27 Ağustos 2022

Midilli’de ikinci gün: Agiasos, Kato Tritos, Melinda, Skala Kalloni

 Suzan  Peker yazdı

Midilli’de ilk güne uyandık. Deniz mavi, hava güzel. Bugünkü rotamız, Agiasos, Kato Tritos, Plomari, Skala Kalloni…

Otelin kahvaltısı, bizim kahvaltıya çok benzese de çay konusunda biraz zayıflar. Bizim gibi çaykolikseniz, yanınızda kettle getirip, çayınızı kendiniz demlemelisiniz. Neyse kahvaltıdan sonra yola koyulduk. 

Agiagos..

İlk durağımız Olympos Dağı’nın eteğindeki Agiasos. Anneannemin annesi Agiasos doğumluymuş. O yüzden bu şirin köyü de hissederek dolaştık. Midilli’de en sevdiğimiz köylerden biri oldu Agiasos. Arnavut kaldırımlı sokakları, yeşilliği, tarih kokan rengarenk dükkanları, serin, huzur veren cafeleriyle sevimli bir dağ köyü burası. Ahşap oymacılığı ile ünlü Agiasos’ta, el yapımı seramiklere de hayran kaldık. Küçük seramik dükkanlarını arasından, iki katlı sevimli evlerin arasından ilerleyip yukarıya doğru çıkarsanız cafelerin olduğu bir meydana geliyorsunuz. Burada Türk kahvesine çok benzeyen Greek cafe içebilir, baklava, muhallebili börek gibi tatlılardan tadabilirsiniz. 

Agiagos'tan bir köşe...
Agiagos...

Meydandaki Panagia Kilisesi, Ortodokslar’ın haç noktası. Kiliseye MS. 4. Yüzyılda getirilen Meryem Ana’nın muhteşem Bakir Çocuk Tablosu’nun, bölgenin en önemli hazinesi olduğu söyleniyor. 

Panagia Kilisesi...

Agiasos’a çok uzak olmayan Kato Tritos, yine Olympos Dağı eteklerinde Gera Körfezi’ne tepeden bakan bir köy. Sakin, sokaklarında birkaç kişi gördüğümüz bu köyde Osmanlı’dan kalan iki çeşme ve bir de hamam bulunuyor. Köyün küçücük meydanında da Madam Stratula’nın cafesi. Ceviz ve zeytin ağaçlarının arasındaki evler, çok bakımlı değil. Bazıları terkedilmiş izlenimi veriyor. Anneannemin mübadeleden önce yaşadığı bu köy, acıların izlerini taşıyor sanki. Sakin, sessiz, hüzünlü. 

Kato Tritos'ta kardeşim...

Köyü arkamızda bırakıp, güneye Plomari’ye doğru iniyoruz. Plomari’nin adı, Yunan milli içkisi Uzo ile anılıyor. Uzo’nun ilk üretildiği yer olan Plomari’de, bir de Uzo müzesi var. Biz vaktimiz olmadığı için müzeyi gezemedik. Gitmek isterseniz, müzede tadım yaptırıldığını da söylemiş olalım. Zeytinyağı fabrikaları, tabakhaneler eskiyi günümüze taşıyor. Restore edilen eski sabun fabrikası, modern bir kültür merkezine dönüştürülmüş. 

Melinda...

Biz denizi solumuza alıp ilerliyoruz. Daracık yollardan şirin evlerin arasından geçiyoruz. Amacımız, kendimizi serin sulara bırakmak. Melinda’da mola veriyoruz. Burası birkaç küçük restoranın bulunduğu bir sahil bölgesi. Evler, kumsalın hemen bitiminde. Diamond Restoran’da karar kılıyoruz. Sıcacık bir aile işletmesi. Bahçe duvarlarında sanırım sahiplerinin düğün fotoğrafları asılı. Deniz sıcacık, biraz taşlık. Duş ve şezlong ücretsiz. Birkaç basamakla restorana inip çıkabiliyorsunuz. Akşam yemeği için Skala Kalloni’yi planladığımız için burada patates, bira gibi birşeyler atıştıracağız. Ama ne mümkün. Patatesler kallavi, kalamar yumuşacık (ki sonradan yediğimiz en iyi kalamar olarak bunu seçiyoruz)  salatalar lezzetli. Üstüne ikram dondurmalar da gelince akşam yemeğine yer kalmıyor midemizde. 

Yeniden yola koyuluyoruz. Dağlara tırmandıkça, manzara daha da güzelleşiyor. Zeytin ağaçlarının arasından denize baktığımızda karşımıza Karaburun ve Sakız Adası’nın silüeti çıkıyor. 

Skala Kalloni'derestoran önlerinde uzo şişeleri...

Köy kahvelerinde oturan Yunanlılar’ın aralarından, daracık sokaklardan ilerliyoruz. Tekerleğimiz ayaklarının üzerinden geçecek diye korkuyoruz ama onlar, biz İstanbullular’ın alışık olmadığı bir sakinlik içinde. 

Skala Kalloni. Ünlü düşünür Aristo'nun heykeli..

Kalloni’den sonra Skala Kalloni’ye varıyoruz. Körfezin kıyısındaki bu sahil kasabası restoranlarıyla ünlü. Ama bizim yiyecek halimiz yok. Aristo’nun şehrinde, O’nun heykeliyle fotoğraf çekip, biraz da sokaklarında gezinip, yine kuzeye Petra’ya dönüyoruz. 

Yarın başka bir macera bekliyor bizi.  


Hiç yorum yok: