31 Mayıs 2010

Tarihi Efes" harabelerinden "ESİNTİLER"!

3 BİN YILLIK KURULUŞ EFSANESİ: Hadrianus Tapınağı girişindeki frizde Efes'in 3 bin yıllık kuruluş efsanesi şu cümlelerle yer alır: Atina kralı Kodros'un cesur oğlu Androklos, Ege'nin karşı yakasını keşfetmek ister. Önce, Delfi kentindeki Apollon Tapınağı'nın kahinlerine danışır. Kahinler ona, balık ve domuzun işaret ettiği yerde bir kent kuracağını söyler. Androklos bu sözlerin anlamını düşünürken Ege'nin lacivert sularına yelken açar. Kaystros (Küçük Menderes) Nehri'nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yabandomuzu, balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir kent kurmaya karar verirler...
YUNANLI GÖÇMENLER: Efes bugün denizden çok içerlerde ama aslında bir liman kenti. Yunanistan’dan gelen göçmenler M.Ö 560 yıllarında Artemis Tapınağı çevresine yerleşmişler.
Günümüzde gezilen Efes ise Büyük İskender'in generallerinden Lysimakhos tarafından M.Ö. 300 yıllarında kurulmuş.
GÖRKEMLİ DÖNEMLER: Efes, Hellenistik ve Roma çağlarında en görkemli dönemlerini yaşamış.ALÜVYONLARLA DOLDU: Efes limanı kuzeyden gelen Marnas Çayı ve Küçük Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlarla dolar. Efes denizden uzaklaşır.
BAŞKENT OLMUŞTU: Efes önemli bir liman kenti idi. Bu konumu Efes'in çağının en önemli politik ve ticaret merkezi olarak gelişmesini ve Roma Devrinde Asia eyaletinin başkenti olmasını sağlamış.

23 Mayıs 2010

Şarap diyarı Şirin bir köy:ŞİRİNCE

HAFTA SONLARI DOLUP TAŞIYOR: Şirince, özellikle tatil günleri dolup taşıyormuş. Biz hafta arasında gittik ve kalabalık olmadan sakin sakin dolaştık köyü.
TAŞ EVLER: Şirince'nin özelliği tipik bir Rum köyü olması. Evler tabii taş evler. Köy turistik olunca tüm evler beyaza boyanmış.
YÖRESEL EŞYA ÇOK AZ: Şirince bağları, meyvaları ile tanınıyor. El işi hediyelik eşya çok az. Yöre halkı hediyelik ne bulmuşsa büyük şehirlerden getirip vitrinlere koymuş.ZEYTİN VE ÜZÜM ÜRÜNLERİ BOL: Dükkanlarda üzüm pekmezi, dut pekmezi, sızma zeytin yağı bulmak mümkün. Bunların hangileri o yörenin imalatı anlamanız zor.
AHŞAP SAKSILAR: Hediyelik eşyalardan en çok ilgimizi ahşaptan yapılan bu saksılar çekti. "Burada mı yapılıyor" sorusuna aldığımız cevap kaçamak bir cevaptı.
Eşim tutturdu Şirince’yi görelim diye. Halamı görmek, öpmek, hasret gidermek için İzmir’in yolunu tutmuştuk.
Şirince, Selçuk’un içinden sapılan ve dağların arkasında bir köy. İlçeden 8-9 kilometre bir mesafede ama virajlı yollardan dağlara çıkılıp gidiliyor. Eski bir Rum köyü. Tarihi dokusunu koruduğu için bugün turistik bir köy olmuş. Asıl adı Kırkınca. Bu ad zamanla Çirkince adını almış, Cumhuriyet yıllarında Çirkince adı Şirince’ye çevrilmiş.
Rumlar mübadele ile bu köyü terk edince, bölgeye Kavala'dan gelenler yerleştirilmiş. Bölgeye yerleşenler bağcılığı da getirmişler.
Köyün içinde yöresel şarap satan dükkanlar dikkat çekiyor. İsterseniz adres veriyorlar, kolilerle kargo yoluyla evinize kadar gönderiyorlar. Şarap aldığımız dükkanın sahibi "ilgi o kadar çok ki şarap yetiştiremez olduk" diyor.
Bağcılık ve zeytinciliğin yanı sıra, şeftali, incir, elma ve ceviz de yetiştiriliyormuş.
Şirince'yi gezince reklamın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördük. Dağların içine gömülmüş bu köy artık yol geçen hanına dönmüş.
Darısı, keşfedilmemiş nice güzel yörelerimizin başına.

20 Mayıs 2010

Hiç Şevketi Bostan yemeği yediniz mi?

İsmini duymuştum ama yemeğini yememiştim. Şirince'de bir lokantada önümüze geldi Şevketi Bostan. İsmi unutulacak gibi değil.
Otsu bir bitkiymiş. İri yaprakları tüylü. Yaprakların kenarları dikenli. Tarla kenarlarında, bahçelerde ve kırlarda yabani olarak yetişiyormuş. Onun için nadide ve pahalı bir ot diyorlar. Toprağın üzerindeki kısım kesilerek toplanıyor. İyice soyulduktan sonra dikenleri ayıklanıyor. Ege ve Akdeniz bitkisi.
Yemeğinin et, soğan, un, limon suyu, yumurta sarısı, yağ karışımı ile yapıldığını söylediler.
Bu yemeği yapmak isteyen önce bitkiyi bulacak tabii. Tarif için internette biraz gezinmek yeterli. Yemeği beğendiniz mi diye soracak olursanız "evet beğendik". Güzeldi.
Fiyatı hariç .

14 Mayıs 2010

19 Mayıs hepimize kutlu olsun!

İnadına Sevgi. İnadına Atatürk. İnadına Cumhuriyet!

9 Mayıs 2010

Yollar gitmekle bitmiyor, bitmiyor!

Bahar geldi ya,
Birkaç günlüğüne de olsa
Yine yollardayız!

7 Mayıs 2010

Gerçekten ana gibi yan olmuyor!...

Biri anne kucağında, diğeri sırada. Torunlarım Emre ve can.
Tüm annelerin, anne adaylarının anneler gününü kutlar, çocuklarıyla, torunlarıyla uzun bir ömür dilerim.

5 Mayıs 2010

Iraklı bir çocuğun ağlatan şiiri!...

Elektronik posta yolu bana gelen bir şiiri sizlerle paylaşmak istiyorum;
IRAK savaşında babası ve annesi ölen ve
kendisinin de bacakları kopan Müslüman bir çocuğun
savaşı yöneten Tommy FRANKS'a yazdığı şiir:

Merhamet hür Dünyaya bu kadar mı IRAK' tı?

Ben Basralı Ömer,
Belki haberin yoktur diye yazıyorum Mr. Franks.
Önce demokrasi yağdı göklerimizden,
Sonra özgürlük geçti üstümüzden
Palet palet.
Ve insan hakları namlularından
Saniyede bilmem kaç adet.

Demokrasi bizim eve de isabet etti.
Bir gün sonra anladım koptuğunu ayaklarımın.
Tam on sekiz adet insan hakları saymışlar
Vücudunda babamın.

Annem yoktu zaten
Ben doğarken ilaç yokluğundan ölmüş
Ambargo falan dediler ya Anlamadım.
çocukluk aklı işte
Oluşmadan sökülmüş.

Sizde de barış böyle midir Mr. Franks?
insan hakları çocukları yetim
Ve ayaksız bırakır mı orda da?
Düşer mi ayın kan gölüne aksi
Güpegündüz düşer mi Pazar yerine demokrasi?

Zenginlik
insanları korkudan uykusuz bırakır
Kuşlar gökyüzünü terk eder mi orda da?
Babamla mırıldandığım son dua dilimde
ayaklarımın hastanede ve giymeye
kıyamadığım pabuçlar kaldı elimde.

Çocukların var mı Mr. Franks?
Al, oğluna götür onları Bari işe yarasın
Kim bilir belki baktıkça
Bazen beni hatırlasın.

Bu nasıl demokrasi Mr. Franks?
Düştüğü
yeri yaktı
Merhamet hür Dünyaya
Bu kadar mi IRAK ' ti? size

2 Mayıs 2010

" Başarı için önce kaliteli öğretmen"!

Yine sevgili kardeşim Yılmaz Özdil. Köy enstitülerinin öğretmen yetiştirmedeki önemini vurgulayan ve "önce öğretmen" diyen yazısını sizlerle paylaşıyorum:

YGS
Manşetler ortak...

“Batman, İstanbul’u geçti!”

*Niye geçmesin ki?
Batmanlılar geri zekâlı mı?
*İtiraf edilmeyen, hatta inkâr edilen çıplak gerçek var aslında o manşetlerde... Demek istedikleri şu: “İstanbul zengin, Batman fakir, garibanın geride kalması lazım, nasıl olur da geçer?”
*Şöyle geçer...
*80’li yıllar, gazeteciliğe yeni başlamışım, üniversite sınav şampiyonları ha bire İzmir’den çıkıyor. Mutlu oluyorum tabii ama kötü bi huyum var, merak ediyorum, niye? O öğretmene sor, bu öğretmene sor, karşıma hep aynı öykü çıktı...
*Mesleğe başlayan öğretmen, “çırak”lık dönemini, Türkiye’nin en ücra köşelerinde geçiriyordu. “Kalfa”lık döneminde, Anadolu’nun orta halli şehirlerine geliyor... “Usta”lık döneminde, bi yolunu bulup, kapağı büyük şehre atıyordu. Hiç olmazsa emeklilik döneminde biraz gün yüzü görebilmek için, ömrü boyunca biriktirdiği üç-beş kuruşla, ev alıyordu... Ve, bu tercihini kullanırken, gelişmiş ama, geçinmesi makul, iklimi güzel, İzmir öne çıkıyordu. Dolayısıyla, İzmirli çocuklar, tecrübeli, babacan, şefkatli, sabırlı ve mutlu kadrolarla eğitiliyordu.
*Netice?
Şampiyon.
*Ya bugün?
*Aydın’ın Denizli’nin İzmir’i sollaması, ondan... İstanbul’un eğitim seviyesi sürünürken, burnunun dibindeki Yalova’nın Türkiye şampiyonu olması, ondan... Bu öğretmen maaşıyla, bırak ev sahibi olmayı, anca Batman’da geçinirsin, Batman’ın İstanbul’u geçmesi, ondan.
*Dedim ya, refah seviyesinin yanı sıra, iklim... Karadeniz’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun dökülmesi, Ege ve Akdeniz’in ilk 10’da yer alması, ondan.
*Ve...
*“Önce öğretmen” diyen “Köy Enstitüsü vizyonu” yerine, “Önce okul binası” diyen “tuğla kafa zihniyeti”ni koyarsan, boşver şimdi sen şampiyonu mampiyonu... Öğretmen göndereceğine, buzdolabı gönderdiğin coğrafyadan, getire getire anca şehit getirirsin.