10 Kasım 2015
9 Kasım 2015
Isırılmış elma logosu, teknolojisi babasına saygı duruşu!
Alan Turing 1912'de İngiltere'de doğdu. Matematik, kripto analitik, bilgisayar mühendisliği
ve biyoloji alanlarında uzmandı. Nazilerin gizli yazışmalarda kullandığı Enigma kodlamasını çözdü. Almanların ünlü Enigma isimli
şifre mekanizmasını çözerek savaşın gidişatını değiştirdi. Enigmanın
çözülmesiyle beraber Alman denizaltıları zor durumda kalıyor. Alman savaş
uçaklarının Londra üzerinden gerçekleştirdikleri bombardımanlar kısmen etkisizleşiyor
ve bunlar bir matematikçi, Alan Turing’in başarısıyla oluyor. Bu sayede savaşı
İngiltere lehine çevirerek zaferi getirdi. Turing, ülkesine savaşı kazandıran kodlamaları geliştirdikten sonra 1952'de homoseksüel davranışları sebebiyle
tutuklandı. 1954 yılında Turing intihar etmek için bir ısırık aldığı zehirli
elma nedeniyle öldü. Alan Turing’in cesedi bulunduğunda yanında bir ısırık alınmış elma da vardı. Ucundan ısırılmış bir elma şeklindeki logo, bilgisayar teknolojisinin babasına bir saygı duruşu.
30 Ekim 2015
Bir Avrupa Gezisi izlenimleri!
Filiz Kamacıoğlu yazıyor
Güney Almanya ( Bavyera), Avusturya, İsviçre, Güneydoğu Franca ( Alsace) yi içine alan bölgeyi gezdim. Bu bölgeye aynı zamanda Romantik Yol deniyor. Gezimiz Avusturya’nın en önemli müzik ve turizm merkezi olan Salzburg’da başladı.
Bavyera sınırları içinde adını Salz-tuz dan alan bir şehir. Yöre tuz zenginliğiyle ünlü. Dağlık arazide Salzach nehrinin sol kıyısında yer alan eski kent Unesco’nun koruması altına alınmış.
Bu şehir Mozart’ın doğduğu şehir olarak isim yapmış ve Mozart turizmi çok iyi işlenmiş. Doğduğu ev, yaşadığı ev müze ve ziyaret yeri olarak turizme açılmış. Meşhur kalesinde konserler düzenleniyor, Mozart eserleri dinleniyor. Mozart çok iyi bir şekilde işleniyor. Çikolataları bile var. Kalesi, manastırı, kiliseleri şehrin ortasından geçen nehri ile Salzburg estetik görünüşlü bir şehir.
Şehirde bulunan Mirabell şatosu, Avrupa Barok mimari ve bahçe süslemeleri tarzında yapılmış ziyaretçi akınına uğrayan bir yer.
Kentin dışında bulunan Hellbrunn, İtalyan Barok tarzında inşa edilmiş olan bir Villa. Mağaraların, şaşırtıcı su oyunlarının, mekanik düzeneklerin yer aldığı bir yer. Kendi döneminin bilimsel keşiflerinin iyi kullanıldığı bize tekniğin hayatın içine nasıl sokulduğunu gösteren bir yer. Oldukça eğlenceli.
Salzburg kalesi.Mozart'ın heykeli.
Mozart'ın yaşadığı ev.
Salzburg Kalesi'nde konser salonu.
Salzburg'da Mirabell Şatosu'nun bahçesi.
Hellbrunn bahçesinde su gösterisi.
Hellbrunn bahçesinde şehir maketi.
HALLSTATT:
Hallstattersee gölü kıyısında turizm merkezi olan küçücük bir kasaba. Unesco Dünya kültür mirası listesinde bir yer. Kıyıya dik dağda tuz işletmeleri var. Kasaba tarihi, tarih öncesi dönemlere kadar uzanıyor. Tuz madeni yakınında Tarih öncesinden kalma yer altı mezarlığı ortaya çıkarıldı. Birçok Tunç eser bulundu. Ufak kilisesi içinde bulunan dini olayları anlatan dolapta “İsa’nın sünnetini “ gösteren sahne çok enteresan, az bulunan bir kompozisyon.
Gölde gezi tekneleri var. Ayrıca kuğuları da meşhur.
Dağlık arazi içinde olan yörede tahta oyuncak pazarı gelişmiş. Bir çok dükkanda tahta oyuncakları satışa sunuyorlar, hatta dükkan yanında bulunan atölyede oyuncak yapma imkanı sunuluyor.
Yol boyunca aşağı yukarı her evde güneş panelleri görülüyor. Ciddi şekilde Güneş enerjisinden faydalanıyorlar. Ayrıca dikkatimi çeken diğer bir konu oto yolların panellerle iki taraftan kapatılmış olması. Bu panellerin yol kıyısındaki sakinlere ses geçirmemesi için olduğu kadar ormanlık bölgelerde sesten hayvanları ürkütmemek için konduğu söylendi. Diğer önemli husus da yemyeşil dağlık arazi hiç bozulmamış ulaşım tünellerle sağlanmış yeşil bozulmamış.
Münih’den Romantik yol olarak isimlendirilen yolda ilerliyoruz. İlk durak Füssen. Alp manzaralı yollar ve kayak merkezleri var. Schwansee gölü kıyısında Schwangau’da Neuschwanstein ve Hohenschwangau şatoları var. Ulaşılması kolay olan Hohenschwangau şatosunu ziyaret ettik. Bavyera kralı Maximillian tarafından yaptırılmış.Oğlu II. Ludwing de yaşamış dört yıl boyunca 12 usta yalnız yatağını yapmakla görevlendirilmiş. Ölümü şaibeli. Paraları kendisi için harcadığından aç kalan halk tarafından gölde boğulduğuna inanılır.
Şatoda ayrıca duvarlarında Beylerbeyi, Boğaziçi ve Truva tasvirleri bulunan “Türk Odası” bulunmaktadır.
Hallstatt'ta tuz taşıyan adam heykeli.Hallstatt'ta bi kilisede İsa'nın sünnetini gösteren figürler.
Hallstatt'ın kuğuları ile meşhur gölü.
Hallstatt'tan dönerken güneş panelleri dikkat çekiyor.
Yollarda çok sayıda tünellerden geçiliyor.
Hohenschwangau şatosu mutfak maketi.(üstte ve alttaki resimler)
ROTHENBURG'da birçok evin çatı kat pencereleri “göz” şeklinde. Oldukça ilginç.
ROTHENBURG OB DER TAUBER:
Romantik yolun en önemli ve eskiyi koruyan şehri.
Ortaçağ yapısı korunmuş bir şehir. Evler geleneklere göre eski halini koruyor.
Birçok evin çatı kat pencereleri “göz” şeklinde. Oldukça ilginç. Belediye
binaları kompleksinde eski yapı korunarak yanına yeni binalar ilave edilmiş.
Eski kesinlikle korunuyor. Kaldığımız otelin dış kapısının kocaman anahtarını
da verdiler. Kapıyı biz açtık.
Geleneksel kızarmış top şeklindeki tatlıları ilginç. Bazı dükkanlarda
videosunu izledik. Nasıl yapıldığını öğrendik. Böylece denemek istedik ve birer
tane yedik. Akşamları gece bekçisi şovu şehrin geçmişini ve tarihini
öğrenmenizi sağlıyor. Belli bir ücret karşılığında, geleneksel kıyafetli bekçi sizi
gezdirerek anlatıyor. Eski şehirde birçok butik dükkan var. Keçeden yapılmış
şapka, kaşkol, ceket, pardösü dükkanları, yılbaşı süsleri dükkanları, ahşap
oyuncak dükkanları bazıları.
BADEN-BADEN:
Kara ormanlar eteğinde, kaplıcalarıyla ünlü bir yer. Zengin ve pahalı. Lüks dükkanları var.
STRASBURG:
Bugün Fransız idaresinde olan Strasburg
zaman zaman Alman idaresine geçmiş. Alsace bölgesinde. Avrupa Birliği binaları
geniş bir alanı kaplıyor. Önemli olan tarihi eski şehirdir. Burada Notre Dame
Katedrali 1439 da pembe granitten yapılmıştır. Katedral mahallesinde ahşap
kaplama ve duvarları bezemeli birçok ev vardır. Strasburg leylekleri ve nane
çayı ile ünlüdür.
ZÜRİH:
İsviçrenin başkentidir . Futbol federasyonu FIFA bu
şehirdedir. Gelişmiş bir kent. Yakınlarında bulunan “Schiosshaufen” çağlayanı
turistik bir bölge.
COLMAR:
Alsace’nin sihirli şehri. Küçük Venedik denen Colmar
eskiyi koruyan küçük bir şehir. Orta çağdan bu yana sokaklar ayrılmış. Örneğin
demirciler sokağı, sericiler sokağı gibi. Hala bayrakları sokaklarda asılı ve
dükkanlarda heykellerle kendilerini ifade ediyorlar ve geleneklerini
koruyorlar. Sokaklarda marketlerdeki naylon torbalıklar gibi Köpek kakalarını
toplamak için naylon torbalıklar konmuş.
Son durağımız KONSTANZ gölü kıyısı. Avrupa’nın en büyük
gölü olan bu gölde üç ülkenin kıyısı var. Göller yöresinde bulunuyor ve iklim
daha yumuşamış. Dolayısıyla şaraplık üzüm bağları her yeri kaplıyor. Son
derecede düzgün bağlar var. Buralarda her yer çiçek içinde ve sunumları
sanatkarhane.
Budamayı ve bakımı çok iyi biliyorlar ve her şey de estetik
ön planda.
16 Ekim 2015
Türkiye’nin ilk metrosu Tünel’in fikir babası bir Fransız mühendis!
Gavand adlı bir Fransız
mühendis 1867 yılında turist olarak İstanbul’a gelir. Beyoğlu ile Galata
arasındaki dar, dik ve bakımsız yüksek kaldırım dikkatini çeker. Aklına bu iki
semt arasında bir tünel açılması fikri gelir. Hemen gerekli mercilere başvurur
ama olumlu bir yanıt alamaz.
Gavand işin peşini
bırakmaz, 1869’da tekrar girişimde bulunur. Bu kez padişahtan tünel yapma
imtiyazını koparır. Tünel Dünyada üçüncü,
ülkemizde ise açılan ilk metrodur. 555 metre uzunluğundadır ve çift hat olarak
inşa edilmiştir.
Tünel resmen 17 Ocak 1875
yılında açılır. İlk iki haftada75 bin yolcu taşır.
-----------------------------------------------------
Kaynak: İstanbul’un
100 Önemli Olayı
12 Ekim 2015
Kanuni Sultan Süleyman da “SEL”den zor kurtulmuş!
Uzmanlar son yıllarda
dünya ikliminin değiştiğini, artık yağmurun kısa sürelerde çok şiddetli
yağacağını söylüyorlar. Dolayısıyla büyük sel felaketlerinin kaçınılmaz
olacağını ifade ediyorlar.
Uzmanlar haklı olabilir
ama bir başka gerçek daha var. O da şöyle:
İstanbul’un 100 Önemli
Olayı kitabına göre sellerden nasibini padişah Kanuni Sultan Süleyman da almış.
Kitaba göre Kanuni Halkalı
Deresi civarında avlanırken sağanağa tutulur. Yağmur çok şiddetlidir. Sultan
Yeşilköy’deki İskender Çelebi Bahçesine sığınır. Taşkına dönen yağmur suları Kanuni’yi zor
durumda bırakır.
Sultan “sel”den canını zor
kurtarır.
Şiddetli yağmurdan şehrin
özellikle güneybatısı büyük zarar görür, köprüler yıkılır, cami ve kiliselere
yıldırım düşer, suyolları tahrip olur.
30 Eylül 2015
Osmanlı sultanı arabaların sokaklara girmesini yasakladı, trafiği çözdü!
Osmanlı sultanı İbrahim’in
sinir hastası olduğunu yazar tarih kitapları. Doktorlar sultanın rahatlaması
için hareket etmesini ve bol bol gezmesini önerirler.
Arabasıyla gezmeye çıkan
Sultan İbrahim zaman zaman İstanbul’un dar sokaklarında trafikte kalır.
Trafikte kaldığı zaman
araba içinde sıkıntılar yaşayan Sultan İbrahim sinirlenir ve şu emri verir:
“Bundan böyle arabalar İstanbul’a girmesin, bir kişi bile arabaya
binmesin, şehir içinde bir daha araba görmeyeyim.”
Bu
emri uygulamayan bir vezirin canından olduğu söylenir ama yasak Sultan
İbrahim’in tahttan indirilişine kadar yaklaşık bir yıl sürer.
Ne
dersiniz? İstanbul’un çile çektiren trafiğini çözmek için Sultan İbrahimler mi
gerekli?
--------------------------------------------------------------------
Kaynak: İstanbul’un 100 Önemli Olayı kitabı
Kaynak: İstanbul’un 100 Önemli Olayı kitabı
23 Eylül 2015
Tıp faciasından Türkiye'yi koruyan bilim insanı: Ord. Prof. Aygün
Günümüzde hemen hemen herkes gebelik sırasında geçirilen bazı hastalıkların
ve uygulanan bazı tanı metotlarının ve tedavilerin hem anne hem de çocuk için
olumsuz etkilerinin olabileceğini biliyor. Ne yazık ki insanlık bu bilginin
bedelini çok ağır bir şekilde ödemiştir. Bu bedel, tarihteki en korkunç tıbbi
trajedinin adıdır.
www.stetuskop.com sitesinde okuduğum bir yazı dikkatimi
çekti. Bugün
ağız, burun kıvırarak anlatılan tek parti döneminin, ne değerli biliminsanları
yetiştirdiğini bir kez daha gördüm ve paylaşmak istedim. Ord. Prof. Dr. Süreyya
Tahsin Aygün'ü tanımak, O'nu gençlerimize tanıtmak zorundayız. Çünkü bu ülkenin
hayallerinin peşinden giden genç nesillere ihtiyacı var, kafa sallayıp ezber
yapanlara değil.
Aşağıdaki yazının çoğu ve fotoğraflar belirttiğim siteden alıntıdır.
Almanya'da 1954 yılında tesadüfen bulunan ve hayvanlar üzerinde yapılan
testlerden sonra 1957 yılından itibaren 1960'a kadar kullanılan Thalidomide
etken maddeli ilaç, yüzyılın tıp faciasına neden olmuş. Özellikle hamile
kadınların kullandığı ve 46 ülkede mucize ilaç olarak tanıtılan ilaç, 'yüzgeçli
bebekler'in doğmasına yol açtı. Çeşitli ülkelerde 10 binin üzerinde bebek bu
ilaç nedeniyle sakat doğdu ve kısa bir ömür sürdü.
O tarihlerde doktorlar sık sık, bulantı ve kusmaya uykusuzluğun eşlik ettiği ” sabah bulantısı” sorunuyla gelen gebe hastaları için thalidomide’in ticari bir formu olan Contergan’a reçetelerinde yer vermeye başladılar. Giderek dünya genelinde yaygınlaşan thalidomide; Distaval, Asmaval, Distaval Forte, Tensival, Valgis, Valgraine.. gibi pek çok marka adı altında piyasaya sürüldü.
Zamanla ilacı almaya başlayan hamileler; uykuya eğilim, halsizlik, kabızlık, deride kızarıklıklar, ciddi kafa ve mide ağrıları, ellerde ve ayaklarda uyuşma, baş dönmesi, sinirlilik, titreme, kulak çınlaması, depresyon gibi yan etkilerden söz etmeye başladılar.
Diğer doğumsal bozukluklar ise; gelişimini tamamlayamamış parmaklar, sağırlık,
körlük, yarık damak ve kalpte, sinirlerde, cinsel organlarda, böbreklerde,
sindirim sisteminde malformasyonlar şeklinde açığa çıkmaktaydı. Bazı vakalarda
anneler sadece bir tablet thalidomide almıştı. Özellikle gebeliğin en kritik
noktası olan ilk üç ayda alınan tek dozun bile fetüs üzerinde feci yan
etkilerinin olabileceği daha sonra anlaşılacaktı. Çünkü bu ilaç, anne ile fetus
arasında yer alan plasental bariyeri geçip konjenital deformitelere yol açabilen
bir teratojendi.
İlaç firmaları başlangıçta, giderek artan thalidomide ile ilişkili doğumsal bozuklukları ve yeni doğan ölümlerini inkâr etse de bu ciddi yan etkiler medya yoluyla dünya çapında duyulmaya başlamış, saygın tıp dergileri bu ilacın çok sayıda yan etkisini detaylarıyla yayımlamıştı.
Sonuçta thalidomide tüm dünyada piyasadan çekildi. Fakat bu tıp felaketinden etkilenen aileler ve thalidomide kurbanları için çok geç alınmış bir karardı. Dünya üzerinde 46 ülkeden 10 binin üzerinde bebek ilacın yan etkisi nedeniyle sakat olarak dünyaya geldi ve bunların yaklaşık yarısı da thalidomide’in yüksek ölüm oranı sebebiyle erişkin bir birey olamadan yaşama veda etti.
Tüm dünyada halen bu ilaçtan dolayı mağdur durumda bulunan binlerce insan yaşamını devam ettirmekte ve birçok ülkede devlete karşı açtıkları tazminat davaları devam etmekte.
İlaç firmaları başlangıçta, giderek artan thalidomide ile ilişkili doğumsal bozuklukları ve yeni doğan ölümlerini inkâr etse de bu ciddi yan etkiler medya yoluyla dünya çapında duyulmaya başlamış, saygın tıp dergileri bu ilacın çok sayıda yan etkisini detaylarıyla yayımlamıştı.
Sonuçta thalidomide tüm dünyada piyasadan çekildi. Fakat bu tıp felaketinden etkilenen aileler ve thalidomide kurbanları için çok geç alınmış bir karardı. Dünya üzerinde 46 ülkeden 10 binin üzerinde bebek ilacın yan etkisi nedeniyle sakat olarak dünyaya geldi ve bunların yaklaşık yarısı da thalidomide’in yüksek ölüm oranı sebebiyle erişkin bir birey olamadan yaşama veda etti.
Tüm dünyada halen bu ilaçtan dolayı mağdur durumda bulunan binlerce insan yaşamını devam ettirmekte ve birçok ülkede devlete karşı açtıkları tazminat davaları devam etmekte.
Kök Hücre'nin babası Prof. Aygün
Türkiye'yi bu faciadan Ord. Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün kurtardı. Dünyada
kök hücre'den ilk söz eden bilim insanı olan Ord. Prof. Dr. Aygün, ilacı
Türkiye’de onay aşamasındayken mercek altına aldı ve sakıncalarını tespit
etti.. Sağlık Bakanlığı’nı uyaran Prof. Dr. Aygün ilacın Türkiye’de kullanımını
engelledi. Bu sayede Türkiye’de sakat doğumlar yaşanmadı.
1960 yılında adına Almanya'da kurulan “Aygün Institut” de Alman mongol çocukları tedavi etme başarısı gösterdi. Kök hücre adını yazdığı kitaplarla dünyaya ilk duyuran da o oldu. Almanya ve ABD'de kök hücre çalışmaları yaptı.
1960 yılında adına Almanya'da kurulan “Aygün Institut” de Alman mongol çocukları tedavi etme başarısı gösterdi. Kök hücre adını yazdığı kitaplarla dünyaya ilk duyuran da o oldu. Almanya ve ABD'de kök hücre çalışmaları yaptı.
Prof. Aygün'ü saygıyla anıyorum..
18 Eylül 2015
Tuzlusu'daki güzellikler; Adadaki çirkinlikler!
14. İstanbul Bienali'nin bu yılki konusu Tuzlu Su.. Saltwater...Otuzdan fazla mekanda Afrika, Asya, Avustralya, Avrupa, Ortadoğu, Latin Amerika ve Kuzey Amerika'dan 80’in üzerinde katılımcının 1500'e yakın eseri sergileniyor. Sergiler, 1 Kasım'a kadar gezilebilecek. İKSV tarafından Koç Holding sponsorluğunda düzenlenen İstanbul Bienali, geçen bienalde olduğu gibi bu sene de kapılarını ücretsiz olarak açtı. Bienal mekânları arasında sadece Masumiyet Müzesi’nin girişi ücretli olacak.
Tuzlu Su sinirleri yatıştırır
Bienal'in adı ilginç geliyor değil mi? Tuzlu Su'yun öyküsünü şöyle anlatmış Bienalin şekillendiricisi yazar ve akademisyen Carolyn Christov-Bakargiev:“Tuzlu su dünyada en sık rastlanan maddelerden biri. Vücudumuzdaki sodyum da sinir sistemimizi oluşturan en önemli içerenlerden, bir anlamda hayati önem taşıyan bir sistemi çalıştırarak insanları hayatta tutuyor. Tuzlu su aynı zamanda dijital çağın en yıpratıcı maddelerinden biri. Akıllı telefonunuzu tatlı suya düşürürseniz onu kuruttuktan sonra büyük olasılıkla tekrar çalışacaktır, fakat tuzlu suya düşerse, kimyasal değişimler telefonun bozulmasına yol açabilir. 14. İstanbul Bienali’ni ziyaret ettiğinizde tuzlu suyun üstünde epey zaman geçireceksiniz. Mekânlar arasında, özellikle de vapurlarla yapılacak seyahatlerle, ziyaretçilerin sanatı deneyimleme süreleri yavaşlayacak. Bu da çok sağlıklı, çünkü tuzlu su solunum problemleriyle pek çok başka hastalığın iyileşmesine yardımcı olduğu gibi sinirleri de yatıştırıyor."
Tuzlu Su'daki dev heykeller
Bizim de son aylarda yaşadıklarımızı düşündüğümüzde sinirlerimizi yatıştırmaya ihtiyacımız vardı. Böyle olunca tuzlu su'yu da çok sevdiğimizden ilk mekanımız Büyükada oldu.
Adadaki kalabalığı bienale yorduk ama sonra hayal kırıklığına uğradık. Saat Kulesi'nin etrafından başlayıp döne döne giden fayton kuyruğuydu. Adada adeta faytonlar trafik oluşturmuştu.
Sıcak havada yokuş yukarı acımasızca koşulan atların durumu yürek burkuyordu. At ölümlerini durdurmak için başlatılan 'Faytona binme atları öldürme' kampanyası, pek de sonuç vermişe benzemiyordu. Talep nedeniyle ücretlerini 75 TL'ye kadar çıkaran faytoncular, daha fazla kazanma hırsıyla hem atların hem de yayaların hayatını tehdit ediyordu.
At pisliği kokusu ise egzoz kokusundan berbattı. Burnumuza kolonyalı mendilleri tutarak ilerledik.
Eee biz adaya, sinirlerimizi yatıştırmaya gelmemiş miydik..
Ada esnafı, bienalin nerede olduğundan hatta bienalden habersiz. Bienalle ilgili bilgilendirici afişlere ihtiyaç var.. Splendid Otel'de bienalle ilgili bir gösterim vardı.
Mizzi Köşkü'nde Susan Philipz'in Elettra adlı çok kanallı ses enstalasyonu ve fotoğraf baskıları var. Radyonun mucidi Marconi'nin batık gemisi Elattra'nın su altındaki kalıntılarına dayanıyor. Artık kullanılmayan bu güzel köşk, Elattra'nın parçalarının fotoğraflarına ve bütünüyle su altında kaydedilmiş bir ses eserine ev sahipliği yapıyor.
"Sesler bir kez yayınladı mı asla ölmez" sözünden etkilenen Philipz, Marconi'nin hissettiği seslerle bizi buluşturuyor adeta.
Arjantinli sanatçı Adrian Villar Rojas ise 'Troçki'nin bir zamanlar yaşadığı 'Troçki Evi' olarak bilinen yerde bizi büyülüyor. Yıkık, dökük ama her yanı tarih kokan evin bahçesinden denize indiğimizde işte "Tuzlu Su" diyoruz. Denizin üzerine yerleştirilmiş 29 adet hayvan heykeline hayran kalıyoruz. Bakargiev'in dediği gibi 'yoksa bunlar, "insanlığı şaşkın ve özgürleşmemiş halde bırakıp gitmiş, memnuniyetsiz bir devrimci Troçki'nin kabuslarının ete kemiğe bürünmüş halleri mi?"
Organik ve inorganik malzemelerden yapılmış "Tüm Annelerin En Güzeli" adlı bu enstalasyonu görmeden bienali bitirmeyin.
Mizzi Köşkü'nde Susan Philipz Sergisi
14. İstanbul Bienali, İstanbul'un her yerine yayılmış durumda. İşte Tuzlu Su Mekanları:
İstanbul Modern, ARTER, Özel İtalyan Lisesi ve Galata Özel Rum İlköğretim Okulu gibi mekânlar karma sergiye ev sahipliği yaparken, diğer tüm mekânlarda tek sanatçı ya da sanatçı topluluklarının işleri görülebilecek.
Galata-Tophane-Beyoğlu Bölgesi
-Salt Galata
-Tarihi Sümerbank Binası
-The House Hotel
-Minerva Han
-Galata Özel Rum İlköğretim Okulu
-İstanbul Modern
-Depo (Eski tütün deposu)- Tophane
-Boğazkesen'de bir otopark ve dükkan
-Masumiyet Müzesi
-İtalyan Lisesi
-The House Hotel
-Eski bir ev-Galatasaray Bostanbaşı Sokak
-Cezayir Binası
-Arter Binası
-Flo Ayakkabı Dükkanı (Anadolu Pasajı)
-Pera Müzesi
-Adahan Otel
Kabataş-Kadıköy-Büyükada Rotası
-Yeldeğirmeni'nde bir sanatçı atölyesi.
- Büyükada’da Kaptan Paşa Deniz Otobüsü
- Büyükada Halk Kütüphanesi
-Splendid Palas Otel
- Rizzo Palas
- Mizzi Köşkü
- Troçki Evi
Şişli-Tarihi Yarımada-Rumelifeneri
-Hrant Dink Vakfı ve Agos - Parrhesia Alanı.
- Küçük Mustafa Paşa Hamamı
- Deniz Feneri- Rumelifeneri
- Riva Kumsalı
Çocuklar ve Gençler İçin Ücretsiz Eğitim
Programları
Bienal kapsamında çocukların ve gençlerin sergi
kültürünü geliştirmek, güncel sanata olan ilgilerini artırmak ve onları bazı
temel sanat kavramlarıyla tanıştırmak amacıyla eğitim programları da yapılacak.
5 Eylül 2015
Spordaki rekabetin fitillediği “NİKA” isyanı!
Bizans İmparatoru
I.Justinianos dönemi. Kostantinopolis’te araba yarışları halkın ilgisini çeken
en önemli spor etkinliği.
İki yarış grubu var o
zamanlar. Yeşiller ve Maviler.
İki rakibin yarışlarından
sonra mavi ve yeşil taraftarları taşkınlık yapmakla ünlü. Yakıyorlar,
yıkıyorlar.
İmparator, otoritesine
karşı gelen ve halkı da bıktıran bu iki gruba karşı tavır alır. Alır almasına
da halk imparatorun değil, taraftarların yanındadır.
Olaylar hızla gelişir. İki
grubun taşkınlığı isyana dönüşür.
İsyancılar işi büyütür,
mahkûmlardan bazılarının bırakılmasını, bazı devlet adamlarının ise
azledilmesini isterler.
Devlet binalarını yakan
isyancılar şehri harabeye çevirirler. Harap olan yapılar arasında Ayasofya, Aya
İrini kiliseleri, Senato binası da
vardır.
İsyancılar sokaklarda NİKA
(zafer) nidaları ile dolaşırlar. İmparator saraya kapanır ama eşi Teodora mağlubiyeti
kabul etmez. İmparatoru cesaretlendirir, şehirde iç savaş başlar.
Bu isyan 30 bine yakın
insanın kılıçtan geçirilmesi ile bastırılır.
Araba yarışları ile
başlayan rekabet, sosyal patlamaya dönüşmüş, isyan bir çok insanın hayatına mal
olmuştur.
------------------------------------------------------------------------
Kaynak: İstanbul’un 100 Önemli
Olayı kitabı
1 Eylül 2015
Sivil değil, SİVRİ DARBE!
“Harp zaruri ve hayati olmalıdır. Hayatı millet tehlikeye maruz
kalmayınca harp bir cinayettir. (Kemal Atatürk)
Savaşmak zaruri ve hayati bir hal almıştı. Milletin
hayatı tehlikede idi... Ve ülkemin eli silah tutanları, tutamayanları,
çocukları, kadınları savaşa katıldı. Kanlarını akıtarak 30 Ağustos zaferini
yarattılar. Bu Türk ulusunun zaferidir. Örtülemez... Yasaklanamaz... Hafife
alınamaz ve sadece kutlanır... TÜRK MİLLETİNE KUTLU OLSUN...
Ülkemde neler oluyor anlamıyorum!. Kim ben bilirim diyebilir?
Cumhurbaşkanından başka! Bu halk ile bir
şey olmaz der gibi, seçimden çıkıp ertesi gün seçime gitmek neyin saygısı? “Seni
başkan yaptırmayacağız” dediği için seni siyasetten silerim tepkisi mi?
Öyle bir nefret demokrasinin içinde yaşar mı? Bir telaşımız var. Hemen her şeyi
her kavramı iç içe soktuk. PKK nın terör örgütü olduğu konuşuluyor mu? Terör
ile hangi haksızlıkları birarada pişiriyoruz. Özgürlük ve adaleti kim ne zaman hakladı. Yok etti! Her duygunun
içini boşalttık. Ve karanlığı yarattık! AKP iktidarında vatan sağ olsun cümlesi müzeye kalktı! Ne oldu da buraya kadar
gelindi? Hani halkın verdiği karara saygı duyulması gerekirdi?. Siz iktidardan
düşünce mi halkın seçim sandığı ile verdiği karar yanlış oldu? Kabul edilemez oldu! Yeni bir seçime gitmeyi akıl
almaz bir inatla sürdüren ve sonunda ülkeyi seçime sürükleyen bu akıl ermez
ısrarda çok gizli bir hesap yok.mu?.
“Ey
halkım. Zaten ben Başkan gibi davranıyorum. Başkanlık sistemine geçtim. Daha fazla uzak kalmaya dayanamadım. Acelem
vardı. size soramadım. Gelin
olmuş bitmiş sayın bu işi. Eksik olan yasasız kalan işlerimin yasasını da siz
çıkarın. Daha rahat edelim. Ben sizin babanızım. Ben ne dersem o olur .Siz de
direnmeyin zorlamayın. Kabullenin!..”
Biz hangi sıra ile dertleri konuşuyoruz?. Anlayabildik
mi? Ver kurtul veya vur kurtul ile de olmuyormuş!. Eğitim
sıkıntısı mı? Konuşulmuyor! Bir ülkede öğretmensiz okullar ders yapamaz halde!
Hepsini İmam Hatip yapıp eğitimi de halletmedik mi? 130 binden fazla öğretmen
tayin bekliyor. Yaklaşık 3 milyon öğrenciye matematik, 2 milyonuna ise yabancı
dil eğitimi verecek öğretmen yok. Mesele o değil ki. Bugün senin esnafını bir
turisti dövmeye kalkıp dayak yerken gördük. Çok şükür. Seni dinlemekten
vazgeçer ve gerçek esnaf hüviyetine dönerler! Yeni baskı araçlarını İHBAR SÜRECİNİ heyecanla bekliyoruz. Baskı
araçlarını zaman kaybetmeden devreye sokuyorsun. Yüzbaşı Kardeşini şehit veren
Yarbay soruyor. Duyan var mı? Düne kadar barış süreci devam ediyordu ..Ne
oldu da neden bugün savaş süreci başladı? Cevap...
Ne zaman konuşacağız?. Gündemde AKP nin reklam
senaryoları var. Yalanın, olmayanın olmuş gibi anlatımları! Fukaraya sıra gelir
mi?Asgari ücreti 1500 liraya çıksın dendiğinde bütçede para yok ki denmedi mi? Çare bulmak bir yana konuşamıyoruz bile. Para yok! Tamam da
sonuçların değişmediği nerede ise kesin olan yeni bir seçimi Cumhurun başı
neden istiyor? Milyonlarca lira fazladan harcama yapacak! AKP lilerin cebinden mi çıkacak bu para? Neden? Açıklanamayan ayrı bir hesap yok mu? Kanun
kanundur diyebilen var mı? Biri var. Hem de Başkanlık sisteminin ana
vatanında. ABD Başkanı Obama... İnternette de paylaşılan konuşmasında ne mi
diyor?
“Size karşı dürüst
olmak istiyorum. Bunu gerçekten anlayamıyorum. Ben ikinci dönemindeyim. Amerika
Birleşik Devletleri Başkanı olarak hizmet etmek olağanüstü bir ayrıcalık. Bundan
daha fazla gurur verici ve ilgi çekiçi bir iş düşünemiyorum. İşimi çok seviyorum.
Ama Anayasamıza göre başkanlık için yeniden aday olamam. Aslında iyi bir başkan
olduğumu düşünüyorum. Yeniden aday olsam kazanabilirim. Ama yapamam. Amerikayı
ileri götürmek için yapmak istediğim daha çok şey var. Ama Kanun kanundur. Ve hiç kimse kanunun üstünde değildir. Başkan olsa bile…
Ve size karşı dürüst olacağım .Başkanlıktan
sonraki hayatını dört gözle bekliyorum. Etrafımda çok geniş bir koruma
olmayacak. Bu da rahatlıkla yürüyüş yapabileceğim anlamına geliyor. Ailemle
daha çok vakit geçireceğim. Hizmet etmek için farklı yollar bulabilirim. Afrika’yı
daha sık ziyaret edebilirim.
Gelmek istediğimiz nokta şu: Neden insanlar daha
fazla görevde kalmak isterler anlamıyorum? Özellikle çok paraları olduğu halde!
Bir lider sadece görevde kalmak için oyun esnasında kuralları değiştirmek
istediği zaman bu istikrarsızlık ve kavga gibi riskleri beraberinde getirir. Burini’de
gördüğümüz gibi. Ve bu genellikle çok tehlikeli bir yola doğrı giden ilk adım
olur. Bazen lideler “ben bu millet ayakta tutacak tek kişiyim.” diyebiliyor!
O lider gerçekte kendi milletini inşa etmekte
başarısız olmuş demektir. Nelson
Mendela’ya Madibaya bakın! George Washington gibi devamı sürecek olan bir miras
bıraktılar. Sadece görev sürelerinde yaptıklarından dolayı değil, görevi ve gücü barışcıl yollarla
başkalarına bırakmaya istekli
olduklarından dolayı Afrika Birliği darbeleri ve kanuna aykırı güç transferini kınadığı
gibi aynı şekilde Afrika Birliği otoritesi ve güçlü sesi liderlerinin dönem
kıstasları ve Anayasalarına uymalarını garanti altına alarak Afrika insanlarına
yardım edebilir.
Hiç kimse ömür boyu Başkan olmamalı! Ve ülke
taze kan ve yeni fikirlerle daha iyi olacaktır. Ben hala çok genç bir adamım. Çok
genç biriyim. Ama biliyorum ki taze bir enerji yeni anlayışlara sahip olan biri
ülkem için iyi olacaktır. Bazı örneklere bakarsak bu sizin için de iyi
olacaktır.
…………………………
Hızla koyu bir karanlığa giriyoruz. Ülkenin bir
bölümünde silah sesleri ve ağıtlar kesilmiyor. Ölüyor, öldürüyoruz! Biri Başkan
biri olmaya niyetli! Ne diyorlar? Başkanlığının son dönemini yaşayan ABD
başkanı OBAMA. Diğeri Başkanlık rüyasından uyanamayan Recep Tayyip. Biri, ülke
kan gölü içinde, karanlık yayılırken hala ben başkanım olayım diyebiliyor.
Diğeri “kanun kanundur yapamam”.
Bizdeki çıkmazın kaynağını, başını doğru anlamamız gerek. İşte bu nedenle darbe
sadece sivil değil sivri bir darbedir.
Fazlaca acıtmıyor mu?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)