29 Nisan 2008

Kayalara meydan okuyan çiçekler!...

Fethiye Kayaköy’de harabeleri geziyoruz. İnsana hüzün ve biraz da korku veren yıkık duvarların arasında dolaşırken bir çiçek dikkatimizi çekiyor. Kayaların içinden fışkıran lâle benzeri bir çiçek. Belki de yabani lâle. (üstteki fotoğraf)
Etrafa bakınıyorum. Başka bir çiçek daha görüyorum. Bir gelincik. (Alttaki fotoğraf)
Diğerine nispet edercesine o da kaya yarıklarından fırlamış. İki çiçek de kayalara meydan okumuşlar. Çiçek tohumları bir şekilde yarıklardaki bir avuç toprağa ulaşmış ve o yarıklardan hayata tutunmuşlar, büyümüşler.
Evet dostlar! Tabiat bir harika. Siz bin bir ihtimamla çiçek yetiştirmeğe çalışırsınız. O tohum ise biraz toprak bulur, fışkırır aralıklardan, hayatın zorluklarını hiçe sayarak.

27 Nisan 2008

Tatil yerleri "tatilcileri" bekliyor!...

Fethiye gezisinden dönüşte Dalyan, Göçek ve Köyceğiz’e uğrayıp Marmaris’e geldik. Gezimizin bu bölümünü resimaltları ile bitiriyorum. Zira henüz sezon açılmadığı için bu bölgelerde de sakin bir dünya ile karşılaştık. Yazacak fazla bir şey bulamadım.
CARETTA CARETTA BÖLGESİ: Dalyan biliyorsunuz Caretta Caretta’larla ünlendi. Deniz kaplumbağaları, yumurtalarını bırakmak için Dalyan’daki İztuzu plajına geliyorlar. İztuzu plajı şimdilik koruma altında. Dalyan’da tekneciler ise şimdilik sinek avlayıp tatilcileri bekliyor.
İHTİŞAMLI KRAL MEZARLARI: Dalyan’da sizi kral mezarları karşılıyor. Mezarların büyüklüğü insanı büyülüyor. Arkeologlara göre bu mezarlar antik Kaunos kentinin zenginliği ve gücünün bir göstergesi.
GÖCEK ÖZEL KORUMA ALTINDA: Göcek’in Özel Çevre Koruma altına alındığını öğreniyoruz sohbet ettiğimiz kişilerden. Merkez ve çevresinde çok katlı inşaat izni yok. İki katlı otel, motel , apart ve pansiyonlar var. Yeni ve lüks inşaatlar bizi karşılıyor. Belde henüz sezona hazır değil.( Üstte ve alttaki fotoğraflar)
KÖYCEĞİZ ADINI GÖLDEN ALMIŞ: Köyceğiz'in ilçe merkezi bir ara Dalyan köyü olmuş. Su baskınları nedeniyle Muğla ile bağlantısının kesilmesi sonucu bugünkü yerine taşınmış. Karyalılar ve Menteşoğulları yurt edinmişler Köyceğiz’i. Osmanlı zamanında sancak olan belde Cumhuriyetle birlikte Muğla iline bağlanmış. Göl o kadar durgun ki insan burada neden kürek sporları yapılmıyor diye hayıflanıyor.
MARMARİS ÖNEMLİ BİR LİMAN KENTİ: Herodotos, Marmaris’te ilk surların M.Ö. III binde yapıldığını yazmış. İlk çağdan günümüze kadar Ege ve Akdeniz arasında önemli bir geçiş noktası olmuş. Marmaris de uzun süre Kayralıların egemenliğinde kalmış. Karya’da kısa bir süre hakim olan Mısırlıların egemenliğini İskit’lerin egemenliği izlemiş.
KALEDEN YAT LİMANININ GÖRÜNÜŞÜ: Karia kenti olan Physkos (Marmaris) kentin limanı Rodos ve Mısır’a açılan ticaret yollarıyla çağlar boyunca önemini korumuş. 19. yüzyıl araştırmacısı Charles Texier eserinde; Physkos Körfezi’ne hakim bir kaleden söz eder. M.Ö. 334 yılında,Marmaris’i işgal eden Büyük İskender’in stratejik öneminden ötürü kaleyi onarttığı biliniyor.
KANUNİ KALEYİ ÜS OLARAK KULLANMIŞ: Yat Limanı arkasında yüksek bir noktada yer alan Marmaris Kalesi’nin yapımından söz eden tek yazılı kaynak, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si. 17. yüzyılda Muğla çevresini gezen Evliya Çelebi, Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos Seferi öncesinde, kalenin askeri üs olarak kullanıldığından söz ediyor.
KALE 1991’DE MÜZE OLMUŞ: Kalenin önemli bir kısmı Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1914 yılında bir Fransız savaş gemisinin top atışları ile yıkılmış. Cumhuriyet öncesinden başlayarak yakın tarihe kadar içi Marmarisliler tarafından iskan edilen kalede 18 konut bir çeşme ve bir sarnıcın bulunduğu biliniyor. Marmaris Kalesi 1980-1990 yılları arasında restore edilmiş ve 1991 yılında Marmaris Müzesi olarak hizmete açılmış.
SANTORİNİ ADASI EVLERİ GİBİ: Kalenin hemen arkasında beyaz evler dikkat çekici. Hem bana hem de eşime Santorini Adası'nı hatırlattı bu görüntü. Bir görüşü göre Kanuni Sultan Süleyman Rodos Seferi dönüşünde kalenin yapılmasını istemiş. Kaleye çıkılan dar ve basamaklı sokağın girişinde Hafıza Sultan Kervansarayı yer alıyor. Dikdörtgen planlı kervansarayın, yedi küçük ve bir büyük odası var ve üzeri kemerlerle örtülü. Kale ile çağdaş bu yapının girişinde bulunan yazıtta 1545 tarihi okunuyor.(KAYNAK: Marmaris Belediyesi web Sitesi)

25 Nisan 2008

Fethiye’de hayalet köy; KAYAKÖY!...

Fethiye gezisine ara verip araya bir hayli konu koymuşum. Tekrar geziye dönüyorum:
Kayaköy’e Fethiye’nin eski yerleşim bölgesinden gidiliyor. Biz de öyle yaptık. Kayaköy’e girdiğimizde insanı şaşırtan bir manzara ile karşılaştık. Yıkık evlerin görüntüsü gerçekten ürperten bir görüntü. Büyük kilisenin olduğu bölgeye bir aralıktan çıkılıyor. Bu aralığın dibinde bir ev var. Yaşlı bir Kayaköylünün evi. Eşi gözleme pişiriyor turistlere. Biz de dönüşte gözleme yeme sözü vererek yıkıntıları geziyoruz. Kayaköy’ün geçmişi MÖ. 3000 yıllarına kadar gidiyor ama o dönemlerden çok fazla kalıntı kalmamış. Kalıntıları gezdikten sonra söz verdiğimiz gibi gözlemelerin yapılmasını bekliyoruz ve evin sahibi ile sohbet ediyoruz. Onun dedesinin Batı Trakya’dan geldiğini öğreniyoruz. "Eşinin büyükleri de oradan mı geldi" diye soruyorum.. Gözleme pişirirken hemen doğruluyor eşi "yok bey. Ben Yörüklerdenim” diyor.

RUM EVLERİ HARABEYE DÖNMÜŞ: Kayaköy’ün eski adı Levissi.. Kayaköy’de manzara ve ışık açısından birbirinin önünü kapatmayan ikişer katlı ve girişte çatıdaki yağmur sularının toplandığı zemin altı sarnıçların olduğu konutlar harabe bir durumda bulunuyor.
OVAYA YERLEŞEN TÜRKLER: 1922 yılında Türk ve Yunan hükümetleri arasında imzalanan bir “nüfus değişimi” anlaşması uyarınca, Kayaköyü’nün Rum halkı ile Batı Trakya’da yaşayan Türk halkı karşılıklı olarak yer değiştirmiş. Rumlar evlerini yamaca yapıp ovayı tarla olarak kullanmışlar. Bizimkiler ise yamactaki Rum evlerini bırakıp ovaya yerleşmişler.
YABANCILARIN İLGİSİ KİLİSEYE: Kalıntıların içinde yıkılmamış binalardan biri de bir kilise. Önündeki geniş avlusu ile dikkat çeken kilise yabancıların ilgi odaklarından biri.
RESTORE EDİLMEYİ BEKLİYOR:1923 yılından sonra Batı Trakya’dan gelen yeni sahiplerince tamamen terk edilen Kayaköy bugün hayalet şehir görünümünde. Kayaköy’ü restore edilme çabalarının sürdürüldüğü belirtiyor.
ISPANAKLI GÖZLEME YAPAN YÖRÜK: Bize ıspanaklı gözleme yapan kadın bir Yörük. Sezonun henüz açılmadığını belirten Yörük kadın çevredeki kebapçı lokantalarının işlerini pek etkilemediğini söyleyecek kadar da alçak gönüllü.

24 Nisan 2008

23 Nisanlarda "koltuk" tartışması!...

Bir 23 Nisan bayramını daha geride bıraktık. Bayram kutlamalarıyla ilgili Sevgili Yılmaz Özdil’in yazdığı yazıya canı gönülden katılıyorum. İnternet çağında çocuklarımıza artık farklı kutlamalar sunmanın zamanı gelmedi mi?

İşte Yılmaz Özdil’in yazısı:
Koltuk
Bugün bir sürü hırslı kadın, "Boyun posun devrilsin" diye, kocasının başının etini yiyecek: "Elalem çocuğunu bakan yaptı, vali yaptı, sen kaymakam bile yapamadın!"
*Çocukları vali yapacaklar bugün.Bakan yapacaklar.Meclis Başkanı yapacaklar.Başbakan yapacaklar.Cumhurbaşkanı yapacaklar.
*Gazeteciler "çocuk bakan"lara geri zekálı geri zekálı sorular soracak; "büyümüş de küçülmüş" cevaplar alacak... Matah iş yapılmış gibi, topluca sırıtılacak.
*"23 Nisan" denince, akıllarına gelen tek vizyon bu çünkü... Koltuk!
*Çocukların kafalarını açacaklarına, kıçlarını alıştırıyorlar... "Şöyle oturacaksın, böyle kaykılacaksın, patlat bi talimat" filan.
*Peki, hiç merak ettiğiniz mi, neden bugüne kadar bir Allah’ın kulu çıkıp da, "Çocukları 23 Nisan’da Yıldız Kenter’le aynı sahneye çıkaralım" demedi?"
Bir çocuğu Fazıl Say’ın piyanosunun başına oturtalım, bir çocuğun eline Suna Kan’ın kemanını verelim" diyeni gördünüz mü?
İlla koltuğa oturtacaksak, "Profesör Bingür Sönmez’in koltuğuna, Profesör Münci Kalayoğlu’nun koltuğuna, Profesör Gazi Yaşargil’in koltuğuna oturtalım" diye önerildi mi?
Hayrettin Karaca ile ağaç diktirelim mesela, Yılmaz Büyükerşen’le balmumu heykel yaptıralım... Rahmi Koç’un teknesine bindirelim, balık tutarken anlatsın çocuklarımıza, parayı kazanmak kadar yemenin de ne kadar önemli olduğunu...
Ali Sabancı’nın uçağına bindirelim, aslında "para"nın değil, "fikirlerin" uçtuğunu dinlesinler diye... Ya da ne bileyim, Saffet Karpat’la tanıştıralım... Babasız büyüyen, Darüşşafaka’da okuyan bir yetim, nasıl başardı da, Türkiye’deki en büyük yabancı sermaye yatırımının genel müdürü olabildi?
Rıza Çalımbay’la top oynatalım, anlatsın, kapıcının oğlunun önünde neden ceket ilikleniyor bugün?
Lağım temizleyen "en alttakiler" en üste nasıl çıkabildi, tane tane anlatsın Vural Öger çocuklarımıza...
Tanıştıralım Muhtar Kent’le, "gazozdan işlerle uğraşan" bir Türk çocuğu nasıl oldu da, Coca Cola’nın zirvesinde?Bakın zirve dedim aklıma geldi...
Niye Nasuh Mahruki ile bir araya getirmiyoruz çocuklarımızı, anlatsın onlara bağımsız ruhun nasıl rüzgár aldığını?
Mehmet Güleryüz’ün paletini tutsunlar, Mehmet Aksoy’un çamurunu karsınlar, Ara Güler’in deklanşörüne bassınlar, bakmakla görmek arasındaki farkı fark edebilmek için.
*Madem, varsa yoksa koltuk...
*Niye GATA’ya götürmeyiz çocuklarımızı, "o koltuklar" için ödenen bedelleri görsünler diye?

23 Nisan 2008

Büyük Ve Küçük Sesli Uyumu!...

Sevgili Berceste lalelerin güzelliği eşliğinde sizleri yeniden "Büyük Ve Küçük Sesli Uyumu" ile buluşturuyor. Sevgili Berceste, yazısına şöyle başlıyor:
"Bir akşam vakti, Ahmet Paşa beni çamurlu bir patikadan bata çıka bir köye getirdi.Derin bir vadiye kurulmuş, bir pus tabakası içinde gizlenmiş, yolu izi olmayan bir köy. Ahşap, minik evleri vardı. Kendimi bir başka dünyada kaybolmuş, terk edilmiş hissettim. Köyün kahvesinde atımdan indim. Her köyün bir kahvehanesi bulunurdu, yolu olmasa da.İki yaşlı adam sessizce beni süzdüler. Köyün muhtarı bana geceyi geçirmem için yer yatağı yapılmış bir oda verdi. Bir ahıra konan Ahmet Paşa'nın da karnını doyurup suyunu verdiler". Yazının devamı için lütfen Berceste ’yi tıklayın.

22 Nisan 2008

Dedesinden Mete’ye 23 Nisan öğütü!...

Evet Sevgili Mete. Bugün 23 Nisan. Senin ve senin gibi tüm çocukların bayramı.
Bu bayramı size, ülkemizi düşmandan kurtaran ve Cumhuriyetimizi kuran büyük Atatürk armağan etti.
Henüz Atatürk’ü fotoğraflarından görüyor ve seviyorsun.
Büyüdüğün zaman onun ilkelerini iyi öğren ve sıkı sıkıya sarıl.
Bu öğütümü "her zaman" hatırlarsan beni sevindirirsin.

20 Nisan 2008

Şimdi İstanbul'da erguvan zamanı!...

Nisan ayı İstanbul’un renklenme ayı. Önce laleler süsledi yolları, bayırları. Şimdi de erguvanlar yeşillikler arasından bize göz kırpıyor.Boğaz’ın pembe incilerini görmek için bir Boğaz turu gerekiyor.Padişahlar kadar şanslı değiliz erguvanlar konusunda. Binermiş saltanat kayığına padişah. Boğaz’ın iki yakasında yeşillikler içinden hemen göze batan pembe görüntüleri doya doya seyredermiş. Şimdilerde ise binaların arasından “Aaaa!. İşte erguvan. Bak orada da var” diye diye gezersiniz Boğaz’ın iki yakasını. Bizim sitede erguvanlar çoğalıyor. Dört yıl önce diktiğim erguvanlar artık büyüdü. Pembe pembe bize göz kırpıyor. Sizleri bizim sitenin erguvanlarıyla baş başa bırakıyorum:
Laleler fotoğraflarıma yorum bırakan Sevgili Ferhanca benden mimoza fotoğrafları da istemişti. Sitemizdeki mimozolar ne yazık ki açtı ve bitti. Mimoza yerine mor salkımlardan bir kaç fotoğrafı da sizlerle paylaşsam bana kızmazsınız değil mi?:

19 Nisan 2008

Bayburt Bayburt olalı!..Türkiye yerinde sayalı!

Beşikdüzü Köy Enstitüsü Müzik öğretmeni Mehmet Ali Kamacıoğlu köy çocuklarından kurduğu orkestra ile. (Üstte). Orkestra bir konser çalışması sırasında. (Altta)
Cumhurbaşkanı Senfoni Orkestrası Bayburt'ta konser verdi... Olay oldu ve haber oldu... NEDEN ACABA?
Çünkü o Bayburt (ki önemli bir medya patronun memleketidir) yıllar önce gene Cumhurbaşkanı Senfoni Orkestrasını konuk etmiş ve konser sonunda dinleyenlerden yaşlı biri : "Oğul Bayburt Bayburt olalı böyle zülüm görmemişti" cevabı ile ne anladığını ve ne denli, mutlu olduğunu göstermişti!...
YIL 2008..
Bu gün de konseri dikkatle izleyenler araya türkü söyleyen Bayburtlu genç çocukların sokulduğunu yani belki de zülmü hafifletme gayreti yaşandığını görebilirler. Biraz daha ince düşünenler bu işi Ertuğrul Özkök'ün damadının Cumhurbaşkanından rica ederek halktan önce Bayburtlu patronlarının memleketini aklamak için ve de mutlu edebilmek için yaptığını da akıl edebilirler..
Ne olursa olsun Senfonik bir orkestranın Bayburt konseri haber olmuştur... Ahhhh denmiştir..
Şimdi bize kalan Yaaaa kısmını hatırlatmak olacakl..
Bilinmeyeni hatırlatmak... Ve bu bilinmeyen şey, büyük bir orkestra ile bu işin hala tartışılan Köy Enstitüleri bünyesinde 4 sesli korusunu da ekleyerek köy çocukları ile yapılmış olmasıdır.
Tarih...1946
Yer Beşikdüzü... Bayburta çok uzak da değil...
TARİH DİYOR Kİ....Müzikal oyun...
............
Ah babacığım ahhhh...
Bugün de Meclis’te milletvekilleri birbirini dövüyor.. Dinleme tahammülleri sıfır... Senin cümlelerine babam olduğun için mi dikkat etmemişim...
"ÇOK SESLİLİK UYUMUN İLK ADIMIDIR. FARKLI SESLER ANCAK BİR ARADA OLURSA BÖYLE GÜZEL BİR SONUÇ ALABİLİRSİNİZ. UYUMU SAĞLAYABİLİRSİNİZ ".
Bayburt Bayburt olalı eziyeti konuşuyor... Göstermelik de olsa geçen akşam alkışları duydum... Ama Türkiye Türkiye olalı yerinde sayıyor... Ve adım adım geriye gidiyor... Alkışları duymayı da beklemiyorum..
İyiki bu zamanı görmüyorsun... Seni özledim babacığım... İçimdeki acı her klasik müzikte çoğalarak saldırıyor... Verdi'nin besteleri bile çare olmuyor artık...
Kelaynak
.........................................................
Kelaynak yazıyor

GEYİK….CANDIR!
Önce biri boynuzlarını ekrandan taşacak kadar yakından gözümüzün içine soktu… Ne oluyor demeye fırsat kalmadan sürüler halinde yemyeşil alanları kapladılar… Nereye baksan bir başka geyik akın akın geliyor… Yaşlısı, irisi, genci, düşüncelisi, azgını… Nerede ne kadar geyik varsa çıka geldiler… Sanki ülkem geyiklerin istilasına uğramış!…

Slogan GEYİK CANDIR deyip bitiyordu ama benim aklıma gelen sorular bitmiyor ki… Her yeni günle yeniden başlıyor! Geyik candır da, peki can nedir? Onun geyikle ne ilgisi var? Can benim ülkemi seven onun sevdalılarıdır… GEYİK istilası ise acı bir gerçek… Reklama kanıp telefona sarılmayın. Cevap alamazsınız!… Telefonunuzu değil gözünüzü açın… Bakın etrafınızda ne geyikler dolaşıyor!
………………
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi başkanı Luiz Maria de Puig, geyik şaşkını değil mi? AKP liler gidip ricada bulunmuşlar… Aman partimizi kapatacaklar… Siz de bir bildiri yayınlayın da partiyi kurtaralım…
AKPM hem her zaman gerekli gördük deyip bildiri yayınlayan bir organ… Puig açıklamak zorunda kalıyor ve diyor ki:"Bilmenizi isterim ki bu talep Türk heyetinden geldi”.
……….
Düşünün sürüler haline geyikler Ankara sokaklarını doldurmuş… Yavaş yavaş ara yollardan Anadolu’ya doğru koşuyor.. Geyikler. Yaşlı başlı geyikler. Boynuzları göğe değecek geyikler!

“Ulusal onur” diye bir şey duymuşlar mı? Yargıya saygı diye bir kavramı öğrenmişler mi? Benim ülkemin yargısına yabancıların laf etmesi, üstüne üstlük kalkıp bir de bildiri kaleme alması sömürge yönetimlerine yakışır bir tutum değil mi? Benim ulusum egemen ise egemenliğini nasıl kullanır? Önüne gelenin akıl vermesine fırsat vererek mi? Gel bir bildiri de sen yayınla diyerek mi? Hem ülkeyi ben yönetirim diyeceksin, hem % 47 ile kendini padişah sanacaksın, hem de gidip ülkeni AB ye şikayet edeceksin? Partimi kurtar yeter ki, sen ne olursa olsun, yargıyı etkileyebilirsen etkile ve lütfen ülke aleyhine bir bildiri yayınla diyeceksin..
………..
Düşünün sürüler halinde geyikler Ankara sokaklarını doldurmuş… Yavaş yavaş ara yollardan Anadolu’ya doğru koşuyor.. Geyikler. Yaşlı başlı geyikler. Boynuzları göğe değecek geyikler!
…………..
Yeşil ovalardan geçerken pirinçleri de yok ettiler… Öyle mi? Tarım Bakanım ne güzel söylüyor… Telefonlarınızı kapayın kulaklarınızı açın… Halk pirinç kuyruğunda… Ama söylem de sıkıntı yok… Fırsatçılar var. Spekülatörler var… Kim bunlar? Kim yaratır bunları?
Geyikler… Geyikler candır… Gerçeği bilirler… Susarlar… Suskun ve umutsuz… Yaşarlar…
Tarım Bakanı: “Yok böyle bir şey! Depolarımız pirinç dolu… Halkımıza sesleniyorum.. Pirinç yemeyin… Üç gün sabredin! Bulgur yiyin”.
Benim halkım sabır taşı… Soramıyor… Devlet bu pirinci üreticiden aldı… Kime sattı? Milletin vekilleri soruyor… Kimlere ait gemiler liman açıklarında bekliyor?…
……………
Benim bakanım Türkçeyi de unutmuş… Geyikler akın akın… Nereye baksan varlar… Eski AKP Milletvekili Turhan Çömez, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve oğlu Abdullah hakkında “fabrika yapabilmek için ayrıcalık istediği” iddiasını yeniliyor. “Unakıtan Ailesi bana dava açsın... Bekliyorum”diyor… Maliye Bakanının cevabı İngilizce “What is the next?” Türkçe bitmiş… Kelime kalmamış… Cevap verecek durumu yok sanmayın… Mesele lisan uyumsuzluğu!.. “Geçiniz, başka soru sorunuz” diyor.. Cevap gene yok…
……….
Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın The Financial Times Gazetesine konuşuyor:
Anayasa Mahkemesi'nin
işini kolaylaştırmak amacıyla Anayasa'yı değiştirmeyi düşündüklerini söylüyor… Oysa yurdum topraklarından uzakta olan Başbakan Katar'da “AKP'nin kapatılacağına inanmıyorum. Bu yüzden Anayasa değişikliği yapıp bunu halkoylamasına götürmeyi düşünmüyoruz” beyanında bulunuyor…
Kara kara düşünmek bize kalıyor… Düşünüyorum… Düşünüyorsun.. Düşünüyoruz…
………………………..
Geyikler geliyor ekrana… Geyikler… Ankara sokaklarını doldurmuş… Yavaş yavaş ara yollardan Anadolu’ya doğru koşuyorlar.. Geyikler. Yaşlı başlı geyikler. Boynuzları göğe değecek geyikler….

18 Nisan 2008

Fethiye'nin "Elleri kırılası yaratıkları"!...

Fethiye’nin merkezindeki görülecek yerleri Asortikkrep ’le gezdik. Kaya mezarlarına dar sokaklardan geçerek gittik. Bu bölge, Fethiye’nin eski yerleşim yeri. Kaya mezarlarının kapısını sonuna kadar açık bulduk. Görevli mörevli kimse yoktu. Belli ki görevliler de sezonu bekliyorlardı. Kaya mezarlarından kopar bir parça al götür. Kimsenin ruhu bile duymaz. Zaten mezarın görüntüsünden de buralarının birileri tarafından didiklendiği izlenimi ediniyor insan. Kaya mezarlarından sonra şehri tepeden göre göre dar sokakları takiben limanlara geldik. Oradan da Fethiye’yi karşıdan gören piknik yerlerinin bulunduğu Samanlık Koyları'nı gezdik. Bizi batmış ve denizin dibinde silueti görünen bir gemi karşıladı. Umarım balıklara yuva olan bu gemiyi çıkarmazlar. Fethiye’nin sahil boyu, gazinolarla bezenmiş. Çok uzun bir yürüyüş yolu var. Hele akşam güneş batarken o bölgedeyseniz yürüyüşü bırakın ve güneşin batışının güzelliğini seyredin derim.
İşte fotoğraflarla Fethiye:
FETHİYE İSMİ NEREDEN GELİYOR?:Ticaret için yöreye gelen Grekler malarya mikrobu yayan bataklıklardan uzak bir bölgede Levissi ( bugünkü Kaya köy) şehrini kurarlar. Meğri bu kentin iskelesi olur. Meğri’de ilk belediye örgütü 1874’te kurulmuş ve ilk başkanlığa Rodoslu Hacı Mehmet Ağa getirilmiş. 1900’e doğru Girit ve Trakya’dan gelen Türklerle nüfuslandırılan Meğri’nin adı Belediye Meclisi’nin 1914’te aldığı bir kararla ilk Türk Hava Şehidi Fethi Bey’in adına ithafen Fethiye olarak değiştirilmiş. Fotoğraf kaya mezarından Fethiye'nin genel görünümü.
HER GÜN GÜNEŞ BÖYLE BATIYOR:Rıhtımdan bakıldığında Güneş, Samanlık Koyları'nın üzerinden batıyor. Fethiyeliler o kadar alışmışlar ki bu manzara ile hiç ilgilenmediler bile. Bir turist olarak heyecanla deklanşöre arka arkaya bastım bu görüntüleri yakalamak için.
AZ ÇİÇEKLİ RIHTIM: Yürüyüş için çok uzun bir rıhtımı var Fethiye’nin. Belediye bu rıhtım boyunca sık sık oturma grupları koymuş. İnsanın gözü ister istemez çiçekleri arıyor. Tek tük çicek kümelerine rastlıyorsunuz. İstanbul, çiçek cenneti olması gereken bu kentten çok daha fazla çiçeğe sahip.
TELMESSOS ANTIK TİYATROSU: Antik kaynaklar Telmessos’da büyük bir tiyatronun olduğundan bahsetmekteydi. 1993 yılında Fethiye Müze Müdürlüğü Başkanlığında yapılan sondaj kazılarında erezyonla dolmuş olan 3-4 metrelik toprak tabakası altında tiyatronun oturma sıraları bulunmuş.
Fethiye’nin karşı kıyısından küçük samanlık koylarından görünüşü ise böyle.
ESKİ FETHİYE: 24 Nisan 1957’de meydana gelen deprem, merkezdeki evlerin % 90’ının yıkılmasına neden olurken dönemin kaymakamı Nezih Okuş ve diğer yöneticilerin duyarlı tutumları sayesinde sadece 19 kişi hayatını kaybetmiş. Bugün antik tiyatro ve Paspatur çevresinde, Çarşı Caddesi’nin güney kesiminde farklı tarzlarıyla seçilebilen eski Fethiye evleri, kentin hüzünlü geçmişinin kalıntıları olarak bizleri selamlıyor.
LİKYA KAYA MEZARLARI : Mezarlar Likya döneminden kalma. M.Ö.4.YY. eserleri. Bunlar, gelen doğal kayaya oyulmuş mezarlar. Mezarların en görkemlisi Amintas. Bu mezar İon stilinde ve tapınak türünde. Soldaki sütunun orta kısmında, M.Ö.4.YY. alfabesi ile ”Herpamias oğlu Amintas” yazılı. Bu kişinin kimliği tam olarak bilinmiyor; ama ünlü bir kumandan olduğu söyleniyor.
OKALİPTUS KÖKÜ: Bölgenin zamanında bataklık olduğu biliniyor. Sanırım Osmanlı beyleri, bataklığın kurutulması için bölgeye bol miktarda suyu emen okaliptüs ekmişler. Portakallar çiçek açmış artık. Çok fazla portakal bahçesi göremedik. Sanırım portakal tarlası olanlar, bunları ev yapmak isteyen yabancılara satmışlar.
ÖNÜ ARKASI FARKLI GAZİNO: Rıhtım boyunca bir çok gazinonun önünden geçiyorsunuz. Her bölgede olduğu gibi burada da rıhtımların önemli bir bölümü gazinolarının işgali altında. Herhalde belediye bu yerlerden önemli kira alıyor ki rıhtımın işgaline izin vermiş.(Üstte) Gazinonun arkasından yol geçiyor. Gazino işletmecileri kıvır zıvırlarını arka tarafa koymuşlar. Hani temizlikçi kızın tozları halının altına süpürmesi gibi.
GÜNEŞ SAATİNİN İLGİNÇ HİKAYESİ: Rıhtımda cam fanus içine alınmış mermeri kırık güneş saati ilgimizi çekti. İçinde bu kırıklarla ile ilgili bir yazı vardı. Yazının son cümlelerini sizlerle paylaşıyorum; “05 Mayıs 2006 günü açılışı yapılan Türkiye’nin halka açık sergilenen ilk güneş saati 08 Mayıs 2006 günü ELLERİ KIRALASI YARATIKLAR tarafından bu hale getirilmiştir”. Ne bekliyorlardı ki.

16 Nisan 2008

Lalelere tepeden bakınca!....

Bu yıl bulutlu bir havada Emirgan Korusu'ndaki laleleri gezdik. Her yıl lalelerle ilgili benzer fotoğraflar çektiğimi fark ettim. Bu kez bir değişiklik yapalım dedim ve lalelere tepeden baktım. Bu bakışı sizlerle de paylaşmak istedim. İşte tepeden bakışla lalelerin görüntüleri::