29 Haziran 2008

Sokaklar ve "orada" kalan güzel anılar!...

Çoğumuz bir sokakta koşuşturmuş, arkadaşlar, dostluklar edinmişizdir, sokak anıları ile büyümüşüzdür. Küçüklüğümüzde her tarafta siteler olmadığı için “sokak kültürünü” iyi biliriz.
Şöyle hafızamı zorladığımda ilk aklıma gelen ve bende derin iz bırakan sokak, Yeldeğirmeni’nde yıllarca okula gidip geldiğim, top oynadığım, çok sevdiğim Ermeni asıllı arkadaşım Rober’in evinin bulunduğu sokaktır. Bu sokağın bende iz bırakmasının önemli bir nedeni de var;
6-7 Eylül olaylarını biliyorsunuz. Bu olaylardan Yeldeğirmeni semti de nasibini almıştı. Bölgede çok sayıda Rum ve Ermeni aile oturuyordu. Evler basılıp, dükkanlar tahrip edilirken, Türk bayrağını kapıp büyük bir heyecanla Rober’in oturduğu eve koştuğumuzu, mahalle arkadaşlarımla birlikte Roberlerin kapısına Türk Bayrağı astığımızı hatırlıyorum.
Umarım “O KARA” günleri görmez bir daha ülkemiz.
Ne diyor sözlük sokak için:
"Yerleşim bölgelerinde iki yanında evler olan, caddeye oranla daha dar veya kısa olabilen yol". Evet. Şimdi gezdiğim yerlerde çektiğim “sokak” fotoğraflarını sizlere sunuyorum.
Bu sokakları çekerken bir gün blog açacağımı, bu fotoğrafları orada yayımlayacağımı ve Rober’i hatırlayacağımı aklımın köşesinden bile geçirmemiştim.
Bir an eski günlerinize döner sokaklarda geçirdiğiniz zaman dilimlerini hatırlarsınız umudu ile sizleri “değişik sokaklarla” baş başa bırakıyorum:
İstanbul'da eski bir sokak. Bu fotoğrafı nerede çektiğimi hatırlamıyorum.
Tarihle iç içe yaşayan Zeyrek'te bir sokak. Bu fotoğraf da bir hayli eski. Ahşap evler hala ayakta mı bilemiyorum.
Tarihi Ankara kalesi'nde dar sokaklardan biri.
Safranbolu'nun tipik sokaklarından biri.
Mudurnu'da eski evler sizi karşılıyor.
Mudanya. Tipik eski evler insanı tarihe götürüyor.
Eski bir fotoğraf daha. Bursa sokaklarından biri.
Bursa Gölyazı. Tüm sokaklar göle açılıyor.
Bursa Cumalıkızık'tan bir sokak. Osmanlı zamanından günümüze kadar gelmiş bir sokak.

28 Haziran 2008

Ameliyat çok başarılı geçti ama!..

1Temmuz'dan itibaren elektriği yüzde 21 zam geliyor. Vatana millete hayırlı vesileler olsun. Bu konuda en güzel yazıyı yine Sevgili Yılmaz Özdil yazdı. İşte o güzel yazı:

Elektriğe yüzde 21 zam geldi.
Niye?
Ekonomi Bakanımız açıkladı:
"Tasarruf sağlamak için!"
*Güney Afrika...
Cape Town’da bir hastane.
311 numaralı yoğun bakım odasında yatan hastalar, esrarengiz şekilde ölüyordu.
Bir değil, iki değil, habire...
Üstelik, hep cuma günü!
Medya durur mu, üstüne atlar tabii...
Manyak doktor öyküleri yazılır hemen.
"Sapık hemşire mi?" falan...
Sağlık Bakanlığı devreye girer.
311 numaralı odaya hassas ölçüm cihazları yerleştirilir; acaba klimalara bakteriyolojik bir saldırı mı vardır?
İncelenir...
Yoktur.
Polis devreye girer.
Ölen hastaların yakınları, arkadaşları tek tek incelenir; doktorların, hemşirelerin, hastabakıcıların özgeçmişleri, ilişkileri titizlikle elden geçirilir...
Nafile.
Hastalar şakır şakır sizlere ömür!
Biri çıkar der ki:
"Gizli kamera koyalım..."
311 numaralı yoğun bakım odasına gizli kamera yerleştirilir, 24 saat kayda başlanır.
Pazar, salı, perşembe, tık yok.
Ve, cuma günü...
311 numaralı odaya temizlikçi kadın girer...
Çünkü, her cuma günü, 311 numaralı odanın temizlik günüdür...
Yoğun bakımdaki hastalardan birinin solunum cihazının fişini çıkarır, beraberinde getirdiği elektrik süpürgesinin fişini takar, sakin sakin temizliğini yapar, sonra solunum cihazının fişini yerine takarak, görevini yapmış olmanın huzuru içinde evine gider.
*Hayırlı tasarruflar.

"Kene mene" derken böcekleri kovan bitki var!...

Yaz hızlı geldi. Sıcaklar birden bastırdı ve en önemlisi okullar tatil oldu. Piknik yerlerinin önünden geçerken bir şeye dikkat ettim; hepsi piknik alanlarının ilaçlandığına dair afişler asmışlar.
Kene ısırmaları ile ilgili haberlerin çoğalması insanları tedirgin etmiş durumda. Tabiatın dengelerinin değiştiği bir gerçek.
Ben sizlerle bu yazımda böcek ısırmaları ve sokmalarına karşı bitkiler yoluyla ne gibi tedbirler alınabilir konusunu paylaşacağım;
DAĞ NANESİ veYABAN FESLEĞENİNİN güçlü bir haşarat kovucu oldukları bilinir. Romalı bilgin Pliny fesleğenin pirelere karşı etkili olduğunu keşfetmişti.
Dr. James A. Duke’nin Yeşil Eczane kitabına göre FESLEĞEN böcek kovucu olarak kullanılır. Hintlilerin fesleğen yaprakları ile vücutlarını ovarak böceklerden korundukları bilinir.
DAĞ NANESİ bulabilirseniz birkaç yaprağını koparıp cildinizi ve giysilerinizi ovun. Eğer hamile iseniz fesleğen ve dağ nanesi kullanmayın.
Haşarat kovucu olarak kullanılan bir diğer bitki de LİMON OTU’dur. Limon otu genellikle mumlarda kullanılır ve mum yandıkça kokusu haşaratları uzakta tutar.

26 Haziran 2008

Hamsiyi tavada pişirmenin yeni yöntemi!...

İzmir' de oturan Akile hanım balıkçıda taze hamsi görür ve alır. Eve geldiğinde balıkları temizler, “habulari bi tavaliyayim” der , hamsileri mısır ununa bular ve tavaya dizer. Bir taraflarını pişirir, çevirmek için tavadaki yağı bir kaba alır. “Maşalan(maşa ile) çevirursam baluklar dağilur, atu kapayim da oyle çevireyim” der. “Belki yere düşürürüm” der ve balkona çıkar, tavayı şöyle bir ileri geri sallar ve balıkları havaya atar. Balıklar ters dönmüşlerdir ama yarıya yakınını yakalayamaz. Balıklar üçüncü kattan aşağıya düşerler. Aşağıdan “yandım anam” diye bir feryat gelir . Bakınca balıkların oradan geçen birinin başına düştüğünü görür “eyvah adamı yaktuk” diyerek içeri kaçar. Adamın kokuyla onu bulacağını düşünerek kapıları, pencereleri ve perdeleri sıkıca kapatır..
Bir süre gelen olmayınca bir oh çeker ve “adamun saçi da yokti, hamsi da peruk gibi yapişti kafasina, yaktuk adami” deyip gülmeye başlar.

20 Haziran 2008

Türk evlerine sanal bir yolculuk!...

Evler özellikle eski evler, gezdiğimiz bölgelerde ilgimi her zaman çekmiştir. Bu konuda fazla bir bilgim yok ama Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın internet sitesinde bu konuda geniş bilgi bulmak mümkün.
Sitededeki bilgilere göre biz Türk evi olarak Osmanlı İmparatorluğu'nun miras bıraktığı, zamanımıza gelen örnekleri 17. yüzyıla kadar uzanabilen evleri kastediyoruz.
Türk evinin en önemli öğesi oda. Nitelikleri pek az değişmiş. Dış ve açık sofalı tipler, köşklü ve eyvanlı uygulamalar dikkati çeker. Odalar birbirine bitişik değil aksine, sofanın uzantılarıyla birbirinden ayrılmış. Çok katlılık bir diğer özellik.
En az iki katlı olup üst kat yaşama katıdır. Çatı biçimi dört yana eğimlidir, girinti ve çıkıntılardan kaçınılmış. Saçaklar geniş ve yatay. En belirgin yapım sistemi ahşap çatkı arası dolgu veya bağdadi olan örneklerdir.Bu evlerde zenginlik, oda sayısına ve süslemeye etki eder.
Türk evinde ana yapım malzemesi ahşap, yapım yöntemi olarak da ahşap çatkı seçilmiş. Bu yöntem bir geleneğin devamı olduğu kadar, Anadolu ve Rumeli'nin ormanlık bitki örtüsüne uygun olduğu gibi, bölgenin deprem alanı olması dolayısıyla da yararlı olmuş.
Türk evlerle ilgili teknik bilgiye boğmak istemiyorum ve sizleri çeşitli yörelerde çektiğim ev fotoğraflarıyla baş başa bırakıyorum:
İstanbul Yeniköy'de bir yalı.

Şanlıurfa'da taş evlerin bulunduğu bir sokağın girişi.
Topkapı Sarayı'na giden dar sokak. Eski evler restore edilmiş.
Bilecik Söğüt'te bir ev. Ertuğrul Gazi Kültür Evi olarak kullanılıyor.
Safranbolu evlerinden tipik bir görüntü.
Mudurnu'da restore edilmiş Türk evleri.
Mudanya'da deniz kenarındaki evlerden bir görüntü.
Trabzon yaylarında Kaçkar Dağı eteklerinde bir yayla evi.
İstanbul Yeniköy'de tek tük kalmış ahşap evlerden ikisi. Biri restore edilmiş.
Göreme'de dizilerle şöhrete ulaşan evlerden biri.
Köyceğiz'in girişinde yapılmış örnek Türk evi.
Osmanlı zamanından kalma Bursa Cumalıkız evleri.
Ankara Kale içindeki tipik evlerinden biri.
Kaynak:Kültür ve Turizm Bakanlığı

19 Haziran 2008

Akşam yemeğini fazla kaçırınca!...

Sıcaklar bastırdı. Sıcakların üstüne bir de akşam yemeğini fazla kaçırdınız. Yürüyüş yaparak yediklerinizi sindirme şansınız da yok ne yaparsınız? O dolu mide ile yatar, uykusuz bir gece geçirirsiniz. Ya da korkunç rüyalar görüp uykudan uyanıp yatakta dikiliverirsiniz.
Çok sayıda insan uykusuzluk çekmemek için yatmadan önce PAPATYA çayı içiyor. Dr. Andrew Weill mide rahatsızlıklarına karşı evdeki en güçlü ilacın papatya ve nane çayı olduğunu belirtiyor.
NANE’nin sindirim güçlüğüne iyi geldiği artık herkesçe biliniyor. MELEK OTU’nun köklerinin sindirim güçlüğü, hafif mide kramplarına, iştahsızlığa iyi geldiği belirlenmiş. ZENCEFİL’in araç tutması ve mide bulantılarına karşı etkisi kanıtlanmış. 2-3 çay kaşığı zencefille yapılan çayın sindirim güçlüğüne iyi geldiğini unutmayın. Sindirimi rahatlatan bir başka bitki de KİŞNİŞ. Kişniş yağının gaz giderici, antiseptik, anti bakteriyel, anti mantar ve kas gevşetici özellikleri var.

16 Haziran 2008

Yeni Camii önünde bir anlamsız “ŞEY”!...

Son zamanlarda Eminönü’nde Yeni Cami’nin etrafını gezdiniz mi? Gezenlere soruyorum; bir şey dikkatinizi çekti mi?
Fotoğrafta gördüğünüz lalelere benzeyen, meydana kondurulmuş bu şey neyin nesi? Bir süs mü, bir hatıra mı? Tarihi bir desen mi?
Nedir bu yahu? Bir bilen varsa beni de aydınlatsın!...

13 Haziran 2008

Kaptanımız köy düğünlerine dümen kırınca!...

Çocukluğumda Rumelifener’inde yapılan köy düğünlerinin tadı hala damağımda.
Köyümüz balıkçı köyü olduğu için düğünlerde balık sezonlarının sonu olan kasım ve temmuz aylarında olurdu. Köy halkı Karadeniz kökenli olmasına rağmen düğünler Rumlardan kalan adetlere göre yapılırdı.
Düğün gününden birkaç gün önce Sulukule’ye gidilir, oradan çalgı takımı ve çengilerle anlaşma yapılırdı. Düğünden bir gün önce çalgıcılar köye gelirdi. Fenere gelen çalgıcıları ekseriyetle Sibel Can’ın dedesi Cümbüşçü Elmas getirirdi. Takımda Klarnet (gırnata) cümbüş, darbuka, keman ve ut olurdu. Düğün sahibinin ekonomik durumuna göre iki veya dört çengi getirilirdi. Tercih edilen çengilerin başında Hanife isimli çengi gelirdi. Çalgıcıların köye gelişiyle hava değişir, müzik sesleri yükselir, o gün akşama kadar çarşıda mahalle aralarında çalgıcılar çalar, çengiler oynardı.
Çalgıcıların geleceği gün Köy başı denilen yerdeki eski top sahasında masalar kurulur, çalgı takımı için yer yapılırdı. Akşama bir iki saat kala düğün evinden yemekler, mezeler gelir, delikanlılar o masalarda rakı içerlerdi. Ve bu olanlar için kimse kimseyi ne ayıplar, nede yererdi. Hava kararınca lüks lambaları yakılır, direklere asılarak meydan aydınlatılırdı. Asıl düğün o zaman başlardı. Köy halkı gelir, erkekler meydanda, kadınlar hemen yandaki setin üzerine otururdu. Bu arada düğünü yöneten bir kişi olur ve herkes onu dinlerdi. Onun işaretiyle düğün başlar, çalgılar çalar çengiler çıkıp oynarlar ve arada bir içki içen delikanlıların yanına gidip göbek atarlar, delikanlılarda onlara para yapıştırırdı. Köyün delikanlılar ı da arada bir kalkıp kasap oyunu oynardı. Yalnız fenerde oynanan kasap Rum kasabıydı çok hızlı ve atlamalı oynanırdı. İstanbul’ da o şekilde kasap oyunu oynayan pek yoktu. Sadece bir kez Arnavutköy’de bir gazinoda Fener gençleri oynarken bir kadınla bir erkek Rum, kalkıp onlarla oynamıştı. Ağlayarak artık böyle oynayan kalmadı deyip Fenerli gençleri tebrik etmişlerdi. Bu eğlenceler gece yarısına kadar sürer, sonra halk dağılırdı. Çok sarhoş olan gençler, arkadaşları tarafından deniz kenarına topun altı denen yere getirilir. Orada sızan gençler denizden esen serin rüzgarla sabaha kadar ayılırlardı.
Düğün evinde sabahtan kazanlar kurulur, düğün yemeği pişirilirdi. Benim çocukluğumda o yemekleri genellikle babaannem pişirirdi. Ben de yanında olurdum. Yemekler genellikle düğün çorbası etli patates, pilav ve zerde şeklinde olurdu.
Düğün evinin bahçesinde veya avlusunda kurulan masalarda dışardan gelen misafirler ve köy halkı düğün yemeği yerdi.
Öğle saatlerinde düğün evinden uzak bir yerde güvey tıraşı yapılır bu tıraş iki üç saat sürerdi. Tıraş sırasında damadın arkadaşları yine kurulu masalarda içkilerini içerlerdi. Damat tıraş olurken erkek tarafı çalgılarla birlikte gelinin evine gelin almaya giderdi. Eğer gelin Fenerden değilse o zaman balıkçı tekneleriyle gidilir, gelin alınır ve deniz yoluyla yine teknelerle Fenere gelinirdi. Tıraş bittikten sonra damadın en samimi iki arkadaşı kollarına girer, çalgıcılar kasap havası çalarlar, delikanlılar kasap oynayarak damadı eve getirirlerdi. Bu geliş, köyün bütün sokakları dolaşıldığı için çok uzun sürerdi. Evin önüne gelinince damat koltuk için içeri gönderilirdi.( Koltuk gelinle damadın kolkola girerek evin bütün odalarını dolaşmaları ve bir süre yan yana oturmalarına denir) Damadın içeride kalış süresi uzarsa dışarda kasap oynayan gençler, taş atarak evin camlarını kırarlardı.
Damat koltuktan çıktıktan sonra artık düğün dağılırdı. Çalgıcılar biraz daha çalıp para topladıktan sonra Sulukule’ye gönderilirdi. Daha sonra damat evli bir arkadaşıyla birlikte köy başına çıkar, (bazı yörelerde sağdıç diyorlar) arkadaşı damada evlilikle ve ilk geceyle ilgili bilgiler verirdi.
O zamanki düğünlerin tadını unutamadım. Herkes birbirine hoşgörülü yaklaşır, kimse kimseyi içki içti diye ayıplamaz ve müdahale etmezdi. Köy halkına hoşgörü hakimdi. Yine öyle hoşgörülü olabilmek dileğiyle.

8 Haziran 2008

İki ayaklı “KENE”lerin mevsimi açıldı!...

Turist mevsimi açıldı. Galata rıhtımından bir gemi gidiyor, bir gemi yanaşıyor.
Dikkatimi çeken bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum:
Geçen yıl Yunan Adaları gezisi sırasında gemi müdürünün İstanbul’daki satıcılara dikkat çeken uyarısı ve olumsuz sözleri Türk yolcuları üzmüş, kızdırmıştı.
Şimdi çuvaldızı kendimize batırıyorum.
Kabataş İskelesi’nde gezi teknesini bekliyoruz. Boğaz’da kültür gezisi yapacağız. Bu arada bir grup Uzak Doğulu turistler de bekleşiyorlar. Sanırım onlar da tekne bekliyorlar.
Bir kaç seyyar satıcının amansız takibinden daha doğrusu “tacizinden” kurtulamıyorlar. Yapışmışlar "kene gibi" turistlere. Mutlaka ellerindeki malı satacaklar.
Bir ara tepem attı, “gidip müdahale edeyim” dedim.
Neyse ki tekneleri geldi turistlerin de o an için iki ayaklı "kenelerden" kurtuldular.
Şöyle arkanıza yaslanıp bir düşünün. O turistlerin yerine kendinizi koyun. Hiçbir Batı ülkesinde görmediğiniz bu yapışkan satıcılarla karşılaşmak ister misiniz?Ekmek parası diyenler olabilir ama ekmek parası ürküterek mi kazanılmalı?
Son zamanlarda eşimle bir çok şehir geziyoruz; her yerde aynı tavır; sizi gören esnafın çığırtkanları hemen yapışıyorlar size: “Hello, hello”.
Alacağımız bir şey varsa bile o dükkandan hemen uzaklaşıyoruz.
Nasıl bir satış mantığıdır bilemiyorum.
Yoksa böyle mi satış yapılmalı, ben mi çağ dışı kaldım?
Bir bilen varsa beni aydınlatsın.

6 Haziran 2008

Yeni bir sektör doğdu; DÜĞÜN sektörü!...

Yaz geldi, düğünler şenlendiriyor insanları. Düğün denince gençlik yıllarına gittim bir an. Evlenme hazırlığında olduğumuz günlerde, düğün yapmak bir tutku olmamıştı bizim için. Şöyle bir düşünce vardı o dönemin gençlerinde; düğüne neden para harcayayım ki?
Düğün parası ile bir güzel balayı yaparız, ya da eksiklerimizi tamamlarız.
Şimdi ise farklı bir düşüncenin gençlere hakim olduğunu görüyorum. "Düğün mutlaka yapılmalı".
Bu düşüncenin oluşmasında, gelişen ve çeşitli yan kuruluşlar doğuran düğün sektörünün rolünün ne olduğunu bilemiyorum ama bir özendirme olduğu da gerçek.
Geçenlerde sevdiğim bir dostumun daha doğrusu bir kardeşimin oğlunun düğününe gittim. Dostlarımı da görmek umudu ile. Taa Ankara’ya.
Düğünde gördüğüm gençlerin coşkusu bana şunu dedirtti:
Yeni nesil haklı. hayatta bir kere yapılacak bu düğün töreni, şenlik için mutlaka yapılmalı ve evlenenler yakınları ile bir gece de olsa doya doya eğlenmeli. Bu kadar olumsuz bir yaşamın içinde, bir gecelik coşku her şeye değer doğrusu.
Düğünler kültürümüzün bir parçası zaten. Anadolu bu kültürü yıllardır yaşatıyor. Büyük şehirlerde bir ara azalan düğün törenleri şimdilerde yine doruğa çıkmış durumda.
Ne diyelim; evlenenler ermiş muratlarına. Bize de ömür boyu mutluluklar dilemek düşüyor.

5 Haziran 2008

Cağaloğlu’nun değişen tabelaları!...

Geçenlerde yolum Cağaloğlu’na düştü. Anılarımı tazelemek için Sirkeci’den yola koyuldum, yıllarca yaptığım şeyi yeniden yaptım ve Babıali Yokuşu’nu yavaş yavaş tırmandım. Hürriyet’te gece çalıştığım dönemlerde tırıs tırıs yokuşu tırmanırken, evlerine bir an önce dönmek için yokuşu koşar adım hızla aşağı doğru inenlerin yüzlerine bakmayı adet edinmiştim. O, işten kurtulma ve eve dönmenin verdiği hazzı anımsatan yüz ifadelerine.
Ne diyorduk! Yavaş yavaş çıktım yokuşu. İran sefaretini geçtim. Eski Hürriyet binasını tekrar görmek istedim. Kafamı kaldırdım. Bir tabela ilişti gözüme. Kocaman harflerle yazılmış. WC. Man& Women.
Etrafa bakındım. Çok değişen bir şey göremedim. Demek ki tek değişen sıkışanların imdadına yetişecek bir WC imiş.
Ne denir? Benden söylemesi. Artık o bölgede sıkıştınız mı WC’niz hazır ve nazır!...

2 Haziran 2008

En ekolojik ürün DUT. Bol bol tüketin!...

Bugünlerde piyasada dut görünmeye başladı. Biliyorsunuz dutun ömrü çok kısa. Toplandıktan sonra hemen tüketilmesi gerekiyor. Bu nedenle de piyasada uzun müddet duramıyor.
Geçenlerde televizyon programında bir uzman, en doğal meyvenin dut olduğunu söylüyordu. Dutun yetişmesinde hiçbir kimyevi maddenin kullanılmadığını açıklıyordu.
Gerçekten dut çiçekten üremiyor. Doğrudan doğruya meyve veriyor. Bu nedenle kurt barındırmıyor içinde. Tarımsal ilaç istemiyor. Onun de için dut en ekolojik ürün.
Dutun faydalarını sıralamak gerekirse; beyaz dut yapraklardaki aktif bileşenler, hücre paslanmasını önleyici, antioksidan ve damar sertleşmesini önleme gibi özelliklere sahip. Japon uzmanlar, dut yaprakların aynı zamanda yüksek kan şekeri seviyelerini düşüren bileşikleri içerdiğini ileri sürüyor. Dut, kalsiyum, demir, B1, B2 ve C vitamini yönünden zengin. Beyaz dut yaprakları idrar söktürüp, vücutta biriken suyu da boşaltıyor. Beyaz dutun 15-20 gram yaprağı, 3 su bardağı ile kaynatılıp içilebiliyor.