31 Aralık 2013

Kumpasa Kumpas!

Bedduaların iyi dualara dönüşeceği yok ! Yılın sonuna doğru gene kargaşanın tam ortasında duruyoruz... Yalanı dolanı temsil eden, içi boş dışı süslü yeni yıl dileklerinden sizin bir beklentiniz varsa, bravo!. Henüz uyanmamışsınız! Hırsızlığı, yolsuzluğu, rüşveti unutup kim haklı, kim ne dedi, kim kimin adamı kavgasına düşüyor , yani gene cambaza bakıp hayretler içinde kalıyoruz!. Ana meseleyi gözlerden uzak tutma alışkanlığına boyun eğiyoruz. Soruşturma dosyası şu an kimin elinde?. Bu dosya ne oldu, kimin haberi var? Hangi savcı kimin adamı, bilemeyeceğiz. Hukuka, adalete nasıl güveneceğiz? İhtiyaca göre, yani önce eylemi tamamlayıp ardından kanunu ona göre çıkartmak hangi demokrasinin ürünüdür? Kimse söylemedi mi AKP lilere. Bir kanunun var olması, çıkarılması meşruluğunu sağlamıyor! Bir gün önce gerçeği örtmeye dönük kanun yapmakla iş bitmiyor. Var olan kanunun meşru olması değil mi?. Kamu İhale Kanunu vardır ama meşru mudur? 164 kere değişiklik geçirmesi nedendir? İleri demokrasi sözleri ile ilerleye ilerleye geldiğimiz adres polis devleti değil mi? Savcıyı dinlemeyen polis kimin polisidir?. İleri demokrasi adresine yol aldığımızı söyleyenlerin elinde hangi tarif vardır? Benim polisim... Benim Bakanım... Benim savcım... Benim genel müdürüm haritası değil mi? Bize kalan bir şey yok gibi! Bu tabloda bizler hangi duraktayız? Tarif edilen bu ileri demokrasi de atlanan bir şeyler yok mu? Arada uğramadığımız, uğrayamadığımız duraklardakiler sadece el sallıyor... Onlar Hukukun üstünlüğü, laik ve demokratik ve sosyal bir devlet söyleminin içinde yaşama hayalinin hala gerçekleşebilir sanıyorlar! Bu duygu ile önlerinden bağıra çağıra geçen otobüsü bir durak sonra durur zannediyorlar! Zor dostum zorrr...

Başbakan’ın Sakarya da başlattığı Yeni Türkiye’nin istiklal savaşı çağrısı nasıl yorumlanabilir? Bölmenin ve kışkırtmanın şahaseri olarak mı? Manzara iç açıcı değil... Eski Türkiye’ yi ne yapacaksınız?. Hangi çöplüğü uygun gördünüz? Aynı günlerde sokaklara inen görüntü neyi işaret ediyor? Trabzon’ da Kocaeli’nde ve diğer illerde kefen giyenlere, ellerinde sopa ve pala ile “hırsız var” eylemlerine karşı çıkanları ne yapacaksınız? Yeni Türkiye onlar mı olacak? Bir durak sonra nasıl bir yarın var? Ben eski Türkiyeli kalmak istiyorum! Laik, demokratik, tüm kurumları özgürce işleyen, milletini ayrımsız kucaklayan Türkiye... Rantı rüşveti reddeden sevgiyi öne alan Türkiye!
Bugün, öyle bir duman üfleniyor ki rüşvet yolsuzluk da mağdur yaratma noktasına taşınmak isteniyor! Soruşturma gerektiği gibi derinleştirilebilecek mi? Başbakana ve de bakan çocuklarına ulaşacağı ileri sürülen olayın gerçek boyutu ne? Tartışma nerede tamamlanacak? Cambaza bakmaktan boynumuz yorulmadı mı? Öyle şeyler ayağa düştü ki ayakkabı kutularındaki paraları hatırlamaz, yadırgamaz olabiliriz? Düşmanın ayağa bakması kutuları hatırlatmayacak mı? Varsa yoksa kanun tartışması, yetki tartışması. Manzara hayret verici. Resimler var, paralarla ayakkabı kutuları ortaya dökülmüş. Milyarlarla ifade edilen rüşvetler, yolsuzluklar var deniyor. Soruşturmayı soran yok. Olay patlar patlamaz ilk iş dosyayı inceleyen savcının elinden almak olmadı mı? Normal mi bu? Suçsuz olanlar normalde ne yapar?. Gelir ifade verir. Ve aklanır! Balyoz davasında olması gerekeni yaşamadık mı? Kumpas kurbanı askerler Suçum yok deyip yurt dışından geri dönüp teslim olmadılar mı? Sahte oldukları bilindiği halde KUMPAS’a gelmediler mi? (KUMPAS: Birini aldatmak için tuzak kurmak, gizli bir iş düzenlemek.) Ergenekon’dan itibaren hemen her davada KUMPAS var diyenlerdenim. Şimdi AKP lilerden hem de AKP nin ileri gelenlerinden KUMPAS kelimesini duymuyor muyuz? Yani, AKP askeri vesayetten kurtulduk diyerek halkı ve milli ordusunu aldatmadı mı? Masumiyet karinesini bile bile yok etmedi mi? Bunu yapmaya hangi vicdanı ile yeltendi? Kumpası biliyorsun ama sesin çıkmıyor. Yapılıyor, görüyorsun ama itiraz etmiyorsun. Bu işi birlikte kotarmadınız mı? İtiraf gene onlardan birinden geldi. Yalçın Akdoğan şunları yazdı; Kendi ülkesinin milli ordusuna, kumpas kuranların bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını, amaca ulaşmak için her yolu mubah görenlerin nasıl hastalıklı anlayışlar ürettiğini...’sorguladı! Başbakan da son dönemlerde yaşanan gelişmeler hakkında yasal olmayan yapılanmaların, örgütlerin olduğunu ve komplolar ürettiklerini söylemiş, şikayetini sürdürmüştü. Bu beyanlar ayan beyan medyaya düşünce Balyoz Davası’nın avukatları, mahkemeye bir dilekçe vererek davanın yeniden görülmesini istediler ve eklediler:

* “Bu kumpaslar nedeniyle halen yüzlerce insan özgürlüğünden yoksundur ve tüm aileleri ile birlikte ağır mağduriyet altındadır, ülkemizin hukuk düzeni ağır yaralar almıştır. Biz Cumhuriyet savcılarını göreve çağırıyoruz. Bu komploların ve komplocuların açık izleri, yaptığımız suç duyuruları içinde yer almaktadır. Adalete olan inancı ile tutuklanacaklarını bilerek ifade vermeye gelen, yıllarca bu vatanın bekçiliği ve savunması görevini başarıyla yerine getiren askerlere karşı komploları yapanları bulup ortaya çıkartmak ve ülkemize yeniden hukukun üstünlüğünü getirmek görevi artık Cumhuriyetin tarafsız savcılarındadır.
Kafa karışıklığının yarattığı yorgunluğunuzu anlıyorum. Fırtınanın içinde gerçeği anlatan tek satır, altın arayıcılarının hayali gibi. Mesele Laik, hukukun üstünlüğüne dayalı sosyal bir devletten çıkış, dinci gerici bir yönetime geçiş sürecidir. Saklanan hedef AKP iktidarının görünmez ortağı Cemaatin boşanma istemi ile evi terk edip baba ocağına dönmesi ile gün ışığına çıktı. İmam Hatip kökenli Başbakan ile İMAM anlaşmazlığa düştü!. Paylaşım anlaşmazlığına!. Rüşvet, yolsuzluk soruşturması ne kadar ilerledi? Dosya kimin savcısında? Görünen o ki, fillerin kavgasında çimenler eziliyor... Bir süre daha ezilecek gibi... Hikaye bitmedi. Kavgayı AKP ve Cemaat kumpasa kumpas, yürütüyorlar!

29 Aralık 2013

Hukukun üstünlüğü mü? Üstünlerin hukuku mu?

Avukatlık stajını yapıyordum. Sıra İcra İflas bölümüne gelmişti. Adliye memurları angarya iş yaptırmak için bizim yolumuzu gözlüyorlardı. Hemen bana dosyaları düzenleme görevini verdiler.
Her yeni gelen icra dosyasını sıraya koyuyordum. Dosya geldikçe doğal olarak en alttan sıraya giriyordu.
Akşamüzeri yine bir dosya geldi. Haliyle en alta koydum.
Memurlardan biri seslendi “Stajyer arkadaş! O dosyayı en üste koy”. “Neden” diye sormuştum. Aldığım cevap hâlâ kulaklarımda yankılanır: “Avukat olunca anlarsın”.
Benim avukatlık yolculuğumun sonu oldu bu cevap. Öyle ya bir icra takibine gitsem ya sıramı bekleyecektim ve dosyam önüne geçen dosyaların arkasında uzun süre kalacaktı. Ya da hukukçu olarak hukuksuz bir iş yaparak dosyamı bir şekilde öne aldıracaktım.
Mesleğe başladım ve bıraktım!
Bu örnek çok basit gibi görünebilir ama genişleştiğiniz zaman hukukun üstünlüğünün hiçbir zaman var olmadığını gösterir.
Bugün ülkemizde yaşanan da budur.
Hukuksuzluğun prim yaptığı bir sistemin içinde bocalıyoruz.
Biliyorsunuz ilk soruşturmanın gizliliği, evrensel bir hukuk kuralıdır. Kişilik haklarının en önemli koruyucusudur.
Hukuku bir deldiniz mi ve “Aman bana dokunmuyor” diye sesinizi çıkarmazsanız olacağı budur. Yine kuralı delerler ve bu kez sizin kişilik haklarınız ayaklar altına alınır.
O zaman bağırıp çağırıp mağdur rolü oynamayacaksınız.
Kuralı isimlere bakmadan, Ahmet Mehmet, benden, senden demeden tüm vatandaşlara uygulayacaksınız.
Ya da uygulamayanları sistemin dışına atıp prim vermeyeceksiniz.
Sözün kısası üstünlerin hukukunu değil, hukukun üstünlüğünü savunacak ve uygulanmasını sağlayacaksınız. Yargıyı hukukun üstünlüğü prensibinin ışığı altında dizayn edeceksiniz ve bağımsızlığına saygı göstereceksiniz. Hak ve adaleti ancak böyle sağlayabilirsiniz.
Yoksa bumerang döner dolaşır, bir gün sizi de kalbinizden vurur.

23 Aralık 2013

Demokrasiye vurulan " sansür" hançeri!

Sıkıyönetim günleriydi. Hürriyet’te çalışıyordum. Sıkıyönetim komutanlığından emir geldi. Yazı işleri müdürlerinden birini çağırıyorlardı. Rahmetli Nezih Ağabey ( Nezih Demirkent) Bana “sen git Akın” dedi.
Gittim. Her gazeteden bir müdür vardı toplantıda. Bir albay geldi. Gazetelerden birini açtı, bir haber okudu. “Beyler. Bu tip haberlerin yayımlanmasını istemiyoruz” dedi.
Birbirimize bakındık. Kimseden ses çıkmamıştı. İşin özü “fırça yiyorduk”.
Albay sözünü bitirince arkadaşlardan biri söz istedi. İtiraz edecek sandık.
 “Ama bizim gazete bu haberi kullanmadı ki” deyiverdi.
Fırça yerken bile medya olarak birlik olamamıştık.
Bu anımı neden hatırladım?
Yıllar geçti, medya kendine dönük tedbirlerde hiçbir zaman itici güç olamadı. Bunun türlü nedenleri var. Konumuz o değil.
Merakla bekliyorum. Emniyet Genel Müdürlüğünün bir gece yarısı 81 ilin emniyet müdürlüğüne gönderdiği 10 satırlık genelgeyle “Basın mensuplarını emniyete almayın” talimatına karşı tavırları ne olacak diye.
Bu “sansür” kararı ile artık ülkede ne yolsuzluk, ne rüşvet, ne hırsızlık, ne uyuşturucu kısaca emniyet kaynaklı haberleri duymayacaksınız.
Ülke bundan böyle güllük gülistanlık olacak.
Bu tip haberleri nasıl mı öğreneceksiniz?
Tek kanaldan. O da şöyle; Herhangi bir gelişme veya basın açıklaması olduğu takdirde basın mensupları davet edilecek. Emniyet ne derse o olacak. Daha önceden belirlenmiş görüşmeler için de kayıt sistemi uygulanacak”. Yani gazetecinin kime gittiği kalıt altına alınacak. O gazeteci aykırı bir haber yaparsa kaynağı belli olacak.
Sizin anlayacağınız gazeteci kaynağını açıklamak zorunda değildir kuralı sadece lafta kalacak.
Yürütme zaten adli kolluk yönetmeliğini değiştirerek operasyonların üst makamlara haber verilmesi hem de yazılı haber verilmesi zorunluluğunu getirerek ilk adımı atmıştı.
Basın sansürü bunun tuzu biberi oldu.
İleri demokrasi bu olsa gerek.
Basın Cemiyetlerinden, derneklerden yükselen itiraz seslerini bir kenara bırakarak merakla bekliyorum.
Medya bu anti demokratik “sansür” uygulaması karşında ne tavır alacak?
Anlı şanlı yazarlarımız ne yazacak?
Demokrasiye vurulan hançer konusunda birlik olacağımıza pek ümidim yok ama bekleyip göreceğiz.

 

20 Aralık 2013

Çağımızın yeni suçu: “Gürültü yapmak”!

14 yıldır oturduğumuz binada yöneticilik yapıyorum. Bu yıllar içinde beni en çok zorlayan konu, komşuların birbirlerinden “gürültü” konusundaki şikâyetleri olmuştur.
Derdimi bir türlü insanlara anlatamadım; “gürültü” konusu yöneticinin görevleri arasında değil diye.
Evet. Şehir hayatındaki toplu yaşamın getirdiği bir sorun olan gürültü konusunu açmakta, anlatmakta fayda var.
Önce gürültünün tarifinden başlayalım:” Gürültü, hoşa gitmeyen, istenmeyen ve dinleyene bir anlam ifade etmeyen seslere deniyor. Bizim aklımızda hep yüksek ses imajı var. Halbuki ses yüksek olmasa bile istenmeyen bir sesse gürültü kapsamına girebiliyor.
Tarifi böyle yaptıktan sonra gelelim gürültü kaynaklarına; Ulaşım gürültüleri, endüstri gürültüleri, şantiye gürültüleri, insan kaynaklı gürültüler, eğlence ve ticari amaçlı gürültüler. Bu gürültüler yapı dışı gürültüler olarak niteleniyor. Yapı içi gürültüler de şöyle sıralanıyor: Yükseltilmiş müzik sesleri, yüksek sesle konuşma, darbe, eşya sürtünmesi, ev araçlarının gürültüsü, asansör, tesisat gibi çeşitli makinelerin çıkardığı sesler.

Gürültü deyip geçmeyin. Hepimizi etkileyen bir olgu. Özellikle sağlığımız açısından.
Sağlığımıza nasıl mı etki ediyor gürültü?
Önce kalıcı işitme sorunu yaratabiliyor. Fizyolojik olarak kas gerilmeleri, stres, kan basıncında artış, solunum hızlanması, göz bebeği büyümesi ve ani refleksler.
Gürültünün en önemli etkileri psikolojik etkileri de unutmayalım:  sinir bozukluğu, korku, rahatsızlık, tedirginlik, yorgunluk ve zihinsel etkilerde yavaşlama.
Bir başka etkisi daha var gürültünün “performans üzerine etkisi”. Bunu kısaca şöyle özetlemek mümkün. Belli bir iş ya da fonksiyon için belirlenen arka plan gürültüsünün fazla olması iş verimliliği düşürüyor.

Gelelim bizim komşulara; gürültüden şikâyet mercii yönetici mi yoksa başka bir makam mı?
Bu sorunun cevabı da şöyle: Kesinlikle yönetici değil. Şikâyet mercii şikâyetin cinsine göre değişiyor.

Bakın kabahatler yasası ne diyor:
1- Başkalarının huzur ve sükûnunu bozacak şekilde gürültüye neden olan kişiye, elli Türk Lirası idari para cezası verilir.
2- Bu fiilin bir ticari işletmenin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde işletme sahibi gerçek veya tüzel kişiye bin Türk Lirasından beş bin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir.
3- Bu kabahat dolayısıyla idari para cezasına kolluk veya belediye zabıta görevlileri karar verir."

Gürültü aynı zamanda Ceza Yasasında da işlenmiş:
'Kişilerin huzur ve sükûnunu bozma' başlıklı 123. Maddeye göre; "Sırf huzur ve sükûnunu bozmak maksadıyla bir kimseye ısrarla; telefon edilmesi, gürültü yapılması ya da aynı maksatla hukuka aykırı başka bir davranışta bulunulması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine faile üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir."
Ceza Yasasının 'Gürültüye neden olma' başlıklı 183. maddesine göre ise; "İlgili kanunlarla belirlenen yükümlülüklere aykırı olarak, başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli bir şekilde gürültüye neden olan kişi, iki aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır."
Ülkemizin toz pembe olduğu şu dönemde fazla gürültü çıkarmanın anlamı yok değil mi?

Ne dersiniz bu yazı ile yöneticileri kurtarmış oluyor muyum?

 

 

16 Aralık 2013

Naaaaaaaaaaa! Mahrem!

BAKAN BAKANA!.. İşporta reklamı zannetmeyin! Programın adına bakıp hemen anlamaya bilirsiniz!. Bakıp durdukları falan yok. Ben konuşmaları dinliyorum ve onlara da çok kere hak verip bakıyorum… Halk TV zaman zaman tırnak cilası, zayıflama paketi sunumunda bir boşluk bırakıyor! Yaşar Okuyan ve iki eski bakan arkadaşı Hasan Fehmi Güneş ileAgah Oktay Güner biraraya gelip bakan bakana oluyorlar!.. Hem gazeteci olarak hem de soyadı gereği HABERLERİ sunan Yaşar Okuyan oluyor. Okuyan zaman zaman yumruğu ile masayı yoklarken arada hükümetin kendisini dinlemeyeceğini bildiği için eyyyy Başbakan haykırması ile göndermelerini sürdürüyor. Gazeteleri ekrana dayıyor…“Bak bak bakkkkk… Şu habere bak.. Bir ilkokulda kız öğrencilerle erkek öğrenciler 45 santimden daha yakın duramayacak!”

Önce haber hızı içinde soru aklıma gelmedi. Benzer haberleri okuyunca kadın tacizlerinin ve cinayetlerinin, tecavüzlerin yüzde kaç arttığını duyunca, uzunluğu yani bu 45 santimi merak ettim… Neyin ölçüsü idi bu 45 santim! Hangi ilmi araştırmalar sonunda elde edilmişti? Bir bilen varsa, oturup yazarsa anlamış olurum! Neden 45 santim? 40 değil mesala?. Bu iktidar kadınları hemen hemen her şeyden, gün ışığından bile sakınıyor, örtüyor, evlerde saklıyor yaaa. Hemen her yerde söylenen namahremdir lafı değil mi? Bu sayede kadınlar daha rahat daha ahlaklı olmadı mı? Sosyal patlama lafı da nereden çıktı? Kadınların kıymeti biliniyor işte! Manavgat’ta Başbakanı dinlerken hediye dağıtımı sırasında kadınların feryadı duyuldu..“Erkekler arkadan dürtüyor” Başbakan da bu acı çığlığı duydu. Korumalar devreye girdi. Erkekler uzaklaştırıldı. Mesafeyi bilemem… 45 santim kadar mı uzaklaştılar! Sonuçta o anda, yani Başbakanın gözü önünde kadın tacizi yaşandı... Başbakan korumaları ile onları korudu. Konu kapandı mı ? Mesele annelerin erkek çocuklarını yetiştirmesinde değil mi? Kadınların sıkıntısı sanıldığından daha derin! Arkadan dürtme ile de sınırlı mı? Çaresizlikleri hayatın acımazlığı içinde geçim zorluğu, aç kalma korkusu, kadına saygısızlık aileyi yok etmiyor mu? CHP Çorum Milletvekili Tufan Köse, fuhuş sektörünün AKP döneminde zirveye ulaştığını iddia ederek, “40 bin tane kadın da vesika alabilmek için genelevlerin kapısında bekliyor” dedi. Köse, Başbakanlık verilerine dayanarak şunları ekledi: “Ekonomide pembe tablolar çizmek, rakamlara takla attırmak gittikçe artan fuhuş sektörünün ulaştığı zirveyi gizlemeye yetmiyor. Bu iktidar bir destan daha yazmış.. 2002'de Türkiye'deki hayat kadını sayısı 25 bin. 2010'da bu rakam 100 bini geçmiş. 40 bin tane kadın da vesika alabilmek için genelevlerin kapısında. 40 bin kadın… Bunlar da resmî veriler. Ekonomi bozuldukça hayat kadını sayısı da artmış. Dindar ve muhafazakâr bir partisiniz. Bu dehşet verici tablo üzerinde hiç düşünmeniz gerekmiyor mu?
Bu tablo yüz kızartıcı değil mi? Yoksa ahlak bekçiliğine soyunan iktidarın “gelişmişlik” hanesine yazacağı bir sonuç mu? Mahrem ne kaldı bakalım mı? Mahrem şahsi bilgiler de geneleve düşmekten beter olmadı mı? KONDA’ya göre Yüksek Seçim Kurulu yasa gereği seçmen bilgilerini CD ile partilere verdi. Devlete emanet edilen kişisel bilgilerin güvende olmadığını ise DDK raporu ortaya koyuyor. Konda Genel Müdürü Ağırdır, şöyle devam ediyor: 2011’de ilk bu yasada düzeltme yaptılar. YSK partilere CD’de o zamanki 52 milyon listeyi verdi. Bazı partilerimiz ‘hileli oluyor aman hangi sandıkta oy kullanacağınızı bilin, benim internet sitemden bakın sandığınıza’ dedi. Ve o partinin bilgisayar sisteminde antivirüs yazılımları yoktu. Hacker’lar daha iki saatte bütün 52 milyonluk listeyi indirdi. Şu anda Türkiye’nin 52 milyon seçmeninin listeleri Rusya’da hacker’ların elinde. Şimdi şeffaflık diye, uzay boşluğunda tekniğini bilmeden güvenlik meselesini düşünmeden yapılan bazı işler de amaçlananın tersine sonuçlanıyor.”

İçerde hemen her gün biraz daha huzursuz olmuyor muyuz? Öfke ağır basıyor. Taksim de olay. Maçta kavga… Mecliste küfürleşme… Tablodan siz ne anlarsınız? Taksim de polis var. Kalabalık polisin arandığını gören halk da merak içinde görünen bir şey yok! Ne oluyor gene diye… Polis tüm hışmı ile Gezi Parkındaki eylemlerde hayatını kaybedenleri anmak isteyen gruba yüklendi!
Henüz dışardakilere yüklenemiyoruz… Türkiye’ye nasıl bakıyorlar sıkca duyuyor muyuz? ABD ve İngiltere’de Suriye politikasının “iflas ettiği” savunulurken Türkiye'nin çok sayıda cihatçıya “serbest geçiş” sağladığı için “yakında pişmanlık duyabileceği” dile getiriliyor. ABD ve İngiltere'nin Suriye politikasının “nihai iflası”nın Türk sınırına yakın Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) karargahının İslami Cephe tarafından ele geçirilmesi ile yaşandığı ekleniyor… Türkiye'nin de İslam Cephesi adlı cihatçı örgütünce kontrol edilen sınırı kapattığını açıklıyor. ABD'nin, yapılan yardımın önemli bölümünün cihatçılara gitmesine izin verdikleri için Katarlılar ve Türklere kızgın olduğunu ekleniyor… Hollanda'da muhalefetteki aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV) ise Suriye'deki “terörist örgütleri desteklemekle” suçladığı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında uluslararası soruşturma açılmasını istiyor…

Mahremiyet iktidara kalmış gibi. Onların ne yaptıkları ne yapacakları şeffaf hale gelmedi!. Hemen her konuda her şey onlara sorulunca namahrem. Devlet sırrı!. Saklı… Kapalı… Oysa dünyanın hemen her yerinde kızgınlığı körükleyen şey Cihat adı altında medya’ya düşen görüntüler. Onların tabiri ile Frankeştayn grupları. Ellerinde silah, gözlerinde nefret… Sakallılar! Biz hariç dünya bunu öfke ile konuşuyor. Biz bilmiyoruz ya… Bize göre Mahrem… Gözlerimiz kapalı. Gizli konular mı? Gizlilik mi? Devlet sırrı mı? Bize mahrem. Dünya biliyor konuşuyor! Sadece bize mahrem. Onlara… Naaaaaaaa!... Mahrem!

15 Aralık 2013

Maslak'tan bakınca işte 3. Köprü ayağı!

1996 senesiydi. Gazetecilerin kurduğu kooperatifin Maslak’ta yaptığı evler yükseliyordu. Çoğumuzun gözü deniz gören üst katlardaydı. Bazı üst katlardan Boğaz’ın girişi, bazı bölgeleri görünüyordu. Çevrede yapılaşma henüz başlamamıştı.
Ben de kurada üst kat değil ama üst katın bir altındaki daireyi çekmiştim. Gerçekten görüş mesafesinin net olduğu havalarda Boğaz’ın girişi yani Garipçe burnu ile Poyrazköy’ün arası görünüyor, Boğaz’a giren gemiler seçiliyordu.
Binanın dibindeki yeşil alan yerine otopark yapılmasına karşı çıkınca bir komşumuzun sözü hala kulaklarımda:
“Ama sen denizi görüyorsun. O zaman da önündeki otoparka katlanacaksın”.
Katlanmadık tabii. O söz beni yaralamıştı.
17 yılda yapılaşma arttı, biz deniz görüntüsünü yavaş yavaş kaybettik.
Şimdilerde Büyük Liman’la Garipçe arasında 3. Köprünün ayağı yükseliyor. Denizi büyük ölçüde kaybettik ama köprü ayağını yakaladık! Komşularımdan biri sorun çıktığında “ama sen köprüyü de görüyorsun” der mi diye bekliyorum.

13 Aralık 2013

Texas’ta da kış var ama…

Yalçın Kamacıoğlu - Forth Worth

 İstanbul’daki kar kış resimlerine bakınca Türkiye’ de dünden bugüne manzara  değişmemiş diye düşündüm....
Arabasında otobüste  kıpırdamadan kalanlar...
3 gün gibi bir süre yolda mahsur kalıp  yardım bekleyenler 2013 Aralık ayında da değişmeksiniz tekrarlandı!.


 
Texas’ da yaşadıklarımı aktarırsam fark, fark edilebilir!..
İstanbul ile Forth Worth bire bir benzer olmasa da  aynı kış koşullarını yaşıyor gibi...
İstanbul’ da kar yağışı olacak dendiği saatlerde burada da kış  kendini gösterdi...
Bir küçük fark var.. Texas’ da kar geliyor denmedi kış fırtınası geliyor dendi..
 Kar yerine BUZ YAĞMURU oluyor.
6 gün kadar sıcaklık eksi 8 dereceye kadar düştü. Ve bir hafta boyunca da eksi ikiyi geçemedi.

 
Çevre telaş yaşamadı.  Komşuların ilk işi çamaşır sepetlerine bindirdikleri küçük çocuklarını kaydırmak ve kar ile tanıştırmak oldu...
Toplum refleksi burada da aç kalmamak endişesini taşıdı...Alış veriş merkezleri normalden daha kalabalıktı.
Kış fırtınasını 10 gün sonra yeniden bekliyoruz..
Bir şey var ki burada yolların kapanmayacağını biliyoruz.
Ülkemde karlı yolların derhal açılamayacağını bildiğim gibi!  Kar devam ederse aklım gene Doğunun yollarında ... Türkiye'nin kapalı yollarında...Nereye gitmiş olduğum o kadar önemli olmuyor...Kara saplanır gibi saplanıp kalıyorsun!

10 Aralık 2013

Vatan haini!. BETON HAİNİ!.

Siyaset hemen her gün bir vatan haini tanıtıyor! Ne çok hainimiz varmış dedirtircesine… Biliyor musunuz! (gerçeğin ne olduğunu bugüne kadar asla bilemedik ki) Şunları şunları yaptı… Ve o vatan hainidir… Dün kahraman olanları bugün hain saymıyor muyuz?. Bugünün kahramanları yarın hain olmayacak mı? Vatan hainlerini altalta toplamak istemem!. Nüfusunuzu tehdit edebilirler! Matematiğe dayansa da “işte şu kadar vatan hainimiz var” dersem günün şartları içinde bunu da hainlik sayabilirler! Gerçi elde kanıt falan olmadan usulüne uygun hemen hemen hiç bir işlem yapılmadan neler oldu unuttuk mu? Bugün eski Genelkurmay Başkanının feryadını bile kimse duymak istemiyor? Yalana dolana alışkın kulaklar gerçek sesleri neden algılayamıyor? Aslında “Kim kimi duyuyor” deme noktasına geldik…
Ergenekon davası kapsamında tutuklu bulunan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, hala akıl erdirebilmiş değil. Bugün de bir hukuk cinayetinden bahsediyor… Cinayet var ilgilenen yok!
Başbuğ “Mahkemenin kararı üzerinden dört ay geçtiği halde “Gerekçeli Karar”ın açıklanmadığını, Başbakanlık Müsteşarlığı’na yazılan müzekkerenin hiçbir işlem yapılmaksızın Genelkurmay Başkanlığı’na gönderilmesini ve müzekkerenin mahkeme tarafından sehven yazılmış olduğu belirtilerek işlemsiz iadesinin istemesi çok vahim bir “hukuk cinayeti” dir.”diyor ve ekliyor. “17 Eylül 2011 günü alınan ara karar gereği, Genelkurmay Başkanlığı’na yazılan yazıya MUAMELETEN cevap verildi. Uygulamada “MUAMELETEN” ifadesinin, talebin karşılanmadığı ancak bir işlem yapıldığını ifade etmek için kullanıldığı bilinmektedir.
Mahkemeye göre, konu kapanmıştır. Ama nasıl? Bir Mahkeme ara karar verip, bu kararının gereği olarak ilgili makama bir müzekkere gönderdikten sonra, konuya ilişkin almış olduğu karar ortada dururken, gönderdiği müzekkerenin telefon ile “SEHVEN” yazıldığını ve işlem yapılmadan iade edilmesini, hangi hakla ve yetkiyle isteyebilir? Mahkemeyi bu şekilde hareket etmeye sevkeden nedenler nedir? Genelkurmay Başkanlığı tarafından “İnternet Andıcı” ile ilgili olabileceği değerlendirilen ve incelenmesi gerektiği belirtilen söz konusu direktif, genelge ve MGK kararları görülmeden, incelenmeden 26. Genelkurmay Başkanı hakkında 13. Ağır Ceza Mahkemesi 30 Aralık 2011 günü nasıl suç duyurusunda bulunabilir? Tutuklama kararı nasıl alınabilir?” Haklı pek çok soru gibi, bu soru da havada kalmıyor mu?. Denen şu değil mi? Dün MGK kararlarını görmezden geldinizi bugün Türkiye biliyor… Siz neden hala görmüyor sunuz?
Dün işlemlerin günahların başlangıcı olan Bavul hainliği sorgulanmadı! İktidara göre o gün bavul ve bavulu getiren kahramandı. İçinde ne varsa, sahte, çürük akıl almaz, sahteliği ispatlanmış tüm yazılı çizili olanlar aklımıza yatmamıştı ama mahkumiyetler sıralanmadı mı?.Ve bu delillerle Silivri Hapishanesi dolmadı mı? Bu gün aynı zatın klasördeki tek sayfası MGK kararları hangi uykuda olduğumuzu aydınlattı. Başbakana göre ayni zat bugün HAİN değil mi? Oysa uykuda kalmamızı isteyenlere göre Hainlik ve Kahramanlık ikiz kardeşlerdir. Ayırabilmek uzmanlık işidir. Cemaat kavgasının sahne aldığı bu ortamda bir de uyarı yok mu? “Henüz evdeki bavulu  ortaya dökmedim ki. Bana dokunursanız!..”
MGK belgesinin bugün en dokunaklı yanı dürüstlüğün hangi noktaya kadar geldiğini, siyaset denince ne kadar yalanın mubah sayıldığını da anlatmış olması değil mi? Siz önce bir durumu tespit ediyorsunuz. Ülkenin önünde milli bir sıkıntı olabilir. Açıklanıyor… O tarihte bu irticadır… İrticai faaliyetlerdir… Ve iktidar partisi konu ile ilgili görülüyor… Belge sivillerin çoğunlukta olduğu bir ortamda imzalanıyor… Bugün ne diyorsunuz. Önce, imzalamadık. Belge ortaya çıkınca “imzaladık ama uygulamada YOK saydık”… Yani sizleri kandırdık! Milletin siyasete ve size olan güvenini ne sayacaksınız? YOK mu? Rize Belediye Başkanı AKP'li Halil Bakırcı, yapılanları özetlemiyor mu? “Beyoğlu Belediyesinde Nusret bey benim başkanımken belediye adına riskli ve kanunsuz işler yaptım. Yapmamam gereken işleri de yaptım” dedi. Bu AKP liye inanmayalım mı? Yoksa o da parti haini mi? Siyasetin sizi de yok sayacağı güne kadar beklemek kaderimiz oluyor Ya sabır çekerek!... Üzülerek… Çaresizliği yaşayarak! Yok ettikleriniz geri dönmeyecek şeyler! Ülkenin yeşili, doğası yok oluyor... DEV hizmet sloganı ile Betona buladığınız bazı yerler 50 yıl geri gidiyor. Sizler Beton’u bolca ve her yeşile kullanıp Beton haini olmuyor musunuz? İleri demokrasi paketleri ne seçim barajını değiştiriyor ne de polisin tavrını. İnsan hakları komiseri raporunda şunu söylüyor. “Gençleri yaralayan, öldüren polis şiddeti iktidardan kaynaklanıyor” Özgürlük, daha demokratik olma sözleri aldatmaca! Top sizde ya atın bakalım! Açın. 222 dev hizmet!. 123 dev hizmet... Ben hizmeti anlıyorum DEV’leri anlamıyorum. Anlamaya gayret ediyorum. Bana göre ülkemde alkışlanan DEV bir BETON HAİNİ, betonlaşma var. Siyaset haini ile buluşunca DEVLEŞMİYOR! Yani DEV betonlaşma sürüyor. Yarın yok olan yeşili çok ararız… Geri dönmeyecek doğayı… İktidara geliniyor. Gidiliyor. Ve bir daha yeniden gelinebiliyor. 5 dakikada yok dilen yeşil ise bir daha geri dönmüyor! Dün siz de Yeşilin yok olmasına göz yumamayız demiştiniz, ormanla oynamak cinayettir lafını da Tayyip Erdoğan etmişti. Bugün o sözlere inanamayız!.. Yok etme planınızda Kuzey Ormanı var!.. Şimdi o alana Üçüncü.Havaalanını  yapacaksınız. Çevre yolları ile İstanbul’un soluğu kesilmeyecek mi? O orman cinayeti işlenmeyecek mi? Dev bir cinayet değil mi? İktidarınız bugün beton haini fakat o hainlik imar kahramanı olarak anlatılmıyor mu? Yarın! Benim ülkemde kahramanlar ve hainler ikiz kardeştir Sahnede hangisi var belli mi olur! Hele ışıklar kararırken. Kim beton haini, kim vatan haini!

4 Aralık 2013

Yağmur sularının toplanması çok mu zor?

Binaların çatısından borularla alınan yağmur suları ne yazık ki bir yerde toplanıp bahçe sulamasında kullanılacağı yerde, kanalizasyona veriliyor. Tonlarca su boşuna heba ediliyor. 
Aşağıdaki haberi çoğumuz okumamışızdır bile. Ne diyor Anadolu Ajansının haberi; “Kalkınma Bakanlığı tarafından hazırlanan 2014 Yılı Programı'nda, Türkiye'nin mevcut 112 milyar metreküp kullanılabilir su kaynağından yararlanma oranının yaklaşık yüzde 39 olduğu, bu kaynağın 32 milyar metreküpünün sulamada, 7 milyar metreküpünün içme ve kullanmada ve 5 milyar metreküpünün de sanayide kullanıldığı aktarıldı.
Programda, 2013 yılı itibarıyla kişi başına düşen yaklaşık bin 500 metreküp kullanılabilir su miktarı ile su sıkıntısı bulunan ülkeler arasında yer alan Türkiye'nin, 2030 yılında kişi başına düşen bin 100 metreküp kullanılabilir su miktarıyla, su sıkıntısı çeken bir ülke durumuna gelebileceği ifade edildi.
Su havzalarının koruma alanlarındaki evsel, endüstriyel ve tarımsal kirliliğin, özellikle içme ve kullanma suyu teminini güçleştirdiği vurgulanarak, 25 havzanın tamamı için koruma eylem planları hazırlandığı ve ilk aşamada Ergene Havzası Koruma Eylem Planı'nın uygulanmasına başlandığı hatırlatıldı”.
Alınacak tedbirlerin başında da “İklim değişikliğinin ve su havzalarındaki tüm faaliyetlerin su miktarı ve kalitesine etkileri değerlendirilerek havzalarda su tasarrufu sağlama, kuraklıkla mücadele ve kirlilik önleme başta olmak üzere gerekli önlemler alınacaktır” deniliyor.
Zararın neresinden dönülürse dönülsün yine de faydası vardır.
Ben oldum olası bu “su” işine takmış durumdayım. Sanırım çocukluğumda suya olan ihtiyacın ne olduğunu yaşadığım için.
Rize’de deniz kenarında bir evde 3-4 yıl geçirdik. Ne su dağıtımı, ne elektrik ne de radyo vardı. Büyüklerimiz kaldığımız evin arka duvarına bir büyük depo yapmışlardı. Deponun bir duvarı bizin mutfakla bitişikti. Yağmur suları çatıdan depoya doluyor, biz de mutfaktaki musluktan suyu alıp kullanıyorduk. İçme suyunu ise çeşmelerden sağlıyorduk.
Çocukluk alışkanlığı ile yazlıktaki eve 10 tonluk depo yaptırdım. Kışın yağmur suyunu biriktiriyorum, yazın bahçe sulamasında kullanıyorum.
Benden başka yağmur suyunu biriktiren görmedim. Şöyle düşünüyorlar; 10 ton su. Tonu 3Tl’den 30 lira eder. Değer mi biriktirmeye?.
Bencil bakarsan değmez. Ama daha geniş bakarsan on ev, şu kadar ton su, yüz ev şu kadar,bin ev şu kadar, on bin ev şu kadar su tasarrufu demektir.
İşin bir başka yönü; yeni kurulan siteler. Çok geniş alanda sulama yapıyorlar ama yağmur suyunu biriktiren yok.
Devlet sitelere yağmur suyu toplama zorunluluğunu getirebilir.
Çok mu zor böyle bir karar almak?
Yeni yeni akıllı binalar yapılıyor ama kâfi mi?
Ne dersiniz? Böyle bir karar alınsa belediyelerin otopark yapma mecburiyetini para verip kurtulanlar gibi halkımız bunun da bir yolunu bulur mu?
Söylediğim umutsuz bir vaka mı?

3 Aralık 2013

Kim ölmüş YALANDAN!

Ben bu ülkede gerçeklerin konuşulamadığına, adalete güvenin kaybolmaya başladığına, açılan davalarda pek çok kişinin ve askerin haksızlığa uğratıldığına inananların çoğunluk olduğuna inanırım. (Davalar adil değil diyenler % 76) Ve yalanın baş tacı edildiğini gördüğüm için de hemen her seçimde seçim güvenliği meselesine takılırım. Zira bugüne kadar inanmışların hiç biri kullanılan sistemlerin kesin güvenli olduğunu ve hiç bir şekilde değiştirilemeyeceğini anlatamamıştır. Siyasetin kullandığı cümlelerde var olan tüm yalanların yalanlandığını, arandığında hiç bir gerçeğin seçim öncesi söylemlerde yer almadığına inanırım… Devamı var anonsları gibi şüpheler artıyor!. Geleceğin dosyalarını dört gözle beklemiyor muyuz? Gelde bu kadar yalanın gerçek gibi dolandığı bu ortamda birine güven… Seçimi sonuçlandıracak, ülkenin geleceğini tayin edecek olan makineye inan… Bilgisayara güven…

Adalet Bakanlığı’nın ödül almış girilemez denen bilgisayar ağı Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’ne (UYAP) giren kimliği belirsiz kişilerin, Kocaeli İnfaz Savcılığı’nda 5 yıllık hapis cezası bulunan Oktay D.’nin infazını sistemden sildikleri belirlendi. (Buyurun buradan alın) Üstelik ilahi bir tesadüf olmasa olay anlaşılmayacak!. Bugüne kadar neleri kontrol edebildik pırlanta gibi saflığımızdan bir şey kaybetmedik! Futbol maçlarını bile kine nefrete döndürürken hırsımız köreldi mi? Ne kadar çok sahte rakama hayran kaldık? Ne kadar yalancı cennete inandık sayan var mı? Hemen her şeyde o kadar ileriyiz ki gerçeği görmeye ihtiyacımız yok, hepsi arkada kalıyor! Allah belki de bize akıl sağlığımızı korumak üzere unutkanlık vermiş…
11 yıl nasıl geçti haberli!.. Haberleri unuttuk! AKP kabinesinde Bakanlık yapan (Kemal Abi)  Kemal Unakıtan’nın oğullarının mısır yüklü gemileri limana yaklaşırken vergi oranı düşmüş haksız paralar istifi artmıştı. Ne fark etti? AKP kalesinden bir tuğla bile söktürülmedi!. Kemal abi sağlık durumu el verdiği ölçüde Bakan olarak AKP duvarında kalmıştı. Deniz Feneri Almanya’ da patlak vermiş, binlerce işçi sömürülmüştü. Ehhh işte bunun hesabı sorulur.dendi... Soygun cezasını bulur… Pislikler ayıklanır umuduna kapılmıştık. Ne oldu? Sonucu bilen var mı? Hala devletin parası deniz yemeyen domuz mu deniyor? Deniz Feneri acındırma ile sürmüş, milyon marklar soğüşlenmişti. Alman mahkemelerinde suçlular ceza görmüştü. Alman yetkililer “işin esası Türkiye’de.. Devamını Türkiye sürdürmeli” ısrarı duymazdan gelinmedi mi?. Neden acaba? Öğrenebildik mi? Türkiye ayağında nereye uzandı?

Bugün sahtekarlıkta ileri adımlar atıyoruz. “Mecliste sahte oy kullanılmıştır” diyen bir Milletvekili var! CHP li Engin Altay, Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Hükümeti arasında imzalanan işbirliği anlaşmasının görüşmelerinden sonra yapılan açık oylamada TBMM’de sahte oy skandalı yaşandığını iddia etti. “2 AKP’ li arkadaşımız isimlerin önceden hazırlanmış oy pusulalarını divana teslim ettikleri arkadaşlarımızca gözlenmiş. Başkanlıktan pusula gönderen isimlerin Genel Kurul’da olup olmamalarının tespit edilmesini istedik. Birinci isim Genel Kurul’da bulunamadı, ikinci isim bulunamadı, dördüncü okunan isim Genel Kurul’da bulunamadı. Bunun üzerine başkan diğer pusulaların da bu şekilde sahte olduğu kuvvetle muhtemel intibaı ile oturuma ara verdi. (Bizim Meclise durun ara verelim deme imkanımız olsa! Halkın gerçekleri görme hakkı var. Gece yarıları kaçak kanun maddesi üretmesek torbaları hileli maddelerle doldurmasak! diyebilsek daha iyi olmaz mı?)
2004 yılını hatırlamakla kalmayalım ayrıca o günü ve sergilenen dürüstlüğü! Ve hatta kahramanlığı unutmayalım!. AKP’ ye irticaya odak olma suçlaması ile dava açılmıştı. Bir hayır oyuna karşı 10 evet oyu ile mahkûmiyet verilmişti. Tercih kapatma yerine para cezasına dönüştü! Yani AKP’ nin irticaya odak olma konusunda bir sarı kartı vardır. Hakeme itirazı (Cumhuriyet değerlerine Lâik düzene, hukukun üstünlüğüne bağlı olma şartına karşı çıkan tavır) sürmüştür. İrticai faaliyetlerle mücadele belgesini MGK kararı olarak imzalamıştır.2010 yılına kadar da uygulamaya devam etmiştir. Aradan yıllar geçince “biz o imzaları yok saydık” diyecek kadar dürüst davranmış, ve siyasetin namusunu kurtarmıştır!. Ne siyaset ama... Önce imzala... Sonra imzaladım ama yok saydım de. Milletin nasılsa haberi olmaz deyip yıllarca uygula. Tamamı yalan olan ve sürdürülen bu senaryoda gerçek, dürüstlük aranabilir mi?

Dün olan biten karalıkta idi.! Bugün aydınlığa kavuştu mu? Hangi oyunun neresindeyiz? Korkutan duygu “Ne olursa olsun iktidarda kalacağım, ve mutlaka önümüzdeki seçimleri de alacağım” saplantısı değil mi?. Dönüşüm yarım kalmayacak tamamlanacak... Nereye döneceğiz? Lâik demokratik hukuk devletinden dini esaslara dayalı sisteme. Kızlı erkekli duramayacak belli elemanlar diyanette biriktiriliyor!... Yıllar içinde tayinler sürüyor. İçlerinde doktor olmadığı halde Hastane Başhekimi olanlar da var. Diyanet kadrosu 74 bini bulmuş kabarık olduğu söylenmişti. Bugün Diyanette 130 000’e yakın  kadro var.. Sokakta atama bekleyen 300.000 yeni öğretmen “iş verin” diye haykırıyor!. Ülkede öğretmen açığı da var. Okulunu bitirmiş genç öğretmenler. Atanamıyorlar. Yaranamıyorlar!. Peki atanan kim?. Diyanetten 5360 imam milli eğitime, 6500 kadarı ise devletin diğer kadrolarına!. Hazırlık ne ? Din devletine dönüşümde taraf olmayanların bertaraf edilmesi!
Asker bertaraf edilmedi mi? Özel okullar meselesinde özel olan ne? Kimin arka bahçesi dolacak? Kim dolduracak?.. Seninkiler mi, benimkiler mi? Ayrışma tarikatlara, cemaatlere kadar inmedi mi? Yalanın yok etmediği ne kaldı? Soru da gerçek değil zaten...

Kim ölmüş yalandan! Kim kalmış, kim ölmemiş ki!...

27 Kasım 2013

Balıkları sözde çoğaltacak “devlet formülü”!

İstanbul'da balıkçılığın merkezi Rumelifeneri'nde limanda denize çıkmayı bekleyen tekneler.
Kurban Bayramının arife gününde Rumelifeneri’ne gittim. Dayımı görmek için.
Dayım eski balıkçı reislerinden. Yaşlı olduğu için denize çıkamıyor ama tekneleriyle oğulları balıkçılık yapıyor.
Tabii ilk sorum ”balıkçılık nasıl?” Oldu.
“Yeğenim haberin yok mu? Biz tekneyi devlete sattık. Parasıyla da tüm borçlarımızı ödedik” dedi.
Gerçekten haberim yoktu. Durup dururken devlet neden balıkçı teknesini satın almıştı ki?
Dayım devam etti; “isteyenin teknesini alıyor devlet. Böylece balıkçı tekne sayısını azaltıyorlar”.
“Biraz geç kalmadılar mı?” Sözleri ağzımdan döküldü.
Siz böyle bir operasyon yapıldığını duymuş muydunuz?
Konuyu biraz araştırdım; karşıma önemli bir haber çıktı:
19 Haziran 2012 tarihli bir Bakanlar Kurulu kararı ile boyu 12 metreyi geçen balıkçı teknelerini devlet satın alacaktı. Tekne boyu sonradan 10 metreye indirilmiş. Bu yolla 407 tekne satın alınarak denizlerden çekilmiş.
Dayımın anlattığına göre haberi duyan ve denize çıkamayacak kadar hurda olan tekneler de iyi paraya devlete satılmış.
Anladığım kadarı ile operasyonun amacı balıkçılıkta tekne sayısını azaltmak ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalan balıkları çoğaltmak. Ama uygulamada kurunun yanında yaş da yanmış. İşe yaramaz teknelere de devlet para ödemiş.
Para nereden mi ödenmiş? Tarımsal destekleme fonlarından.
Tekne boyuna göre ne kadar mı ödemiş?.
 İşte rakamlar;
12-20 m bir metresi için 10.000 TL
21-30 m bir metresi için 15.000 TL
31 ve üzeri bir metresi için 20.000 TL


Balıkçı reislerinin genel fikri operasyon için çok geç kalındığı yönünde.
Öyle ya. Yıllarca balıklar bitiyor haykırışına aldırış etmeyen devlet, balıklar bitince harekete geçmiş.
Neymiş? Tekne sayısını azaltarak balıkları tekrar denizlerimizde çoğaltmak.
Olur mu böyle bir şey?.
Olabilir ama zaten denize çıkamayacak durumda olan hurda tekneleri azaltarak olmaz.
Teknelerin yasaklara uyup uymadığını kontrol etmezsen olmaz.
Balıkçıyı bilinçlendirmezsen olmaz.
Balık tutmaya “kota” koymazsan olmaz.
Radarla balık avlamayı yasaklamazsan olmaz.
Dostlar alışverişte görsün tavırlarıyla ise hiç olmaz.

26 Kasım 2013

Manyak kim?

REDHACK  polis kayıtlarında “sosyal ve yazılı medyayı kullanan örgüt” olarak tarif ediliyor. Sosyal ve yazılı medya’yı kim kullanmıyor ki? Örgütün büyüklüğüne bak! Tarifin bir yerinde yakında sosyal ve yazılı medyayı kullandığınız için örgüt mensubu bulunabilirsiniz tehdidi yok mu? Yanyana gelmez gibi duran pek çok şey bugün UYUM İÇİNDE yanyana görünmüyor mu? Aşırı dindar… Ve aşırı Kindar! Hangi dinde bu kadar insafsız bir kin var ? Öğretmenler gününde “aa sizin de gününüz geldi” der gibi öğretmenlerin polis tarafından coplanıp yaralandığı… Ve aynı gün  TV’lerde “onlar bizim baş taçlarımız” yalanının parlatıldığı ortamı yaşamadık mı? Gezi ve hak arayan binlerce vatandaş, Cumhuriyete ve değerlerine gönül vermişler “Olağan süpheli!..” Bir de bugün şüphe edilemeyecek gerçekler var…
Cambazı seyrederken aradan kaçırılanlar yok mu?. İlk kazık günlerce olacak mışşşş gibi tartışılan ve de sanki bize soruluyor gibi sandığımız önemli bir şey var! SEÇİM BARAJI… Konuşan oldu mu? İleri pardon. çokca ileri ve demokratik bir rejimde baraj % 10 olarak mı beğenildi? VE karar kesin… Seçimlerde bu barajla yani % 10 ile yola devam…

Nerede kalmıştık! Vatandaş olma kuralları ve Suriye’den gelenler… Paralar boşuna mı aktı? İnsani görevdir derken onların seçime hazırlıkları tamamlanmış! Hepsine, vatandaş yapılıp seçmen kartı verilmiş... CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin feryat ediyor: “Suriyeli göçmenler vatandaş yapılarak, çeşitli illerde seçmen yapıldı. İşte birinin belgesi Mersin'in Akdeniz İlçesi'nde yaşayan Halep doğumlu, Mohamad M. 12.08.2013 tarihinde vatandaş yapılmış. İkamet ettiği adreste aynı soyadı taşıyan bir kadın sığınmacıyla birlikte 3 kişi daha oy kullanacak. Vaktiyle savaşlardan kaçarak Türkiye'ye sığınan Çeçenlere, Kuzeyden gelen Kürtlere vatandaşlık vermeyen devlet, Suriyeli sığınmacılara bir kaç ay içinde hem de seçimlere aylar kala nasıl vatandaşlık verdi, onları nasıl seçmen yaptı? Kaç sığınmacıya seçme hakkı verildi?” Yeni hukuk “ben yaptım oldu” mu?

Kavramları kavramak zorlaşıyor! Söylenen… Devlet (AKP ve Başbakan) istediği an istediğini dinliyor… Dinleyebilir mi? Gerçek bir hukuk devletinde asla dinleme sözü ağıza bile alınamaz. Yargı kararı olmadan kimse kimseyi dinleyemez. Şimdi… Dinler… 10 yıl önce dikilen korku Fidan’ı ormanın en gür ve hızlı büyüyen AĞAÇ’ı oldu! Hemen her işleyiş usulsüz olsa da usulüne uygun muşşşş  gibi yapılıyor… Yeter ki Başbakan emir versin. Veya onaylasın. Her şey hazır!
MİT Müsteşarı Hakan Fidan imzasıyla (Fidan olarak Başbakana geldi büyüdü, ağaç oldu ve hangi işleri gölgeledi biliniyor mu?) Başbakanlık’a gönderilen belgeye göre, bazı gazeteci-yazarların dinlenilmesine gerek vardı. Başbakan onay verdi, yargı ayarlandı, MİT de “kod adıyla” operasyon düzenledi. Operasyonun istihbaratçılarla (bağımlı) yargıçlar arasındaki ilişki sonucu gerçekleştiği ortaya çıktı. MİT belgesinde “... gizli servis faaliyetlerinin doğası gereği- gizli yürütülmesinin zorunlu olduğunu bilen/takdir eden hâkimlerle kurulan koordinasyon çerçevesinde tatbik edildiği yazıldı”. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı, yargının bağımsızlığı kavramı bir kez daha yıkılmadı mı? Yasaya göre bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda bağımsız hâkim kararıyla dinleme yapılabiliyor. Yasa uyarınca dinlenmesine karar verilenler için “yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliğinin de açıkca yazılması gerekiyor. Yani apacık dinleme usulsüzlüğu! Sonu gelebilir mi? Kim bilebilir?

Barış Atay,dizi oyuncusu... Farkına varmadan uluslararası bilgisayar korsan grubu Anonymous’un Türkiye temsilcisi rolünü mü üstlendi? Polis ona RedHack’in başını ararken MANYAK kim diye sordu? Soruşturmaya yol açan şikayeti iki kişi yapmıştı. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ve AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen… Keşke polis araştırmasını bitirirken akıl etse de bir kere daha sorsa… MANYAK KİM?
***Günlük yaşantının giderek din çerçevesi içine sokulduğu bir ortamda Alman düşünürün cümlesini bir kere daha okumak gerekmiyor mu?
“Ahlakın temeli ne zaman ilahiyata dayandırılırsa, halklar ne zaman ilahi otoriteye bağımlı hale getirilirse, en ahlaksızca, en adaletsiz, en kepaze şeyleri mazur gösterip yaygınlaştırmanın yolu açılmış demektir.” Ludwig Andreas Feuerbach