30 Ağustos 2007

Bezginliğe yer yok. Koruyalım Cumhuriyet’imizi.

Bir karamsarlık var çevremde.
Sanki havlu atmışlar. Bitti bu iş diyorlar.
Ben öyle düşünmüyorum.
Büyük Atatürk Cumhuriyet’e giden yolda karşılaştığı güçlüklerden yılmadı; yılmadı ve çevresine güven ve güç aşıladı.
Bu güven ve güçle zorlukları aştılar, bize en güzel idare şeklini Cumhuriyet’i bıraktılar ve emanet ettiler.
Bu Cumhuriyet’i korumak için damarlarımızda asil kan yok mu?
Bence var.
Yılmadan, bezginliğe düşmeden, ilk şaşkınlığı attıktan sonra Atatürk’ün ilkelerine sıkı sıkıya sarılmalıyız.
Dost düşmanı iyi gözlemleyip birlik olmalıyız.
Bezginliğe yer yok.
Bu Cumhuriyet hepimizin.
Çocuklarımız için.
Geleceğimiz için.
Koruyalım Cumhuriyet’imizi.

26 Ağustos 2007

Mikanos’ta sizi "petroslar" karşılıyor ( 6 )

KILIKTAN KILIĞA BİR AMERİKALI: Gemideki ilk tanışma gecesinde yolcuları karşılayanlar arasında uzun boylu, smokinli bir genç dikkati çekiyordu. Gemideki hayat akışı içinde bu genci güneşlenen yolculara özellikle belden aşağı oyunlar oynatan animatör olarak gördük. Bu Amerikalı bazen de Yunan askerleri kılığında yolcuları karşıladı. Gemide verilen Yunan gecesinde ise karşımıza Apollo kılığında çıktı. Arap müziği ile etrafındaki genç kızlarla göbek atarak onları eğlendirdi.
ZENGİNLERİN UĞRAK YERİ: Mikanos diğer adalara oranla yatların çoğunlukta olduğu bir ada. Eğlence adası diye tanıtıldığı için tatile çıkanlar soluğu bu ada da alıyorlar. Dünya’daki 10 çıplaklar plajından birinin de bu adada olması ilgiyi daha çok arttırıyor şüphesiz.
Mikanos’un bir diğer ismi de çember ada. Ada çember şeklinde. Mikanos Adası da uzaktan bakıldığında çıplak kayaların üzerine yerleşmiş beyaz binalarda ibaret gibi görünüyor.Adaya yine teknelerle çıktık. Adanın tek bir rıhtımı var ve tek bir gemi yanaşabiliyor. Bizden önce bu rıhtımı kaptıkları için yine geminin dik merdivenlerden inip teknelere doluştuk. Adaya akşam üzeri çıktığımız için bizi sıcak ve kalabalık karşıladı. Rıhtımdan çarşıya doğru yürümeğe başladık.
PETROSLAR TURİSTLERLE EL ELE :Teknelerle karaya çıkınca sizi pelikanlar karşılıyor. Hikayesini ana yazının içinde anlattığım pelikanlara Petros adı verilmiş. Turistlerin büyük ilgi odağı olmuşlar.
İki pelikan hemen dikati çekiyor. Etrafını sarmış turistlere aldırmıyorlar.Bu pelikanların bir de hikayesi var;1950 yılında fırtınaya tutulan bir pelikan adaya düşer. Yaralıdır. Yaralarını tedavi ederler ve adını Petros koyarlar. Petros adaya uğurlu gelir, 15 yıl yaşar. Bir kazada ölür. Ada halkı hemen 2 pelikan daha getirir adaya ve sokaklara bırakır.
EVLERİN BOYALI OLMASI DEVLET POLİTİKASI: Adanın sokakları pırıl pırıl. Her taraf yeni boyanmış. Sanırım bu önemli bir özellikleri. Devletin bu evlerin ve sokakların boyanması için yardım yaptığını söylediler. Ne diyelim pek göremeyiz ama darısı bizim evlerin başına.
Mikanos eğlence adası olarak tanıtılmış. Bunun nedeni plajlarında çıplakların serbestçe hareket edebilmesi, gece hayatının zenginliği. Gemi yolcularından çoğu taksilere doluşup meraklarını gidermeğe bu plajlara gittiler. Ne gördüklerini, plajlarının azur mavisi renginde olup olmadığını bilemiyorum.Zira biz adanın merkezinde kalmaya tercih ettik. Önce dar sokaklarda dolaştık. Eski yeldeğirmenlerini gördük. Sonra da hanımlar çarşıyı gezerken ben de bol bol fotoğraf çektim.
SOKAKLAR DA BOYALI: Mikanos Adası’nda evler gibi sokakların da boyalı olması dikkat çekiyor. Bu kadar insanın dolaştığı bu sokakların sanırım haftada bir boyanması gerekiyordur.
MEŞHUR DEĞİRMENLER: Adada tarihi kalıntı olarak pek bir şey bulamıyorsunuz. Kilise bol tabii. Bir de yeldeğirmenleri var. Fotoğraflara konu olan bu değirmenler 16 taneymiş. Bir şey yapmışlar, değirmenlerin çevresinde yapılaşmaya izin vermemişler.
Mikanos’ta çarpıcı bir görüntü yok. İyi pazarlanmış bir ada. Geminin biri geliyor, biri gidiyor. Eh bu kadar ilgi olursa fiyatlar da ona göre olur. Mikanos adalar içinde en pahalı olanlarından biri. Her türlü hediyelik eşya el yakıyor.
DÖNER VAR, ŞİŞ KEBAP VAR: Dar sokaklarda sağa sola bakınarak gezerken bir dükkan dikkatimizi çekti; Döner ve şiş kebap satıyordu. O kadar hızlı hareket ediyorduk ki dükkan sahibinin Türk olup olmadığını soramadık. Belki de döneri ve şiş kebabı kendi malıymış gibi satıyordur.
GÜNEŞ BU KEZ GEMİDEN BATIYOR: Güneş batışları benim takıntım oldu bu gezide. Akşamları fotoğraf makinesini alıp güneşin batışını en güzel nereden çekebilirim diye aramadığım yer kalmadı. Sanırım bu kez en güzel yeri buldum gibi. Ne dersiniz?
Adalara özgü bir şeyler var mı? Hanımlar pek bir şey bulamadıklarını söylediler. Ben de onların tespitlerini aktarıyorum sizlere.
Tekneyle gemiye dönerken Mikanos’u ve adaları geride bıraktık.
Son durak: İçiçe iki şehir Pire ve Atina

Patmos tanınmak için "yırtınan" bir ada ( 5 )

GEMİDE KENDİNE ÖZGÜ İNGİLİZ: Biliyorsunuz İngilizlerin herşeyi kendilerine özgüdür. Batmayan güneş İmparatorluğu sayarlar kendilerini. Trafik akışları terstir, araçlarında direksiyon da terstedir. Ölçü birimleri farklıdır, Avrupa Birliği üyesidirler ama Şengen vizesini kabul etmezler. Para birimlerini de bırakmadılar. Gemi yolcuları arasında hemen farkedilen fotoğraftaki İngiliz de bana kendine özgülüğün bir örneği gibi geldi. Bunun için fotoğrafı sizlerle paylaşmak istedim.
NÜFUSU SABİT KALAN BİR ADA: Adanın nüfusunun yıllardır artmadığını söylediler. Tek gelirleri balıkçılık ve turizm. Adada 6. YY’dan 11. YY’a kadar kimse yaşamamış. 1088 yılında buraya gelip Saint Jean manastırını kuran Hosios Christodoulos yaşamı tekrar başlatmış.
ADA DA YEŞİLLİK ÇOK AZ: Patmos Adası’sında da diğer adalarda olduğu gibi yeşilliği arada bul. Adanın merkezini gezerken bazı evlerin bahçelerinde Akdeniz iklimine uygun ağaçlara ve çiçeklere rastlayınca insan seviniyor.
GEMİNİN TEKNEDEN GÖRÜNÜŞÜ BÖYLE: Dedik ya Patmos küçük bir ada. Rıhtımı yok. Limanına ancak küçük tekneler yanaşabiliyor. Bizi gemiden yine küçük tekneler aldı. Sanırım yıllarca adaya rıhtım yapılmayacak, zira adalıların bir başka geliri de teknelerle taşınan yolculardan.
Santorini’nin çarpıcı görüntüsünü, gece ışıkların dansını geride bırakıp çok fazla reklamı yapılmayan Patmos Adası’na doğru yola çıktık. Bugün hem Patmos’u hem de aşıkların adası diye tanıtılan Mikanos’u gezeceğiz. Her iki adaya da teknelerle çıkacağımız anons edildi. Patmos’a Santorini’nin büyüleyici görüntüsünden sonra hayal kırıklığı ile girdik. Yine açıkta demirledik, tek sıra halinde tek tek teknelere bindik.
MANASTIR VE MAĞARA TURİST ÇEKİYOR: Tarihi bir gerçek olarak doğrulanamayan efsaneye göre, Hazreti İsa’nın annesi Meryem’i, “ İşte anan ve işte oğlun” diyerek emanet ettiği Saint Jean bir süre burada tepedeki bir mağarada yaşayıp Hristiyanlığı yaymaya çalışmış. Meryem ile birlikte Efes’e gelip, Bülbül dağındaki eve yerleşmiş olması, Patmos’un da buraya yakınlığı böyle bir efsaneye neden olmuş.
Burada bir parantez açıp bu geziye gitmek isteyenleri uyarmak istiyorum; Gemi merdiveni sizi almaya gelen teknenin su kesimininyüksekliğine göre ayarlanıyor. Eğer bineceğiniz tekne suya yakınsa merdiven iyice dikleşiyor. Dizlerinden sorunu olanlar için problem olabilir. Benden hatırlatması.
LİMANDA DALGALANAN BAYRAĞIMIZ: Patmos Adası’nın yat limanını gezerken Türk bayraklı ama ismi yabancı bir tekneye rastladık. Tekne biz limanı turlarken makinalarını çalıştırdı ve limandan ayrıldı.
Ne diyorduk; Patmos küçük bir ada. Adanın görülecek tek tarihi yeri St. John Manastırı ve mağarası. Manastır ziyaretinde kolsuz kıyafetler, şort yasak. Biz de bu şartları görünce gitmedik manastıra. Limanda bekleyen taksiler sizi manastıra götürüyor ve dönüşünüzü de bekliyor. Adanın güzel bir yat limanı var. Liman adaya gelen teknelerle dolmuş. Teknelerin arasında gördüğümüz Türk bayrağı bizi heyecanlandırıyor.
LİMANDAN BAKINCA GÖRÜNTÜ HUZUR VERİCİ: Patmos Güllük Körfezi açıklarında kayalık bir ada. Diğer Ege adaları gibi kurak, çorak, yeşilsiz bir yer. Kullanma suyu Pire’den tankerlerle geliyor. Tüm nüfusu 2500 kişi kadar. Deniz kenarındaki bir çardaktan limanın görünüşü adaya ayrı bir güzellik katıyor.
Ada bir motosiklet cehennemi. Motosiklet kiralayan çevredeki plajlara koşuyor. O sessiz sakin ada, motosiklet sesleriyle bana göre "cehenneme" önüyor. Gürültüye aldırmayanlara ise sözüm yok. Adada biraz dolaştıktan sonra kumların içine yerleşmiş bir kafeteryada çayımızı içiyoruz.
LİMANDA TERTEMİZ BİR PLAJ: limana çıktıktan sonra sağa doğru yürümeğe başladık. Bizi küçük ama tertemiz bir plaj karşıladı. Denizde en ufak bir çöp bile yoktu. Gıpta ile baktık. Patmos’a çok erken saatlerde çıktığımız için ortalık yeni yeni uyanıyordu. Tıpki plajda geceyi geçiren, hala kumlara kıvrılmış uyuyuyan turistler gibi.
Adanın çarşısı da diğer adalar gibi aynı tarz mallarla dolu. İncik boncuk aramadığınız kadar. Patmos’un Santorini ve Mikanos’a göre daha ucuz olduğunu söylediler.
KİRALIK MOTORSİLETLER SİZİ BEKLİYOR: Liman adanın tam ortasında. Küçük iskeleler diğer adalarla ulaşımı sağlayan hızlı teknelerle dolu. Güzel, şık lokantaları, pastaneler ve turistik eşya satan dükkanlar var. Limanda bekleyen bu motorsikletlerin tamamı kiralık.
HER YERDEN FARKLI GÜNEŞ MANZARALARI: Güneşin batışını sizlerle paylaşmaya devam ediyorum. Bu fotoğrafları çekerken not almadığım için resimaltlarına şuradan geçirken bu görüntüyü çektim diyemiyorum. Sonuçta bu görüntüler Ege Denizi üzerinde her yerden çekilebilecek görüntüler.
Çarşıyı genellikle hanımlar kolacan ettikleri için ben bu bölümü “es” geçiyorum.
Patmos’ta uzun süre kalamadık, demir alıp Mikanos’un yolunu tuttuk.

Rotada "petrosların adası" Mikanos var

23 Ağustos 2007

Aktif volkan üzerinde "özel" ada: Santorini (4)

VOLKAN ÜZERİNE DEMİRLEDİK: Santorini Adası’na da teknelerle çıkılıyor. İki liman var çıkış için. Biri teleferiğin ve patika yolun olduğu liman, diğeri de araçların tırmanabildiği liman. Biz ikinci limana çıktık.
İLK GÖRÜNTÜ ÇARPIYOR İNSANI:Denizden adanın görünüşü ilginç. Adanın evleri küçük, kireç beyazı, sayısız pencereli ve özel çatı kaplamaları kullanılarak inşa edilmiş. Bu evlerin kimi restorana, kimi de bara dönüştürülmüş.
Girit’ten öğlen üzeri ayrıldık. İsmini sıkça duyduğumuz balayı adası Santorini’ye doğru yola çıkmıştık. Bizim balayı ile pek işimiz kalmamıştı ama ikinci bahar yıllarında pekala ikinci balayı olabilirdi. Neyse. Bu işi fazla karıştırmayalım. Ne diyorduk.
Tam yol Santorini’ye doğru gidiyorduk. Bu arada sayısız çıplak adaların yanından geçtik. Sakin bir denizde yol alıyorduk. Güvertede gölge bir yerde bizimkilerle laflıyorduk. Denizcilikten gelen bir alışkanlıkla makinaları dinliyordum sürekli. Birden gemi hız kesti. Fırladım yerimden. Kaptan köşkünün üzerindeki yolculara açık bölüme koştum. Fotoğraf makinasıyla birlikte tabii. Adalarla çevrili geniş bir koya giriyorduk.
VOLKANİK KATMANLAR SİZİ KARŞILIYOR: Adanın kalbi şu anda denizin altında. Adada bulunan volkan bugün bile aktif. Öyle ki, 80 derecelik sıcaklıkta buhar püskürtüyor. Daha önceki patlamalardan kalan gri, siyah, kahverengi volkanik oluşumlar hala izlenebiliyor.
Karşımızdaki büyük adanın tepesine martılar konmuş gibiydi. Adanın dik yamacının çarpıcı bir görüntüsü vardı. Yavaş yavaş demirleme noktasına doğru gidiyorduk. Beyaz lekeler büyümüş, seçilmeye başlamıştı. Birbirine bitişik evlerdi bunlar ve hepsi beyaza boyanmıştı. Sanki yeni boyanmış gibi görünüyordu. Gemiyi iki şamandıra arasına baştan kıçtan bağladılar. Kıyıya küçük teknelerle çıkacaktık. Bize yine iki seçenek sunulmuştu: Ya serbest limana çıkaracaklar ve orada bırakacaklar. Bu durumda tepeye çıkmak için ya teleferiğe bineceksiniz, ya da yayan olarak dik yokuşu tırmanacaksınız. (Bu arada bu yokuşu eşeklerle de çıkmak mümkün).
YARIM AY ŞEKLİNDE: Santorini, M.Ö. 3000 yılından itibaren Minos Uygarlığı’nın bir parçası olarak gelişimini sürdürmüş. M.Ö. 1450 yılında meydana gelen volkanik patlama sonucu parçalanarak üç küçük, bir büyük adaya dönüşmüş. Geri kalan kara parçası yarım ay şeklinde kalarak Santorini’yi oluşturmuş.
TÜRK KAHVESİ İKİBUÇUK EURO: Adanın tepesinden baktığınız zaman görüntü muhteşem. Ada özel bir adaya dönüştürülmüş.Adada bir Türk kahvesinin 2.5 euro olduğunu söylersem her şeyin ne kadar pahalı olduğunu hemen anlarsınız. Türk kahvesi Sakız Adası’nda 1 euro ve Rodos’ta ise 2 euro.
Biz diğer seçeneği seçtik; Ada turu ve Oia köyüne gidiş. Bu seçenek için büyüklerden 49 euro, çocuklardan 24 euro aldılar. Bu rakamları özellikle veriyorum. Niyetlenenler cepten ne çıkacak aşağı yukarı bilsinler diye.
Gemiden yine tek sıra halinde çıktık. Tekneye bindik. Teknelere belirli sayıda yolcu alıyorlar. Biz de olsa doldur babam doldur.
Tekne bizi teleferiğin olduğu limana değil, farklı bir limana götürdü. Limanın girişinde deniz üzerindeki daire şeklindeki şamandıralar dikkatimi çekti. Serde denizcilik varya "bakın" dedim "balık çiftliği kurmuşlar". Meğer kazın ayağı öyle değilmiş. Rehberimiz ne olduğunu anlattı; alt kısmı yırtılan bir yolcu gemisi burada batmış. 125 metre derinde yatıyormuş. Şamandıralar onun içinmiş. Yine de bu şamandıraların ne işe yaradığını pek anlamadım.
EVLER LÜKS VİLLA OLMUŞ: Geleneksel evlerin bir kısmı da lüks otel ve villalara dönüşmüş. Hemen hepsinin teraslarında havuzlar var. Ada halkı tamamen turizme dönük bir yapılanma ve sistem geliştirmiş.
Limanda bizi bir otobüs bekliyordu. Bindik otobüse, tırmanmaya başladık. O yamacı zik zak şekilde yarmışlar, tepeye çıkan gidiş geliş bir yol yapmışlar.Tepeye varınca adanın arka tarafının hiç bir özelliği olmadığını gördük. Dar yollardan yol alarak Oia Köyü’ne ulaştık.
Yamacın tepesindeki dar sokaklara girmeden bize fıstık ikram ettiler. Gezi dönüşü uğrayıp fıstık almak üzere. Oia Köyü, güneşin batışının en güzel göründüğü yerde yani adanın ucunda. Bir şeyi itiraf etmeliyim; bizim Ayvalık’taki şeytan sofrasından güneşin batışı Santorini’ye on basar. Ama bu işler pazarlama işleri.
HER AİLEYE BİR KİLİSE: Adada çok sayıda küçük kilise gördük. Beyaz boyalı, kubbesi mavi. bu tip kiliseye adım başı rastlamanız çok olağan. soruşturdum neden bu kadar çok küçük kilise var. Bir büyük kilise yetmiyor mu diye? Meğer her ailenin bir kilise yaptırma geleneği varmış.
TATLI ŞARAP ADASI: Santorini'de turizm dışında üzüm bağları bir hayli fazla. Zengin volkan toprağı üzüm bağları ve küçük domates yetiştiriciliği için çok uygun. Tatlı şarap yetiştiriliyor. Köy yollarında şaraphaneler çok. Yaz aylarında buralarda düğünlerin organize edildiğini öğreniyoruz.
SANTORİNİ'DE GÜN BATIMI: Santorini'nin gün batımı iyi pazarlanmış. Güneşin adanın karşısından doğması ve yine karşısından batması pazarlama için avantaj olmuş. Buna bir de bulutsuz günlerin çokluğunu ilave edebilirsiniz. Bizim adada kalıp güneş batımını seyretmemiz için zamanımız yoktu. Ben de gemiden karşı adalarda batan güneşin fotoğrafını bu açıdan çektim.
Volkanın hala aktif olduğunu öğrenince hafif ürperiyoruz. Otobüse binip adanın merkezi Fira’ya dönüyoruz.
Fira’da dar ama tertemiz sokaklarda biraz dolaşıp teleferikle Skala limanına inip tekneyle gemiye dönüyoruz. Volkan üzerindeki dansımız böylece bitiyor.

Bir sonraki durak şöhretsiz bir ada: Patmos

20 Ağustos 2007

Girit”te “saray alanını” satan Türkler!...( 3 )

SABAH VE ÖĞLEN YEMEKLERİ GÜVERTEDE: Gezinin en renkli bölümleri sabah ve öğlen güvertede yenen açık büfe yemeklerdeydi. Masalar zaman zaman ihtiyacı karşılamadı. Özellikle Yunan yolcuların yemek yenen masalarda uzun süre oyun oynayıp ayakta kalan yolculara aldırmamaları dikkat çekiciydi.
İNGİLİZ DANS GRUBU: Her akşam salonda hem müzik hem de dans gösterisi yapıldı. Dans ekibinin dört İngiliz kızdan oluşması sizi şaşırtmasın. Gezi boyunca müzik yapan orkestra elemanları da Bulgardı.
GÖLGELERİN HAKİMİ: Güneşin yakıcılığı karşısında zaman zaman açık alanda gölge bir köşe bulmak kolay değildi. Gölge bir köşede sadece kendini düşünen ve plastik koltuklarda sere serpe yayılan bu yolcu hakkındaki yorumu sizlere bırakıyorum.
GİRİT LİMANINDA TÜRK GEMİSİ: Girit limanını izlerken Samsun gemisini görünce bir anda sevindim. Yunan gemilerinin vızır vızır dolaştığı bu sularda gördüğüm Türk gemisi tek tesellim oldu.
GİRİT, MİNOS KÜLTÜRÜNÜN MERKEZİ: Knossos Sarayı’nın kalıntıları Heraklion’a üç mil uzaklıkta. 1899 yılında keşfedilmiş. Kısmen yeniden inşa edilmiş.Sarayın Kral Minos’un ve canavar Minotor’un efsanevi Labirenti ve kadim Minos kültürünün merkezi olduğuna inanılıyor.
Rodos’u turladıktan sonra ver elini Girit dedik ve yola çıktık. Girit’i görmenin benim için ayrı bir önemi olduğunu hemen belirteyim.Anne tarafımdan büyük dedem, Girit’te liman reisliği yapmış. Büyük dedemin adasına gitmenin heyecanı ile o gece gözüme uyku girmedi. Uyudum kalktım, kamaranın penceresinden denizci deyimiyle lumbozdan dışarıyı seyrettim durdum. Kara parçasını görünce kamaradan eşimi ve kardeşimi uyandırmadan sessizce dışarıya süzüldüm. Üst kamaraya çıktığımda ortalıkta kimse yoktu. Sadece gemi çalışanları her tarafı yıkıyordu.
GİRİT ÇARŞISINDA TÜRK SEBİL- ÇEŞME: Adalarda Osmanlı izlerine pek rastlamadık. Yunanlı sanırım bu izleri silmek için her şeyi yapmış. Girit’in merkezindeki bir meydanda varlığını korumuş bu sebil-çeşmenin Osmanlı döneminden kaldığı belliydi.
Bir sandalyeye kuruldum ve paralel gittiğimiz karayı izlemeğe başladım. Bu arada güneşin kendini göstermeden bize yansıttığı kızıllığı seyrettim. Fotoğraf makinamın deklanşörüne bastım da bastım.Karaya paralel ıki saate yakın yol aldık. Girit Adası biliyorsunuz ince uzun bir ada. Yanaşacağımız liman da adanın tam ortasında. Yavaş yavaş güneşin ışınlarıyla birlikte yolcular da görünmeye başladı. Sessizce Heraklion Limanı’na yanaştık.Heraklion Girit Adası’nın başkenti. Girit dört vilayete ayrılmış; Hania, Heraklion, Retimnon ve Lasiti. Girit gezisi ile ilgili bize sunulan seçeneklerden Knossos Sarayı gezisini seçmiştik. Bu gezi için büyükler 57 euro, çocuklar için 28 euro ödendiği bilgisini araya sıkıştırayım.
20 BİN METREKAREDE BİR SARAY : Knossos Sarayı 20 bin metrekareye yayılmış.Yüzün üstündeki odalar bir labirent görünümünde. Kral Minos’un çok odalı bu sarayının labirent kavramını ortaya çıkardığı söyleniyor.
Tüm gezilerde uygulanan bir sistemi yeri gelmişken anlatayım; Limanlara gelindiğinde anonsla tüm yolcular büyük salona toplanıyor. Tura çıkacaklar gruplara ayrılıyor ve önünüzde sizin grubun numarasını taşıyan görevlinin-hani olimpiyatlarda ülkelerin bayraklarını taşıyan gençler gibi- peşine takılıp gemiden çıkıyorsunuz. Bu usule neden gerek var derseniz anlatayım; çıkış tek bir kapıdan. Çıkarken kartınızı bilgisayara kaydedilmesi için görevliye uzatıyorsunuz. Bu uygulama yapılmasa yolcular, önce çıkmak için kapıya yığılacaklar.Neyse.Büyük dedemin yaşadığı Girit Adası’na adımımı attığımda biraz hayal kırıklığına uğradım.Nasıl bir ada bekliyordum? Gözümde büyüttüğüm Girit Adası sıradan bir görüntü ile karşıladı bizi. Otobüslere doluştuk ve Knossos Sarayı’na doğru yola çıktık.
İNGİLİZ ARKEOLOGUN BULUŞU: Arkeolog Arthur John Evans (1851 - 1941) Yunan Yarımadası’ndaki Miken uygarlığının Girit’ten kaynaklandığı görüşünü ortaya attı. 1899’da Girit Knossos Sarayı’nın içinde bulunduğu Heraklion (Kandiye) bölgesinde bir araziyi dört Türkten satın aldı ve 1900’de kazılara başladı.
Rehberimiz anlatmağa başlıyor hemen:Adanın toplam nüfusu 600 bin. Adada Venediklilere ait çok eser var. Venedikliler 4.5 asır adada hüküm sürmüşler. Ada 1609’da Osmanlıların eline geçiyor ve bizimkiler 1898’e kadar adada kalıyorlar.Bir tepeye yerleşmiş Knossos Sarayı’nı geziyoruz . Dört bin yıllık bir saray. Depremde yıkılmış ama tekrar yapılmış. 1600 odası var. Bu kadar çok oda sarayı labirent haline getirmiş. Sarayda 200 kişi yaşarken etrafta yaşayanların sayısı da 8o bini buluyor.Bu saray da 1450 yılında yıkılıyor. İşin ilginç yanı sarayın bulunduğu arazi dört Türke aitmiş. Şimdi sıkı durun. Bizim Türkler tüm araziyi bir İngiliz arkeologa satmışlar. O da sarayın kalıntılarını gün yüzüne çıkarmış. Yine rehberin anlattığına göre Girit’te çok büyük Osmanlı arşivi var ve bir Allahın kulu buralardaki bilgiye ulaşamamış.
TUNÇ DEVRİ SARAYI: Kazılar 1935’e kadar sürdü. Evans, yalnızca tarih öncesi döneme ait bir sarayı değil, o güne değin bilinmeyen bir ilk Bronz Çağı uygarlığını ortaya çıkardı. Bu uygarlığa efsanevi Girit Kralı Minos’un adını verdi.
Çok çeşitli otların yetiştiği Girit’te bitkilerden çeşitli bitki çayları üretildiğini anlattılar ama biz pek göremedik bu çayları. Adada bol bol zeytin ağaçları var. Zeytinleri ise minicik ama bol yağlı.Son bir bilgi. Heraklion Tanrı Zeus’un doğduğu yer olarak kabul ediliyor.
GEMİDEN GÜNEŞ BATIMINA DEVAM: Gezinin tüm akşamlarında güneş batımını seyretmek büyük zevk oldu bizim için. Ben de geminin çeşitli yerlerinden güneş batışının fotoğraflarını çektim.
Ne işe yarayacak bilmiyorum ama ailesi Girit’ten gelen, eşimin bir arkadaşına da isteği üzerine küçük bir taş almayı da unutmadık.
Girit’ten sonra rotayı volkanik Santorini Adası’na çevirdik.

Sonraki ada: Santorini Adası

Noktalama işaretlerine devam

Sevgili Peçete'den Notlar, 16 Nisan 2007 tarihinde "Doğru yazalım, Doğru konuşalım, Dilimizi koruyalım" etkinliğimiz çerçevesinde "noktalama işaretleri"nden ilk beşini incelemişti. Sevgili Peçete'den Notlar şimdi de yazının ikinci bölümü ile noktalama işaretlerinin devamını bizlerle paylaşıyor. Noktala İşaretlerini hatırlamak için Peçete'den Notlar'a bir uğramak yeterli.

16 Ağustos 2007

Adaların en yeşili Rodos Adası'ndayız (2)

İKİ ÜLKE BURUN BURUNA: Fotoğrafa dikkatli bakın. Sol taraftaki kara parçası Sakız Adası’na ait yani Yunanistan. Sağ taraftaki kara parçası da Çeşme’nin ucu yani Türkiye. Geminin direğinden kıç üstündeki bayrağa uzanan ipte iki ülkeyi ayıran sınır adeta. İki ülkenin bu kadar içiçe girmiş sınırları varken kıta sahanlığı sorununu nasıl halledebilirler ki.
HAVUZLAR AĞLA ÖRTÜLÜYOR: Geminin havuzlarındaki suyu akşam boşaltıyorlar ve havuzu ilaçlı sularla yıkıyorlar. Akşamları ise birileri fark etmez de havuza düşer diye ağ geriyorlar. Bu ağı görünce bizim belediyelerin üstü açık çukurları aklıma geldi. Bu arada ilave edeyim havuzlara her sabah yeniden su dolduruluyor.
HEM OKUYOR HEM DE GÜNEŞLENİYOR : Gemide ilgi çekici tipler de vardı. Onlardan biri de hem güneşlenen hem de kitap okuyan bu bey. Her yerde kitap okuduğunu gördüm. Sanırım çok heyecanlı bir romanın sayfalarından bir türlü ayrılamamıştı.
RODOS SURLARIYLA KARŞILIYOR BİZİ: Rodos’un sahil boyunca uzanan surları yıllarca adayı almak isteyenlere siper olmuş. Bu surlar ve surların arasındaki kaleler restore edilmiş.
Kuşadası’ndan sonra rotayı Rodos’a çevirdik. Turu düzenleyenler gezi boyunca uğranılan yerlerle ilgili önce size çeşitli seçenekler sunuyor; isterseniz limanda gemiden inip kendi başınıza adayı gezebilirsiniz. İsterseniz sunulan seçeneklerden birine katılır, adada rehber eşliğindeki geziye katılabilirsiniz. Bu geziler ücretli. Ücret genellikle 40-80 euro arasında değişiyor. Tabii bu ücret kişi başına alınan ücret. Biz, Rodos için eski şehir ve Philerimos gezisini seçtik. Diğer seçenek ise Lindos ve şehir turu idi. Bizim seçtiğimiz gezi için yetişkinlerden 44 euro, çocuklardan 22 euro aldılar.
TARİHİ KAPIDAN TARİHE YOLCULUK: Rodos'ta Şövalyeler Sokağı önemli bir tarihi yer. Geziye katılan yolcularla birlikte bu kale kapısından girip tarihin kokusu içinde şövalyeler sokağına ulaştık.
Marmaris’in karşısına düşen Rodos, büyük ve bakımlı bir ada. Bence adaların içinde en yeşil olanı. Sahiller bizim gibi kapışılmamış. Limandan eski şehre doğru yürürken sizi halka açık bir plaj karşılıyor. Rehberimiz bu plajların bulunduğu bölgeleri sıralıyor, yüzmek isteyenlere de yol gösteriyor. Büyük oteller ise kıyı şeridinden çok gerilere yapılmış. Bizdekiler gibi sahilin dibini kapmamışlar.
GEYİK RODOSLULARIN SEMBOLÜ: Eski limanın girişi. Fotoğrafı otobüsle giderken çektiğim için çok güzel değil. Limanın iki girişindeki geyik heykelleri ilgi çekiyor.
Rehberimizin anlattığına göre, Rodos adını bir su perisinden alıyor. Her taraf güllerle kaplı. Eski limanın girişindeki geyik heykelinin de bir hikayesi var. Adaya ilk gelenleri önce binlerce yılan karşılamış. Yılanlarla başa çıkamayan ada halkı, çareyi adaya geyik getirmekte bulmuş. Adaya getirilen geyikler, yılanları ezerek öldürmüş ve adanın sembolü haline gelmiş. Rodos Kalesi ve kıyı boyunca uzanan surları 14 yy.da Aziz John şövalyeleri tarafından inşa edilmiş. Ada bu şövalyeler zamanında altın çağını yaşamış.
SARAY MOZAİKLERİ SAKIZ ADASI’NDAN : Knossos Sarayı’nda mozaikler dikkat çekici. Anlatılanlara göre mozaiklerin taşları Sakız Adası’ndan getirilmiş.
Tarihi kalıntıları, Athena Tapınağı’nı gördükten sonra eski Rodos sokaklarında kalabalığın arasına katıldık. Rodos şövalyelerinden kalma kalma sokak gerçekten ilgi çekici. Rodos’ta yemek yeme fırsatımız olmadı ama Türk kahvesi içtik. Kahve iki euro. Grek kahvesi de diyorlar ama bizim gibi kahvenin yanında su da getiriyorlar. Bir de küçük bir bisküvi veriyorlar.Rodos’ta balık çeşitleri ön planda. Ada da 2400 yıldır şarap üretiliyor. Ben içmedim ama şarapların güzel olduğunu söylediler.
ŞÖVALYELER SOKAĞINDA TARİHLE BİRLİKTE : Şövalyelerin kaldığı sokak. Sokağın adı Chevaliers. Adada eski ne varsa restore edilmiş. Bu sokaktaki binalar da restore edilmiş ve bazıları kullanılıyor. St. John Şövalyeleri bu sokakta yaşamış ve Rodos’u korumuş.
Rodos yıllar boyu üç kültürün etkisinde kalmış; Aziz John Şövalyeleri, Osmanlılar ve İtalyanlar.Osmanlılardan kalma camiler de var. Bunlardan biri Süleyman Camii. Rehberimize göre bakım için kapalıymış. Dört yıldır bakımı sürüyormuş. Anlayın işte, bakım adı altında camileri açmıyorlar.Jövalyelerden kalma “Büyük Efendi’nin yeri” ni ( bir nevi saray) İtalyanlar restore etmiş. Babalarının hayrına değil tabii. Mussolini’ye yazlık olarak. Gelip keyf çatsın diye. Ama Mussolini’ye kısmet olmamış bu sarayda dinlenmek. Adaya adımını atamamış.
GÜNEŞ ÇOĞU KEZ DENİZE BATIYOR: Gezinin bana göre en can alıcı zamanları güneşin sabahları doğuşu ve akşamları batışıydı. Bu görüntüleri zaman zaman sizlerle paylaşacağım. İnsanın günlük yorgunluğunu atan bu görüntülere yolcuların pek itibar etmemesi ilgimi çekti. İnsanlara ne oldu diye düşündüm bir an. Neden bu güzellikleri göremiyoruz ki?
Binanın içi Kos’tan yani bizim deyimimizle Sakız Adası’ndan getirilen mozaiklerle donatılmış. Rodos diğer adalara göre alış veriş için en ucuz olanı.
Rodos turunu tamamladıktan sonra Girit’e doğru yola çıktık. Denizcilerin korkulu rüyası dalgalarıyla bilinen Rodos çevresinden sakin bir havada yol aldık. Dalgaları kışa sakladık.

BİR SONRAKİ DURAĞIMIZ: GİRİT

15 Ağustos 2007

Artık evimize "Hürriyet" almıyoruz

Gazeteciliğe orada başladım. Altı yıl geceli gündüzlü çalıştım. Evimizin bir parçasıydı. Orada yetiştiğim için her zaman gurur duydum. Son zamanlarda sendeliyor, düştü düşecek diye üzülüyordum. Sonunda o da teslim bayrağını çekti.
Biz de desteğimizi çektik Hürriyet'ten. Yapabileceğimiz en doğal hakkımızı kullandık.

Hürriyet almıyoruz!..
Yılmaz Özdil'i de internetten okuruz artık!...

13 Ağustos 2007

Hayalden gerçeğe gezi: Yunan Adaları ( 1 )

Yunan Adaları turumuzu Blue Monarch gemisi ile yaptık. Gemiyi Santorini Adası açıklarında demirli bizi beklerken görüyorsunuz.

Evet dostlar; “Şöyle arkanıza yaslanın. Hafif hafif esen bir rüzgar sizi serinletiyor. Gözlerinizi kapadınız, bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Bir gemidesiniz. Pırıl pırıl bir güneş. Geminin denizi yara yara giderken çıkardığı ses size ninni gibi geliyor. Yemek salonunda sizi sevdiğiniz yemekler bekliyor.Gemi gece gidiyor, sabah bir limanda kalkıyorsunuz yataktan. O liman kentini geziyorsunuz, tarihi ile tanışıyorsunuz.Tekrar gemi, tekrar denizin şırıltısı ile uyku. Tekrar başka bir liman ve kenti turlama, tarihle başbaşa” demiştim.
Gemiye merdivenle çıkıyorsunuz. İçeriye adım attığınız anda bu ortam sizi karşılıyor.

İşte bu hayali gerçekleştirmek için gemi ile Yunan adaları gezisine çıktık. Çok kolay geçtik gümrükten. Geminin merdiveninde bir fotoğrafçı bekliyordu bizi. Sormadan bastı deklanşöre. Bulmuş dijital makinayı bol bol fotoğraf çekiyor dedim içimden. Merdivenleri ağır ağır çıkınca bizi bir otel resepsiyonu gibi bir bölüme aldılar. İlk iş olarak bilgisayara kaydedildik.
Gemiye adım atmadan merdivenlerde fotoğraf çeken biri vardı. Bu uzun boylu adam yolcuların arasında sürekli gezerek fotoğraf çekti. Önce "ajan mıdır nedir" dedik. Sonra durumu anladık. Size haber vermeden tele ile fotoğrafları çekiyor, sonra sergiliyor ve bir fotoğrafı 13 euradan satıyor. Sanırım şirket fotoğraf işini de birilerine ihale etmiş.

Bu işlemi yapan görevli elindeki gözü yüzümüze tutarak fotoğrafımızı çekmeyi de ihmal etmedi.
Bir kart uzattılar bize. Kredi kartına benzer bir kart. Üzerinde ismimiz yazılı.
Hemen uyardılar; bu kart sizin herşeyiniz. Ülke giriş çıkışlarını bu kartla yapacaksınız, gemide kahve mi içeceksiniz bu kartla, içki mi içeceksiniz yine bu kartla. Para yok bu kart var.
Tek sıra olmuş takım elbiseli uzak doğulu görevliler bize kamaramızı gösterdi. Böylece gemi hayatımız başlarken tıkır tıkır işleyen bir sistemin ve geminin içine girdik.
Geminin en büyük salonu bu salon. Bu salonda oturup sohbet edebilirsiniz. Eğer gürültücü bin yunan grubu yakınınızda yoksa kitap okuyabilirsiniz. Geceleri bu sahnede müzik ve gösteriler yapılıyor. Bu arada bir şeyler içerseniz parasıyla içiyorsunuz.

Önce sizi sistemle tanıştırayım:
Bir tura başvuruyorsunuz. Tur sizin vizelerinizi alıyor ve pasaportunuzu veriyor. Gezi ücretini de alıyor. Turun işi bitiyor burada. Gemide Türk yolculara bakan bir de Türk rehber var. Ne diyorduk. Resepsiyona girdik. Kendinizi bir otele girmiş gibi hissedin. Gezi boyunca karşılaşacağınız güçlükler hesaplanmış. Valizleri kamarada buluyorsunuz. Pasaportla uğraşmıyorsurnuz. Yemek saatleri ve nerelerde yeneceği belli. Sabah ve öğlen güvertede servisi kendiniz yaparak yemek yiyorsunuz. Akşam yemekleri alt salonda. Öyle bikini ile, şortla giremiyorsunuz salona. Herkesin oturacağı masa belli. Hizmet edenler de. Hizmet edenlerin çoğu uzak doğulu. Genellikle Filipinli. Sanki sinirlerini ameliyatla birileri almış. Sürekli gülüyorlar size. Hizmet yarışındalar adeta. Geceleri salonda eğlence var. Dört kızdan ve iki şarkıcıdan oluşan gösteri ekibi her gece farklı farklı gösteriler, danslar ve müzik sunuyorlar size. Buziki çalan da var keman çalan da. Çocuklar unutulmamış. Onlara da bir bölüm ayrılmış. Kumar meraklılarına meraklarını giderecek tedbirler alınmış. Geminin doktoru da var tabii. Gezinin ilk çıkış limanı Pire. Pire'den genellikle yunan, İspanyol ve İngiliz yolcular biniyor. Diğer ülkelerden de tek tük yolcu bulunuyor. Bunların öncelikli hedefleri İstanbul'u görmek ve Efes'te hacı olmak. Onun için Kuşadası önemli bir uğrak yeri.

Gemi kalktıktan sonra anonslar başladı, İngilizce, Yunanca, İspanyolca ve Türkçe. En önemli anons, akşamki kokteylde kaptanın bizlerle tanışacağı anonsuydu. Neyse girdik kuyruğa bekliyoruz kaptanla tanışmayı. Sıra bir türlü ilerlemiyor. Alt tarafı yeni gelenlerin ellerini sıkacak. Meğer kazın ayağı öyle değilmiş.
Kaptan, yanına gittiğinizde elini omuzunuza atıyor ve kaptanla birlikte fotoğrafçıya ister istemez poz veriyorsunuz. Fotoğrafçı aynen bizim nikahlardaki gibi fotoğrafları basıp bir camekana asıyor ve satıyor. Sıkı durun tanesi 13 eurodan.İ
çeriye girerken sizi şampanya ve daha birçok çeşit içki ikramı bekliyor. Salonda eğlence ile gezinin ilk gecesi bitiyor.
Gelelim kamaranıza. Eğer benim gibi denizci bir aileden geliyorsanız sorun yok. Ya da kafanızı yastığa koyup uyuyorsanız yine mesele yok. Eğer yatağınızı yadırgar bir durumunuz varsa biraz uykusuzluk çekebilirsiniz. Geminin sarsıntısı ve makinaların sesi, pervanelerin zaman zaman gemiyi titreten sarsıntılarından rahatsız olabilirsiniz. Benden söylemesi. Güneşin batışını seyretmek en çok göreceğiniz manzaralardan biri. Eğer erken kalkabilirseniz gün doğuşunu da güvertede oturup seyredebilirsiniz. Bu fotoğrafları sizlerle zaman zaman paylaşacağım.
Gemi hakkında biraz daha bilgi verip gördüğümüz yerleri anlatalım;
Geminin bandırası Portekiz. Sahipleri Amerikalı ve Yunan. Şirket Miami’ye kayıtlı. Kaptanı Yunan. Diğer kaptanlar arasında Japon’u da var İspanyol’u da. Gemi müdürü İsveçli. Animatörler Amerikalı ve Meksikalı. Gemide Türk çalışanlar olarak bir rehber, bir hostes ve bir de hizmetli olarak çalışan bir bayan vardı. Yani uluslararası bir ortam var gemide.
Çalışanların tek bir görevi yok. Kılıktan kılığa giriyorlar. Bunu gezinin sonunda anlıyorsunuz. Sirtaki oynayan Yunanların aynı zamanda garsonluk yaptığını, İspanyol animasyoncu kızın peçe takıp Türk kızı olduğunu, Amerikalı boylu poslu animasyoncu delikanlının Romalı kılığında göbek attığını görüyorsunuz.
İlk durağımız Kuşadası. Apar topar Türk olmayan yolcular, hacı olmak için Meryem Ana’ya gittiler. Biz de sahilde turladık. Esnafla konuştuk. Bu Cruise gemileri ile gelenlerin alış veriş yapmadıklarından yakındılar. Aslında sistem, yolcuların alış veriş yapmamaları üzerine kurulmuş. Zira zamanı öyle kullanıyorlar ki size pek alış veriş zamanı bırakmıyorlar.
İkinci yazı: Tanrıların adası RODOS