30 Ekim 2013

Son savunma hattı...30 MART!..

·      Ahlakın temeli ne zaman ilahiyata dayandırılırsa, halklar ne zaman ilahi otoriteye bağımlı hale getirilirse, en ahlaksızca, en adaletsiz, en kepaze şeyleri mazur gösterip yaygınlaştırmanın yolu açılmış demektir.”
Ludwig Andreas Feuerbach*
 
Neresinden bakarsak bakalım 90 yıl sonra kendimizi MARMARAY derinliğine kaptırmadan sorgulayalım. Kuruluş yıllarının padişahçı ve tutucu tavrı öne çıkmadı mı? Bilhassa son 10 yılda CUMHURİYET ve ilkelerini kadar koruyabildik?. Kemirgeni bulabildik veya önleyebildik mi? Koca ülkede var oluşumuzu kutlama keyfini rakı yasağına indirgeyen bir hafiflik yok mu? Yasaklı sokakları doldurmak, meydanlardan dolup taşmak umarım tek atımlık bir barut olarak kalmaz. Her yer GEZİ her yer direniş sloganı tarih sayfaları arasında sıkışıp kalmaz! Sadece teselli olmaz. Laik, demokratik, hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti kuruluş yıllarının idealine dönebilir…90. yıl kutlamasında ülkem bir DİKENLİ BAHÇE gibi…Ve bu bahçede Gül’ü koklarken baş örtülü iki Leydi’nin (Emine Hanım ile Hayrünisa Hanımefendiler) arasına kalmak Cumhuriyete inanmış pek çok vatandaş için keder, ülke için ise kader mi oluyor! Nasıl görülür ki? Kemirme hızlanmışken Laik Cumhuriyetin tarafsız, partiler üstü Cumhurbaşkanı, dumanı tüten taze bir HACI değil mi? Daha önce görev sırasında hacı olmuş kaç Cumhurun başı var! Gene de şükür! Başkumandanımız bizi güldürdü. Bu bayram hasta olmadı! Ve çıktı…Anıt Kabir yazısını da yazdı: “Emanetinize en iyi şekilde sahip çıkıyoruz”. En iyisi bu ise!

Siyasetin başı, kaşı, dili, dudağı olan birinin sahip çıkışı nasıl oluyor? Dün yeni fikirler ve hizmetler yarışı olan siyaset bugün yandaş ortaklığı olmadı mı? Şimdilerde konuşulan rantlar, fırsatlar ve kazanç değil mi?

Çağdaşlığı konuşurken Beton Bakanı Albayrak ülkenin gençlerini hangi hakla ara eleman yaptı anlayamamıştım...Padişah imajlı. MARMARAY açılışında tablo her şeyi anlattı. Merasimde Sayın Bakan ara eleman konumundaydı! En önde olması gereken hep öndeydi! Japon ekibinin sesi soluğu çıkmadı .Oysa planlaması, teknolojisi hemen her şey onlara aitti. Harcarken millete sorulmasa da ödenen para milletin parası değil mi?. İşi bitirdiler ve kenara çekildiler. Hayret!..İş yaptıkları halde böbürlenmediler. Keşke içlerinden biri Üsküdar’dan Belediye Başkanlığına aday olsaydı. İş yapmadan böbürlenmeyi de öğrenirdi.

Yerel Seçim yaklaştıkça abartılı beyanlar, inanılması zor işler, takvime giriyor!. Daha da girecek gibi. Olur mu olur…Polis Taksim’i girilmez, yürünmez ilan edip işgal etmişe benziyor! Hak yok, cop var. Özgürlük hak getire, saygı geçmişler olsun… Düşman gibi saldırmaya başlamadan bir  araya gelen genç sayısını ikiye indirebilirler.(Rahmetli! Menderesin son döneminde olduğu gibi)Hele erkek kızın omuzuna elini atmışsa. Bre zındık seni! Ver suyu, ver gazı. Evet bu son noktada gaza gelmiş halleri var. Yeni bir ek daha yaptılar kahraman polisin yetkilerine. Eylem yapacak şüphesi olan halk (yani giyiminden, bakışından anlaşılacağı üzere AKP ye oy vermeyecek görünümdekiler) göz altına alınabilecek. Kim hangi hukuk ile yargılanıyor. Hapse tıkılıyor? 10 yıldır halkıma ne anlatılıyor? Gerçekler mi? O kadar kendilerinden emin o kadar “ben” merkezli hale geldiler ki! Önce erzak, sonra da özgürlük paketleri dağıtılmıyor mu? Böyle bir alışkanlıkları var. Seçime çeyrek kala yandaşlardan topla, paketle, seçmene ilet. Paket işini geliştirirken perde aralığından sızan yolsuzluk davaları da asla sızdırılmıyor. Belki yazamıyorlar…Medya, değil ülke durumunu kendi sıkıntısını anlatamaz olmuş!Çoğu sinmiş, pek çoğu hayatta kalma savaşında. Yorgun düşünceleri ile bir yerlere kapaklanıp YANDAŞ rahatlığına ermeyi tercih ediyorlar…Etmeyenler, edemeyenler gittiler. Medyayı geçtik. Filimlerde bile sansür abartısı hızlanmış! Görevimiz Tehlike(2) filminde gerçekten tehlike vardı...Konuşmanın bir yerinde Penisilin iğnesi ifadesi piiiip diye yansıdı.Aslında çüüüşşş olması gerekirdi. Sık sık anlamadığım bazı terimler de çoğaldı. Susturucu…Ben bunları kimin susturduğunu bilmiyorum. Bilsem ne susturuyorsunuz millet fikrini söylesin, demokrasi nerede falan da diyeceğim…Ama görüntüye bakınca umutsuz bir soru olacak! Sahnedeki kadın ile erkeğin konumu pek susacak gibi değildi. Birden anladım RTÜK cezasından korktukları için (Prezervatif) kelimesini susturmuşlar! Seks anlık zevk olmuş! Şarap da biiipleniyormuş

Keyfilik var denebilir mi? TV programında Suat Kılıç. Van'da hizmetlerini anlatıyor. Sunucu "Sayın Bakanım bir arkadaşımız, ‘abi yurtta televizyonlar saat 23'ten sonra kapanıyor, Sayın Bakanımıza söyler misiniz, bir talimat versin televizyonlar kapatılmasın’ diyor". Bakan ülkenin bu acil meselesini kılıç hızı ile çözüyor!" Televizyon izlediği yer birilerini rahatsız ediyorsa kapatsınlar. Ama televizyon odasındaysalar kapatmasınlar. Arkadaşlar muhtemelen bizi izliyordur" dedi ve hemen ekledi. "Pardon eğer televizyonları kapatırsalar bizi izleyemezler o zaman arkadaşlara söylüyorum televizyonları kapatmasınlar."

Aman bakanı dinleyin siz de açın! Bugün Televizyonları da gözümüzü de açmak zorundayız. Kemirmeye göz yumamayız. Laikliğin, Cumhuriyetin ,özgürlüğün, elimizde sadece kuyruğu kaldı. Son umut ve savunma hattı 30 MART…(Yerel Seçimler) Meydanlarda olduğunuz kadar sandıkta da olun!

 
*Ludwig Andreas Feuerbach:
Avrupa'da din üzerinde bir ışık yaratmış düşünür! Çocukluğu sıkı bir din eğitimi ile geçmiş ünlü bir düşünür. 1804 ile 1872 yıllarında yaşamış .Çok sayıda kitaba imza atmış din ve toplum ilişkilerini irdeleyen bilim adamı…Yani en azından bırak gavurun lafını demeden şöyle bir okumak, sonra da ülke tablosunu seyredip düşünmemiz gereken bir şey söylemiyor mu?.

29 Ekim 2013

ATATÜRK DİYOR Kİ:" Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz".


ATATÜRK DİYOR Kİ:
 Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz.
Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.
Cumhuriyet Bayramı hepimize kutlu olsun.

23 Ekim 2013

Yollardaki ­“hız kesiciler” bir kültür sembolü mü?

İlk defa 80’li yıllarda görmüştüm yollara konan hız kesicilerini. Birleşik Arap Emirliği’nde çöl ortasında Abu Dabi ile El-Ayn arasında. 160 Km hızla giderken karşımıza çıkmıştı yolu baştan başa kesen hız kesici. Arap şoför hemen yavaşlamıştı.
Sonra İstanbul’da ufak ufak yayılmaya başladı. Geçenlerde Silivri’den İstanbul’a gelirken Sazlıbosna, Arnavutköy, İhsaniye yoluna girdim. Niyetim Göktürk’ü yalayıp geçen otobana çıkmaktı. Zira TEM’de trafik durmuştu.
Siz deyin 30 ben diyeyim 50 hız kesiciden geçtim. Bizim sitede bile 10’a yakın hız kesici var.
Farkında mısınız? Nereye gitseniz önünüzü bir hız kesici kesiyor.
Hız kesicilerin çoğalmasında bir terslik yok mu?
Trafiğe çıkan vatandaşlar hız limitlerine uysalar bu hız kesicilerine ihtiyaç duyulur mu?
Bu durumda insanın aklına sorular geliyor:
Demokrasinin arttığını iddia edenler ne kadar haklı?
Hız kesicilerin artması bir kültür erozyonunun işareti mi?
Birbirimize olan saygımızı yitirdik mi?
Neyin nesi bu hız kesiciler?
Aklı başındaki herkesin araç kullanırken kendini kontrol etmesi gerekmez mi?
Mutlaka birilerinin tekere çomak sokması mı gerekli?
Yoksa hızını alamayanlar çoğaldı mı?
Ne dersiniz?

21 Ekim 2013

ÇARE?. İSTİŞARE!...

Zihinlerine yerleştirdikleri ve adım adım her yerde uyguladıkları siyasetin her yanı YEŞİL ama onlar yeşile düşman. Ve dediğim dedik uygulaması ile sormuyor, hiç bir kararı dinlemiyorlar. Ha bir de yeşili yok edip betonu döküyorlar! TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Baran Bozoğlu’na göre; iktidarın dediğim dedik mantığına bir de geciken mahkeme kararları ekleniyor. Dahası geç de olsa çıkan yargı kararlarını by pass taktikleri var. Bunun yolu da iptal edilen ya da durdurulan planlarda ufak değişiklikler yaparak, kararları kadük duruma düşürmek. Bu konuda sayısız örnek var ve ne yazık ki yeşili koruyamıyoruz. Ağaçlar gidiyor geriye kütükler kalıyor mu dersiniz!

Sadece orman mı?… Düne kadar laik demokratik bir ülkeyiz diyebiliyorduk. Şimdi bu cümle de doğru değil! Her fırsatta bir darbe vurulup laikliğin ipi çekiliyor. Ben yaptım oldu kafası ile nereye geldik. Kanun yapıldı bitti, tartışmalar sürüyor.. 4+4+4 eğitim kanununda yasaya sokulan “Hz. Peygamberimiz” ifadesi bir hukuk kuralını din adına ihlal etmedi mi?. Yani ne olursa olsun herkes için eşit olması gereken hukuksal düzen anlayışı din adına ihlal edilmedi mi? Sınavda, türbanlı olmak din adına eşitlik ve avantaj sağlamama kuralının ihlali değil mi?. Tartışması süren örtünme hallerinde kamu dairelerinde türbanlı ve daha ileri giyime izin verilmesi anlaşılabilir. Parlamentoda, çeşitli devlet dairelerinde, üniversitelerde öğrenciler için uygulanabilir!. Buna ilköğretim okulları dahil olmayacak mı? .İşte tehlike burada… İki düzgün iş arasında bir tuzak. Uzmanların çoğu itiraz ediyor. Sesleri kuvvetli de değil. Denen şu: “Çocuk henüz tam anlamıyla birey haline gelmediği için, öğrencinin belli ideolojilere sahip tüm siyasal, sosyal, dinsel vs. angajmanların etkisinden uzak olarak yetiştirilmesi, temel insan hakkı sayılmalıdır. Aksi laik ülke ölçümüne aykırı olur.!
Laik bir ülkeyi dine, mezheplere göre yönetip gidişi beğenmeyenlere abartılı korkuları var diyeceksiniz... 11 yıl sonra korkulan olmuyor mu? Laikliğe inen darbeler sürmüyor mu? Tarafsız olmalı diye yazılıp çizilen öyle olduğu zannedilen Cumhurbaşkanı resmi görevli iken hacca gidecek. Sevineceğiz... 90 yıl sonra oldu da bitti inşallah! HACI Cumhurbaşkanı ne diyor “Hac çok büyük bir heyecan, büyük bir tecrübe. Kendimizi gözden geçirme, çok büyük bir muhasebe meydanı.” AKP tabanında yer alanlar mutlu… Ya diğer inanışların sahipleri. Ülkemde sadece onlar var ve başkaları yokmuş gibi… Müslümanların daha da doğrusu Sünnilerin dışında kalanlar… Dışlanmıyor mu? Sevinemiyorum. Tarafsız! Hacı Cumhurbaşkanımla

 Hukuk ve adalete güveni sıfırlayıp devletin tüm imkanları ile dediğim dedik uygulaması hızlanmıyor mu? İnatlaşmaya giden yolda AKP zihniyeti bir gece ansızın baskın yaptığın ODTÜ ormanını yok ediyor. Yetkililer başarının keyfi ile ellerini ovuşturacak. Olan yeşile, ağaçlara, yıllarca verilen emeğe olacak. Konuşmayacaksın... Anlaşmayacaksın. Dediğim dedik tavrını sürdüreceksin. Hadiseyi demokrasiye de bağlarsın. Uzlaşma kültürünün kemikleri sızlarken yarattığın ve sürdürmekten keyif aldığın “derin nefreti” canlı tutup aylarca Gezi Parkı suçlusu diye yüzlerce genci tutuklayacak, insan avını ülkeye yayacak, daha da büyük bir kısmını tehdit ve baskı altına alacaksınız. Lafa gelince ülkeyi her geçen gün aydınlığa taşıdığınızı anlatacaksın. Dinlemiyorum... Laik devleti bitirirken, karanlığa yolculuğu başlatırken aydınlıktan bahset bakalım! Kimi inandıracaksın. Bizi değil. Gene kör gözlerle bakanları! Demokrasilerde çareler tükenmez! Öyle mi? Oysa benim ülkemde tükenmeyen başka bir şey yarattınız. ÇARESİZLİK! Seçimler yaklaştıkça sizi şişirenler göstermelik işleri ciddiye alıyor. Sokaklara çıkılıyor ve NABZI TUTULUYOR. Aslında iktidarın uygulamasında ne tutulursa tutulsun niyet ne ise o yapılıyor... Benim Başbakanım bildiğini yapar. MİLLET İSTİYOR der. Çoğunluğu yok mu?. Çıkarır yasayı kor bir torbaya. İşlem tamam... Kim bu nabzı tutulan bizi ateşe atan ÇOĞUNLUK diye merak mı ediyorsunuz. Sadece sorma hakkınız vardır. Aslında bilinen ve de değişmeyen onlardır. Onlar, anlamakta ve anlatmakta sıkıntısı olan insanlarımız! Biz onlara nedense aşırı itibar göstermekte yıllardır hiç bir kusur işlemedik. Anlamadan, bilmeden, kavramadan sürdürdükleri demokrasi içindeki işlevlerini sorgulamadık. Eşit saydık. Tahsili olanlar kadar değer verdik! Bizi hangi hallere soktuklarını, Laik Cumhuriyetin temelini nasıl dinamitlediklerini sorgulamadık. Bugün acaba diyorum “Milletin efendisi” deyip fazla efendilik mi yapıyoruz? Yoksa onları efendi yapamadık mı? 

AKP iktidarının yönettiği 11 yıl içinde nereden nereye geldik?. Ordumuz bugün çevresine korku salan kuvvetli bir ordu mu? Yoksa içine sahte belgelerin serpiştirildiği binlerce sayfalık iddianamelerle ısrarla yıpratılmış mutsuz insanlar topluluğu mu? “Arkadaşlarımızı haksız yere hapsetmeyin” feryadı gündemde yer bulabiliyor mu? Cenaze ziyaretlerinde üzüntü ve kahırdan kalp krizi geçirip ölüyorlar. Kimin umurunda? Ne oluyor diyen var mı? Başbakan böyle bir şey beklemiyormuş... Anlamadığını ifade edip üzerinde durmuyor bile ! Anlamıyor mu anlamazlıktan mı geliyor?. Emekli Tuğgeneral Ali Aydın, Balyoz’dan beraat ettiği için kendisine “Geçmiş olsun”a gelen emekli Korgeneral Çetin Haspişiren’in kalp  krizi geçirip hayatını kaybettiği anı şöyle anlattı: “Ev çok kalabalıktı ve şunu söyledi: ‘Ben bu şeyleri hazmedemiyorum, çok üzülüyorum. 73 yaşındayım, eşime de söyledim, her an valizimi alıp arkadaşlarımın yanına gitmeye hazırım” dedikten sonra ayağa kalktı… ‘Biz Türk milletinin ordusu Gazi Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ deyip esas duruşa geçti, selam verdi, oturdu, O anda kalp krizi geçirdi.”
Ey benim söylenenlerin yüzde birini doğru olarak anlayabilen söylemek istediklerinin ancak binde birini anlaşılır bir şekilde söyleyen büyük tabanım... Köylüm, milletin efendisi... Sandığın temellisi... OY sandığının %60 kadarı. Bir arada beni de dinle. Din elden gitmiyor elden çıkmakta olan özgürlüğün... Demokratik Laik Cumhuriyet!. Düne kadar Gezi olayları iyi terbiye almamış ailesinin dövmediği asi gençlerin yaptığı hainlik olarak yansıtıldı... Ama sana olayların yaşandığı Dolmabahçe Camii müezzinin başına gelenler aktarılmadı. Ne denmişti?. Gezi olayları sırasında Camii’ ye girildiği gençlerin içki içtiği şişeleri yerlere attıkları ileri sürülmüştü... Yalan olduğu ispatlandı. Sadece Müezzin Fuat Yıldırım doğru bildiğini söyledi. “böyle bir olay görmedim. Olmadı”dediği için şimşekleri üzerine çekti... Yerinden oldu... İki kez tayini çıkarıldı. Kısaca keyfi kaçtı. Huzurundan oldu. AKP kim ne derse desin dediğim dedik diyor. Belki dini siyasetine eksen yapanlar Kur’an-ı kerimin sözünü ciddiye alırlar. Çare... İstişare* diyebilirler!
*Bir iş yaparken ehline sormaya “meşveret" veya “istişare” denir. İstişare sünnettir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Yapacağın işi önce meşveret et!) buyuruluyor. (Al-i İmran 159)

12 Ekim 2013

Zevahir! Kurtuldu mu?

Geçmişi ile kavga eden, çatışan bir ülke geleceğini sağlama alamaz ve iyi bir yarın yaratamaz!. Başbakanın ötekileri sürekli azarlar tonda yermesine alışamadık! Onlar milletin içinde yokmuş gibi! Esip gürlediği anlarda beyninin arkasına bastırdığı gerçek fikirlerini saklaması da zor oluyor! Türk demekle Türk olunmuyor! demiş. Ne diyeceğiz? Kendimize yeni bir isim mi arayacağız. Kuruluştan bu yana Türk kelimesi bir ırkı temsil etmemiş ki. Türkiye de yaşayanların tümüne isim olmuş. Türk denirse Türk olunur… Anlıyorum ki İmralı, Kandil derken bir kimlik sıkıntısı yaşanıyor. Başbakan kimsin ya sorusunu bölmek için sormamıştır. Önünde öyle çok paket varki, hangi pakette yer vereceğini tayin etmek için soruyordur. Siz kimsiniz yaa?.

Bunu çok sık yaptığına göre… Yardımcı olabilmeliyiz.. Bana göre biz Türküz. Kürdü ile Gürcüsü ile Çerkezi Türkmeni ile hepimizin ortak adıdır Türk. Alevisi ile mezhepleri ne olursa olsun bütünüz. İnancı ile, teni ile, renkleri ile bir bütünü tamamlarız. Bunu gerektiği her yerde söylemez isek sizin dışı cilalı içi bomboş paketlerinizde yanlış yerlere konuruz. Türküz. Evet Türküz!. Türbanın resmi dairlere girişine karşı çıkan CHP lilere kızıyor. Anayasa Profesörü Batum için. “O da kim oluyor ya?” diyebiliyor. Millet bu işin kararını vermiş, bu iş bitmiş.? (Batum dahil onun gibi düşünmeyenler bu millette yer almıyorlar mı?) Artık bu ülkede ulusalcı mulusalcı diye bir şey yok?” Mulusalçılığı anlayamadım!. Nedir bilemem. Ama ulusalcılık başbakan dedi diye bitecek mi? Göreceğiz!

Aslında seçim havası balkonların perdelerini kıpırdatmağa başlarken çelişkiler netleşiyor… AKP “biz kimsenin giyim tarzına asla karışmayız” diyor… Dün dedi… Bugün de diyor. Ama karışmıyor mu?. Bir TV sunucusunun dekoltesini beğenmeyen “olmaz böylesi yahuu” deyip kovulmasına yol açan Hüseyin Çelik kim oluyor? AKP nin namus bekçisi mi? Dekolte uzmanı mı? Başbakan TÜRBAN hassasiyetini tazeliyor. Onlar ve bizler ayrımcılığını parlatmıyor mu? Kızları rahat bırakın diyor ama kaç çocuk doğuracaklarını, nasıl doğuracaklarını da sıkılıyor. Belki de ağabey nasihatıdır. Kuralı bozmaz. Türban takarsan baş tacı olursun. Dekolteni açarsan kovulursun. İkisi de bizde var. Türkiyenin örtünme özgürlüğü!. Bir baksak nereye geldik diye? Hiç kimse FAŞİZM  ÇIPLAK diyemiyor. Huysuz Virjin ve Zeki Müren’ı hatırlayın. Çelik görse sahne şansları olur muydu dersiniz? Nasıl geriye gidiyoruz! Ben eşimden izin istedim. Hüseyin baktı ve gördü. Dekolteden anladı. Ben de bakayım. Ne dekolteymiş. Anlarım her halde anlamasam da isterim dedim. Hafif bir tebessümle cevap verdi: “Sen onun gördüğünü göremezsin. O gözle bakabilecek misin? Kadını o gözle, onların kafa yapısı ile görebilir misin? Şeriat gözü ile bakıyorlar?” Biz olsa olsa diren dekolte pankartı bekleyerek bakarız!

Manzara dekolte olunca, ülkemin yangın yerlerini gözden kaçırıyoruz. BALYOZ kararları ile Hukuk kavramının şehit verdiğimizi algılayamıyoruz. Adalet in kestiği parmak acımıyor, kanıyor. DELİL sahte iken cezalar ağır ve gerçek çıkıyor. Davaların taşındığı noktada kamunun adalete Hukukun üstünlüğüne inancı sarsılmadı mı? Bağıramadık bile! Hukuk Çıplak, Adalet Çıplak diyebildik mi?. Binlerce sayfa iddianame, yüzlerce sayfa savunma bir o kadar gerekçe okumanın neyi kurtaracağını bilemez haldeyiz… Kesin olan şey vicdanları kurtarmadı… Siyaset askerden arınıyor derken adil olmaktan da, denge kurmaktan da arınmadı mı? Ordunun üzerine inen darbeler uzun ince bir hesabın uluslararası bir ortaklığın ürünü. TSKya verilen toplam ceza 4 000 yılı buluyor desem! Donanma hedefti desem! Tutuklanan askerlerin 137 si denizciydi desem!. Başbuğ da endişelerini paylaşıyor. “Balyoz adı verilen dava kullanılarak TSK’dan çok sayıda askeri personelin tasfiye edilmesini bir tesadüf olarak görmüyorum. Bu tasfiye ile bugünün ve yarının komuta kademelerinde yer alabilecek niteliklere sahip personel ordudan uzaklaştırılmıştır. Türk Ordu’sunun zayıflatılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını ilgilendiren bir sorundur!” Büyük Orta Doğu Projesini unutmadan bakarsak. Soru şu değil mi?. Bizi nereye itiyorlar? Nereye gittiğimiz, neden hızla yemyeşil olduğunuz belli değil mi? ANDIMIZI kaldıralım diye neden ısrar edildiği anlaşılabilir. Hesap ortada değil mi? Kim bizi balyozluyor? Ergenekon ve diğer davaların temelinde pek çok hukukçuya göre “Delil olarak kabul edilmemesi” gereken “CD ler ve dijital deliller var. Günlerce ısrar eden savunma bu deliller sahte dedi. Dinletemedi. İşte ispatı dedi. Anlatamadı. Pek çoğu maddi delil.. İnkarı imkansız. Raporun yazıldığı font(Karakter) piyasaya 2007 çıkarılmış. Yazılım şirketi de “biz bu yazı karakterini 2007 yılında piyasaya sürdük 2003 te bu kullanılmış olamaz” dedi.. Ama mahkeme kabul etmedi. Yer isimleri  2003’ te verilmemiş isimler. Denize inmemiş gemi isimleri gibi. İnkarı zor maddi hatalara rağmen tamam denmiş, yargılanmışlar. Genel inanış ve savunma avukatlarının inancı, sahte delillerle gerçekleşen yargılama ile gerçek ve ağır cezalar verildi?. Sahte rakamlarla kendimizi zenginleşmiş saymak gibi! Görüntü, ekonomi çok iyi, işsizlik nerede ise sıfıra inmiş gibi! İşi olmayana demokrasiyi, karnı doymayana da özgürlüğü anlatamayız!. Gençler arasında artmakta olan işsizlik oranı geleceği sıkıntıya sokmaz mı?.

Kadına yapılanlar geri planda kalıyor. Öne çıkan sadece Dekolte!. Ağrı’nın Hamur İlçesinde Melek mutluluktan kanat takıp uçamıyor. Dayak ve açlıktan ölüyor. Kadınların çilesi dekoltenin kaçta kaçı kadar yazıldı. Ya aylardır maaş alamayanlar, yumrukları sıkılı, hak arama savaşı veren işçiler. Hiç birinin umudu yok. Hak alınır diye THY mensupları da günlerdir bağırıyor ama sesleri duyulmuyor! 2 çocuklu Melek annenin de sesi çıkmadı. Dövüldü, tuvalete kilitlendi. Tesadüfen fark edildi. Hastaneye kaldırıldı. Melek Karaaslan kurtarılamadı. Geç kalınmıştı! Dekoltesi olmayan diğer kadınlar. Ezilen kadınlar. Çocuk gelinler! Ölünce akla geldi Melek! Savcı genç kadının eşi, kayınvalidesi ve kayınpederine kasten öldürme ve ihmali içeren davranıştan ağır cezalar istedi. Melek için ne faydası oldu ki! Otopsi raporunda, son 14 ay içerisinde bakımsız ve gıdasız bırakılması ölüm nedeni olarak gösterildi. Yani Melek karnını doyuramamıştı! Aç bırakıldı, dayak yedi ve öldü. Keşke tüm kadınları, dekolteyi de Meleği de savunabilsek!. Geçmişimizle kavga ediyoruz. Ülkemde çatışma alanları büyüyor. Komşuyu dava ediyoruz. Aykırı düşünene çıkışıyoruz. Kimsin yaaa azarı dil ucunda! Biraz daha pembe boya harcasak. Zevahiri kurtarır mıyız?

 

3 Ekim 2013

SAKIZ PAKETİ ve yeşil yumruk!

Ustanın Paketi milletin önünde!. Açılış öncesi reklamı, beklenti çizgisini aşsa da sakızların göz alıcı ambalajı çene idmanını güçlendiriyor… İçi boş  beğeniler ağız dolusu lafı da yalakalık gayretine ek yapıyor. (durup yasaklı kelimeler listesine bakmam gerek… YALAKA kelimesi de bu ara yasaklanmış olabilir!) Tayyip Erdoğan’ın övgü kurdelaları paketten henüz sökülüp atılmamış! Hemen her konuya ilaç gibi gelmiş… Bir dolu SAKIZ! Özgürlük için sokağa çıkanlar ve özgür kalmaya çalışan ALEVİ 'lerin ÖTEKİ olmaları resmen tescillenmiş. Gene çiğniyor çiğneniyoruz. Gene çene yoruyor, gerçeği dolandırıyoruz. Bir miktar özgürlük için. Boş mide ile yalanıyoruz!.
Ustanın hakkını çiğneme, sakızını çiğne. Her gün yeni bir sakız, her gün başka tad! Özgürlüğe giden yol paketlenmiş mi yoksa? Paket açıldıktan 35 dakika sonra halkın nabzı da hemen paketin yanına bırakılmış! Halkın % 75’i paketi olumlu bulmuştur! Bence de! Zira onlar AKP tarafından iki paket makarna, bir paket bulgur ve bir torba soğana alıştırılmış olanlardır. PAKETÇİDİRLER. Bu paketin de hazırlanışı gene kapalı kapılar ardındaydı. Ve asla demokratik değildi. “Biz yaparız siz ister evet deyin ister hayır” mantığı tabii ki vardı. Üstüne üstlük muhalefetten de şikayet ettiler. “Bakın muhalafet hazırlıklı olmadığı için sadece itiraz ediyor” Ülkemde kimin hazırlıklardan, torbalardan haberi olabiliyor?
Gerçek hayatta haksızlıklar ve tacizler sürerken paketle gelen sakız rahatlığı hafızaları silip çeneleri yoruyor! Söyleme değil eyleme bak sözünü unutturuyor. *Silivri Cezaevi hızla büyütülecek. Bu anlayışla iktidarın hapishane ihtiyacı artacak! Yasaklar artarken daha demokratik oluyoruz ya!…* Biber gazımızı kendimiz yapacağız, kendimiz sıkacağız. Ne kadar sıkarsak o kadar yapacağız! Bize gaz satan dış ülkeler gaz ihraç etmek istemiyor! Gezi olayları görüntüleri gözlerini açmış! Ne kadar demokrasi o kadar gaz deyip tedbir alıyoruz. Aman gazsız kalmayalım! Gel de gurur duyma! *Gezi direnişi sırasında Çapulculara (bu kelime yasaklanamaz… Başbakan kullanmamış mıydı?) destek veren KOÇ grubuna yönelik “denetim tacizini” dillendiren kalmadı. Normal denetim denen işlemin 200 e varan maliyeci ile başlatıldığı ve sürdüğü ,böyle bir işlemin bugüne kadar benzerinin ise görülmediği unutuluyor.
Paketin tam göbeğinde TÜRBAN YASAĞININ KALKMASI var! Yani  bu hamle Laik, demokratik, hukukun üstünlüğüne dayalı sosyal devlet yapısına Atatürk İlkelerine karşı açılan savaştaki yeşil yumruktur… Kafa karışıklığına, çeneler sakız çiğnerken akılların rölanti halinden kalması yol açıyor. AKP kafasıyla düşünürsek, ÖTEKİ’ler neden Türban’a karşı çıkıyor?. Bir tarikatı belirlediği ve o din grubunun simgesi olarak görüldüğü için. Örtünme hakkı ile karıştılması da doğru değil. Aldatmacadır. Aynen ana dilde eğitim ile ana dili öğrenme hakkı gibi. Aynı aldatmalı kelime örtünme hakkı içinde söz konusudur. Anadolu kadının taktığı başörtüsü tartışılmamaktadır. Bir tarikatı, belirli bir inancı sembolize eden türban ,kimileri için ayırımcılığa giriyor. Örtünme hakkını türbana indirgeyen paket yaşam hakkını da görmezden gelebiliyor… Alevileri paketin hiç bir yerine koymuyor! Buna karşılık memurlara siyasi parti üyesi olma yani siyaset yolu açılıyor. Bu gün de şikayet konusu olan partizanlık bin kat artacak gibi! AKP deki hedef belli. Benden olanların sayısı artacak. Zinhar söz edilmeyen ifade ve düşünce özgürlüğü paketten silinmiş gibi. Gösteri ve yürüyüşlerde beklenen özgürlük hamlesi hatırlanamaz ki!. Sanki bu ülkenin gençleri yerlerde sürüklenmedi. Burunları, kafaları kırılmadı. Polisin attığı gaz kapsülleri ile hayatlarından olmadılar… Pakete göre “bu olaylar yaşanmadı. Bu konularda demokrat mı demokratız!”. İfade özgürlüğüne ne kadar güveneceğimi bilemediğim için duygularımı apaçık ifade edemiyorum. Sık sık yasaklı kelime listesine göz atarak yazıyorum. Tüm gazetecilerin ve bilhassa Kürt kökenli meslektaşlarımın hapsedilmelerini ifade özgürlüğünün neresine koyacağız?. Artık kimse bunlar gazeteci değil ,örgüt ile ilişkileri var. “yalanına” sarılmamalı. İfade özgürlüğü hoşa gitmeyen hatta ülkeyi sarsabilecek kadar sert sözleri de kapsıyor
1983 yılından bu yana barajdan şikayet var. Her kesim baraj kalksın diyor .Başbakan da aksini söylemiyor. Biliyor ki daha demokratik olmak yani katılımcılığı arttırmak için barajın indirilmesi şart. Ama kaldırmıyor. Başka yerlere giden yokuşlar konuyor. Terçihler sunmuş! 40 katır mı 40 satır mı der gibi. “Basit bir iş var. Yap.İndir % 10 barajı” denince “Biz koymadık ki” cevabı alınıyor. Yani kalkıp mezarları açıp ölülerin ruhlarına “siz koydunuz gelin bu maddeyi kaldırın” demek mi gerek?. Büyük partiye yarayacak iki sistem ekliyor. %5 baraj - Daraltılmış sistem ve Dar sistem. Sunulan en masum şey ,yasaklı hali komedi olmuş kürtçenin üç harfi ile köy isimlerine özgürlük , tabelaya konan bir isim oluyor!
Paketteki sakızları çiğneye çiğneye yeşillendim sayılır… Bu sakız paketi bir anlamda hedefini buldu. Ben de daralıyorum. Bizi 11 yıldır AKP nin DAR ve DARALTILMIŞ sistemi yönetiyor. At pazarlığından sadece ben mi çok daraldım. Umarım yanılırım .Sakız paketinden çıkan yeşil yumruk bizi dönüştürüp orta doğu ülkesine çevirmez ve özgürlük umutlarımızı yok etmez!.
 

1 Ekim 2013

“Demokrasi paketi basına sansürle açıklandı”!

Toplumsal barışı getireceği belirtilen demokrasi paketinin basına akreditasyonla açıklanması geleceğe dair ne yazık ki umut vermiyor. Demokratikleşme paketinin Evrensel, Birgün, Özgür Gündem, Aydınlık, Sözcü, Sol ve Yeniçağ gazeteleri ile Halk TV, Hayat TV, İMC TV’ye akreditasyon ve sansürle başlaması demokrasi adına büyük bir ayıptır. Halka açık, şeffaf biçimde tartışılarak hazırlanmamış paket, yine halkın haber alma hakkını ihlal eden demokrasi dışı bir tavırla sansürlü bir şekilde açıklandı. İktidarın her fırsatta akreditasyona başvurması, gazete ve televizyonlar arasında ‘benden olanlar’ ve ‘olmayanlar’ gibi bir ayrım yapması kabul edilemez. Demokrasilerde iktidarların her türlü eleştiriye, eleştiren gazeteciye ve gazetelere de tahammül etmesi gerekiyor. Bugün birçok gazeteci cezaevindeyken nasıl bir demokratikleşmeden söz edebiliriz. İktidar, yayın politikasından hoşlanmadığı gazetelerin çalışanlarının mesleklerini yapmalarını engellemektedir. Halkın bilgilenme hakkını da yok saymaktadır. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti olarak bu yanlıştan artık dönülmesini bekliyoruz.”
Yukarıdaki cümleler bir bildiri yayımlayan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu’na ait.
Haklı olarak gazeteler ve televizyonlar arasında ayrım yapılmasına tepkilerini dile getiriyorlar.
Peki ne işi yarar?
Hiçbir işe yaramaz.
Önemli olan bu ayrıma karşı, gazetelerin ve televizyonların tek yürek olabilmeleri ve başbakanın basın toplantısına gitmeme iradesini gösterme cesaretini gösterebilmeleri.
“Aman beni çağırmışlar” deyip koşa koşa basın toplantısına gidenler oldukça, daha çok “ileri demokrasi” masalları ile uyutuluruz.