25 Kasım 2021

Açık hava müzesi: Birgi…

 

Suzan Peker yazdı

Bozdağ ve Aydın Dağları arasında düz bir ovada kurulan Ödemiş’in merkezine geldiğimizde akşam olmuştu. Lübbey’in zorlu yollarından sonra güzel bir yöresel yemeği hak etmiştik. Özellikle Ödemiş Kebabı ve Töngül Pidesi’ni merak ediyorduk. Ama hayaller kebap iken, gerçekler simit-peynir oldu. Şehrin merkezinde saat 20.00’de açık restoran bulamadık. Birkaç sıradan tavuk dönerciye de gitmek istemeyince, bir şarküteriden peynirimizi aldık. Şarküteri sahibinin önerisiyle akşam sıcacık simit çıkaran bir fırından aldığımız çıtır simitle en keyifli yemeğimizi yedik. Öneri; şehrin merkezindeyseniz yemeği çok geç saate bırakmayın.

Ertesi sabah Kadın El Sanatları Merkezi’ni görmek istedik ama cumartesi günleri kurulduğunu öğrenince hedefimiz müze oldu. Ödemiş’in müzeleri; Ödemiş Müzesi, Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi ve İ. Hakkı Ayvaz Kent Müzesi Bedia Akartürk Sanat Müzesi. Biz zamanımızın azlığı nedeniyle sadece eskiden Yıldız Oteli olan Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi’ni ziyaret edebildik. Ödemiş’in kültürünü yaşatan müzede; saatçi, tütün, berber odaları, mutfak eşyaları, silahlar, kadın takıları, hamam takımları, halılar, semaverler, tartı aletleri, dikiş makineleri, heybeler, semerler, giyim eşyaları sergileniyor.

Yıldız Müze binasının dış görünümü...
Yıldız müzesinden bir köşe..
Yıldız müzesinde sergilenen tarihi objeler. (Üstte ve altta)

Yıldız Sinema Odası, Yıldız Kundura Odası sizi Ödemiş’in geçmişine götürürken, ayrı bir yerde  Zeki Müren’in ve Safiye Ayla’nın kaldığı otel odasının havasını soluyabiliyorsunuz.  Çeyiz-Gelin-Düğün Sergisi ise evlilikte 40 yılını dolduran Ödemişli çiftler adına düzenlenmiş. Burada da zamanın gelinliklerini, çeyizlerini görmeniz mümkün. Müzenin bahçesinde bir Müze Cafe var ama pandemi nedeniyle kapalıydı. Bizdeki bahçedeki gelin-damat maketinde fotoğraf çektirip, nikah tazeleyerek sabahımıza neşe katıyoruz.

Gölcük Yaylası  

Birgi’ye geçmeden önce Bozdağlar’daki Gölcük Yaylası’nı da görmeden edemedik. Çevresi çam ormanlarıyla kaplı, denizden 1100 metre yükseklikte tektonik hareketlerle oluşmuş gölün çevresi, adeta bir yazlık cenneti. Spor klüplerinin de kamp yeri olarak tercih ettiği yaylaya çıkmak isterseniz 18 km’lik keyifli bir yolculuk yapıp Ödemiş’i kuşbakışı görebilirsiniz.

 Ödemiş’in merkezinden ayrıldıktan 10 km sonra Birgi’ye vardık. Çağan Irmak’ın ‘Unutursam Fısılda’ filminde görüp hayran kaldığım Birgi, adeta bir film seti gibi.  Beş bin yıllık tarihe bir geçmişe sahip Birgi; Aydınoğulları Beyliği, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarının izlerini taşıyan parlayan bir yıldız. Aydınoğulları Beyliği’ne başkentlik yapan Birgi, 1996 yılında SİT alanı ilan edilerek koruma altına alınmış. Yemyeşil çam ağaçlarının arasından uzanan keyifli yolun iki yanında sımsıcak taş evler sıralanmış. Bu yolu beyaz örtüleriyle kah komşusunun kapısını çalan bir yaşlı, kah okuldan dönen çocuklar süsleyince bize de bu film karesinin içinden tat alarak geçmek düşüyor.


Bir Birgi evinin içi...

Birgi’de hamam, medrese ve camilerden oluşan 11 anıtsal yapı, 110 tabiat varlığı ve sivil mimarlık örneği bulunuyor. Osmanlı sivil mimarisini yansıtan pek çok eski ev ve konak bulunuyor. Çakırağa Konağı, Kerimağa Konağı, Sandıkoğlu Konağı bunlardan en ilgi çekenleri. 1195’te müze olarak açılan Çakırağa Konağı’nı tadilat nedeniyle gezemedik. Diğerleri de kapalıydı biz gittiğimizde. Aydınoğulları Mehmet Bey Camii (Ulu Camii), Dervişağa Camii, İmam-ı Birgivi Medresesi, Gazi Umurbey Anıtı ve Sultan Şah Türbesi, Küp Uçuranlar Kulesi,  gezilmesi gereken yerlerden.


Ulu Camii...

Ulu Camii, 1312 yılında Aydınoğlı Mehmet Bey tarafından yaptırılmış. Mihrabı geometrik, firuze ve patlıcan moru çinilerle kaplı caminin ahşap minberi ise Selçuklu ahşap sanatının en güzel örneklerinden biri ve kündekari tekniği ile yapılmış. Caminin ilginç özelliklerinden biri arkaik bir aslan heykelinin, caminin dış köşesinde yer alması.

Sultan Şah türbesi...

Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından kız kardeşi Hanzade Hatun’un (Sultan Şah) vefatı üzerine yaptırılan Sultan Şah Türbesi, caminin hemen yanında yer alıyor. İmam Birgivi’nin kabristanlığı ise halk arasında Böken Mezarlığı olarak anılıyormuş. Kabristanlığın etrafı, Birgi’nin yöresel ürünleri ve el sanatlarını satan küçük tezgahlarla dolu.

Ulu Camii’nin etrafında da kahvaltı edilecek, soluklanacak şirin cafeler ve yöresel ürünler alabileceğiniz küçük dükkanlar var. Özellikle meyve özütleri meşhur. Yabanmersini, lavanta, karadut, kozalak, limon özütleri küçük şişelerde satılıyor. Bunun yanı sıra yöreye özgü bir tür peksimet olan besmet ve bal da alabilirsiniz. Tarihte ipek dokumacılığının önemli merkezlerinden biri olan Birgi’de Sem İpek Atölyesi, ipek ve pamuk dokumalar yapıyor. Erken dönem Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşıyan Demirli Mağaza, bugün Sem İpek’in ürünlerine ev sahipliği yapıyor. Buradan hediyelik ipek fularlar, pamuklu peştemaller alabilirsiniz. Konaklamak isterseniz, tarihi konaklar biçilmiş kaftan. Birgi huzur veriyor ve sizi bekliyor.

Sonraki yazı: Kula


22 Kasım 2021

Ödemiş’te terkedilmiş köy: Lübbey

 

Suzan Peker yazdı

Tire’den sonraki durağımız Ödemiş. Buraya gelmişken Bozdağ’ın yükseklerindeki terk edilmiş köy Lübbey’i görmeden dönmek istemedik. İsmi de ilginç gelince düştük yollara.

Ödemiş’e 18 km uzaklıktaki Lübbey’e varmak kolay olmadı. Baraj inşaatı ve  yol yapımı nedeniyle hem tozlu topraklı, hem virajlı yollardan geçerek, uzaktan gördüğümüz iki üç köyü, Lübbey sanarak ilerledik. Lübbey levhasını gördükten sonra buraya nasıl inilecek diye düşündük, umutsuz bir şekilde geri dönmek üzereyken, köyün girişini şans eseri bulup daldık köye. Beş kişinin yaşadığı köye vardığımızda, akşamüstü olmuştu. Buraya bir not düşeyim ki gözünüz korkmasın. Biz döndükten birkaç hafta sonra köyün yolu yapılmış. Gitmek isterseniz ulaşım artık daha kolay.

Fethiye’deki terk edilmiş Kayaköy’ü görmüştüm ama burası bir başka. Yalnızlık ve terk edilmişlik kokusu sinmiş. Yıkılmış duvarları, çökmüş çatıları, bir zamanlar sıcak çorbaların piştiği odalarında incir ağaçlarıyla karşıladı bizi Lübbey..

‘İn, cin top oynuyor’ burası için edilmiş bir söz sanki. Daracık sokakta gezip, fotoğraf çektik biraz. Burası korku filmlerinin platosu, fotoğrafçıların mekanı olmuş. ‘Cinli köy’ diye adı çıkmış ama köyün terk ediliş nedeninin, geçim derdi olduğunu, köyün tek kahvesini işleten Mehmet Bey’den öğreniyoruz. 1983’e kadar 200 hane ve 650 kişinin yaşadığı Lübbey, yavaş yavaş yaylaya göçüşle birlikte yalnızlaşmış.

Köyün kahvesi...

Köyünü terk etmeyenler 5-6 yaşlı. Köy kahvesini işleten Mehmet Bey, “Ömrüm oldukça hergün bu kahveyi açacağım” diyor ama bunun için gösterdiği özveri de büyük. Mehmet Bey’den bilgi alırken sıcacık taze çayını da yudumluyoruz. Pandemiden önce hergün Ödemiş’ten gelip ocağını yakan Mehmet Bey, pandemi döneminde Lübbey’de yaşamaya başlamış. Her gün çocuğunu sabah Ödemiş’e okula götürüyor, akşam gidip alıyor ve tozlu topraklı, virajlı yollarda 72 km yol yapıyor.

Köyün butik oteli...

Pandemiden önce yerli ve yabancı turistlerin ziyaret ettiği bu sessiz köyde, bir butik otel ve bir de yeni açılan ‘Ninemin Kahvaltı Evi’ bulunuyor. Ama kahvaltı evi, hafta sonu açıkmış. Butik Otel’in kapısında da kilit vardı biz gittiğimizde. Köylünün ihtiyaçlarını her Çarşamba Ödemiş’ten gelen toptancı karşılıyormuş. Kahverengi tabela almaya hak kazanmış, köyde 48 ev tescillenmiş ve restorasyon bekliyor.

Efsaneye göre köyün adı, Aydınoğulları döneminde Lüb ve Dab Bey adlı iki beyin anlaşmazlığa düşerek ayrılmasından geliyor. Kimilerinin kartal yuvası da dediği Lübbey, Kurtuluş Savaşı döneminde zeybeklerin saklandığı bir yermiş. Bir zamanlar gazetelere ‘satılık köy’ diye manşet olan da Lübbey. İngilizler’e satılacağı söylentileri çıkınca köydekiler ve köyden göç eden Lübbeyliler bir araya gelip ‘köyümüzü sattırmayız’ diye örgütlenmiş. Ve yalnız görünen Lübbey, yalnız olmadığını hissetmiş. Şimdi sıra Lübbey’i yaşanan köy yapmakta. Lübbey ilgi bekliyor.

Eşimle birlikte Lübbey Hatırası çektirmeden olmazdı.

Sonraki yazı: Birgi...

 

 

 

 

 

 

 

 

  

15 Kasım 2021

Tarihi koklamak:Tire Necip Paşa Kütüphanesi…

Suzan Peker

Tire gezimizin en güzel mekanlarından birindeyiz. Tire’nin en tarih kokan mekanı desek yalan olmaz Necip Paşa Kütüphanesi için. Tire’nin merkezinde yer alan kütüphane; özellikle kitapseverler için derya deniz bir mekan.

12. Yüzyıldan 20. Yüzyıla kadar yüzlerce eşsiz yazma ve basma esere ev sahipliği yapan Necip Paşa Kütüphanesi, II. Mahmud dönemi devlet adamlarından dönemin Baruthane Nazırı  Gürcü Mehmet Necip Paşa tarafından 1827 yılında yaptırılarak vakfedilmiş.

Osmanlı müstakil kütüphane döneminin ilk örneklerinden olan mekan, klasik dönem Osmanlı mimarisiyle inşa edilmiş. Kare şeklinde ve tek mekanlı. Üzeri sekizgen kasnak üzerine oturtulmuş tek kubbe ile örtülmüş. Ön tarafında bulunan revak kısmı sonradan kapatılarak okuma alanı olarak düzenlenmiş. Bina nemden korumak için yüksek bir temel üzerine oturtulmuş. Giriş, yarım daire şeklinde 8 basamaklı bir merdivenden sağlanıyor. Kubbe ve pencere kenarları kalem işleriyle pencere araları hatlarla süslenmiş.

Kitap dolu kubbeli bölüm...
Bu tarihi yapıyı sabah saat 8.00’den itibaren ziyaret edebilirsiniz. Kapıdan içeri girdiğimizde bizi Kütüphane Müdürü Ahmet Kılıç karşıladı. “Buyurun” diyerek açtığı ikinci kapıyla, tarih kokan, kubbeli, küçücük bir masalsı mekanın içinde bulduk kendimizi. Yüzlerce yıldır büyük dikkat ve emekle saklanan kitaplar, hakkında bilgi almak isterseniz Ahmet Bey, seve seve anlatıyor. El yazmaları ve tıpkı basım kitaplar, gerçekten muhteşem. Ahmet Bey, büyük bir titizlikle Katip Çelebi’nin Kitab-ı Cihannüması’nın tıpkı basımının sayfalarını çevirdi bizim için. Asırlar önce yazılmış bir kitapla, bu kadar yakın olmak, çok farklı bir duygu.




Kitab-ı Cihannüma'dan sayfalar...

Zamanın mekatronik kitabı(sağda). İlk tıp kitaplarından(solda)... 
Osmanlı ülkelerinin ilk sistematik coğrafya kitabı olan Kitab-ı Cihannüma’nın sayfaları arasında neler yok ki, dünyanın gezegenler ve burçlar arasındaki yeri, uzay geometrisi, ay tutulması, zodyak haritası, iklim kuşakları, pusula ve usturlabın kullanılışı, dünya haritası vs..Kitaptaki şekillerde kök boyalar kullanılmış ve bozulmadan günümüze kadar gelebilmiş.

Beş bin civarında kitabın bulunduğu kütüphane; bilim, sanat, kültür alanında araştırma yapmak isteyenler için de eşsiz bir mekan.

Tire’ye yolunuzu düşürün ve bu eşsiz mekanı görmeden, işine aşık Müze Müdürü Ahmet Kılıç’la tanışmadan dönmeyin.

Sonraki yazı:  Terkedilmiş köý Lübbey

  

27 Ekim 2021

Evliya Çelebi’nin “Muazzam şehir” dediği; Tire

Suzan Peker kısa bir Ege turu yaptı ve izlenimlerini sizlerle paylaştı:

 
PAZAR:Tire, Ödemiş, Kula üçgenini görmek için çıktığımız gezinin ilk durağı Tire’deyiz. Günlerden Salı çünkü Türkiye’nin en büyük pazarı olarak ün salmış Tire pazarı’nı görmek istiyoruz.

Evliya Çelebi’nin ‘Şehr-i Muazzama’ dediği Tire; camileri, hamamları, hanları, yemekleri, geleneksel el sanatları, tarihi ve doğal güzellikleriyle çok şirin bir kasaba ve ünlü pazarının geçmişi de çok eskilere dayanıyor.  

PAZARDA HER ŞEY VAR:Şehrin merkezindeki Tire Öğretmenevi’nde konakladığımız için pazar, hemen yanı başımızda. Taze meyve, sebzeden kumaşa, konfeksiyondan ayakkabıya, kuruyemişe, süt ürünlerine, el sanatlarına kadar her şeye rastlamanız mümkün sokak aralarında. Tarihi evlerin, camilerin, hanların önlerinde açılmış tezgahları görünce hangisine bakacağınızı şaşırıyorsunuz. . Birbirini kesen sokaklarda gezerken zamanın ne kadar hızlı geçtiğini fark etmiyorsunuz.Tire Pazarı’na çevre illerden birçok ziyaretçi ve turist geliyormuş her Salı. Pandemiden önce daha canlı olduğu kesin. Pazar tezgahlarının yanı sıra sokak aralarındaki dükkanlarda da karşınıza sürprizler çıkabilir.

KEÇECİLER:Keçeciler bunlardan biri. Tire’nin geleneksel el sanatlarından biri olan keçecilik, son yıllarda atağa geçmiş. Ben de birkaç yıl önce İstanbul’da bir keçe kursuna katılıp bu sanata ucundan az biraz bulaştığım için keçecileri, ziyaret etmek istedik. Eskiden daha çok çoban kepeneği olarak kullanılan keçe, modernize edilerek bugün yine günlük yaşamımıza girmiş durumda. Keçe şallar, çantalar, giysiler, şapkalar, ayakkabılar alabilirsiniz bu mağazalardan. Biz, Cön Keçe ve Tire Keçecilik’i ziyaret ettik. Cön Keçe’den Arif Cön, keçecilik gibi diğer el sanatlarının da gereken yeri bulması gerektiğini söylüyor. Cön Keçe’de keçenin nasıl yapıldığını görebilir, keçeyle ilgili bilgi de alabilirsiniz.

PENGUEN SANAT ATÖLYESİ:Hanları ve hamamlarıyla da ünlü Tire’de, Ali Efe Hanı ve Çöplen Hanı harabe halde. Kutuhan ise restore edilmiş ve hanın içindeki mağazalar faal. Kutuhan’a girdiğimizde Penguen Sanat Atölyesi dikkatimizi çekiyor. Ahmet Türkkanlı, küçücük dükkanında su kabaklarına hayat veriyor.

HAN:Tire hamamlarının yapımı 14. Ve 15. Yüzyıla uzanıyor. Bu dönemde 20 hamam varken bugün çalışan hamam sayısı bire düşmüş. Eski-Yeni hamam, kent merkezindeki çalışan tek hamam. Tire’deki tarihi hamamlar şunlar: Eski-Yeni Hamam, Hekim Hamamı, Mehmet Ağa Hamamı, Sultan Hamamı, Şeyh Hamamı, Tahtakale Hamamı, Terziler Hamamı, Yalınayak Hamamı, Yeniceköy Hamamı.

1579 tarihli Yeni Camii minaresi ve camisi kesme taşlardan yapılmış tek örnek. Yeni Camii, mermer minberi ve kalem işi süslemeleriyle Osmanlı klasik döneminin örneklerindenmiş. Görülmeye değer.

 Yaşayan Müze

Tire Kent Müzesi, yaşayan bir müze. Giriş ücreti 2 tl olan müze, sizi, Tire’nin tarihinde bir yolculuğa çıkarıyor. Artık nadir kalmış el sanatlarının uygulamalarını müzede bu işin üstatlarından görebiliyorsunuz. Bu da maket müzeciliğinin donuk atmosferini sıcak ve canlı bir ortama dönüştürüyor. Müzede bu el sanatlarını görmek isterseniz buyurun.

Beledi Dokuma

Tire’ye özgü Beledi Dokuma, jakarlı dokumanın atası sayılıyor ve Tire’de 16. yüzyıldan beri üretiliyor. Rivayet o ki, bu işin ilk ustası bir gün kendi geliştirdiği tezgahı çalıştıramıyor ve oğlundan destek istiyor. O da babasından bu dokumanın ikisinin adıyla anılmasını istiyor ve ‘Veledi’ dokuma zamanla Beledi Dokuma adını alıyor. Bu yönüyle aile işi olarak ortaya çıktığından bu yana tezgahlar hep evlerde kuruluyor. Müzedeki stantta, ipek veya pamuklu Beledi dokumadan yapılmış giysiler ve örtüler alabilirsiniz. Beledi Dokuma ustası 1934 doğumlu Saim Bayrı’nın mirasını kızı devralmış bugün.

NALINCILIK:En en çok camilerde, hamamlarda tercih edilen genç kızların çeyizlerinde mutlaka yer alan nalınlar, bugün artık daha çok evlerde bir köşeyi süslüyor. Yerli ve yabancı turistler tarafından Tire hatırası olarak satın alınıyor. 1933 doğumlu Cemil Tolga son nalıncılardan. Ancak müzede Cemil Tolga’nın sadece fotoğrafı var. Ona ustam diye Nihat Yakın‘dan öğrenip, görüyoruz nalın yapımını. Bu stanttan işlemeli hediyelik nalınlar satın alabilirsiniz.

SEMERCİLİK:Semercilik yok olmaya yüz tutmuş mesleklerden. Eskiden senede en az bin semer yapan 1947 doğumlu Abdullah Süren, bir çerçevenin içinden bakıyor bize.

Hayvancılığın azalması semerciliğe olan ilgiyi de azaltmış. Semer yapımı çuvalla başlıyor. Çuvalın içine saz dolduruluyor, semer şekli veriliyor, süslemesi yapılıyor, derisi çekiliyor, ağacı takılıyor. En son hayvanın sırtının acımaması için keçe çekiliyor. Semerci Nurettin Baysal’dan alıyoruz bilgileri.

Semer de belki asıl işlevinin dışında modernize edilerek kullanılmaya başlarsa semercilik yaşamaya devam eder.

HASIRCILIK:Kurumuş bitki sapları ve saz gövdelerinin birbirine geçirilmesi ile örülen hasırlar, genellikle taban döşemesi, bazen duvar ve tavan kaplaması olarak kullanılıyor. 1940 doğumlu Ayşe Narin’in aile mirası olarak yaptığı işi, kızı devralmış. Müzedeki stantta hasırın nasıl örüldüğünü görebilirsiniz. Hasırlar sazın inceliğine göre Trablus hasırı, Mısır hasırı, kaba hasır gibi isimler alıyor. Günümüzde hasırda bitki lifleri yerine suni elyaf kullanılıyor.

URGANCILIK:Tire urganları tarih boyunca çok ünlüymüş. Hatta İstanbul’un fethinde Fatih’in gemileri Tire halatlarıyla karadan yürüttüğü rivayet ediliyor.  Kendir bitkisi kurutulup soyuluyor dövülüp inceltildikten sonra birleştiriliyor. Önce ip, sonra urgan, sonra da halat aşamasına geliyor. Baba mesleğini severek yapan Raife Baysal, urgandan kemerler, çantalar, sepetler, şapkalar üretiyor. Raife Hanım’ın stantından bu nadide el işlerinden satın alabilirsiniz.

BERBERLİK:Berberlik hiçbir zaman yok olmayacak bir meslek olsa da eski berber dükkanları bir başkadır.  Nostaljik bir berber dükkanında tıraş olmak isterseniz, Tire Kent Müzesi’ndeki Necdet Beki’ye uğrayın.

YORGANCILIK:Elyaf yorganlar yaşamımıza girdiğinden beri eski pamuk ve yün yorganlar müzelik olmaya başladı. Elle dikilmiş desen desen yün ve pamuk yorganların sıcaklığı bir başkadır. Siz de çok güzel ve uygun fiyatlı yorgan ditiktirmek isterseniz İsmail Okursarı’ya sipariş verebilirsiniz.

 Müzeyi anlatmakla bitiremem, en iyisi gidip görmek.

 

TİRE KÖFTESİ VE ÇAMUR PEYNİR:Tire zengin bir mutfağa sahip. Kaplan Dağ Restoranı ve Kaplan Köyü’ndeki Gastro Tire Mutfak Atölyesi otları ve et yemekleriyle öne çıkıyor.  Gastro Tire’ye yer ayırtmadan gitmeyin. Şehir merkezindeki Hacı Baba ve Hacıoğlu’nda da Tire Köftesi üzerine meşhur karadutlu lor tatlısı yiyebilirsiniz. Sabah kahvaltısında da Tire’nin meşhur Çamur Peyniri’ni çıtır bir simitle deneyin, pişman olmayacaksınız.

DEREKAHVE VE KAPLAN KÖYÜ:Derekahve ve Kaplan Köyü’nü ziyaret etmeden dönmeyin. Derekahve, şehir merkezinden 5 dakikada ulaşabileceğiniz bir yeşil cennet. Buradaki cafelerde kahvaltı edebilir, kahvenizi nefis bir manzaraya bakarak içebilirsiniz. Kaplan Köy, küçücük ve çok şirin bir belde. Şehri gören manzarası harika.

 Bir sonraki yazı:

----------------------------

Tire Necippaşa Kütüphanesi ayrı bir yazı olmayı hak ettiği için onu bir sonraki yazıya bırakıyorum.

 

14 Ekim 2021

BAL KABAĞI CADILAR BAYRAMININ SEMBOLÜ…


SEMBOL KABAK:Cadılar Bayramı'nın sembolü gülen bal kabağıdır. Bal kabağının içi boşaltılarak gülen bir surat şeklinde oyulduktan sonra içinde bir mum yakılarak şeytani bir surat oluşturulmaya çalışılır.

Her yıl ekim ayında kutlanan Cadılar Bayramı renkli görüntülere sahne olur. Cadılar Bayramı etkinlikleri kapsamında ABD ve Avrupa ülkelerinde Cadılar Bayramı yürüyüşü, kostüm partileri ve farklı etkinlikler düzenlenir. Kabaklar oyulur,içlerine mumlar konur.  Kapı kapı dolaşılır.

Halloween yani bir başka deyişle 'Cadılar Bayramı' Hıristiyanlar tarafından kutlanan Pagan kökenli bir ritüeldir. Günümüzde dinden ayrı şekilde popüler bir kültür öğesine dönüşen bayram, her yıl ekim ayında kutlanır.

Her yılın 31 Ekim tarihi Paganlar’da yazın bitişi ve kışın başlangıcı olarak simgelenir.Amerika'da oldukça büyük ve görkemli bir festivaldir. Cadılar Bayramı, Anglosakson dünyasında ve başlıca Batılı ülkelerde Halloween olarak adlandırılır.Cadılar Bayramı'nın kökeni antik Britanya'da pagan Keltlerin kutladığı Samhain Festivali'dir. Keltler 1 Kasım'ı yazın bitişi, kışın başlangıcı kabul ediyorlardı. Samhain kelimesinin kökeni Eski İrlandaca sam (yaz) ve fuin (son) sözcüklerine dayanır.

CADILAR BAYRAMI NASIL KUTLANIYOR?

Cadılar Bayramı'nın sembolü gülen bir bal kabağıdır. Bal kabağının içi boşaltılarak gülen bir surat şeklinde oyulduktan sonra içinde bir mum yakılarak şeytani bir surat oluşturulmaya çalışılır.

En yaygın olarak tüketilen şekerleme, elma şekeridir. Çocuklar korkunç kıyafetler giyerek kapı kapı gezerler ve ev sahiplerine "Şaka mı, şeker mi?" diye sorarlar. Ev sahibi "Şaka!" derse çeşitli muziplikler yaparlar. Büyükler çocuklara şekerleme ikram ederler veya harçlık verirler. Bu uygulamanın kökeni geçmişte Britanya'da yoksulların kapı kapı dolaşarak "ruh keki" toplaması geleneğidir.

GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ

Röportajlar, insan hikayeleri, belgeseller… Binlercesi YouTube kanalımızda.

 

 

9 Eylül 2021

Bozcaada' da bir küçük bağbozumu hikayesi...

 

Suzan Peker yazdı

Bozcaada’nın bağbozumu turları yaklaşık 20 gündür sürüyordu. ‘Kargalar yimeden sen yi’, ‘Bağda izin olsun yemeye yüzün olsun’ yazılı traktörlerin arkasındaki römorklerde ellerinde sepetler, darbuka ve klarnet eşliğinde güle oynaya üzüm toplamaya gidenler, evimizin önünden geçerken biz de üzümlerimizi toplamak için gün sayıyorduk. Bizim küçük bağımızda da bir bağbozumu hikayesi başlıyordu.

O sabah saat 7’de uyandık. Üzümlerimizin kaliteli bir şarap olabilmesinin ön koşullarından biri olan, belli bir şeker oranına ulaşması için ölçümlerini yapmış, birkaç gün öncesinden bağbozumu gününü belirlemiştik. Kasalar yıkanmış, bidonlar yıkanıp dezenfekte edilmiş, herkesin bağına misafir olan iş bitirici sap ayırma makinesi yerini almıştı. Ne mutlu ki imeceyle yapıyoruz bağbozumunu, bir sene sonra da hep birlikte içiliyor bir yılın emeği. Saat 8.00 gibi 12 kişilik bir ekip, ellerimizde bağ makasları girdik bağa. Üzümlerin toplanacağı kasalar rengarenk yerleştirilmişti bağın arasına.

Gün ışığı ne de güzel vuruyordu yaprakların arkasından. Kırmızı, yeşil, yer yer sararmış yaprakların arasındaki üzümler, üzüm rengiydi. Bordo diyemem, mor diyemem, kırmızı üzüm derler ama tarif etmek çok zor. Beyaz üzüm değil diyeyim, siz anlayın. Bambaşka bir renk…Alicanteler, Merlotlar, Cabarnet Sauvignonlar, Sensolar, Kuntralar ve görece daha az Shirazlar…Renk cümbüşü…Kuru bir daldan nisan başında küçücük yeşil bir yaprak olup, birkaç ay içinde yaprak ormanına ve üzüme dönüşmek. Toprak ananın bir mucizesi işte. Şükürler olsun ki  bir kez daha görebildik bu mucizeyi.

Üzümler imece usülü hep beraber toplanıyor... 

“Ellere dikkat” dedi bir ses, “üzümü alttan tutun, sapı görmeden kesmeyin” Dört yıldır bağ bozumu yapıyoruz her seferinde yapıyor herkes birbirine bu uyarıyı. Çünkü bağ makası çok keskin ve üzümler çok gizliyor saplarını. Öyle bir tutunuyor ki tellere bazıları yaşamı bitmesin istercesine. Kasalar üzüm dolmaya başlıyor. “Çok doldurmayın kasaları” diyor biri. Öyle ya taşırken zorlanılmasın. Bir kasa ortalama 25 kg üzüm alıyor. Bağ aralarındaki rengarenk kasaların içlerinde üzümler son yolculuğuna hazırlanıyor. Sonrası apayrı bir yaşam. Şişelerin içinde yıllarca…

Asmanın çoğunlukla en üstünde neferiyeler vardır. Neferiye yani nefer..Üzümden askerler. Küçük bir saptan sallanan bir üzüm yumağı. Neferiyeler, bağ bozulduktan sonra ekim sonu, kasım başı gibi bize son üzümleri verir. İşte bunlara hiç dokunmayız. “Neferiyeleri kesmeyin” dedi asmaların arasından bir ses. Bu uyarı da hep yapılır ama zaten kimsenin kesmeye eli gitmez bu minikleri.

İmece olunca birkaç saatte bitti üzüm kesme işi. . Zaten bizimki küçük bir bağbozumu hikayesi. Hepimizde tatlı bir yorgunluk. Kasaları taşıyanlar biraz daha fazla terledi.. Şimdi üzümler, saplarından ayrılacak. Tanelenip, patlatılacak. İlk yıl tek tek elle ayırdığımız ve gecelere kadar ugraştığımız işi, bu şahane makine küçücük bir zaman diliminde hallediyor. Sağolsun makinenin sahibi komşumuz. İki kişi 25 kiloluk kasaları kaldırıp makineye boşaltıyor, bir kişi uzun tahta bir çubukla üzümlerin sıkışmasını önlüyor. Diğeri işin en zevkli kısmının, üzüm çeşmesinin başında. Kan kırmızımsı, morumsu, vişnemsi renkte akan patlatılmış üzümlerin bidonlara girmesi için onlara elleriyle yol gösteriyor. Birimiz de ayrılan sapları büyük poşetlere dolduruyor. Onların müşterisi de keçiler. Hiçbir şey boşa gitmiyor doğada. Nefis bir döngü.  

Sap ayırma makinasından bidonlara geçen üzümler....

Bidonlara dolan patlatılmış üzümlerin adı artık mayşe. Mayşeler, burada bir hafta dinlenecekler.. Sonrası başka bir yazının konusu. Şimdi sap ayırma makinesi ve kasalar temizlenip yıkanacak ki, bir sonraki imeceye hazır olsun.

Bağ bozumu turlar düzenleniyor...

Bağbozumunun kalan üzümlerini de Afiş  topladı.......

İşin bol sohbetli ve yemeli, içmeli kısmına geçiyoruz artık. Cemal Süreya’nın dediği gibi  “kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı”, hele ki dostlukla, imeceyle yapılan bir bağbozumu kahvaltısının…

Gözlerim bağa takılıyor. Asmalar yapraklarıyla el sallıyor rüzgarda, “görüşmek üzere” der gibi.

 

 

1 Eylül 2021

FETHİYE'DE BİR SAKİN KÖY: YEŞİLÜZÜMLÜ

  

Köy meydanı...

SUZAN PEKER YAZDI

Sevgili dostlarımızın davetiyle Fethiye’deydik geçen hafta. Denizi, güneşi, çarşısı, güzel yemekleri, keyifli sohbetleriyle çok güzel birkaç gün geçirdik. Gezdiğim yerleri paylaşmadan edemem bilirsiniz.

Fethiye’nin çok da adı duyulmayan bir köyünden bahsetmek istiyorum. Adı Yeşilüzümlü ama halk arasında Üzümlü deniyor. Fethiye’ye 16 km uzaklıkta, denizden 700 metre yükseklikte Yeşilüzümlü. Şehrin sıcağından kaçmak ve sıcacık bir köy görmek isterseniz, burası tam size göre.

Kadyanda antik kentinin eteklerindeki bu şirin köy, adını üzüm bağlarından alıyormuş. Ev şarapçılığı önemli bir geçim kaynağıymış. Ancak biz köyü gezerken konuştuğumuz birkaç kişi, ev şarapçılığının yavaş yavaş terk edildiğini söyledi. Anlattıklarına göre yörenin kendine özgü üzümlerinden çok, Cabarnet, Kalecik Karası gibi üzümlerle şarap üretiliyormuş. Bir şarapevi var ama biz gezerken bomboştu. Aslında köy bile bomboştu denilebilir..


Şarap evinin boş koltuklarında arkadaşım Nurhan ve ben.(üstte) Eski taşevler sakin sokaklar(altta)

Fethiye’yi İngilizler çok sevmiş ve hatırı sayılır bir İngiliz nüfus var. Yeşilüzümlü’de de öyle. Ancak biz oradayken İngiltere pandemi nedeniyle Türkiye’yi kırmızı listeden çıkarmamıştı. Hal böyle olunca Yeşilüzümlü’deki villalar da sessizliğe bürünmüştü.

Taşevleri, tarihi dokusu, dar sokaklarıyla adeta bir film stüdyosu Yeşilüzümlü. Eski evlerin yanı sıra lüks villalar da çoğunlukta.

Olcay Yılmaz, geleneksel el dokuması Dastar'ı anlatırken bir yandan da dokumasını sürdürüyor...

Geleneksel dokuma Dastar

‘Sakin Şehir’ olmaya aday köyün sokaklarında dolaşırken açık bir kapıdan başımızı uzatınca ‘buyurun’ ‘buyurun’ diye içeriye davet edildik. Sonradan adının Olcay Yılmaz olduğunu öğrendiğimiz bu hanım, Üzümlü Dastar ve El Dokuma Evi’nin sahibiymiş. Düven dediği el dokuma tezgahının başına geçip, Dastar’ı nasıl dokuduğunu gösterdi bize. Dastar; yüzde 100 pamuk iplikle dokunan ve yöre halkının başına bağladığı bir çeşit örtü. Söylediğine göre yazın sıcağı geçirmediği için kadınlar bağda, tarlada çalışırken kullanıyormuş Dastar’ı. Şimdilerde Dastar, şal, fular, elbise, masa örtüsü olarak dokunup, satılmaya başlamış. Gerçekten hepsi birbirinden güzel, el emeği göz nuru ürünler. Buradaki köy evlerinin çoğunda düven denilen el dokuma tezgahları varmış. Hatta Avrupa Birliği’nin bu geleneksel el sanatını desteklemek için bir projesi de bulunuyormuş.

Kuzugöbeği Mantar Festivali

Yeşilüzümlü aynı zamanda bir mantar cenneti. Pandemiden önce her yıl nisan ayında Kuzugöbeği Mantar Festivali düzenleniyormuş. Bu mantarla yapılan yemeklerin sunulduğu, sempozyumların düzenlendiği festival, tam bir şenlik havasında geçiyormuş.

Biz bu köyü çok sevdik. Sakin, sessiz, sıcacık…Fethiye’ye yolunuz düşerse üğramadan geçmeyin.

.

21 Temmuz 2021

FOTOĞRAFTAN DOĞAN ŞİİR...

 Suzan Peker

Arnavut kaldırımlı sokak

Cumbalı evden hiç ayrılma

Köşedeki zakkumdan da

Hep böyle kalsın akasya

Asma, biraz gölge yapsın

Çok değil...


Olmadı söylersin

'Güneşimden kaç' diye

Rüzgarın sesi 

delsin kulaklarını

Bir de söyleyiver iki sevgili otursun

Merdivenlerine cumbalı evin

Ayakları sende 

Başları gökte

Budur senden isteğim...


18 Temmuz 2021

FOTOĞRAFLA ŞİİRİN KAYNAŞMASI.....

 

Suzan Peker

Şuraya bir bağ koyalım

Yanına da bir zeytin ağacı

Masmavi bir deniz olsun mu az ileride...

Olsunnnn...

Bir de yelkenliye ne dersin...

O da tamammm

Bunların önüne de bir kaç kiremit çizelim...

İşte, sana çok güzel bir resim


25 Ocak 2021

Bir saklı güzellik: Tahtalı Göleti...

 


Suzan Peker

Pandemiden bunalınca yollara düşmek istedi canımız. Gitmek sadece gitmek bazen o kadar iyi geliyor ki.

 İstanbul trafiğinden kurtulup Şile Otoyolu’na girdiğimizde saat 10.30 civarıydı. Şile, Ağva derken, arkadaşlarımızdan duyduğumuz Tahtalı Göleti’ne mi gitsek dedik. Bilmediğimiz yerler her zaman daha çok ilgimizi çekiyor. Aslında Tahtalı Göleti, İstanbul’dan Kocaeli’ne giderken Derince’nin kuzeyinde kalıyor. Yaklaşık 1.5 saatte gidilecek bir yerken biz kuzeyden dolaşıp, güneye kıvrıldık. Ağva’dan güneye doğru bir çizgi çekerseniz Tahtalı Göleti’ne ulaşırsınız. Tabii, Derince’ye daha yakın.

Neyse bizim amacımız gezmek. Şile’yi geçtikten sonra yollar keyiflendi. Yolun iki yanı ağaçlı. Kıvrım, kıvrım ilerliyoruz. İstanbul’da dört gözle beklediğimiz kar yerden kalkalı bir hafta oldu ama buralarda hala en az 15 cm kar var. Küçük küçük köylerden geçiyoruz. Bacalardan çıkan dumanın kokusu burnumuza geliyor. Uçsuz bucaksız beyazlık görüyoruz bazen. Yolların üstünde yatan köpekler çıkıyor önümüze çoğu yerde. Her yer kar olduğu için asfaltın görece sıcaklığıyla idare etmeye çalışıyorlar.

Uçsuz bucaksız yer bırakır mı insanoğlu. Bir süre sonra meskun mahallere yaklaştıkça emlakçı furyası başlıyor. Adım başı emlakçı. Sağlı sollu en az 50 emlakçı gördük desem abartmış olmam. Kuzey Marmara Otoyolu’yla birkaç kez kesişen yollardan geçtik. Belli ki otoyolla birlikte rant iştahı kabarmış.

Tahtalı Göleti tabelasını çok yakınlaşmadan göremediğimiz için bir süre GPS ile ilerledik. Daha sonra tabelaları takip ettik. Sonra birden gölete ulaştık. Saati  1 yapmıştık ve kahvaltı için kendimizi buraya saklamıştık. Çayımızı bardağa koyduk, simidimizden bir ısırık aldık… Temiz havayı içimize çektik. Ohh be dünya vardı ve pandemi yoktu!

Bir saksağan yaklaştı, ardından iki çoban köpeği… Uçup giden saksağana biraz simit verdik, belki biz gittikten sonra yemiştir ama iki koca çobanı doyurmak zordu. Eğer giderseniz köpek maması bulundurun yanınızda, göl çevresinde özellikle kışın aç canlar çok.

 Türkiye’nin 6. Büyük göletiymiş Tahtalı. Etrafı ağaçlarla kaplı bu saklı güzelliğin adından son yıllarda söz edilir olmuş. Tahtalı Köyü sınırları içindeki göletin çevresinde TEMA Vakfı, ağaçlandırma ve erozyon önleme çalışmaları yapmış. Derince Belediyesi, göl çevresinde bir ‘Doğapark’ yapmak için kolları sıvamış. Tahtalı Köyü’nde göl manzaralı arsa ilanları internette arz-ı endam ediyor. Anladığımız burası da bakir kalmayacak çok yakında. Tavsiyem, bozulmadan gidin…