona varan fikir ayrılığı yolsuzluk olayına gelince zınk diye duruyor. Hepsi birden var diyor…

Yolsuzluğu da var, rüşveti de var… Sorsam yok olan ne diye. Yurttaş olma duygusu…Vatandaşlık sevgisi de var mı? Vatan sevgisi. Kimi için kısaca vatan millet sakarya olup küçümsenmiyor mu? Asker düşmanı olmak da entellektüellik ölçüsü mü? Ayrışmanın hızı inanılmaz… Önce milleti iyiden iyiye, keskin şekillerde böldüler… Şimdilerde sanal doğrulara varmak için doğruyorlar…

Ayırgaç kelimeler merazlarından başlarını kaldırmış diriliyor. Gavurdan Müslümana…Tarikatten cemaate… Muhafazakardan dini bütünlere… Nerede HALK! Dilimler inceliyor…
Aramızdaki sevgi bağı da… Alo Fatih’in bile aktüel hali eskide kaldı. En önemlisi bunca gayretten sonra Başbakan’a da yaranamadı… Görev yetersizliği ile malul bana göre… Editörler beklemede… Ha bir telefon veya bir ikaz gelebilir. İşaret gelince manşet belirleniyor, memurun görevi bitiyor… Yeni gazete yapma yöntemi bu. Ayrıca garantili, kovulmadan evine gidebilmenin de tek yöntemi!. Bu imalatın adı nedense bizde hala
gazetedir. Aslında öyle midir? Asla. Bu işin adı, gazete kılığına sokulmuş yayın organıdır.

ORGANDIR… Belki bu devrin organıdır. Çakma bir iştir… Özgür bir vücutta işlevi de yoktur!
Dün yaşadıklarımı bugün bir başka dilden, bambaşka şekilde öğrenince inanamıyorum…
Acaba ben o tarihte yaşamıyor muydum, diyorum... Medya’nın askeri sıkı yönetimdeki yasakları hoş bir şey değildi ama bugünkü kadar yıkıcı mıydı! Bugün her fırsatta askeri suçlayan ucuz demokrasi kahramanlarını duyamıyorum... Gerçeği öğrenme hakkımız  yok oldu ise yaşadığımız rejim için hangi sıfatı uygun buluyoruz? Benimki tape değil yaşadıklarım! Yaşım mı! Sizde not edin.. 3x25… Yaşım tuttuğuna göre Medyayı kimin
katlettiğini gördüm deme hakkım var!… Aşikar tanık olarak... Açıklayacağım! Katil kim mi?.. Az sonra!

Medya ve gazetecilerin durumu her zaman iyi değildi… Şimdi gerçekten çok kötü oldu! 55 yıl gazete - patron ve siyaset arasındaki rotayı dengelemeye çalıştım… Beni koruması gereken cemiyet (TGC) dışladı… Görünürde sansürden şikayet etti ama kendisi üyesine sansür uyguladı. Prensipleri koruyamadı… Yani Medya şu anki konumunda yalaka
görüntüsü içindedir. Aslında bu hal gerçekçidir. Yapabileceği tek şeyi yapmaktadır..

YALAKALIK… Gazeteciler bugün kendilerini, mesleklerini koruyamamıştır. Hakkı hukuku ve adaleti nasıl koruyacaklar ki!. Ülkemin her kesimindeki gibi kaliteliler yok edilmiştir.
Bilgisiz ve kalitesizlerin önce menfaat algısı, meslek etiğini fayda rüzgarı ile savurmuş gazetelerin mahrem yerleri açığa çıkmıştır. Devletin elinde ihale musluğu oldukça gazeteciler işsiz kalmamak, mesleğinden ve ekmeğinden olmamak, aç kalmamak için özgürlük kahramanı değil ya, yalaka ya da yandaş olmağa zorlanmıştır... Bugün hala özgürlük, doğru
haber diyenlerin medyada nesli tükenmiş son örnekleri ise ya sokakta ya hapiste kalmıştır…

Her iktidar kontrol sever. Türkiye rejimi de bize özeldir. Hiç bir Uluslararası demokrasi tarifine sığmaz. Medya bugün emir kuludur. Penguen medyasıdır. Bu yüzden gerçeği öğrenemez, yazamaz, yakalayamaz… Göremez ve gösteremez… Seçmene güvenenler böyle
bir medya ile aslında karanlıkta göz kırpar, hayal kırıklığı yaşar…

Başbakanın TV lerdeki haber akışını can hıraş bir şekilde denetleme gereği duyması ise daha da başka bir şeydir… Görülmemiş bir şeydir! Sorulması gereken AKP- Cemaat savaşı ölüm alım noktasında mı? sorusudur. Başbakanın yasaklara sarılması, düne kadar çok iyi bir dost olan Cemaatin bugün çok iyi bir düşman kesilmesindendir… Ne yazık ki benim ülkemde çok iyi düşmanlar dün çok iyi dost olanlardan çıkıyor!.

4 Şubat 2014

NOOOOO... SOÇİ!..

Çocukluğumun nerede ise tamamında Rusya anıları hep anlatıldı... Yaşlıların dilinden eksik olmadı. Moskova’ dan Sibirya’ya, Soçi’ den Batum’a Batum’dan Samsun’a... Samsun’dan Rumelifeneri köyüne... O günlerde kıyıları gezmiş kadar dinledim... Şimdi dünyanın hemen her yerinde SOÇİ den bahsediyorlar... Hangi SOÇİ den! Köklerim yok. Aile büyüklerinin gördüğü Soçi kadar hala yeşil mi bilemem... Dağların yeşilinden kama parıltısına, kıyıların durgun mavisinden yük boşaltan yelkenlilerine... Manzara zihnime yerleşmiş. Büyüklerin yorgun sesleri ve anılar canlı kaldı. Acılarla... Ve biliyorum ki eşitsizlerin savaşında vatanından kopan her Çerkes için Soçi yürek yarasıdır... Yokları biliyoruz... Soçi de artık akrabalar yok... Mutfağında çerkes tavuğunun piştiği evler, asmaların gölgelediği arka bahçeler yok... Akordeon sesi yok... VUÇ’ların omuz omuza teması yok... Topukların hızlanan temposu yok... Çerkesler yok! Yüreklerde kalan acılar var... Ve bugünün dünyasında onların torunlarından demokratik bir direniş var... Bildirilerini yüreğimdeki aynı duygularla ve özetle paylaşıyorum...

Rus Çarlığı’nın mirasçısı olan Rusya Federasyonu, 2014 Soçi Kış Olimpiyat Oyunları düzenliyor. Bizler için Soçi Olimpiyatları; Bölgedeki Çerkes halk gerçekliğini yok sayan ölçüsüzlüğün en vahşi halidir. Ekolojik dengelerin, doğal çevrenin alt üst edilmesidir.
Soçi süreci, sadece “Olimpiyat” değildir. Çerkeslerin topraklarından sökülüp atılmaları öncesinde Soçi, Çerkesya’nın başkentiydi. Yüz binlerce Çerkes’in toplama kamplarında bekletildiği, salgın hastalıklarla büyük bölümünün öldüğü, sürgüne yollandığı ana limandı. Rus Çarlığı’nın 150 yıl önce zaferini ilan ettiği yer olan ve Çerkesler’in son direniş noktası olarak kabul edilen Krasnaya Polyana ise, olimpik müsabakaların ana merkezi olacaktır. Dahası Rusya, Olimpiyat ateşini almaya, Kafkasya’nın ele geçirilmesinde vurucu timler olarak kullandığı Kazaklar’ın folklor ekiplerini götürmekle de yetinmedi. Soçi’den az ötede 8-10 bin kişinin kaldığı Şapsığ Rayonu’na Çerkes topraklarında yaptığı katliamlarla tarihe geçen Rus General Lazarevsk’in ismi verildi. Soçi’yi Rusya kapitalizminden soyutlayarak okuyamayız. Soçi artık, bölgenin tüm kaynaklarını semiren, üretim araçlarını en vahşi haliyle elinde tutan Rusya egemenlerinin yeni bir talan alanıdır.

Bölgedeki doğal çevrenin, olimpiyat tesisleri yapmak adına katledildiğini de tarafsız çevre örgütleri raporlarında açıklıyorlar. UNESCO’nun kültür mirası ilan ettiği bir bölgenin talan edildiğini ve pek çok nadir bitki türünün tehdit altında olduğunu söylüyorlar.
Bu türden yaklaşımları aşmak, toplumsal mücadelenin geleceği açısından önemlidir.

Rusya, tarihsel gerçeklerle yüzleşmeli, halkların barış içerisinde eşit yaşamı için Soçi Olimpiyat’ı bir fırsata dönüştürülmelidir. Rusya Federasyonu, Çarlık Rusyası’yla yarışmayı bırakmalı, katliamcı mirası reddetmelidir.
Rusya, halklarımızın ve Dünya halklarının olimpiyata destek olabilmesi için, “Olimpiyat ruhu”na yakışır bir ortam yaratmalı, Soçi’nin tarihsel gerçekliğini olimpiyatlarda öne çıkararak ilk adımları atmalıdır.Rusya Federasyonu sürgünü ve soykırımı kabul ederek telafisi yönünde adımlar atmalı; Çerkeslerden resmi özür dilemeli, Çerkeslerin anavatanlarına dönebilmesinin önünün açılmasını sağlamalıdır.

Bizler, olimpiyatlara “rovanşist” mantıkla karşı çıkanlardan da, olimpiyatları Rusya’ya yakınlaşmak için bir fırsat olarak görenlerden de değiliz. Biz, üçüncü yolu örüyoruz.
Soçi Olimpiyatları’na bakış açımızı, küresel çekişmelerin şekil verdiği sıkıştırılmış bir dar alana mahkum edemeyiz.

Soçi’nin kanlı tarihini perdeleme çabalarını kırmayı, Soçi’nin gerçek sahiplerini hatırlatmayı ve soykırımı dünyaya anlatmayı hedefliyoruz. Bunu yaparken; tüm tepki biçimleri meşruiyet sınırları içerisinde olmalı, halkların rahatsız olabileceği faaliyetler hiçbir şekilde yapılmamalıdır. Türkiye halklarıyla veya Rusya Federasyonu halklarıyla kardeşliğimize gölge düşürebilecek adımlar atılmamalıdır.
Biliyoruz ki; sesimiz tüm insanlığın ortak sesine dönüştüğünde; Çerkeslerin kemikleri üzerinde yakılacak bir olimpiyat meşalesi, tüm dünyada halklarımızın direniş ve dayanışma bilincini bileyen bir ateş olacaktır.

Tüm küresel aktörlerin pervasızlıklarına dur diyecek güç, halklarımızın kolektif iradesi ve insanlığın vicdanıdır. Halkları özgürleştirecek olan, Kuzey Kafkasya halklarının ve Dünya halklarının dayanışmasıdır.
Biliriz ki, hiçbir egemen buyruk, toplumsal yaşamın dinamiğine karşı direnemez.

Tüm Türkiye halklarını “7 Şubat’ta Hepimiz Çerkesiz” demeye çağırıyor, demokratik kamuoyunu dayanışmaya davet ediyoruz”.  
 DEMOKRATİK ÇERKES HAREKETİ