30 Ocak 2014

Ve... HAYAT bugündür!

Bugün yaşadıklarımızda düne özlem kalmışsa yarına korku sinmiştir. Yarının korkusunu hissetsek de değişen bir şey olmuyor... Hayat hala bugündür!
Bugün, yüreğimizin soğuduğu, salıncağın üst noktasından düşüşe başladığımız an, soluğumuzu tuttuğumuz andır. Düşüşe geçeceğimizi biliyoruz... Ellerimiz salıncağın iplerini daha da sıkı sıkıya tutuyor! Hissediyoruz... Ama göremiyoruz... Okuyoruz... Ama anlamıyoruz... Herşey açık değil... Herşey meclisin yasa torbalarına sokuşturulmuş. Görmemiz engellenmiş... Duymamız istenmemiş?. İnternet’i de kıskaca almak için bir hamle geliyor! Erkleri terk ettiğimiz haayt! ları öne çıkardığımız ve 3 Y’yi (Yasama-Yürütme-Yargı) yok saydığımız yalan mı? AKP Cemaat ortaklığında birlikteliğin meyvesi PARÇALANMA korkusudur... Öteki yargısıdır... Soruşturmaların yürüyemediği, yolsuzluk dosyalarının tıkanıp kaldığı, öfke ile örtüldüğü, eşeleyenlerin sürüldüğü, kaba kuvvetin sergilendiği bir kargaşa ortamı yaşanmıyor mu? Yaygın hale gelen güvensizliktir. Tek tek kemirilen, levhalardan kaldırılan TC kimliğidir. Milli duyguların törpülendiği, askeri araçların PKK bayrakları arasından süklüm püklüm geçmek zorunda kaldığı alaca karanlık bir süredir. Gene de hayat bugündür ve bugün ibret alınacak tek gündür... Sadece yasakların yasaklanamadığı bir süreçtir bu!. Balyoz planı neyin üzerine Balyoz gibi inmiştir!. Kimi yok etmiştir?. Pek çok masumu sahte belgelerle zindana at sonra haksızlık oldu, cemaatin işi de kenara çekil günü müdür?. Yazık ki hayat işte tam da bugündür.
Öyle kolay mı?. İçerde kafa karışıklığı sürerken Büyük Ortadoğu oyunu rafa kalkmadı ki! Oyun sürüyor... Senaryo gereği işler nerede ise yarıyı geçti. AKP nin cemaat ortaklığı döneminde hapishaneler dolmadı mı? 11 yıl AKP den cemaat şikayeti duyuldu mu? Ortaklık işledi... Sahte deliller... Gizli sanıklar sahneye çıkmadı mı? Dünden bugüne yürüdüğünüz yol demokratik mi? Yoksa ileri demokratlık mı? Yüzlerce savcı, binlerce polis sürüldü... Vahşi refleks, yani benim savcım, benim polisim, benim bakanım, benim iradem, benim dokunulmazım mantığı yavaşlıyor mu? Hayret!. AKP bu kez benim ortağım demiyor... Benim günahım mı demek istiyor! Ağzını açtığında marifetler ve suçlamalar sıralanıyor. Demesen de biz biliyoruz. Senin ortağın. Benim demiyorsun ama senin destekçin... Senin akıl hocan... Senin uygulayıcın... Bugün cemaate söylediğin her şikayete, her suçlamaya ortaksın... Kötü yaptı dediğin her işin yarısı sana ait!
Ordu, bilim adamları, gazeteciler, düşünürler... Düşüncelerini söyleyebilenler!. Haksızlığa dur diyecek duvarları tek tek ortağınla yıkmadınız mı? Askeri engeli bertaraf edenler neyi hedefledi?. Devleti dönüştürme büyük hedef değil miydi?. Yöneticiler AK mı kaldılar?. Bugüne bembeyaz lekesiz mi geldiler?. Gizli tanıklar dinlendi... Niyetler gizlenmedi mi? Gerçekler silinmedi mi? Cemaat ve AKP... Hizmetlerinizi unutmak mümkün mü?
Evet... Hayat bugündür... Ekonomi de Türk parasını paçavraya çevirip başarı sayabildiğimiz an, bugündür! Vatanın geleceğinden, bütünlüğünden, demokrasisinden, huzurundan endişe edenlerin tümünü hain ilan ettiğiniz anda sizin ağır hainliğiniz hafifler veya yok mu olur? Hayat bugündür! Beraber yürürken siz bu yollarda AKP nin merkezindeydiniz... Tam 11 yıldır çemberin merkezi F TİPİ değil miydi? Bugün aynı hizmet insanlarını(!) merkezin dışına itip paralel saydınız... Matematikte geometride devrim yaptınız!... Ortada duran şekli, ortaklaştığınız şeyi hiç mi göremediniz... Paralelik yoktu ki! Birdiniz... Baştan bugüne her şey geometrik bir tanımla YAMUKTU! Çerçevede biri birini tutmayan ölçüler yok muydu? Ucu birbirine değmeyen eşit mesafede sonsuza kadar sürüp giden iki düz çizgi değil mi bu paralel durum? Asla kesişmeyen anlamını da ifade etmiyor mu? Bugün kesiştiğine göre yanılmış değil misiniz? Dünden bu güne olanlar YAMUK işler değil mi?
Masumların hakkını yemediniz denebilir mi? Yayınlanan son TUBİTAK raporu ne diyor? “Davanın en önemli delilleri arasında görülen 5 No’lu harddiskle ilgili raporda, saati geri alınmış bilgisayardan yapılan dosya aktarımlarına dikkat çekildi. Vatan gazetesine göre, harddiskin içinde; Suga, Oraj, Sakal gibi Türk jetinin düşürülmesinden cami bombalanmasına kadar birçok planın yazıldığı belgeler bulunuyordu. Savunma avukatlarının da bu harddiske sonradan bu verilerin yüklendiğini iddia ediyordu. Avukat Hüseyin Ersöz, Mayıs 2012’de Amerikan Kriminal şirketi Arsenal’e harddiskin örneği gönderilerek rapor hazırlanması istenmişti. Arsenal de inceleme sonunda harddiske, sistem saati geri alınmış bir bilgisayara bağlanarak kopyalanan belgeleri tespit etmişti. Fakat Balyoz davasına bakan 10. Ağır Ceza Mahkemesi Arsenal’in raporunu değerlendirmedi. Avukatların, “TÜBİTAK’tan bilirkişi harddiski incelesin” talebini de kabul etmedi. Dava sonunda da çok sayıda asker hapis cezasına çarptırıldı.
Hayat bugündür. Rüşveti, yolsuzluğu, zorbalığı durduramaz isek yok mu sayacağız?  Kavga süreceğe benziyor! Belgeler geçidi hız kazanıyor!. Sağlıklı bir ortam var diyebilir miyiz? Veya hayat bugündür derken yüreğimiz kararmaz mı? Gerçeği göremediğimiz yarı karanlık bir ortamda, cinayeti görmek, yarını düşünmek zorundayız…
MHP’li Semih Yalçın yerel seçimler yaklaşırken “MHP seçim büroları başta olmak üzere partilerinin mensuplarına yönelik planlı saldırıların arttığının gözlendiği” söyledi. “Tahrik ve provokasyon kokan bu menfur saldırı sonrasında maalesef ülküdaşımız Cengiz Yücel (Yusufiyeli Cengiz) şehit olmuş ve beş dava arkadaşımız yaralanmıştır. Seçimlerin güvenlik içinde yapılabilmesinin sorumluluğu AKP hükümetinin omuzlarındadır.” diyor.
Bugün masumların değil bir gün, 1 saat bile hapis kalması kabul edilemez. Ama kaybolan adalet kolay kolay yerine konabilir mi? Siyasetin merkezinde yer aldığı ve haksızlığı belli olan mahkumiyetlerin tamiri baş ağırtan sonuçları saklıyor... Bugün her tür AF düzenlemesinin ucu APO ya çıkıyor... APO’nun durumu Ergenekon, Balyoz gibi AKP – Cemaat patentli yargılamalarla içeri tıktığı mahkumlar gibi mi? Yoksa Başbakanın ustalığı “Halka kaosu, ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek mi?.”
Dostluğu, sevgiyi, kardeşliği, yumruk gibi durmayı unuttuk mu? Oysa yaşananlar dündü!. Hayat bugündür...

22 Ocak 2014

Siyaset!.. Ticaret!.. İhanet!..

Kıvrak bellilerin siyaset sahnesinde kıvırdığı veya kıvrandığı günlerden geçiyoruz! Siyaset kıvırır halk kıvranır... Aktif gazeteciliğimin son döneminde TGC (Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin) nin Bizim Gazete’sine yazmışım… Referandum sonrası ilk yazı (Bugün kara yarın ak diyenlere armağan olabilir!)
17 eylül 2010... Kelaynak (TGC Bizim Gazete)
Referandum öncesi sonuç ne olursa olsun daha fazla gerilim, daha çok güvensizlik ve daha sert bir tartışma ortamını satın aldığımızı düşünüyordum... Siyaset ayırıcı olmayı sürdürmüyor mu? Kimin % 58’i bu demiyor muyuz? Yer yer, il il, bölge bölge analizler yapılmıyor mu? Oysa kimse ardındaki saklı hedefi, yarına ayarlanmış isteği farkedemiyor. Kimse çıkıp neden referanduma gittik demiyor. Anayasalar çok yanlı katılımı, zamana sıkıştırılmamış tartışmayı, araştırmayı gerektiren ülkenin en önemli yasaları değil mi? Biz bugün sadece rakamları konuşuyoruz... Marmara, Ege ve Akdeniz bölgeleri gelişmişlik bakımından ülkenin önde gelen yerleri... Referandumda %77 oranında oy kullanılmış... % 49.9 Evet... %50.1 Hayır.

(Oktay Ekinci-Cumhuriyet) İstanbul’u analiz edip şunları yazıyor: “Hayır çıkan illerin çoğunlukla sahillerde olmalarının dışında önemli bir özellikleri daha var. Hemen tümü ülkedeki en okuyan iller olduğu gibi yine büyük çoğunluğu “Kalkınmışlık sıralamasında” üst düzeyleri paylaşıyor... Sonuç olarak ülke genelinde Refarandumun evet’le sonuçlanması önemli oranda eğitimsizlik belirlerken İstanbul’da buna imarsızlık da eklenmiştir” Eğitim ve seçim konusunda benim söyleyeceğim bir şey yok. Bana göre herşey meydanda... Sadece gören yok... Ben bir yabancıdan aktarmak daha iyi olur diye düşünüyorum!..

“Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır! Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir!”  Friedrich Nietzsche ( doğumu 15 Ekim 1844 - ölümü. 25 Ağustos 1900 özgün fikirlerle tanınan varoluşçu Alman filozof)
 
Bizde süre gelen siyaset çizgisinde sadece bize özgü başkaca farklılıklar yok mu? Hemen pek çok ülkede, genellikle siyaseti belli bir geçmişe dayalı, belli bir kültürü sindirmiş, sosyal alanda geçmişleri belli, varlık peşinde koşmayacak kadar doygun ailelerin fertleri yapar. Bunların siyasete atılımlarındaki “Halka hizmet” sloganı daha inandırıcıdır. Bizde manzara fark yaratmıyor mu? Zenginlerin siyaset yaptığı ortama karşı bizde siyaset sonrası zenginlikler artmıyor mu?

İnternet’e düşen yazısında Prof. Dr. Deniz Büyükkılıç (Gazi Üniversitesi) özetle şöyle diyor. “Vergi rekortmenleri listesinin açıklanması üzerine “AKP’ye yakın işadamları neden listede yok?”sorusu akla geliyor. En azından milyar dolarlık işadamı Fettah Tamince ile milyar dolarlık Ahmet Çalık’ın ilk 100 içinde olması gerekmez miydi? Bunlar vergi vermemek için Vergi Kanunu’na özel madde eklediler. VERGİDE BAĞIŞ SİSTEMİ AKP Hükümeti 2.1.2004 ve 31.12 2004 tarihlerinde Vergi Usul Kanunu'na 40/10 maddesini ekledi. Bu maddeye göre, gelir veya kurumlar vergisi mükellefi isterse vergisini devlete vermez. Ya nereye verir? BÜNYESİNDE GIDA BANKACILIĞI BULUNAN DERNEKLERE verir. İçişleri Bakanlığınca bünyelerinde GIDA BANKACILIĞI kurma izni verilen tarikat bağlantılı dernekler şunlar: *-Deniz Feneri Derneği *Kimse Yok Mu Derneği *Kepez Deniz Yıldızı Sosyal yardımlaşma Derneği... Bu dernekler, örneğin 100 milyon lira vergi borcu olan şirkete gidip diyorlar ki: Arkadaş, bizim derneğe 50 milyon bağış yap, biz de sana 100 milyon liralık kömür, erzak, temizlik maddesi gibi fatura verelim. Bu faturayı götür maliyeye ver, vergi borcunu kapatmış olursun. Yanına kalan 50 milyon senin kârın olacak. Bana verdiğin 50 milyon lira ile de malzeme alıp valiliklere, kaymakamlıklara vereceğim. Onlar da ihtiyaç sahiplerine dağıtacaklar. Bu da senin zekâtın olacak. Ama, bir vergi mükellefi örneğin bir okul veya hastane yaptırırsa, yaptığı harcamanın sadece 5 milyon lirasını vergiden düşebiliyor... Ama bu derneklere yardım yaparsa, yaptığı yardımın tamamını vergiden düşüyor.”

Referandumun boykot hanesi Diyarbakır’a gelen ünlü biri ile şenleniyor!.. Gözler onda  Martti Ahtisaari... Adam çözücü! Çözdüğü siyasal sorunlar hep etnik... Çözdüğü her sorundan sonra yeni bir devlet ortaya çıkıyor!. Ve bu başarısı için Nobel Ödülü almış... Ahtisaari şimdi Diyarbakır’da, daha sonra Ankara’ya geçecek. Ve çözecek! .......Referandum gemisine bindik gidiyoruz... Rotamız... Siyaset... Ticaret... İhanet mi?
.................................................................
TIR lar mıyız?

Değirmenin suyu nasıl devereye girdi? Yolsuzluk yeni mi sistem oldu? Şimdi yıl 2014... Kimden alınıyor kime gidiyor? TIR lamamak için sadece sayıyoruz!.. Saymakla yetişemediğimiz şeyler de var!. Tayinler... Görevden alınan savcılar... Oradan oraya savrulan polis şefleri...Şüphelerimiz TIR lar dolusu...  Söylemde insani yardım taşıyan TIR lar, arı gibi... Görüp seyrettiğimiz ve asla arayamadığımız TIR lar!.. Suriye batağında 3-5 TIR dolusu silah!. Aysberg’in görünebilen ve boşa tartışılan kısmı... Terör kusan 97 örgüt sınırımızda nasıl besleniyor? Silahları susmuyor! İki taraf arasında ölmüş, işkence görmüş insanlar! Kesen kesene... Keşke bu fotoğraflara TIR lar dolusu malzemenin insanı kısmını da ekleyebilsek!.. Yiyecek, içecek, battaniye, kullanılmış ayakkabı (kutusuz).. Olaylar o kadar mı karışık?. Bu batağa dalmadan insani yardımı yapamaz mıydık? Ayırmadan, öteki yapmadan... Hırsızlığı örtmeden!

Ayır hırsızı artık temiz insanlardan... Yargıla... Kumpas kurmadan... Ver cezasını. Tarafsız bak... Mezhep ayrıntısına takılma... Ölenler, kadın, çocuk hepsi insan! Adaleti sarsma... Örseleme... Ne yapacak ki adam! Savcıya ihbar geliyor... TIR senin TIR ında ne bilsin ki adam!. Soruşturdun diye sürüyorsun... Yolsuzluk diyeni yok ediyorsun? Kul hakkı yiyenleri temizle. Tamam... Bugün eski ortak götürdü diyemezsin ki!. Zamana ne oldu? 11 yıl sonra. Binlerce laf... Yolsuzluktan tek satır yok... Gerçekler örtülmüş, hak diyenler susturulmuş değil mi? Dinle duyacaksın... Maçlara kadar indi sesler... Gol sesi değil sloganlar var... Her yer Taksim... her yer yolsuzluk denmiyor mu? Lafı var kendi ortaya çıkmaz mı? Yaşadığımız ne? Hayret... Şaşkınlık... Umutsuzluk... Bu gidişle korkarım ben TIR larım. Sen de TIR larsın!. Sonunda hep beraber TIR larız! Geride İnsani yardım özlemi kalır!

20 Ocak 2014

Yargı, Yasama bulanık, Yürütme aşikar!

Benim cambazım, benim telim, benim meydanım, benim sandığım, benim polisim, benim operasyonum, benim seçmenim, benim komisyonum, benim Cumhurbaşkanım, benim demokrasim ve sonunda ne denirse densin tümü benim başarım... Ergler de benimdir... Çarklar da benimdir... Uğraşmayın benim dedimse benimdir... DEDİĞİM DEDİKTİR!
Devamı gelse...Hızını almış iken, benim yolsuzluğum,benim rüşvetim de diyebilecek mi?. Tartışmanın bini bir para... Ne oldu şu yolsuzluk işi diyen yok! Gündemin kaçıncı sırasında soruşturma? Hemen her gün başka başka patlaklar var... En aktüeli El Kaide operayonu! Operasyon oluyor, yapan polis yolcu... Merak edilen operayonda neler ortaya çıktı   ne oldu değil artık... Yapan yerinde mi, gitti mi? Balığın koku yayan başı komisyon ise, tam istim üzerinde. Sille tokat çalışıyor! Geçirmeye çalışıyor. Ha geçtirdi ha geçirecek! Heyecan dorukta... Dosyalar, cep telefonları, tekmeler o an ele ne geçerse havada... Savaşı gene cambazlar kazanıyor... Ne kadar heyecan o kadar taraftar! Kim boşuna bağırıp duruyor anlamak öyle zor ki... Ey milletin vekilleri. Soruşturmayı tamamlasak, iftira töhmet dönemi bitse... Ergler çalışsa... Menfaat çarkları dursa... Hırsızlar, yalancılar ayıklansa... Heyecan mı kalmaz!
İmkanı var mı? Bugün siyaset sahnesinde boy gösterenler ile demokrasimizin gerçeğe en yakın kurtuluş tarifi Bülent Ersoy’un tesettüre bürünmesi ve acilen okuduğu dua kıvamında. AYKIRI sorunların ergleri bitmiş çarkları devrede kalmıştır. Öylesine heyecan içindeyiz ki, ha düştü ha düşecek görüntüsü veren canbaz nefesimizi kesmiş... Zaman zaman elindeki upuzun denge sopasını kafamıza vursa da, etrafı göremez haldeyiz. Çevreye bakan yok... Cüzdanından ne gitmiş, ne çekilmiş... Henüz bu kargaşada ben ne kaybettim sorusunu soracak soluğu da alamadık. Yani meydanı dolduranların gürültüsü NORMAL mi? ANAYASAYA aykırı olduğunu bildiği halde milletin vekili neden yasa çıkarma yolunu seçer? Zor soru değil mi? Milletin dediğimiz vekiller neden kısa sürede emir kulu olurlar? İşin doğrusu bu deyip kafa sallar, görev yaptım deyip kendini kandırır? Bu işin bir de yarını var denmiyor mu? Milletvekili olabilmek gerçeği görmek doğruyu bilmekle ilgili değil ki!  Daha da önemli bir başka şeyi bilmekle ilgili. Siyasetteki gerçek! Milletvekilinin geleceği Başbakanın iki dudağı arasında... Yap dedi mi yapmayacak mısın?. Yoksa bu Anayasa ve siyasi etiğe aykırı deyip itiraz mı edeceksin? De bakalım! Yapılana bakınca ASLA!. Diyemeyeceksin... Kovulursan, adaletsizlikler, hileler, kumpaslar aklına gelir. Haksızlığı hatırlarsın!
Evet evet... AKP de devam etmek istiyorsanız Başbakandan gelen her emri yerine getirmek zorundasınız... Önümüzde seçim var, yeniden milletvekili olmak uğruna bu şart!. Yapılan şey AKP nin sıkca dile getirdiği çılgın projenin en şahanesi... En pervasızı... Başbakanın oğlu da dahil belli kişilere sağlanan milyon dolarlık yolsuzluk dosyaları... Yolsuzluğun görünen kısmı ayakkabı kutularına sığışmış ama geride kalmış henüz ortaya çıkmayanlar, çıkarılmayanlar yok mu? Soruşturmayı önlemek, yolsuzluğu kapatmak için uğraşılanlar yok mu? Ucunu görüp sonunu merak ettiğimiz binlerce şüphe, zihnimize yer etmedi mi? AKP çoğunluğu olarak “yolsuzlukları soruşturmayı önleyecek” bir yasayı soruşturma sürerken, yangından mal kaçırma telaşı ile meclisten geçirme isteği ne? (Hakimler Savcılarla ilgili hemen her yetkiyi Adalet Bakanına devret... Sonra ver direktifi senin bakanına sorun çözülsün. Yolsuzluklar YOK OLSUN!) Sayısal çokluk, demokrasiyi hançerleyen kaba kuvveti,içselliği yok eden sopalaştıran dikta değil mi?
Yolsuzlukları öğrenme yolunu açan öküzün ölüm tarihi söylendiğinden de eski!.. Bu tarih 17 Aralık 2013 den de ötelere gider... Hakan Fidan’ın Başbakana sımsıkı bağlılığı ile MİT in hem alt yapısı gelişti, hem de görevi dış operasyona uygun hale getirildi... Suriye batağına bu tamamlama ile daldık! İsrail “One minute” fırçasından sonra yüksek sesle Fidan’a karşı çıkmıştı. “Müşterek istihbaratı İran’a aktarıyor. Bizim için çalışan 10 İranlı’nın adını verdi”.Ülkenin içterideki hataları yetmemiş olacak ki yakın çoğrafyada da “benim dediğim olur” tezi sıfır hata ile uygulanmıştı! Yani gösterişli şişirmelerden sonra balon sönmüş, ülkenin saygınlığı sıfırlanmıştı. Henüz fiyatı etiketlenmemiş bizdeki Medya’da balık hafızalı ya da emir kumanda bağlantılı olduğu için gerçekler dillenmedi. Başbakan bir süreliğine de olsa Ortadoğu kahramanı görüldü...
Rüşvet ve yolsuzluk soruşturuluyordu ama olayın kahramanı Başbakan oğluna kadar uzayınca tedbir geçikmedi. Günlerce medya safca sordu: “OĞUL BİLAL nerede? Nerede olacaktı!.. Babasının yanında... Nedense, AKP de cevaplar, olaylar, çıkışlar hep cuma günü oluyor? Ben mi şüpheciyim! En azından fesat olabilim! Ne var bunda? Alt atarafı Cumhuriyetin Savcısı arıyor... Oğul ortalıkta yok. Arayan savcı çetenin savcısı olabilir mi?. Çağırıya uymamak ondan mı?. Bir cuma günü Bilal’i gördük. Bilali... Camii yapımını kontrole gelmiş... Babasıyla... Daha sonra baba oğul namaza durdular... Benim de endişelerim durdu. İşte burdayız deyişin, meydan okuyuşun din takviyeli sunumu! Din sömürüsü burada yakıştı mı? Arama sebebi “Cuma namazına gelmeme” suçu mu? Başbakana soramam tabii. Kendi kendime konuşuyorum!.
AKP-Cemaat çatışması yani ÖKÜZÜN ÖLÜMÜ Fidan’ın MİT müşteşarlığı ile oldu. Cemaat Fidan uygulamasından şikayetçi idi. Başbakan o zaman yeni elemanına arka çıktı... Yedirmem dedi... Şimdi sorsam ayıp mı olur?. Bugün paralel devlet ve bu örgüt içinde güçlü bir ÇETE oluşurken, Fidan’ın MİT elemanları ne yapıyordu? Olup biteni Başbakana sunmadılar mı? Yoksa... Paralel devlet veya çete o tarihte AKP çemberinin tam merkezini oluşturan nokta değil miydi?
Ülkemde devlet işlemezliğine dayanan güncel sıkıntı yolsuzluğu, rüşveti konuşulamaz kılıyor!. Cambazın ustalık dönemi bu!. Alacak karanlıkta, kavgalar, yumruklar, tekmeler ile gelen zorbalık yarınımızı mı sergiliyor?. Cumhuriyeti ve demokrasiyi taşıyan erglerin bugün içine düştüğü durum acı verici!. Yasama, Yargı bulanık... Yürütme aşikar!

19 Ocak 2014

Sinsi hastalığımız;bilmeden ahkâm kesmek!

Ülkemizde sinsi bir hastalığımız var. Çoğumuz bu hastalığın pençesine takılmış durumdayız. Bu hastalık nedir mi?
Söyleyeyim.
Bir şeyin, bir olayın araştırıp özüne ulaşmadan fikir yürütmek.
Basit bir örnekle başlayayım;
Sarıyer Belediyesi bina asansörlerine ruhsat verme işini Mühendisler Odası’na devretti. Mühendisler Odası da bir sürü olması gereken iyileştirmeler ileri sürdü. Bir de ekledi; “Bu iyileştirmeleri yapmazsanız ruhsat vermem”.
Biz de site olarak anlaşmalı firmamızdan bu iyileştirmelerin yapılmasını istedik.
En önemli iyileştirme de iç kapı takılması.
Neyse.
Ustalar geldi; çalışmalar başladı. Komşulara da çalışmayı yazılı olarak duyurduk.
Tabii asansör çalışmadığı için merdivenleri kullanıyoruz.
Merdivenden aşağı inerken bir komşuya rastladım. Beni görünce ilk lafı “Akın bey. Bu asansör de hep arızalanıyor” oldu.
“Kapıda bir duyuru var okumadınız mı?” diye sordum.
“Okumadım” dedi.
“Asansör bozuk değil. İç kapı takılıyor” dedim ve ilave ettim; “Bu ülke ne çekiyorsa böyle peşin hükümle kararlardan çekiyor” diye ekledim.
Bu örneği neden verdim?
Biliyorsunuz şike davasında Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’a verilen ceza Yargıtay tarafından onandı.
Kararı tartışacak değilim.
Haber – o da bir garip_ televizyonlardan verilmeye başlayınca kanallar hemen spor hukukçularına bağlandılar.
Bu hukukçuların çoğu “Aziz Yıldırım’ın başkanlığı şu andan itibaren düşmüştür “dediler.
Şaşırdım. Ben de hukuk öğretimi gördüm.
Tebligat diye bir şey var. Tebellüğ etme var. İnfaz savcığı var.
Bu hukukçular böyle bir dosyanın önce Yargıtay Başsavcılığına, oradan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gideceğini bilmiyorlar mı?
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının onama kararını infaz savcılığına, bozma kararını mahkemeye göndereceğini bilmiyorlar mı?
Aziz Yıldırım’ın başkanlığının infaz savcığından gelecek yazıyı tebellüğ yani alma ile aynı anda düşeceğini bilmiyorlar mı?
Bu örnekten yola çıkarak televizyonlarda uzman olarak bilmeden, gerçeği öğrenmeden ahkâm kesenlerin sözlerine nasıl inanacağız?
Ben kendi adıma inanmadığımı söyleyerek konuyu kapatıyorum.

7 Ocak 2014

Kutu yetmez! SANDIK gerek…

Rüşvet ve yolsuzluk hemen hemen dünyanın her ülkesinde olmuş ve olabilecek bir şeydir. Normal değildir, adil değil, tüyü bitmemiş yetim haklarının yenmesi, güveni yok eder. Hoş da değildir ama yaşanabilir!. Rantı tek elde toplayıp, dağıtan, gelirim ama gitmem diyen iktidarlarda daha sık olmuştur. Yandaşlar, hak etmeyenler, cahiller, her şeyi bilen yarı cahiller, yalakalıkla durup dururken zengin olurlar, çok kere servet sahibi olmuş ama devlet adamı olamamışlardır. Bu çarıklıların ayaklarındaki milyonluk pabuçlar ayaklarını kısa sürede vurmuş, yürüyüşleri bozulmuştur. Gene de boş ayakkabı kutuları milyon dolarlarla dolmuştur. Başka ülkelerde bu haksızlıkların ve rüşvetin başını duvara çarptığı yer vardır. Onlarda rüşvetin, yolsuzluğun Hukuk üstesinden gelir… Çakma demokrasiler hariç, hemen her ülke yasalarına ve Anayasaya sığınır. İşin anasına, kurallarına kanunları dokunulmazdır. Tarafsız yargı kör düğüm de olsa karşılaştığı sıkıntıyı, yolsuzluğu oğlu değil o ülkenin Başbakanının kendisi de olsa bulur cezasını verir. Adalet yerine gelir. Biri yapar biri bozamaz. Uygulamada hır çıkmaz.

Bizde öyle mi?. Yolsuzluğun ihbarı 14 ay önce. MASAK’a, savcıya gitmiş. Bir bankanın Genel Müdürünün evinde ayakkabı kutusunda 4,5 milyon dolar çıkıyor. İzahı şöyle: “O parayla imam hatip okulu yapılacaktı.” Devletin yaptığı yüzlerce imam hatip okulu az geldi ise yenilerini de gene devlet yapamaz mı? İlk soruşturmalar mutlaka gizlidir. Bu gizlilik içinde dosya olgunlaşır! Rüşvet dosyası elinden alınan savcı neden acaba açıklama yapmak zorunda kaldı? AKP-Cemaat kavgasının ilk raundunda DERSHANELER meselesi vardı. Başbakan kalkacak dedi ve israrcı oldu. Belli bir uzlaşma yolu arandı… Ama Başbakanın ses tonu yumuşamadı. “Kalkacak… O kadar”.
AKP tek başına iktidar gibi görünüyordu ama halktan gizlenen bir ortak varmış! İki parçalı gizli ortaklık o güne kadar maharetle saklanmıştı. AKP nin ilk yıllarında sorun çıkmadı… Başörtülü bacılarımızın hakları en önde bayrak yapılmış ve mücadele sürüyordu. Askere karşı el birliği, kumpas birliği, gönül birliği içindeki kitleler işlerin iyi gidişinden mutlu da oldular!. Hele Ergenekon ve Balyoz kazanımları güveni perçinlemiş olmalı. Başbakanın benim polisim, benim başhekimim ,benim bakanım, benim müşteşarım sıralaması yaparken “niçin senin” diyen de çıkmamıştı.. Devlet denen kurum yok muydu?. Anayasa da benim dedi, yürütmenin de başındayım yargıyı da yöneteceğim demedi mi? Ergenekon davası sırasında kahramanlığını ilan ettiği savcıya bugün ateş pürkürmesi nedir? O günden bu güne ileri demokrasi diye diye nereye geldik? Bizler hangi rejimin sahibi olduk? Meğer Anayasa yerine babayasaya geçivermişiz! Başbakanın cemaat için bugün kullandığı cümle “Ne istediler de vermedik.” o günlerini anlatıyor. Cemaatin polis dahil devletin belli kurumlarına yerleşmeleri de bu balayı döneminde oldu. Cemaat iktidarın ilk yıllarında AKP’ye güç kattı!. Ve ilk dalga gözaltıların listesinde 4 Bakan çocuğu da var ve söylenen o ki soruşturma ilerlerse Başbakanın oğlu Bilal Erdoğan’a ulaşabilir! Yolsuzlukta dönen para 247 milyar lira... Başbakan öfkeliyor. Bütün bu yolsuzluk soruşturmasını kendisine yapılan bir komplo sayıyor. Poliste yıldırım tayinler oluyor, savcılara göz dağı veriliyor. Derhal yönetmelik değişiyor... Savcının emrini dinlemeyen polis müdürleri iş başına geçiyor... Soruşturmalardan önce bir üst makamın haberi olacak. Gizlilik kalmayacak! Sanki önce hırsıza haber vereceksin, polis gitmeden deliller kararacak der gibi… Kurumlar arasında iş yapma imkanı kalmadı. Sistem tıkandı. Yolsuzluk soruşturması da durdurulmuş oldu. Anayasa kalmadı. Babayasa verelim!. Meclis Başkanı Cemil Çiçek.şöyle demiyor mu? “Yargı çökmüştür. Anayasanın 138. Maddesi çökmüştür”. Çiçek bu işlerle ilgili bir siyasetçi değil sanki, köşe başında papatya falı bakan çiçekçi. İşin kötüye gitmesini önlemek için kolları sıvaması gerekmez miydi? Bakanlıktan, AKP den ve milletvekilliğinden istifa eden Erdoğan Bayraktar bu kargaşada ayakları yere basan tek AKP li oldu. Yolsuzluklar için “Başbakanın imzaladıklarını yaptım. Kimsenin gözünün yaşına bakılmamalıdır. Rüşvetin, yolsuzluğun çıkar sağlamanın büyüğü küçüğü olmaz. 1 kuruşu da aynıdır 1 milyonu da. Kuru ile yaşın birbirinden ayrılma zamanı sizce de gelmedi mi?”

Korkumu söyleme zamanı geldi. Bugün tablo bu. Ama yarın da kısır çekişmeler içinde kalırsak çok şey değişmez! Siyaseti gene aynı hakemler yönetir. Bu şenlik, bu hortum, sandıktan çıkınca her şeyi yaparım kafası sığ kalır. Bu kafa BİZDE var. Ve yakın dönemde yolsuzluklar ve rüşvet korkarım asla bitmez. Basitlik devam eder. Derin devletin bile derinliği sığ kalmış! Paralel devlet PARA-EL olmamış mı? Siyasette hiç bir şey derinlikten nasibini alamamıştır! Sadece hortumlanan paralar derinlere gömülü. Yıllar içinde ilerledi dediğimiz demokrasimiz aslında gerilemiştir. Kuruluş yıllarının yokluğu içinde ortaya çıkan devlet adamları, adam gibi adamlar yok olmuştur. Yerleri asla dolmamıştır. Onlar ben yerine biz demişlerdir. Yoktan var ettikleri her şeyi, milletle paylaşmışlardı. Yerlerine çakma devlet adamları gelmiştir. Saygısız… Aç gözlü. Komşu hakkı tanımaz. Görgüsüz... Sevgisiz... Gaddar... Onlarla sadece menfaate dayalı günler yaşanır olmuştur. Güvenilmez, siyaseti iki yüzlülük kalıbına sokan uygulamaların sahipleri egemen olmuştur.
Ayakkabı kutularının yarını mı?. Bu felsefe ile, bu gidişle, bu vurdum duymazlık ile… Milli ordusuna kumpas kuracak kadar gözü dönmüşlükle, hırsızı yargılama, rüşveti sonlandırma şansımız var mı? Demokrasi kültürüne ve hoş görüsüne ulaşmadan işin garantisi yok! Bu çöküşü gelecekte de yeniden yaşayabiliriz.

Seçim herşey mi!. Gelenek, saygı, kültür, milli birlik, milli irade’yi sayma, görme, haddini bilme, özgürlük için mücadele etme kaç para eder? Tarih çok kere tekerrür eder. Zenginleşen ülkemde o gün dolarlar için ayakkabı kutusu yetmez! SANDIK gerek!

3 Ocak 2014

Geleceğimizi "EMİN ELLERE" bırakıyoruz!

Babam Atatürk'ün kurduğu bu Cumhuriyetin ilk idealist öğretmenlerindendi.
Ülkesini seven, dürüst, yardım ve ülke yararı için çırpınan. Köy enstitülerinde öğretmen yetiştiren.
Bize güzel özelliklerini miras bıraktı.
Biz de bu mirası önce iki oğlumuza, onların eşleri iki kızımıza bırakacağız.
Onlar da torunlarımıza.
Pırıl pırıl dört torun.
Bu ülke için bırakacağımız daha güzel miras var mı? Ve geleceğimiz emin ellerde değil mi?