28 Eylül 2014

6 milyon kürdandan ünlü binaların maketleri!

 Elektronik posta yolu ile çok sayıda bigi sanal alemde dolaşıyor. Bu blog da ilgi çekici konuları sizlerle paylaşıyorum. İşte onlardan biri:





Eski bir televizyon sunucusu son 6 yılını 6 milyon kürdan kullanarak

22 Eylül 2014

Müşkül Mevkii!

*Vatanı olmayana her yer soğuk gelir. (Çerkes atasözü)
Musul Konsolosluğunda esir alınan 46 soydaşımızın 102 gün sonra kurtuluşunu gördük ,onları bağrımıza bastık ama nasıl kurtuldular tam olarak anlayamadık! Şöyle gerinerek zerre kadar kuşkuya düşmeden böyle güzel bir olayı içimize sindirip, kuşku duymadan saf bir anlayışla kutluyamadık!. 102 gün yasaklı idik. Soramıyorduk... Aman haaa rehinelerin burnu kanar dediniz. Allaha şükür iyi bir şey oldu. Burunları kanamadan vatanlarına geldiler. Bu ulusal bir sevinç. Ama hala karanlık köşeleri var! Işid rehineleri ne oldu da bıraktı? 102 gün elinde tuttu ve neden bugün teslim etti?. Bu 102 gün bilmediğimiz neler oldu? MİT in dünyadaki en büyük kurtarma başarısı mı? ABD’ nin diğer ülkelerle birlikte IŞİD’e karşı müşterek bir cephe oluşturma çalışmalarının hızlandığı sırada 46 rehine bırakıldı? NEDEN! Aynı günlerde Katar ülkede yasa dışı ilan edilen Müslüman Kardeşler liderlerinden 7 kişiyi sınır dışı etme kararı aldı. Birinin Türkiye’ye geldiği diğerlerinin de geleceği açıklandı. Musul Konsolosluğumuzda vatandaşlarımızın nasıl IŞİD in eline geçtiği, kimin hatalı olduğu net olarak cevaplanamadı! İşin esası İKNA YOLU İLE GERÇEKLEŞEN bu operasyonun anlatılan kısmına kimsenin ikna olmaması!. Yani bildiklerimizin dışında kalan anlatılmayanlar daha fazla!
Devlet terörle müzakere etmez dedik. Ettik... PKK için açılım paketi açtık. Açılım öyle bir tartışma açtı ki tartışmayı kapayamadık. Direkteki bayrağı koruyamaz duruma düştük! Bu gün açılım paketi ne oldu, kimin elinde kaldı belli de değil. Onun yerine Doğu da PKK saldırısından koruyamadığımız okulların yakılmasını ile 2014 Eğıtim yılını açtık! Her tür terör ile tanıştık!. Orta Doğu kökenli, arap saçlısı mı? Nasıl bir terör arzu edersiniz! Hemen hepsi mevcut. Dün Anadolu da çoluk çocuk bebek demeden öldüren 40 yıllık terör örgütünü bugün ne yapacağız? Işid’e silah çektikleri için kahraman (!)mı? Malzeme sıkıntımız yok. Kimin için ziller çalıyor sorusu da geride kaldı. Eski Başbakan’ın yeni emanetcisi zilleri şeriat devleti sınırında çalıyor. Ve gerinerek “parantezi kapamak üzereyiz” diyor. Ne için parantez açtılar bilinmiyor mu? Tartışmalara bakın. Konuşulanların en ince damarlarında din var. Sünniler... Şiiler... Mezheplere bölünmüş kinler. Daralmış özgürlük alanları. Yok olan Laiklik değil mi? Nerede Laik Cumhuriyet. Din işlerini ayrı tutma alışkanlığı! Duyulan ses tehlike canlarının sesidir ama biz onu telefon zilinden ayıramıyoruz. Alo Fatih’leri çoğaltarak baskıyı zirveye taşıyoruz! Dayatmanın siyasi AĞA’sı nereye giderse gitsin huyundan vazgeçmiyor.
CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce, sınırların korumasızlığını dile getiriyor. “ Sınırlarını kevgire çevirmişsin. 2 milyon Suriyeli Türkiye'de geziyor. Sanki CHP iktidarında rehineler vardı, AKP geldi bu rehineleri kurtardı. 30 yıldır terörle mücadele eden Türkiye, ne yazık ki dış dünyada artık, teröre yardım eden bir ülke konumuna geçti. Artık IŞİD'e, diğer terör örgütlerine silah, malzeme veren, lojistik destek sağlayan, onları hastanelerde tedavi eden bir ülke olduk. Terörist tedavisi için özel kanun çıkardılar. Kuveyt Büyükelçisi posta koyuyor Türkiye Cumhuriyeti'ne. CHP'li milletvekillerini kamplara almadılar, TIR'ları aratmadılar, böyle bir noktada Türkiye'de şimdi rehinelerimizin kurtarılmasına tabii ki seviniyoruz. Buna bir itirazımız yok. Ama orada rehin olan 49 vatandaşımız değildi aslında, 76 milyon Türkiye idi. Bu ülkenin tepesinde oturan kişi, kinle devlet yönetiyor. Cumhuriyet tarihinde bir ilktir bu, kindar bir Cumhurbaşkanımız var. Mezhep ve etnik köken ayrışmasını körükleyen bir Cumhurbaşkanı var. Yargı adalet dağıtmıyor Türkiye'de, medya özgür değil, sivil toplum suskun, sokakta şiddet yaygınlaşıyor, eğitim çöktü, çocuklarımızı Milli Eğitim Bakanlığı'ndan korumamız gerekiyor. Vali devletin valisi değil, savcı Cumhuriyetin savcısı değil, okul müdürü devletin değil, AKP'nin militanı

Bugün Açık Lise gerçeği dillendirilmiyor. Buralarda okul ve öğretmen yüzü görmeyen 1 milyon 340 bin öğrenci var. Ve onlar çocuk işci ordusuna katılıyorlar. Pedagojik değerlere dikkat edilmiyor. Televizyonlar sadece para hesabı içinde. Pedagoji Derneği Koton yetkililerini TV lerde oynayan “Çocuk Kafası Çocuk Modası” adlı reklam için uyardı. “Öncelikle, çocukların öne çıkarılarak bir ürünün tanıtılmasını doğru değil.. Reklamdaki kız çocuklarına kıyafetleri, bakışları, hareketleri ile seksapalite atfedilmiş. Çocuklar, çocuk olmalı, çocuksu kalmalı, onların masumiyeti korunmalı. Çocuk istismarının ve pedofilinin arttığı bir dönemde çocukları, özellikle kız çocuklarını, yetişkin kıyafetleri ve hareketleri ile göstermek tehlikelidir. Moda, yetişkinlerin dünyasına ait bir kavramdır. Çocukların gündeminde moda yoktur. Reklamınızda “ayrıcalıklı olmak”, “tarz sahibi olmak” vurgusu çokça yapılmaktadır. Çocuklara “Ayrıcalıklı olun, tarzınız, modanız olsun.” Demek yanlıştı. Yaptığınız . Uluslararası Reklam Uygulama Esasları’na aykırıdır.”

İlhan Kesici eski milletvekili ve 5 yıllık planlarda emeği geçen bir bürokrat… TV de geldiğimiz ekonomik sıkıntıyı anlatırken ne durumdayızı kendi uslubu ile açıkladı... Trene 3. mevki bilet alıp 1 mevkide oturan yolcu bilet kontrolunda yakayı ele verir. Kontrolör elindeki bilete baktıktan sonar sorar: “ Bayım hangi mevkidesiniz” Yolcu “Bende onu anlatacaktım der şu anda Müşkül mevkideyim”… ABD’ deki Ziraat Bankası teftişinin ciddi bir olay olduğunu kavramadığımızdan yakınarak Kesici ikaz ediyor “Raporlar Türkiyenin durumunu griden koyu griye düştüğünü gösteriyor. Durum ciddiye alınmalı. Kara listeden bir basamak öncesi! Yani Müşkül mevkiideyiz…”

19 Eylül 2014

12 EYLÜL DARBESİNİN İŞÇİLERE ETKİSİ

Hüseyin Ekinci

12 Eylül Faşist Darbesi yapılalı 34 yıl geçti. 
Bu cümle çok kolay yazıldı. 
Kolayca da söyleniyor, "12 Eylül faşist darbesi yapılalı 34 yıl geçti." 
Oysa gerçek başka…
Gerçeklerin anlatılması kolay değil...    
12 Eylül geçti ama, deldi geçti…
Gerçeği, herkes kendine göre anlıyor.  
Anlatılanları, yine herkes, anladığı kadar biliyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse, gerçeği tam olarak, yaşayanlar biliyor...
Anlatılsa bile, anlatılanları, yaşamayanlar tam anlayabilir mi?..
Eylül, bir kesime göre zor ay.
Sonbaharın ilk ayı. 
Sonraki mevsim kış... 
Kışın içinde bir de "zemheri" var ki...
Adına uygun soğuk yaptığı zaman, titretir insanı...
Odun, kömür,  
Okul, çanta, defter, kalem, 
Ayakkabı, önlük…
Zor mu? Zor, hem de çok zor… 
İşte bu 12 Eylül, zorların en zoru...
Ne anlarsan anla...
Birileri için, vatanın kurtuluşu!..
Birileri için, ürkeklik...
Birileri için, kuşku...
Birileri için, işsizlik, açlık...
Birileri için, polis kapıda, bileklerde kelepçe...
Birileri için, aylarca, yıllarca hapislik, işkence...
Birileri için, darağacı...
Kaybolan babalar...
Babasız kalan çocuklar...
Ağlayan analar...
Dinmeyen gözyaşları... 
 İşte,12 Eylül...
Devletin başına oturup, yönetime el koyan, zorbalar, toplumun birçok kesimine suçlu gözüyle bakıyor.
İşçi sınıfının bir kesimini, Disk ve üyelerini, zanlı gözüyle değil, karar verilmiş "suçlu anlayışı" ile görüyorlar.
12 Eylül Generali, ülke yönetimine el koyduğu ilk günlerinde “otel garsonu bile benim kadar maaş alıyor” demişti. Daha ilk, demeçlerinden birinde, ülkede ki gerçek ve devrimci sendikaları “suçlu” ilan etmişti. 

Darbeciler, ülke yönetimine el koyar koymaz, DİSK ve üye sendikaların faaliyetlerini durdurdu. Yönetimlerine kendileri gibi, emek ve emekçi düşmanı "kayyum" tayin ettiler. 
Yine bu sendikaları, yıllarca bu anlayıştaki darbe hayranı, darbecilerin gözü kulağı durumunda ki "kayyumlarla" yönettiler.
Disk yöneticilerinin tamamını, temsilci ve üyelerinin ileri gelenlerini tutuklattırıp, yıllarca hapislerde yatırdılar. İşkencelerden geçirttiler..
Sendika merkez, şube ve ofislerinde defalarca arama yaptılar. 
Suç belgeleri aradılar. 
Didik, didik ettiler her yeri, yok, delil yok... 
Suç yok, delil de yok...
Suçlu ilan ettikleri, Disk yönetici ve üyeleri "suç yok, delil de yok" ama nedeni belli bir şekilde hapis damlarına kondu.
Yargılamalar yıllarca devam etti.
Sonunda "sıkıyönetim mahkemelerince" beraat ettiler. 
Yönetici, temsilci ve üyeler hüküm giymedi, mahkûm olmadı. 
İşte bunu da söylemek kolay, iki kelime, sadece iki kelime "beraat ettiler."
Beraat ettiler diye söylemek ve yazmak çok kolay...
Ancak bu uzun sürede, içeride ve dışarıdakilerin yaşamı devam etti.
Çocuklar okula başlıyor, okula götürecek, baba yok... 
Soba yanacak, odun yok...
Odun alınacak, para yok...
Beş, altı yıl sonra, baba beraat ediyor, suç yok...
Baba iş arıyor, iş yok...
İş yok, aş da yok...
Darbeci general, ''garson benim kadar maaş alıyor'' diyerek çalışanların ücretlerinin yüksek olduğunu da işaret ediyordu. 
Başbakanı ve ekonomiden sorumlu yardımcısı, özellikle ''ben zengini severim'' diyeni, hemen kollarını sıvadı ve işçi ücretlerini birlikte ayarladılar!..
Çalışanların, demokratik mücadele sonucunda, toplu sözleşmeler yolu ile elde ettikleri ikramiye, kıdem tazminatı, çalışma süreleri ve iş güvenliği konusunda kazanılmış haklarını birer birer tırpanladılar.
Garip olan şey, kendilerinin "büyük" olduklarını, her demeçlerinde övünerek söyleyen konfederasyon, (TÜRK-İŞ) bir yöneticisini darbeci generalin başında olduğu yönetime bakan vermiş olmasıydı... 
Sendikal örgütlenme, grev hak ve uygulamalarını zorlaştırıp, işçilerin gerçek mücadele, yön ve yöntemlerini ortadan kaldırırken, çok enteresandır, çalışma bakanlığı koltuğunda, bir sendikacı oturuyordu! 
Bu,Türk-İş genel sekreteri, Sadık Şide'den başkası değildi.
Disk ve üye sendikaların, yöneticileri hapishanelere gönderilirken, Türk-İş yöneticileri sus pus olmuşlardı.
Devrimci sendikaların yönetimlerine oturtulan, faşist zihniyetteki "kayyumlarla" işçilerin gerici ve sarı anlayıştaki sendikalara transfer pazarlıklarını sürdürüyorlardı. 

Kısa zamanda, umduklarını bulamadılar. 
Gerçek sendikacılık eğitimi alan Disk üyeleri uzun süre direndi.
Disk üyeleri, direnç gösterdikçe, sıkıyönetim mahkemelerinde, davalar uzatıldıkça uzatılıyordu… 
Bu süreler içinde işverenlerin bir kısmı ise, bilinçli işçileri işten çıkarmaya devam ediyordu...
Onları ve ailelerini işsizliğe, açlığa mahkûm ediyorlardı. 
İşten çıkardıkları işçilerin iş bulmamaları için, daha önceden tespit ettikleri isim listeleri, çoktan kendi aralarında paylaşılmıştı.
Darbeciler, bir kısım patron ve "sarılar", el birliği yaparak amaçlarını gerçekleştirdiler. 
Disk'in sınıf bilinçli tabanını dağıttılar… 
İşçi sınıfının, demokratik mücadele örgütü olan sendikal çalışma yolu ile elde ettikleri kazanılmış hakları, ellerinden alınırken bile, darbe kalıntısı siyasiler  ''ileri demokrasi" şirinliğini ağızlarından hiç eksik etmediler. 
"İleri demokrasi" söylemlerini hep tekrarlayıp durdular.... 
Nasıl bir "ileri demokrasi" ise, hala çalışan büyük kesimin grevli toplu sözleşme hakkı yok.
Hakkı olan kesimin ise grev hakları sınırlı!...
Sendikalara serbestçe üye olma özgürlüğünün önünde, sayısız engeller hala duruyor. 
Siyasiler ve "büyük" işçi konfederasyonu, sessizliğini sürdürmeye devam ederken, konfederasyon üyesi çok sayıda sendika ise, “sanduka” ya sokulmuş görüntüsü içinde...


*Sanduka; Bazı mezarların üzerine konulan, tahta veya mermerden yapılmış sandık.

14 Eylül 2014

İstanbul hiç bu kadar yağmura "hasret" kalmamıştı!

Uyu! Gözlerinde renksiz bir perde, 
Bir parça uzaklaş kederlerinden. 
Bir ruh gülümsüyor gibi derinden, 
Mehtabın ördüğü saatler nerde? 
Varsın bahçelerde rüzgar gezinsin, 
Yağmur ince ince toprağa sinsin, 
Bir başka alemden gelmiş gibisin, 
Dalmış gözlerinle pencerelerde. 
Ahmet Hamdi Tanpınar

11 Eylül 2014

Fıtrat’ı öldürmek!

Kalp boşaldıkça kese dolar. - Victor Hugo
Ayırmak, öteki yapmak, parçalamak, bizdendir deyip birilerini kollamak, yakın geçmişe bakınca kimin FITRAT’ında var dersiniz. Bizde işçiyi ölüme götüren kazalar maliyet attırıcı unsurlar olarak görülüyor. Ama hiç kimse bunu aslına uygun olarak söyleyemez! Kader der... Alın yazısı der... Olay biter! Cinayet demez! Oysa bu tür insan kayıplarının dünyanın yarı demokratik ülkelerinde bile adı önlenebilir kazalar ve ölümlerdir. Buralarda fıtrat mıtrat yoktur. Fıtrat yaşama şansı bulamaz. Ölmüş veya öldürülmüştür. İş sağlığı kanunu ile değil işçi sağlığı kanunu ile. Önce iş değil işçi mantığı ile. Bugün ilerledik yeni gökdelenlere kavuştuk! Yeşili yok edip asfaltı baş tacı yapacak bir tercihe ulaştık diye sevinecek miyiz! Ülkede yaşayanların bugün yüreğini, vicdanını sevgi saygı, kardeşlik yerine ne dolduruyor? Neyi marifet sayıyoruz. Oğullara Torunlar’a AKP neyi miras bıracak?. Günün AKP zengini çok mu “milletin anası” ile ilgili! Sadece geçen ayından örnek verirsek ayıp mı olur!
*Talat Sam Ankara’lı sabuncu. Kadın saçlarını şampuanları ile besliyor. Dostlarını da Suudi Arabistan şeyhinden gelen yenilebilen altınlarla.(para yedi lafı da Yeni Türkiye’de çöpe gider. Hesap değişiyor. Para yediler deniyor ya inanma. Altın da yediler mi? Marifetler hesaplanırken kaç para yedi demek artık yerli yerine oturmuyor, paralel uydurması olarak kalıyor. İlerledik.! Kaç altın yedi demek dönemine geldik) Her pastaya 1 altın. Her misafire kaç pasta?. Hesabı yok!
*Adana’lı okula yalın ayak gelen küçük kızın çocuğun annesi Zeliha “Eşim çalışamıyor. Perişan olduk. Ayakkabı almak şöyle dursun karnımızı zor doyuruyoruz. Küçük kızım Kudret 6 yaşında ablasının yırtık çantası ile okula başladı. Ayakkabısı yok. Yalın ayak yürüyor. Okula da öyle geldi.” Çaresizlik mi? Çare yok mu? Dünya bu kadar vurdum duymaz mı?
*İstanbul Halkalı'daki inşaat işçisi malumu ilan etti. “Bu şartlarda çalışmak istemiyoruz.” Kurtlu yemek yediklerini ve enfeksiyon nedeniyle arkadaşlarının hastanelik olduğunu anlatıyor. Bu da çaresiz bir tablo. Soma'daki facianın ardından madencilere, esnaftan öğretmene, taşeron işçiden emekliye kadar yaklaşık 20 milyon kişiyi ilgilendiren düzenlemeleri içeren tasarı, derhal ele alınacak dendi ancak 99 günde Genel Kurul'da kabul edildi. İşçinin fıtratında hep haksızlığa uğramak mı var? Ya milletin fıtratında “aldatılır” mı yazılı!
IŞID olayına TERÖR diyebilsek, neden bu kadar suskun kaldığımızı  öğrenebilsek! AKP ile geleceğe yolculukta rotanın ne olduğunu, ne denli tuzaklarla döşendiğini görebiliriz!. 49 devlet görevlisine sahip çıkamayan bir otorite olayı yayın yasağına sabitlediyse... Bu tavrı ile nasıl devlet olacak? Görünen köy belli değil mi? Konuşmasına yasak konan bir medya ile nasıl demokrasi gelecek? Eski Başbakan Erdoğan ülkeyi laiklikten ha kopardı ha koparacak!. Fikrini özgürce çekinmeden açıklayanları istemiyor. Biat edeceksin diyor. Şeriat rejimini tartışmaya açmak flört gibi günah sayılıyor. İllaki önce imam nikahı sonra resmi imza! AKP (Adaleti Kandırma Partisi) Yemyeşil bir rüyanın tam da ortasına gelmişler. İçerde ve dışarda şeriata yolculuğu fark edebilenler görmek ile yetinmiyor, feryat ediyor:(Ve hergün azalıyorlar. İnanılıyor ki sessizlik bir şey anlatamaz. Sessizlik her şey yolunda demektir! Medya uzun zamandır zor görüyor, dili dolaşıyor, anlatım zorluğu çekiyordu. Bugün tek gözü de kapatılmış, adı var, işlevi yok hale gelmiştir. Hala gerçeği arayan üç beş kişi ya işlerinden oluyor ya da itibarsızlaştırılıyor!) Eski döneme büyük oranda laik elitlerin egemen olduğunu hatırlatan Financial Times'ın Türkiye muhabiri Daniel Dombey"Erdoğan Türkiye'yi laik geçmişinden uzaklaştırıyor. Bu kopuşa yönelik en sembolik adım ise Erdoğan'ın Çankaya Köşkü'nde çalışmayacağını açıklaması”. Modern Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ten bu yana tüm Cumhurbaşkanlarının Çankaya Köşkü'nde yaşadıklarını ekliyor. Profesör Soli Özel'e göre, ise Erdoğan ile onun AKP si ülkenin laik mirasını büyük oranda reddediyor. Özel, “Onlar, Batılılaşma yolu ile gerçekleştirilen Türk modernleşme projesinin üzerinde çok fazla düşünülmeden oluşturulmuş bir fikir olduğu  düşünüyorlar”.
Biz unutuvermişiz. Onlar hatırlatıyor “Erdoğan geçmişte dini bir nesil yetiştirme” hedefini ortaya koymuş ve 2012'de yapılan bir yasa değişikliği ile çocukların 10 yaşında İmam Hatip okullarına gitmelerine olanak sağlanmıştı. Ve Sabancı Üniversitesi Eğitim Reformu Girişimi'nin açıkladığı Raporda, 2010-2011 eğitim yılından bu yana İmam Hatip ve Anadolu İmam Hatip liselilerin sayısının %73 arttığı belirlendi. Dini söylemlerin hız kazanması ile sınırda sanılan IŞİD gerçeği evin salonuna yerleşmesi bizi düşündürmüyor mu! CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, IŞİD’in 2012 yılından bu yana Suriye’deki çatışmalarda hayatını kaybeden IŞİD savaşçısı 90 Türk gencin takma isimlerini ve IŞİD in faal olduğu bölgeleri açıkladı. İçiçeyiz dedi.
Düşüş! Bir gökdelenin asansöründen düşüş gibi. Hızlı ve sarsıcı!. Yüreklerimiz sımsıkı... Beynimiz durmuş. Kaskatı kesilmişiz. Seyrediyoruz muyuz? Seyredersek görmemiz gerek! Galiba sadece bakıyoruz. Gerçekleri algılamamız dondurulmuş. Biliyoruz ki düşüyoruz! Hızla düşüyoruz. Taş gibi. Öfkem FITRAT’A. İçimden Fıtrat’ı öldürmek geliyor. Soruyu yutkunamıyorum. Cinayet ne zaman suç değildir? Ya da Fıtrat’ı öldürmek cinayet midir?

------------------------------------------------------------------------------
*Fıtrat, a. esk. Yaradılış, hilkat.(Türk Dil Kurumu)

4 Eylül 2014

Kavanoz ve iki fincan kahvenin hikayesi

Sosyal medyada dolaşan bir çok ilgi çekici yazıyı sizlere aktarmıştım. Pazarcık Narlı imzası ile dolaşan yazıyı da sizlerle paylaşıyorum:

Ne zaman; hayatında bazı şeyler çekilmez hale gelirse,
Ne zaman; yirmi dört saat kısa gelmeye başlarsa,
O zaman; kavanoz ve iki fincan kahveyi hatırlayınız…...

Bir gün bir felsefe profesörü, elinde bazı malzemelerle derse gelir. Ders başladığında; hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe kavanozunu alır. Sonrada kavanozu ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ardından öğrencilerine kavanozun dolup dolmadığını sorar…
Bütün öğrenciler hep bir ağızdan dolduğunu söylerler.
Bunun üzerine; profesör önündeki kutulardan birinden aldığı çakıl taşlarını, kavanoza döker. Çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurmaya başlar. Profesör yeniden kavanozun dolup dolmadığını sorar.
Öğrenciler yine hep birlikte; ‘evet doldu’ derler.
Profesör bu defa da, masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Profesör yine aynı soruyu sorar. Öğrenciler de yine koro halinde ‘evet doldu’ derler.
Profesör bu kez ise masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi alır. Başlar kahveyi kavanozun içine dökmeye. Bu kez de kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Bunun üzerine öğrenciler gülmeye başlar… Ardından profesör öğrencilerine nasihat etmeye başlar;

"kavanoz sizin hayatınızdır.
Tenis topları; Hayatınızdaki önemli şeylerdir. Yani aileniz, çocuklarınız, sağlığınız, arkadaşlarınız gibi. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bunlar hayatınızı doldurmaya yeter.

Çakıl taşları ise; Sizin için daha az önemli olan diğer şeylerdir. Yani işiniz, eviniz, arabanız gibi.

Kum ise; diğer ufak tefek şeylerdir. şayet kavanoza önce kum doldurursanız; Çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz.
Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi; ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz; Bu defa da önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önemli olan şeylere çevirin.
Çocuklarınızla oynayın.
Sağlığınıza dikkat edin.
Sevdiklerinizle yemeğe çıkın.
Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın.
Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.
Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin.
Gerisi hep kumdur…’
Bu arada bir öğrenci merakla şu soruyu sorar; ‘Hocam peki, o iki fincan kahve nedir?’ Profesör gülerek cevaplar; ‘Bu soruyu bekliyordum. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun; Her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır…’

1 Eylül 2014

Yeni mi! GERİ Türkiye mi?

“Coğrafya kaderdir” İbni Haldun

Cennet anaların ayakları altındadır” denir ama her fırsatta, o saygı ayaklar altına alınır! Kadınlarımızın ayaklarının altına ne zaman baktık? Bakabildik mi? İnsanca yaşama hakları, ifade özgürlükleri, çoğu zaman ayaklar altında kalmadı mı! Ve onlar evlatlarının varlığı içinde cenneti ararken, cehennem hayatı yaşayıp ölürler. Bu sadece öteki yarımıza yaptığımız bir “inkar suçu” da değildir. Yarına dönük umutlarımızı karartmaktır.

Kadınlarımızı geri bir kafayla görmekte yetiştirmekte devam edersek, hiç bir güç bizim geri kalmamızı engelleyemez!. Matematiğe vurunca kadını görmezden gelmek, eşit tutmamak, yok saymak emek israfı değil mi?Nüfusumuzun bir yarısını çöpe atmış gibi olmuyor muyuz?.Günümüzde ilerleyen her yerde insan hakları gelişirken sadece sandıktan çıkılmıyor. Yalan sarhoşu olup baştan da çıkılmıyor. “Bunları halk duymasın” yerine, halka hesap vermek, ulusun katlanacağı sıkıntıyı olduğu gibi nedenleri ile açıklıkla söylemek gerekmiyor mu? Demokrasi ile yönetiliyorsak!

Bugün seyrettiğimiz siyaset ne yapıyor dersiniz? Olmayacak pembe boyalarla gerçeği görünmez kılıyor. 17 Aralık -25 Aralık diye bir şey olmadı diyor. İftira ise öğrenmeliyiz... Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda sahtecilik yapanları da öğrenemedik! Siyaseti yalanı gerçek diye yutturma sanatı olmaktan çıkarmalıyız. 49 Konsolosluk elemanını da unutacak kabiliyetteyiz!
Hayret. Bu kadar yalanı bu kadar uzun zaman duyup DOĞRU olanı tanımak zor olmuyor mu? Dini duyguları bu denli kullanmak neden? Her liseyi İmam Hatip yapıp, genç neslin tümünün biat etmesini mi sağlayacaksınız? Nereye gittiğimiz çok açık. Hükümetçe yakılan her yeşil ışıkla önce kadınlarımız biraz daha derinden horlanıyor! Son örnek umut kırıcı! Görüntü vahim! 7 yaşındaki  kız çocukları  resim çektiriyor. Daha 7 yaşında bu çocuklar! Kendi iradesi oluşmuş mu? Kanun 18 yaş diyor. Hepsinin başı sıkı sıkı kapalı. “Ben geldim allahım” yazılı bir pankartın altında toplanmışlar. Yer Ankara Odunpazarı! Kafa... o kafa. ODUN  PAZARI KAFASI! Başka adreslere baksak olmuyor mu!. Kadını hor görmemiş ülkelere. Aslında gerçek mutluluk ve aydınlık kadınlarımızın ayak bastığı yerdedir. Bir öğrenebilsek..

Eski Başbakan, Cumhurbaşkanı  Forsunu açmadan “Atatürk ilke ve inkılaplarına , Laik cumhuriyet ilkesine bağlı, tarafsızlık içinde kalacağına Büyük Türk Milleti huzurunda.. Namusu ve şerefi üzerine yemin etti” Sadece yemin edene kadar geçen üç beş günde bile çiğnediği kanunlar üçü beşi geçti!. Şimdilerde eski başbakan yeni rolünde kanunların tam olarak uygulanması ve tarafsızlığın yürümesini sağlayacak! HALK neyi tam olarak ne kadar biliyor ki? İfade ve halkın haber alma özgürlüğü kimin namusuna teslim edilmiş? İlk isyancılara bakın! Eski Başbakanın meydanlarda isim vererek yuhalattığı kadınlar! Bir avuç kadın gazeteci… İyi bakın ve uyanın! Türkiye yeniye değil eskiye gidiyor! Hangi eskiye mi?

Davutoğlu müjdeledi. “12 yıldır devam eden RESTORASYON sürecek!” Her yeni lafının ardından bir eski hortlamıyor mu? Dışişleri Bakanını hatırlayın. Musul Konsolosluğu’nu basarak 49 kişiyi rehin alan ve henüz bırakmayan IŞİD’e bir türlü terorist diyemiyor. “Öfkeyle bir tehdit olduğunu, Sünni Araplar dışlanmasaydı bu öfkenin birikmeyeceğin, IŞİD radikal, terörizm gibi bir yapı olarak görülebilir ama katılanlar arasında Türkler, Araplar, Kürtler vardır. Oradaki yapı, daha önceki hoşnutsuzluklar, öfkeler büyük bir cephede geniş bir reaksiyon doğurdu” diyerek bu terör örgütünü savunmadı mı?.
Ortadoğuda güçlü ülke borazanı öttüreceksin, kaçırılan 49 Konsolosluk görevlinizi geri alamayacaksın! Bu güç mü? Güç olan sizin için doğruyu söylemek. 1 milyona yakın Türkmen haftalardır “kurtar bizi Türkiye” diye feryad edecek sizin kulaklarınıza ses ulaşmayacak! Ve bu feryat medyada nerede ise görünmeyecek! Özgür Medya bu mu?. Bunun adı gazetecilik mi? Acıyı, inasanların hayat hakkının elinden alınmasını yazamayacaksın! Niye… Yasak var… Hukuk yok! Şikayet etme hakkın bile yok!. Zira bizde ileri demokrasi var. Aman ha. 49 vatandaşımız var ya. Sussss. Sorma yasak. Ama elin ağzı bizim torbalar gibi değil. Yazıyorlar, gerçeği dünyanın burnuna sokacak kadar ayrıntılı anlatıyorlar. Onların torbalarında gerçekler var. Acı gerçekler. Biz halkın meclisine, taşıdığımız torbaları, halkın düşüncesini almadan nerede ise kanunsuzluğu meşru kılan, acayip yasalarla doldurup durmuyor muyuz? 

Gözümüzü kapayıp alışkanlığı bozmak olmaz değil mi? Oysa Dünya Medyası gerçeği, insanlık ayıplarını torba torba ortaya döküyor. Haritalarda IŞID’e giden silahın takip ettiği yolu gösteren ok İstanbul’dan çıkıyor, Irak-Suriye sınırına ulaşıyor. Yurt dışındakiler bize haksızlık eder bizi anlamazlar! Biz AKP icadlarını anlayabiliyor muyuz?. Eğitimde milli bir özellik kalmasın istemiyorlar mı? 7 yaşındaki kızları hangi hedefe yönlendirdikler görülmüyor mu? Ya diğer öğrenciler… En acil veli sorusu şu: 4+4+4 Kaç ediyor 12 mi? Şimdi okula başlamak üzere borç harç giydirdiğimiz oğlanı 12 ayrı adrese mi yollayacağız. Dağıtım sistemi kendini dağıtmış. Ben şimdiden doğru olanı söylemiş olayım. Boşverin  Hak… Hukuk gibi lafları Tek tip düşünce egemen değil mi?. Yap okulların hepsini İmam Hatip. Bunca yıl suskun kalan milletin belki hitabeti artar. Hem imam hem hatip olurlar. Yani tek konuda da olsa konuşur anlaşırlar! Medyadaki laflarda çeşitlilik artıyor. Benim okumamla Hükümetin uyguladığı baskı can yakacak boyutlara ulaşmış demek ki. Gene de eski başbakan için müjdeli bir haberimiz var. “Biz bu yola kefen giyerek çıktık” demiyor muydu!. Yeni bir koruma tedbiri de var. Cehennem için ateşe dayanıklı kefen yapmışlar.

Bizim coğrafyamızda aldatma siyasetin yarattığı bir kaderdir. Ve giderek artan bir kedere dönmüştür!. Karanlıkta yürürken ıslık çalanı duyanlar kırda çiçekler arasında yürüyorsun zanneder. Oysa yokuş aşağı koşar gibi inen ayaklarının sesidir. Giderek hızlanan bir tempo ile düşüyorsun. Yüreğinin taş gibi kasılıp kalması düşüşün işaretidir. Yeni Türkiye’de değil gerçekte GERİ Türkiyedesin ve özgürlüğün tepesinde tepe takla düşüyorsun!


*Restorasyon; aslını bozmadan onarmak. Normal bir tamirden çok farklı olan restorasyon büyük bir bilgi ve uzmanlık işidir. Restorasyonun amacı tarihi eser ve dokuların özgün biçimleriyle korunarak, gelecek kuşaklara aktarılmasıdır.