31 Ağustos 2010

Eksiklik bazen insanın en güçlü yanı olabilir!

Elektronik posta yolu ile gelen ders niteliğinde bir hikaye daha;
Japonya'da bir çocuk 10 yaşlarındayken bir trafik kazası geçirmiş ve sol kolunu kaybetmiş. Oysa çocuğun büyük bir ideali varmış . Büyüyünce iyi bir judo ustası olmak istiyormuş. Sol kolunu kaybetmekle birlikte, bu hayali de yıkılan çocuğunun büyük bir depresyona girdiğini gören babası, Japonya'nın ünlü bir Judo ustasına gidip yapılacak bir şeyin olup olmadığını sormuş..
Hoca: -Getir çocuğu. Bir bakalım, demiş.
Ertesi gün baba-oğul varmışlar hocanın yanına. Hoca çocuğu süzmüş ve
-Tamam demiş. Yarin eşyalarını getir, çalışmalara başlıyoruz.
Ertesi gün çocuk geldiğinde hocası ona bir hareket göstermiş ve bu hareketi çalış demiş.
Çocuk bir hafta aynı hareketi çalışmış.
Sonra hocasının yanına gitmiş. "Bu hareketi öğrendim başka hareket göstermeyecek misiniz?" diye sormuş.
Hocanın cevabı:
Çalışmaya devam et olmuş...
İki ay, üç ay,altı ay derken çocuk okuldaki bir yılını doldurmuş..
Çocuk bu bir yıl boyunca hep o aynı hareketi tekrarlamış.
.Hocanın yanına tekrar gitmiş:
-Hocam bir yıldır aynı hareketi yapıyorum bana başka hareket göstermeyecek misiniz?
-Sen aynı hareketi çalış oğlum . Zamanı gelince yeni harekete geçeriz..
İki yıl, üç yıl, beş yıl derken çocuk judodaki 10.yılını doldurmuş.
Bir gün hocası yanına gelip. .."Hazır ol ! " demiş.. "Seni büyük turnuvaya yazdırdım.
Yarin maça çıkacaksın!"Delikanlı şok olmuş..
Hem sol kolu yok, hem de judo da bildiği tek hareket var.
Ünlü judocuların katıldığı turnuvada hiçbir şansının olmayacağı düşünmüş ; ama hocasına
saygısından ses çıkarmamış...
Turnuvanın ilk günü delikanlı ilk müsabakasına çıkmış. Rakibine
bildiği tek hareketi yapmış ve kazanmış. Derken.. ikinci üçüncü maç....
Çeyrek, yari final ve final...
Finalde delikanlının karşısına ülkenin son on yılın yenilmeyen şampiyonu çıkmış.
Delikanlı dayanamayıp hocasının yanına koşmuş...
-Hocam hasbelkader buraya kadar geldik ama rakibime bir bakın
hele.. Bende ise bir kol eksik ve bildiğim tekbir hareket var..Bu kadar
bana yeter.. Bari çıkıp da rezil olmayayım izin verin turnuvadan çekileyim..
-Olmaz demiş hocası. Kendine güven,çık dövüş.
Yenilirsen de namusunla yenil.
Çaresiz çıkmış müsabakaya. Maç başlamış.Delikanlı yine bildiği o tek hareketi yapmış ve tak.!
Yenmiş rakibini şampiyon olmuş.
Kupayı aldıktan sonra hocasının yanına koşmuş:
-Hocam nasıl oldu bu iş? Benim bir kolum yok ve bildiğim tek
bir hareket var. Nasıl oldu da ben kazandım.?
-Bak oğlum 10 yıldır o hareketi çalışıyordun. O kadar çok çalıştın ki , artık yeryüzünde o hareketi senden daha iyi yapan hiç kimse yok.
Bu bir, ikincisi de o hareketin tek bir karşı hareketi vardır. Onun için de rakibinin senin sol kolundan tutması gerekir.!
İnsanların eksiklikleri bazen, ayni zamanda en güçlü tarafları olabilir: Ama yeter ki bu eksiklik zihinlerinde olmasın...

26 Ağustos 2010

"Gazetecilere Özgürlük Platformu"na günaydın!

Bir yerlerde gözünüze ilişti mi bilemiyorum ama Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin önderliğinde ondört meslek örgütü “Gazetecilere Özgürlük Platformu” kurmuş. Bu kuruluşun ana teması “Gazeteciler yazıları nedeniyle tutuklanmasın” şeklinde.
Basın meslek örgütleri toplantıda “Gazetecilere Özgürlük Platform’u” ve “Eylem Komisyonu” oluşturulması kararını almışlar. Toplantıda TGC Başkanı Orhan Erinç, gazetecilerle ilgili yargılamaların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymadığına bir kez daha dikkat çekmiş.
Yaklaşık 3 saat süren toplantının ardından alınan kararları açıklayan Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı Atilla Sertel, “Basın meslek örgütleri olarak düşüncelerinden, söylemlerinden ve yazılarından ötürü hiç bir gazetecinin tutuklanmasını istemiyoruz” demiş. İlk kez bu kadar geniş katılımlı bir toplantıda basın meslek örgütlerinin bir araya geldiğinin altını çizen Sertel, toplantıda, “Gazetecilere Özgürlük Platformu” oluşturulmasının karar altına alındığını, bunun yanı sıra bir eylem komisyonu kurulduğunu ve toplantıya katılan meslek örgütlerinin bu eylem komisyonunun içinde yer alacağını söylemiş.
Ne diyelim "HAYIR"lı olsun.
İşe yarar mı? Yaramaz ama bir harekettir. Hatta geç kalınmıştır.
Yandaş medyada bu toplantının haberini bulamazsınız. Diğer medyada da küçük görürler.
Bu şu demektir;
Meslek örgütlerinin etkisi ve gücü bitmiştir, bitirilmiştir.
Atı alan Üsküdar'ı çoktan geçti bile.

22 Ağustos 2010

Jinekolog dediğin böyle olur işte!

Son günlerde televizyonlarda sağlık konusunda yapılan programlar dikkat çekiyor. Doktorlar ekranlarda boy gösterip tedavi etmedik hastalık bırakmıyorlar.
Elektronik posta yolu ile dolaşan ve bana da gelen fıkra belki biraz gülümsetir sizi de:
Artık mesleğinden sıkılmaya başlayan jinekolog doktor, iş değiştirmeye karar verir ve oto tamirciliğinde karar kılar.
Bu konuda hizmet veren bir kursa yazılır ve eğitime başlar.
Kurs bittiğinde lisansını alabilmesi için bir sınavdan başarılı olması gerekmektedir.
Sınava girer, ertesi gün sınav sonuçları açıklanır..
Ama bizim doktor, 100'lük sınavdan 150 almıştır.
Sınav komisyonu hemen sınavı yapan hocayı çağırır ve neden 150 verildiğini sorar, hoca açıklamaya başlar :
- Önce motoru indirdi, bujileri temizledi, piston ve avans ayarlarını yaptı, karbüratörü dağıttı, onun da bakımını yaptı ve yerine taktı, ardından şanzımana girdi, onun da yağlamasını ve tüm bakımlarını en iyi şekilde yaptı, hava ve yağ filtrelerini değiştirdi, sonra hepsini topladı ve motoru yerine taktı..
Sınav komisyonu bunları dinledikten sonra :
- E peki hoca madem her şeyi en layıkıyla yaptı neden o zaman 100 vermedin de 150 verdin ?
- Ama dediklerimin hepsini egzozdan yaptı !!!

19 Ağustos 2010

Özdil'den zeka ve gazetecilik fışkıran bir yazı!

Sevgili kardeşim Yılmaz Özdil'in kıvrak zekasını gazeteciliği ile birleştirdiği bana göre "ödüllük" yazısını sizlerle paylaşıyorum:
Soy sop
İşlerine geldiği zaman “Hepimiz Ermeniyiz” der bunlar, işlerine geldiği zaman “Bunun anası Ermeni” der...
Halbuki, ne hepimiz Ermeniyiz, ne de bir annenin Ermeni olmasıdır önemli.
*
Bakın, hazır “Soy önemli soyyy” diye bağırılırken, yaşanmış öykü anlatayım size.
*
Derviş Özer, tıp doktoru. Aynı zamanda, heykeltıraş. 90’lı yılların başı... Tatile giderken, Afyon’da mola verir. Çay bahçesine kalabalık bir grup insan gelir o sırada, üstleri başları perişan, alayı gariban, ağlamaktan gözleri şişmiş... “Hayrola?” der. Şehit cenazesi taşıyan köylülerdir.
*
O gün 3 yaşında olan ve ortalıkta neşeyle hoplayıp zıplayan kızına bakar, bir de köylülere... Bir yanda saçının telini dünyaya değişmeyeceği evladı, bir yanda evladını vatan için toprağa vermiş baba... Utanır... “Bi şey yapmalıyım” der. “Bu çocukları ölümsüzleştirmeliyim.”
*
“Şehit Ağacı” projesi hazırlar.
*
Terör şehitlerini künyelere yazacak, künyeleri ağaca takacak, çocukların birer yaprak gibi ebediyen salınmasını sağlayacaktır o ağacın dallarında... Hayata geçirmek için aradığı fırsatı, anca 2003’te bulur. Resim Heykel Müzesi’nin açtığı yarışmaya katılmaya karar verir.
*
İstanbul’a gelir, künyeleri almak için Tahtakale’ye gider. Sorar soruşturur. Herkes aynı adresi verir. Ermeni bi usta... Dükkana girer, anlatır. O güne kadar hiç düşünmediği detaya dikkat çeker Ermeni usta, “Paslanmaması lazım” der, “Evlatlarımız ebediyete kadar ışıl ışıl olmalı.”
*
Olmalı ama, en pahalısıdır o bahsettiği künyeler, tanesi 1 lira 25 kuruş... “Ticari iş değil bu, takma kafana” der Ermeni usta, “Vatan işi” der... 5’te 1 fiyatına, kâr falan almadan, hatta zarar ederek, 25 kuruştan verir. 3 bin künye... “Haftaya gönderirim” der. Tam gününde gönderir.
*
Sonra, kısmet olmaz, araya başka işler karışır, hazırlandığı yarışmaya katılamaz heykeltıraş... Künyeleri paket halinde evinin deposuna kaldırır. Taa ki, amacına ulaşacağı 2009’a kadar.
*
Ankara Kızılcahamam Belediyesi, Şehit Fatih Duru Parkı yapmaktadır. Başvurur... Belediye “Başımızın üstünde yerin var” der... Kurumuş bir sedir ağacı, gövde olur. Ancak, bi sorun vardır. Şehit sayısı 6 bini geçmiş, eldeki künye sayısı ise sadece 3 bindir.
*
Parkın açılışına yetişme kaygısıyla, İstanbul’a gelmez, Ermeni ustanın ismini telefonunu da kaydetmemiştir, internete girer, eksik künyeleri tamamlamak için askeri malzeme satan tüccarlarla temasa geçer. “Paslanmaz istiyorum” der. “Abi merak etme, künyenin kralı bu” garantisi verirler. Zaman dar... Ermeni ustanın 25 kuruştan sattığı künyeleri, 1’er liradan alır.
*
Tek tek isimleri yazar, takar sedir ağacının dallarına, Cumhuriyet Bayramı’nda açılışı yapılır. Medya ilk gün hücum eder, Türkiye ağlayarak seyreder, sonra unutulur gider. Ve, kış...
*
Sadece tebrik yağmaz tabii.Yağmur da yağar.
*
Şehit Ağacı’nın 3 bin yaprağı ışıl ışıl parlıyor hâlâ; gerisi paslandı...
*
“Vatan işi bu, evlatlarımız ebediyete kadar ışıl ışıl olmalı” sözü kulağında çın çın çınlayan heykeltıraş, ağlayarak, tek tek değiştirmek zorunda kaldı, Türk tüccardan aldığı künyeleri.
*
Bize de, bu satırları yazmak kaldı.Yüreğimizdeki isyanla...
*
Soy sop filan değildir önemli.

Milleti kimin soy’duğudur.

16 Ağustos 2010

Çöp kovasında “asılı” tarım!

Biber fidesi kovanın altından çıktıktan sonra yukarı doğru büyüyor.
Kovayı yüksek bir yere asabilirsiniz. Üstten sulama yaptıktan sonra suyun alttan akabileceğine dikkat edip ona göre bir yerlere asmak gerekiyor.

Domatesler kızarmış bile. Bendeki örnekte domatesler çeri domatesleri.
İlk kez ağabeyimin yazlığında gördüm bu tarz bitki ekimini.
O da eşiyle birlikte Amerika’da görmüş. Bir örnek getirmişler Türkiye’ye.
Bakmışlar o malzemeleri bulmanın bir anlamı yok. Silindir şeklindeki çöp kovalarını bulmuşlar bir marketten.
Altlarına delik açmışlar. 4-5 cm çapında.
Kovanın dibine sünger yerleştirmişler. Süngeri yarmışlar.
Kovanın üstünden iki yanını da delmişler. Makrame ipleriyle güzel saplar yapmışlar.
Fideyi-ister domates, ister biber, ister çiçek- alıyorsunuz; kökleri kovanın altından yukarı gelecek şekilde süngerin içinden geçirerek sokuyorsunuz. Sünger, fidenin düşmemesini, suyun da hemen akıp gitmemesini sağlıyor.
Kovanın açık kısmını yukarı gelecek şekilde balkonda güneş gören bir yere asıyorsunuz. Kovanın üstünü kökleri kapatacak şekilde toprakla dolduruyorsunuz.
Suyu üstten veriyorsunuz. Suyun yere de akacağını hesaplayıp kovayı ona göre bir yerlere asıyorsunuz.
Fide yere doğru büyümüyor, kovanın yanlarından kıvrılıyor, yukarı doğru büyüyor.
Bana da iki kova verdiler. Her gün gelişmeyi izliyorum. Yetişen birkaç domates ve birkaç biberi de yemiyoruz torunlara saklıyoruz.
İlginç bir yöntem gibi geldi bana. Saksılardan aşağı doğru sarkan çiçekleri görmüştük ama aşağıdan yukarı doğru giden bitkileri görmemiştik.
Amerika’da yaygın bir şekilde kullanıldığına göre vardır bir hikmeti.
Artık ona da siz karar verin.

5 Ağustos 2010

Kardeş sevgisinin hissedildiği o an!

Mete ve Selin.
Mete'nin kardeş sevgisini, duygusunu, heyecanını, mutluluğunu duyduğu an.
Selin ise hayata gelişinin ilk saatlerinde. Gözleri kapalı.
Ancak ağabeyisinin kokusunu hissedebiliyor.
Bizlere de bu sevginin, bu mutluluğun bir ömür sürmesini dilemek düşüyor.