27 Haziran 2013

SON DURAK!

*Sizin gibi gençlere malik bulundukça, bu vatan ve milletin, şimdiye kadar elde etmeği başardığı zaferlerin üstüne çok daha büyük zaferler koyabileceğine şüphe etmiyorum.      M. KEMAL ATATÜRK

 Çevirdiğiniz bu SON FİLM Gezi Parkı filmi, ustalık dönemi eseriniz! Son durağa gelirken eseriniz heyecan verici ve inanılmaz sahnelerle dolu! Şimdi daha net hatırlıyorum… Demokrasiyi tramvaya benzetmemiş miydiniz! Son durakta inip gideceğin adrese gidersin diyordunuz… Öyle değil mi? Son adresiniz şayet hala yıkılmadı ise bir kaç adım ötede değil mi?
Filmi başa saralım!. Başbakana, öğrenci polisler mezun olmadan törende yeri göğü inletecek şekilde bağırıyor “Türkiye seninle gurur duyuyor” Başbakan da onlarla gurur duymaz mı? “Benim polisim kahramandır” cevabını veriyor. Bu muhteşem Gurur alışverişinden sonra Başbakan polisi güçlendireceğini açıklıyor. Halka karşı aşırı güç kullandığını tüm dünya ve de bazı AKP liler de itiraf ediyor ama o bilmezden geliyor. Ve onun polisi “benim polisim olmaktan çıkıyor” ve coştu gidiyor... Polisin haşere ilacı sıkar gibi yakından sakat bırakacak şekilde nefretle, kinle hamle yapıp gaz sıkması kahramanlığını perçinliyor! Gençlere, kendi halkına acımasızca saldıran KAHRAMAN POLİS 4.7 metreden Ankara’da Ethem Sarısülük’ü başına nişan alıp tabanca ile vuruyor… Ethem ölüyor… Ölüyor da ne oluyor? O Ethem kimin Ethem’i? Polisin, senin olabildiği yer de o insan da benim Ethem’im. Benim ve ÖZGÜRLÜK uğruna yollara düşen, parkları sokakları dolduran 5 milyon aslan yürekli gencin, kadının, ananın, bacının Ethem’i.   

Ethem öldü çile bitti mi? Gözüm gördü, beynim doğru algıladı, yüreğim yandı… Görmedin deniyor. 5 milyon şahit var… Hayır öyle değil… Sen Başbakan ne derse ona inan denmiyor mu? Meğer neymiş. “polisin eline onlarca taş gelmiş… Nefsi müdafa durumu oluşmuş! Koşarak gelip tabancasını ona doğrultan ve Ethem’i öldüren polis hala kahraman mı? Neden tutuklanmadı salıverildi… Adliyeye gelirken gövde gösterisi. Salıveren hakimin savunması “Vicadanım rahat” Bizi bu rahat vicdanlar mahvedecek!

Ethem ile birlikte bir şeyi daha öldürmediniz mi? Can veren 5 insanın, gözünden olan 11 gencin hesabını kime soracağız? Yıktınız... Onları da öldürdünüz. Adalete güveni. Hukukun üstünlüğünü. ADALETİ… HAKKI. Bu kıyım, bu kayıplar sadece AKP nin üstünlüğü için mi?

Polis siyasallaştıkca ADALET’İN katili olur! Polis daha ne kadar siyasallaşacak? Tarikat kurallarını mı benimseyecek? Bugün Başbakanın polisine tüm vatandaşın polisi denebilir mi? “ben ayırmıyorum! Başbakan BENİM POLİSİM” demiyor mu? Asla… Hepsi olamaz… Gözle görülenler göremediklerimizi de gölgelemiyor mu? Polis kadrosunun içinde bizden çok yüreği yanan, içi kan ağlayanları var. Eskiyi yaşayanlar “siyasallaşma ile gelen tehlikeyi görenler var..

Dernekler… Çatışmalar… Ölümler… Suçlamalar! POLDER - POL BİR… Sağcı polisler, solcu polisler...

Siyasetçinin film çevirme alışkanlığı her dalda sürmüştür... İşte gerçek der gibi 28 dakikalık AKP filmi yayımlandı… Hiç bir şeyi AK layamıyor. Bence MOBESE kameralarını  kendi haline bıraksalar daha gerçek görüntüler olurdu. Kuyumcu soygunları kadar heyecen yaratabilirlerdi! Başbakan ısrarcı… Cami de içki içtiler. Bekledik. Görüntüden bir şey çıkmadı. İnanabildik mi?

MHP’ li Türkkan konuyu  incelemiş. Bezmi Alem Valide Sultan Camisi'nin müezzini Fuat Yıldırım “o gece yaralıların camiye taşınmasından sonra içeriye molotof atılmasından, caminin kundaklamasından, herkesin yanmasından korkmuş. İçki içilecek bir ortam olmadığı gibi, herkesin korku ve dehşet içinde olduğunu, içki içen kimseyi görmediğini söylemiş.

 Oturup olanları yeniden gözden geçirmek şart. Tramvay çelik raylar üzerinde sallantıların yalpaların artan sesi ile hızlanıyor… Olanlar bize ne anlatıyor?  Medya hızla el değiştirirken kalemine ve meslek namusuna güveneceğim gazetecilere ne oldu?

Son durakta inip gideceğin adrese gidersin diyordunuz… SON DURAK bir kaç adım ötede değil mi?

20 Haziran 2013

“GÖSTERİCİLER GURURUMUZ!”

...........................................................
KAMA
ONE SATIR mı?
DURUYORLAR!
Kimse Gaz yemesin,  gaza gelmesin!
DURUYORLAR!
Özgürlükler  one minute  kalmasın…
DURUYORLAR!
Sana karşı...
DURUYORLAR!
Ülke geri gitmesin...
DURUYORLAR
One SATIR başımıza gelmesin!
YK
..........................................................................
"Daha iyi eğitim, daha iyi okullar ve daha iyi ulaşım istedikleri için" yaklaşık iki haftadır sokaklara dökülen on binlerce göstericiyle gurur duyuyorum” BBC'nin haberine göre Brezilya Devlet Başkanı, "Hükümetim değişim isteyen sesleri duyuyorum. Gösterilerin boyutu demokrasimizin ne kadar güçlü olduğunun kanıtıdır" diyor…

Başbakanımızın gözünden bakamamış, çapulcuları, teröristleri görememiş ki kadıncağız! Keşke dedim. Keşke… Aynı günlerde benim ülkemin daha çok ÖZGÜRLÜK isteyenlere direnişe katılanlara karşı başlattığı CADI avı da gerektiği gibi görülebiliyor mu? Anlaşılması gereken anlaşılıyor mu? “ÖZGÜRLÜK esastır. Bu yola başvuranlar asla neye malolacağını sormaz!” Demokrasinin ana defterinde kaydettiği cümle bu. Bizde siyasetçinin not defterinde insan yok. İnsan canı yok. İnsanın sakat kalma dramı yok. Düşünce ve ifade hakkı yok!
İşte AKP li Çelik’in listesi: 291 iş yeri tahrip edildi, 271 özel aracın da parçalandı, 116 polis otosu 41 ambulans tahrip edildi, 14 parti binası yakıldı. Fiziki zarar 140 trilyona... Kimine göre bu rakam azdır kimine göre çoktur. Fark eder mi? Hepsi yerine konabilir kayıplardır. Peki. Ya geri gelmeyecek, yerine konması imkansız olan kayıplar, acı kayıplar! NEDEN medyada TEK SATIR YOK! Ölenler, göz altına alınıp haber alınamayanların hesabını sormayacak mıyız?

26 yaşındaki Ethen Sarısülük... Geri gelecek mi? Neden siyasetçinin ilgisini çekmez. 9 milimetrelik mermi çekirdeği otopsi sonunda belirlenmedi mi? Çevik Kuvvet görevlisi TV lerde koşarken 5 metreden nişan alırken görüntülenmedi mi? Hakkında ne yapıldı? Bulundu mu? Sorgulandı mı? Bu işin sonunda işi uzatırlar bizi uyuturlar, duygusu yaygın değil mi?
Antakya da 22 yaşındaki Abdullah Cömert. Kafatası kırılarak öldü... Saatlerce insanların kafalarına yakın mesafelerden nişan alıp ateş eden polisleri seyretmedik mi? Ve İstanbul Emniyet Müdürü ne diyor “Polisimiz 40 saatte ancak 4 saat uyuyabilmiştir.” Keşke 40 saat uyusaydı! Bu kadar yaralı ölü vermezdik! Polisi savunmak her yurttaşı savunduğum kadar görevim olabilir. Aslolan polisin kendini normal çizgide tutması, gerçeği doğruyu savunması, içindeki yanlışları yanlış yapanları korumaması değil midir? Israrla gazcı olduk. Polis ha bire GAZ diyor... Gaz sıkıyor. Kimseyi dinlemiyor mu? TV lerde gördünüz mü bilmem... Çok öfkeli bir amir var... Gazetecilere çok terbiyevi hitapları vardı. “Çekmeyin ulan. Polisleri çekmeyin. Ne yapacaktık. Gaz sıkmayacaktık da ne yapacaktık...” Haykırışın tam bu noktasında bel kırışı çok yerindeydi... Sağa doğru uzattığı kalçası ile cümleyi noktaladı “Os...lım mı?” Kimya Mühendisleri Odasının ikazını bu polis mi dineleyecek dersiniz “GAZ Kimyasal silahtır” Ve kullanılması uluslararası kabul ile yasaktır.

53 YIL ÖNCE. “Tabutlukta normal koğuşa geçince siyahtan gri bir aydınlığa ulaşmıştım. Zaman tüy gibi uçmuştu... Sahaba karşı saat dört olmuştu. Askeri  kamyonlara bindirilirken çoğumuzun başı çoktan öne düşmüştü. Kamyonun tahta sıralarda oturunların sızlanmalar artmış sorular çoğalmıştı.. “Nereye götürüyorlar bizi?. Ne yapacaklar?” 
O sesi yıllardır unutmadım. Unutamam... Asla yüzlerini görnediğim kızların... Kahraman kızların çığlığını!
“ÖZGÜRLÜK... Sonuna kadar ÖZGÜRLÜK”
Gecenin sessizliğine düşen gök gürültüdü gibiydi. Kızlar... Kızlar... Suskun erkeklerin başları dikildi. Harbiye Askeri Cezaevinin revirde tutulan kızlardı çığlığı gök yüzüne kazıyan... Askeri araç rampayı dönüyor çıkışa yaklaşıyordu. O an kamyondakiler döndüm... “ Heyyy arkadaşlar kzılara cevap vermeyecek miyiz.”.
“ÖZGÜRLÜK... ÖZGÜRLÜK... SONSUZA KADAR”
Bugün onları gördüm. Yaşlanmışlarını... Oğulları için gezi parkının ağaç diplerini mesken edinmişlerini... Erkek arkadaşına sırt vermişini. Saçından sürülenirken eğilmeyenini... Korkusuzunu... Meydan okuyanını...  53 yıldır içimi bir gizli umutsuzluk kemiriyordu. Gizli gizli kendine soruyordum ancak! Ne oldu gençliğe diye... O sesi yeniden duydum. Onları yeniden gördüm. Ve artık biliyorum... GÖSTERİCİLER GURURUMUZ.

16 Haziran 2013

Çocuk her yerde çocuk!


Torunum Mete bu blog da çok boy gösterdi.
Doğumunu, diş buğdayını…
Zaman hızla akarken büyümesini…
Okula başlamasını..
Paylaştım.
Şimdi de ikinci sınıfa ayak basmasını..
Okumayı sökmesini…
Günlük tutacak hale gelmesini..
Paylaşıyorum.
Mete hızla teknolojinin içinde büyüyor..
Büyüyor ama okul gösterisinde, sertifikasını borazan yapacak kadar da çocuk.

13 Haziran 2013

Penguen MEDYA!


Sosyal medya fark etmiş  NTV  afişi bile olduğu gibi yayımlayamamış. Seyircinin gördüğü afişte tayyip kelimesi silinmiş..Altta aslı var!
Fotoğraftaki görüntü ARŞİV oldu. Temizlediler. Mesleğin Penguen’leri ne zaman temizlenir dersiniz?. Ben yaşarken görebilir miyim? Şu günlerde aslan SOSYAL MEDYA sesleri yükseliyor! Oysa bu yöneliş aslında çok doğru ve hayırlı değil!
Bugün iş görüyor! İyi ki varmış dedirtiyor. Ama öyle mi olmalı?. İletişimi gazeteciler yapmalı. Yapabilmeli. Haber gerektiği gibi sorgulanmalı. Profesyonel bir süzgeçten geçmeli. Sosyal medyanın havuzu gibi halka tamamen açık aynı anda da hatasını en aza indirmiş olmalı! Zira haber yeri ve zamanı geldiğinde ağır ve de öldürücü bir silahtır. Hele toplulukların protestoları sırasında… Mesele bu… Sosyal medyaya ihtiyaç arttıkça tehlike de artıyor. Haberin arasına öfke, nefret, öteki olmak gibi gerekçeler girebiliyor. Gerçek dışı unsurlar da katılabiliyor. Ve gerçeği görmek, bulmak zorlaşıyor. Gerçek uzaklaşıyor.
Teksas’dan CNN (İnternational) canlı yayınla Taksim Gezi parkı olaylarını verdi. İzledim… Sunucu protestocu gençlerden İstanbul’dan aldığı notu okumak aktarmak zorunda kaldı; “Bana Türkiyeden ısrarla iletilen bir konu var. Burada onu da aktarmalıyım. Gezi olayları başladığında Türk televizyonları bazı haber kanalları olayı görmemiş. Penguen dokümanteri yayınını sürdürmüşler. Bugün Türk meslektaşlarımız inanılmaz bir ölçüde itibar kaybına uğradı. Tabii orada ağır bir baskı olabilir!”

Medyanın itibar kaybı inkar edilemez! Katılamadığım yorum da yaptılar. Bundan önceki hükümetler bu tür gösterileri anında bastırır, uzamasına fırsat vermezdi dediler… Oysa Türkiye değil 20 yıl öncesinin artık bir hafta önceki ülke de değil. Gezi parkını dolduran ve direnen bu gençler DÜNYA ile iletişimde… Dünya’nın her yerine anında ulaşabilecek bir tekniği kullanabiliyorlar. Daha da önemlisi siyasi önceliklerini söz demokrasi olunca ikinci plana itip tek yürek olabiliyorlar. Gerçeği saklamak, olayları saptırmak, halkı kandırmak daha da zor… Artık imkânsız.
Yaniiii... Aman duyulmasın demenin bir anlamı yok… Artık koltuğunu sağlama almak için yandaş olmak, yaranmak yetmiyor... Foyalar ortaya çıkıyor…

12 Haziran 2013

CİNAYET VAR…KATİL YOK!...

Cahil her sözünde kendini aklar!
Alim her sözünde kendini yoklar.

FORT  WORTH - Gazeteciliğin hak ve sorumlulukları bildirgesini meslekteki 54 yıl boyunca (Şimdilerde kendimi çok gazeteci hissedemiyorum ama..) kelime kelime sindirdiğim ve her satırını koruya koruya bugünkü yanlızlığa nail olduğum o ilkleri acaba ben mi hatalıyım kuşkusuna düşüp yeniden okumak zorunda kaldım… Kendimi bir kere daha yokladım…
Bazı ünlü ve en önde gelen (zaman zaman değil her zaman her dönemde) gazetecilerin bazı şeyleri nasıl yaptıklarını görünce kelime dağarcığım patladı.. PES… PES… PES doğrusu…

Hatırlatayım… Kimse okumaz kimse aldırmaz!. Yapılan işe hala gazetecilik diyorsanız bunun olmaz ise olmaz kuralı neydi?… Belki de bir zamanlar da demem gerek.
* Gazeteci; temel bilgileri yok edemez, görmezlikten gelemez ve metinlerle belgeleri değiştiremez, tahrif edemez. Yanlış, yanıltıcı ve tahrif edilmiş yayın malzemesi kullanmaktan uzak durur.

*Gazeteci, bilgi, haber, fotoğraf, görüntü, ses, belge elde etmek için yanıltıcı yöntemler kullanamaz. (Gazetecilerin hak ve sorumluluk bildirgesinden)
Bu cümlenin her hangi bir yerine NTV’nin her zaman yorgun, masayı dolduran demirbaş sunucusunun yayın sırasında kendinden emin bir resmini koymak ve hatırlatmak gerekiyor…

“Arkadaş sen ne yapıyorsun?”                                             
Koskoca afişi silme yetkisini sana kim verdi? Ne zaman verdi? Nasıl Verdi? Senin hiç bir itirazın olmadı mı? Bunca yıllık gazetecisin! Nedir bu demedin mi? Haberin mi olmadı? Yayın yaptığınız binanın önünde halk yaptığın yanlı yayını olan bitenin tamamını duyurmadığın için yönetimi ikaz etmedi mi? NTV habercilerine reva gördüğünüz haksızlığı affetmek meslek adına görmezden gelmek mümkün mü? Makyajına pür dikkat kesilmişsin… Beyaz ceketin yaptığın işi aklamaya yetmiyor…

Görmezden gelemezsin… Dur sana hatırlatayım. Elinde kalemin yüzünde çok ciddi ve ağır başlı bir hava var. Arkanda Atatürk Kültür Merkezi binasının ön yüzünü nerede ise kaplayacak kadar büyük afişler var… “Boyun eğme… Sendikalar göreve genel greve…” Ve tam sağ kulak hizanda sansürlediğin afiş var. Yayınladığın görüntüde “kes sesini”  yazısı kalmıştı. Aslında üç kelime iken sen arkanda kalan görüntüyü bile sansürlemişsin. Pes doğrusu. Üç kelime, üç satır anlaşılan görüntüne de dokunmuş. Sana dokunduğu yetmemiş! Milleti enayi yerine koymayı  denemişsin… Sayın meslektaşım… Senin tek aklına karşı yürüyen on binlerin aklı yok mu? On binlerin bakan dikkatli gözleri yok mu? O üç kelimeden tayyip kısmını kurtarmışsın… Keşke dokunmasaydın… Böyle bir hakkın yok… Benim gibi konuyu zor kavrayanlar da olabilir. Ben üçüncü satır tayyip kelimesi çıkınca “kes sesini” hitabını sana yapılmış sandım…
*Polis kardeş… Gerçekten gözlerimizi yaşartıyorsun!..

*Yeter artık yaaaa… Polis çağıracammm….
*Alkol yasaklandı, millet uyandı!...

* İSYANBUL..
Yaratıcı sloganlar tüm direniş boyunca hala bir umut IŞIĞI !
Oysa Medyada kapkara noktalar hızla büyüyor… Mesleğe baskı dün vardı. Bugün de var. Yarın inanılmaz bir boyuta ulaşırsa şaşırmam!. Şimdiden korkum YARIN… Sorum şu olur; Medya olarak şu anda yok olmadık mı? Size kim inanacak... Var olan olayları yok saydınız, kendinizi yok etmediniz mi? Halkın “yaşam tarzım yok ediliyor” feryadını hak arama seslerini nasıl yansıtacağız?.. NTV ve aynı görüntüdeki pek çok yayın organına kim inanabilir? Yayın yetkililerine önce kendi kadroları inanır mı? Sizler muhabirlerinizin, kameramanlarınızın emeklerini yok ettiniz, çektikleri görüntüleri yayınlamayarak meslek aşklarını, sevgilerini öldürdünüz! İlk ihanetleriniz kendi arkadaşlarınıza, kendi kadrolarınıza… Halk adına sizden ne bekleyebiliriz ki! Manzara değişmiyor… CİNAYET VAR! KATİL YOK!
................................................................................................

KAMA
İçişleri Bakanı Güler
İstanbul valisi Mutlu ise
Oturup ağlama vakti gelmiştir..

9 Haziran 2013

Medya çöktü, yaşasın “sosyal medya”!


Yanımda oturan genç devamlı elindeki cep telefonuna bakıyor. Oğlum da öyle. Zamane gençleri diyorum içimden. Doğum günü kutlamasındayız. İnsan kafasını kaldırıp etrafı ile bir ilgilenir.
Bir yandan da aklım Gezi Parkında. Anlı şanlı medyamızda “tık”yok. Sanki hayal alemindeler. Havadan sudan programlarla zaman dolduruyorlar.
Mesleğim beni bırakmıyor. Hayalimde gazete yapıyorum.
Birinci sayfanın fotoğrafını buldum bile.
İki kadın. Biri biber gazına karşı kılını kıpırdatmadan duran modern giyimli kırmızılı kadın.
Diğeri bir nine. Beyaz başörtülü.
Birinin isyanı sessiz, diğerininki sesli.
Biri beni dürtüyor. Ayılıyorum.
Torunumun doğum gününde Yeniköy’de bir yerdeyiz. Günlerden 1 Haziran.
Yanımdaki genç soruyor: “Siz Mete’nin dedesi misiniz?”
“Evet” diyorum. “Ben de Mete’nin servis arkadaşı Ömer’in babasıyım. Ömer’in dedesi de gazeteci”.
Yanımdaki genç bunları söylerken cep telefonuna tekrar tekrar bakmayı sürdürüyor.
Ben de meraklanınca bana fotoğraflar gösteriyor.
Kadıköy’den vapura binen insan selini.
Beşiktaş’tan yükselen gaz bulutlarını.
Sivil giyimli belinde tabanca bulunan birinin kasklı polislerle birlikte  kıstırdıkları bir göstericiyi acımasızca dövmelerini..
Bir ara dertleniyor genç adam ve oğlum. “İnterneti kestiler” diyorlar.
İnternet için çırpınıyorlar. Olaylara ulaşmak için anlamadığım sanal programları, birbirlerine aktarıyorlar.
Dedeyiz ya. Lafa giriyoruz. “Çok mu acil bu seyrettikleriniz” diye soruyorum. Öyle ya. Bir kutlama var. İnsanlar geliyor. Çocuklar koşturuyor.
Hiç ummadığım bir cevap alıyorum gençten.
“Akın Bey. Olayların içindeki arkadaşlar fotoğraf çekip Facebook’a koyuyorlar. Biz de o fotoğrafları ve filmleri paylaşıyoruz. Herkesin her arkadaşı paylaşınca fotoğraflar binlere ulaşıyor. Dünyanın öbür ucundakilerin bile haberi oluyor. Ben paylaşmazsam zincirin bir halkası kopar”.
O zaman anlıyorum bu sosyal medya olayını. Hepsi iyi niyetli gönüllü gazeteci. Fotoğrafı ya da filmi çekiyorlar. Koyuyorlar Facebook’a. Biliyorlar o fotoğrafın binlere ulaşacağını.
Ne genel yayın müdürünün ne de yazı işleri müdürünün okeyini bekliyorlar.
Hepsi tek başına gazete. Her birini birbirine bağlayan facebook.
Ve tek bir fotoğraf ya da iki satır yazı anında tüm dünyaya yayılıyor.
…Ve ortaya inanılmaz bir iletişim hızı ve gücü çıkıyor. Tabii yalan yanlış bilgiler de havalarda uçuyor.
Şunu anlamak gerekiyor artık; İktidarlar görsel ve yazılı medyayı susturabilirler ama sosyal medyayı susturacak, interneti kesecek bir güç yok henüz.

6 Haziran 2013

İÇİNDEN KATEDRAL ÇIKAN CAMİİ !

Suzan Abla gitti, gördü, yazdı:

Endülüs gezimiz sürüyor. Granada’yı ardımızda bırakıp Cordoba'ya doğru yola çıkıyoruz. Granada'daki Flamenco gösterisini daha sonra Sevilla'dakiyle birlikte anlatmak için bir sonraki yazıya bırakarak. Cordoba'ya giderken uçsuz bucaksız zeytinlikler arasından ilerliyoruz. Bizdeki gibi zeytin ağaçlarını konutlara kurban etmemişler. Zeytinyağı fabrikaları bile çok az. Cordoba'da zeytincilik masterı yapan kuzenimden öğrendiğime göre fabrikalar zeytincilik kooperatiflerine aitmiş.
Yolda eski bir tren istasyonunda mola veriyoruz. Birkaç kelime Türkçe öğrenmiş satıcı genç, zeytinyağı satıyor. Tek katlı, en fazla iki katlı evlerin olduğu bir köy burası. Küçük molanın ardından yeniden zeytinlikler ve Cordoba...

Endülüs'ün başkenti
Cordoba eski adıyla Kurtuba. Endülüs'ün başkenti. 1236 yılına kadar halifeliğin de başkenti olmuş. O dönemde nüfusunun 500 bin olduğu tahmin ediliyor. Zamanının bilim, sanat, kültür merkeziymiş. Kurtuba Camii, aynı zamanda ilk üniversite. Avraupa'nın en gözde üniversitesi burasıymış. . Aristo'nun eserleri Latince'den Arapça'ya çevriliyor. Avrupa'nın Avicenna olarak tanıdığı filozof hekim İbn-i Sina, Mukaddime adlı kitabıyla Osmanlı tarih anlayışını derinden etkileyen İbn-i Haldun, ortaçağın ilk Aristocusu İbn-i Meymun'un yolu hep Kurtuba'dan geçiyor.

Cordoba'nın en önemli yapısı Mekke'dekinden sonra dünyanın en büyük camii olarak bilinen Cordoba Camii. İspanyollar mescit anlamına gelen Mezquita diyorlar. Tabii artık burası sadece katedral.. Endülüs'te yer isimlerinin çoğu Arapça'dan türemiş. Cordoba'nın ortasından geçen Guadalguivir (Vad'il Kebir) Nehri'nin kenarında inşa edilmiş Cordoba Camii.
 
786. yılında 1. Abdurrahman tarafından temeli atılan Cordoba Camii, eklemelerle büyümüş. İlk yapıldığında 75 metre eninde ve 100 metre boyunda olan camii, bugün 180 metre uzunlukta ve 135 metre genişlikte dev bir yapı. Caminin çevresini 12 metre yükseklikte kalın duvarlar çevreliyor. Duvarları avluya açılan devasa kapılar bölüyor. Ama her kapı açık değil.

Sütunlardan orman
El Hamra Sarayı'nı, gitmeden önce gözümde çok büyütmüştüm. Beklentim yüksek olduğu için belki de bir şeyler eksik kalmış gibi geldi bana. Cordoba Camii ise tam tersi. Çok fazla bir  şey beklemediğim için olabilir mi bilmiyorum beni büyüledi. Dünyanın en fazla sütun kullanılan mabeti, bir mimarlık şaheseri. Başta 1293 sütundan oluşan camiinin katedrale çevrilmek için birçok sütunu heba edilmiş. Camiinin ortasına 1523'te katedral eklenmiş. Matruşka bebek gibi.


İçinden katedral çıkan camii. Bugün 850 adet sütun bulunduğu söyleniyor. Sütunlardan oluşan 19 paralel yol, 36 yolu dik açıyla kesiyormuş. İçeri girer girmez sütunların arasında objektifimi hangi alana çevireceğimi bilememe kararsızlığı yaşıyorum. O kadar güzel fotoğraflar verir ki burası. Daha güzelini her zaman çekebilirsiniz. Sütunların çoğu granitten ve çeşitli taşlardan yapılmış. Sütunların başları, sadece bu camide olan iki katlı kemerlerle destekleniyor. Kiremit rengi kemerler çok güzel bir görüntü veriyor.
Mihrab ve minber de çok özel. At nalı şeklindeki mihrap, fildişi, altın ve değerli taşlardan yapılmış. Mihrabın kemerinin dayandığı sütunlardaki işlemeler göz alıcı.

Cordoba Katedrali'nin Müslümanlar için de yeniden ibadete açılması için girişimler olmuş ancak bu sonuçsuz kalmış.
Cordoba Camii'nin bahçesindeki şadırvanlar kaldırılmış. Caminin girişindeki sütunların araları kapatılmış. Bahçesine narenciye ağaçları dikilmiş, havuz ve mudejar (Endülüs mimari tarzı) çeşmeler yapılmış. Caminin minaresi de yıkılarak çan kulesine dönüştürülmüş.
Cordoba Camii, dünyanın sayılı eserlerinden biri. İspanya'ya gidecekseniz mutlaka görülmeli,...

2 Haziran 2013

Öteki yüzde elli!

Fort Worth-( Gezi Parkı protestosunun beşinci günü)

Endişelerimi sıralarken sözü ninemin küpünü salladığım zamanda bırakmıştım... Hemen her sallamanın tehlikeli olduğunu tekrarlayarak. Küpün ağzını kapayan derinin gerileceğini, bunu fark edip kontrol tapasını kullanmak gerektiğini ekleyerek!
Gezi protestosunda yeşilin korunması kadar iktidarın yürütürüz zannettiği dediğim dedik özgürlüğü ve sandıktan ben çıktım halk beni seçti ben yaparım olur alışkanlığını sürdürmesi ve hemen hemen her konuda işin özünü iktidar küpü ile sallamasına, dikte etmekten bıkmaması her şeyi her zaman kendi bildiği şekle dönüştürmesine karşı çıkış değil mi?

Özgürlüklerin aşınmasına Anayasal hakların sallandıkca boyun eğmeye döndüğünü fark etmenin korkusu birikmiş bu korkunun tepkisi yok mu?
Gösterilerde beni çok etkileyen cümlelerden biri şu oldu:“Tayyip baksana kaç kişiyiz saysana”  Başbakan saymadı... Asla saymayacak!...

Taksim’e yürüyüş kimin feryadı olabilir? Bugüne kadar sesi kesilmişlerin, solukları şu veya bu şekilde tıkanmış, çaresizliği ve umutsuzluğu sindiremeyenlerin şu veya bu şekilde ne söylerlerse söylensinler, 76 milyonun hükümetiyiz dese de başbakanın onları dinler gibi yapıp asla dinlemeyeceğini bilenlerin olabilir mi?
Topçu Kışlası öfkeyi tek başına anlatmıyor... İstanbul Vali’sinin, Belediye Başkanının, Emniyet Müdürünün yaptığı açık olmayan açıklama da gaz bombası gibi göz yaşartıyor!. Görüntü netleşmiyor. Hepsi söz birliği içinde AVM YOK derken zihnim bana kesin vardır diyor. Neden acaba? Başbakanı çok mu iyi tanıyorum?. Hayır icraati dikkatli izliyorum. O nedenle endişem büyüyor... Tehlike de... Kışkırtma imkânları öfkeyi sivriltecek bilgiler pompalanıyor. Panzer altında kaldığı ileri sürülen bir sivil resminin 10 yıl önce başka bir ülkede yaşandığı gibi... AKP yetkilileri savunmada ne dedi: Bozdağ: “CHP nin ürettiği cepheleşme siyasetinin bir ürünü” Çelik “Asla AVM diye bir şey yok... Olursa ben gider orada yatarım.” Başbakan diğer siyasetçilerden daha açık... Satır arasına sokmadan satır önünde ne diyor!

“Topladıkları kalabalıkların bir önemi yok. Onların 5 bin insan topladığı yerde ben 100 bin kişiyi hazır ederim. Meseleyi o noktaya getirmek istemiyorum. Bakın söylüyorum. Bu projeyi yapacağız. Topçu Kışlası’nın altı giriş katı geniş bir alan. İstenen yapılabilir. İstenirse AVM yapılır”.
Ben neredeyse dünyanın öbür ucundan, çok uzaklardan gidişi korku ve üzüntü ile seyrettim. Son 20 yıldır mesleğimin kansere yakalandığını biliyordum. Gerçeği arama derdinin ortadan kalktığını, damara göre şerbet vermenin meslekte marifet olduğu biliyordum. Gene de Gezi protestolarının yaşandığı son 5 gündür fatiha okumak için mezarını arıyorum. Mezar taşı bile kalmamış. Allahtan küçümsedikleri sosyal medya var. Meslek yok olmuş. Meslektaşlarım silinmiş. Doğru söylenleri 9999 köyden kovmuşlar. Gazetecileri yok edecek, doğruları saklayacak köy kalmamış olabilir mi? Ama kocaman medya da uzunca bir zaman tek satır yer almadı!

Bu olay gene de önemli bir dönüş noktasıdır. Taksim de halay çekenler öldüresine nefretle saldıran bir polis bekliyor muydu? Öğrendiler. Öğrendiler mi acaba? Siyasetin afyon veren yatıştırıcı soluğu kimi ne kadar inandıracak? İktidar polis gücünü 10 yıldır yetiştirdi eğitti ve Taksim’de halkın üzerine sürdü! Sistemler ele geçerken feryatlar duyuldu mu? Gazete sahipleri köşelere sıkıştırıldığı günlerde hangi iletişim grupları ne zaman ne kadar karşı çıktı? Şimdi işin aslı nedir deme zamanıdır. Uzun ince bir yolun başındayız. Zorbalık artacak. Zorbalık arttıkca parti ayrımı kalkacak. Özgürlüğünü koruma için ayağa kalkabileceğini gösteren güç HALK olacak..
Köprü’yü Kadıköy’den Taksim’e yürüyebileceğiz... Halk yürüdü... Nefretimizi sadece bizi yaralayan, gaza boğan, döven öldüren POLİS’ e değil, polisi böylesine kurgulayan, bu nefretle eğiten ve emir verenlerden hesap sormasını da bileceğiz... Öğreniyoruz... Belli ki ÖZGÜRLÜK tereyağına ulaşmak için daha çok küp sallayacağız... Ve hemen bütün dünya biliyor şimdi... Ülkemde bir de ÖTEKİ % 50 var...