4 Haziran 2024

Tunceli’de bahar bir başka…

 
 TUNCELİ

Suzan Peker yazdı

Bahar her yerde güzeldir ama Tunceli’de bir başkaymış, gidince anladık. Size de anlatayım…

Tunceli’de havaalanı yok ya Elazığ ya da Erzincan Havaalanı’nı tercih edebilirsiniz. Aracınızla gitmek isterseniz, 12-13 saat sürüyormuş. Biz İstanbul’dan Elazığ’a ulaştık. Uçuşumuz 1 saat 20 dakika sürüyor ama rötarla 2 saati aştık.

Bozcaadalı dostlarımızla çıktığımız bu gezide şansımız, içimizden birinin Tuncelili olması ve bize rehberlik etmesi.

HARPUT KALESİ...

Elazığ’a gelip tarihi Urartu dönemine uzanan Harput Kalesi’ni görmeden olmaz. Kalede halen kazı ve onarım çalışmaları devam ediyor. En son 2016’da ortaya çıkarılan bir kabartma, M.Ö. 2000’lerin başlarına tarihlenmekte, bu da Harput’un tarihini, bilinenden 1200 yıl daha önceye götürüyor. Kalenin içinde Artuklu Sarnıcı, Urartu Sarnıcı (zindan)  Artuklu Camii, Artuklu Sarayı, Cihadiye Konağı bulunuyor. Kalenin giriş duvarında aslan ve fil kabartmaları ilgi çekiyor. Harput, 2018’den beri Unesco Geçici Kültür Mirası Listesi’nde yer alıyor.

 

 PERTEK KALESİ

 TUNCELİ FERİBOTU...

Tunceli’ye doğru yol alıyoruz. Keban Barajı’ndan feribotla Tunceli’ye geçmek yolumuzu kısaltıyor. Baraj yapılmadan önce Murat Nehri’nin kıyısında bir kayanın üzerinde bulunan Pertek Kalesi, bugün bir adanın üzerinde, geçenleri selamlıyor. Sakin ve keyifli bir feribot yolculuğunun ardından bizi, ‘Anadolu’nun Horasan’ı Tunceli’ yazısı karşılıyor.

 

PÜLÜMÜR VADİSİ

PÜLÜMÜR ÇAYI

AĞLAYAN KAYALAR

 Kahvaltımızı, Keban kıyısında ağaçların altında yapıyoruz. Yöreye özgü Şavak peyniri ve bal bana göre kahvaltının yıldızı. Cemal Süreya’nın dediği gibi, ‘kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı’. Cemal Süreya sanırım bu dizeleri, kendi memleketi Pülümür’de yaptığı nefis kahvaltıların ardından yazmış. Pülümür Vadisi, yemyeşil doğası, gürül gürül akan çayı, şelaleri, daracık yolları, dik yamaçları, yamaçlarda gezinen dağ keçileri, florasıyla bizi mest ediyor. Kimimiz paçalarımızı sıvayıp buz gibi suya sokuyoruz ayaklarımızı, kimimiz keçi gözlüyor yamaçlarda, kimimiz fotoğraf peşinde… Ağlayan Kayalar, ince ince akıtıyor gözyaşlarını yolun hemen kenarında.

 

PİR SULTAN ABDAL HEYKELİ

Ama durun, yolculuk sırasını şaşırdım. Pülümür Çayı ile Munzur’un kardeşçe birleşimine şahitlik eden Pir Sultan Abdal’a selam verdik önce. Tunceli Cem Evi’nin bahçesinde yer alan Pir Sultan Abdal heykeli, işadamı Sinan Samat tarafından Anadolu topraklarından çıkan tüm ozanları anmak amacıyla 2003 yılında yaptırılmış.

 

PÜLÜMÜR VADİSİ’NDE BİR RESTORAN

 Yeniden Pülümür Vadisi’ndeyiz. Çaya ve kayalıklara bakan Zağge Şelalesi’nin dibine konumlanmış Zağge Restoran’ın serin ortamında soluklanıyoruz. Derin nefes alıp mis gibi havayı ciğerlerimize çekerken, bir şeyler atıştırmak iyi geliyor. Geleneksel kıyafetler giymiş bir ‘dede’nin cebinden çıkardığı kuruyemişten oluşan hayır lokmasını yerken dilek tutuyoruz. Tunceli, hem bedenimizi, hem ruhumuzu besliyor.

Şehir merkezine dönüp, otelimize yerleşiyoruz. Grand Şaroğlu Hotel’deyiz. Şehir merkezinde olmak isteyenler için bu otel uygun. Doğada kuş ve su sesiyle uyanmak isterseniz bungalovları tercih edebilirsiniz. Ovacık’taki Anahita ve LewÇem Nehir Evleri en çok tercih edilenler arasında.

Akşam Tunceli merkezi gezip, kadın kooperatifinin yöresel yemeklerini tatmak istiyoruz. Tunceli, nüfusu en az olan ilimiz sanırım. 90 binin sınırında bir nüfusu olan Tunceli’nin merkezi de kısa bir sürede gezilebiliyor.

 


YÖRESEL YEMEKLER

 Sırada yöresel yemekleri tatmak var. Otelimize çok yakın Zembul Kadın Kooperatifi’nin yerine geldik. Aslında Zembul Kadın Kooperatifi ayrı bir yazıyı hak ediyor. Adını endemik bir kekik türü olan Zembul’dan alan bu mekânda, en lezzetli yöresel yemekleri yiyebilirsiniz.

Yemekten önce TOBB Tunceli Kadın Girişimciler İcra Kurulu Başkanı Yıldız Gündüz’den Zembul’un öyküsünü dinleme fırsatı buluyorum. Pandemi döneminin kendileri için örgütlenme fırsatı yarattığını söyleyen Gündüz, 3 kişiyle çıktıkları yolda bugün 11 kadından oluşan bir yapılanmalarının olduğuna dikkat çekiyor. Bu 11 kadının 2’si yurtdışından destek veren melek yatırımcı. En dikkat çekici özellikleri genç kadınlardan oluşan bir kooperatif olmaları. Hepsi maaşla ,çalışıyor ve yatırıma bütçe ayırıp severek yaptıkları işi büyütmeye çalışıyor. “Zorluklarımız var ama aşmaya çalışıyoruz” diyen Yıldız Gündüz, büyüklerinden gördükleri, yöresel kültüre ait yemekleri yaşatmaya çalıştıklarını söylüyor.

Biz de onların bu özverileri sayesinde lezzetli yöresel yemeklerin tadına bakıyoruz ve hepsini çok seviyoruz.

-Etli Zerfet (Dana kavurma, soğan, ceviz, susam, tereyağ, salça, baharat)  -Zerfet/Babiko (Gömbe ekmeği, sarımsak, yoğurt, tereyağı)

-Kara Kavurma (Kavurma, pilav, salata, soğan söğüşü)

-Gulik (dağ pancarı) 

-Şire Qult (Tereyağ, sarımsak, yoğurt, dövülmüş gömbe ekmeği)

-Çarçur Mantarı (Yörede yetişen lezzetli bir mantar)

-Tüyü Ron-Dut Kavurması

-Bosmizey (Tereyağında kavrulmuş zerdali kurusu)

 

Tunceli’de ilk günümüzü bitirdik. Yarın Munzur Vadisi ile tanışacağız…

 

 

11 Nisan 2024

İStanbulda yedi tepeden birinde yükselen tarih: Bulgur Palas….

 

Yeni restore edilen "Bulgur Palas", mimarisi ve ihtişamı ile ziyaretçilerine kapılarını açtı.

Tarihi Yarımada'yı, Marmara Denizi'ni, Üsküdar ve Kız Kulesi'nden Adalar'a kadar İstanbul'u göz alabildiğine gören konağın ilginç hikayesi 1912'de başlıyor.



Konak, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin önemli isimlerinden Bolu Milletvekili Mehmet Habib Bey tarafından Osmanlı vatandaşı Levanten mimar Giulio Mongeri'ye yaptırıldı.

Bulgur, arpa ve buğday gibi hububatın ticaretini yapan Habib Bey, İstanbul’un yedi tepesinden biri olan Cerrahpaşa’da arazi satın aldı.

Kendi adına yaptıracağı konak için 1912’de Levanten mimar Mongeri ile anlaştı.

Mütareke döneminde İtilaf Devletleri’nin talebi doğrultusunda İttihatçı olması dolayısıyla 10 Mart 1919'da tutuklanan Mehmet Habib Bey hapsedildi, sonrasında ise Malta’ya sürgün edildi.

Sürgün dönüşü konağın inşaatına devam eden Habib Bey, bazı malzemelerini yurt dışından getirtti.


Konağın 81 bağımsız bölümü, 1750 metrekare açık, 3 bin 750 metrekare kapalı alanı, 1000 metrekarelik müştemilatı ve 9 metrekarelik süs havuzu vardı.

Bu görkemli yapı halk arasında “Bulgur Palas” olarak anıldı.

Mehmet Habib Bey, konağın tamamlanmasını göremeyerek, 48 yaşında geçirdiği kalp krizi sonrası hayatını kaybetti. Eşi Bedia Hanım, bu görkemli yapıyı borçları karşılığı Osmanlı Bankasına devretmek zorunda kaldı.


Konak, Osmanlı Bankası tarafından arşiv merkezi, kanarya hane ve Osmanlı Bankası çalışanları için konut olarak değerlendirildi. Binanın bodrum katında şubeler için kanarya yetiştirilirken üç daire çalışanlara tahsis edildi.

Söz konusu arşiv ise Türkiye'nin uzun bir dönemine tekabül eden bankacılık, hukuk ile sosyal yaşam alanlarında verilere sahip önemli bir kurumsal yapıdaydı.


Uzun yıllar arşiv binası olarak hizmet veren Bulgur Palas, Osmanlı Bankasının 2001 yılında Garanti Bankası bünyesine katılmasıyla el değiştirdi.

Bakımsızlık nedeniyle bazı bölümleri hasar gören konak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından satın alındı.

Restorasyonu tamamlanan Bulgur Palas, özel arşivlerin yer aldığı kütüphanesiyle, sergi salonuyla, sosyal alanlarıyla kapılarını açtı. Bulgur Palas'ta ayrıca Sarayburnu, Çemberlitaş, Süleymaniye, Fatih, Yavuz Selim ve Edirnekapı manzaralarının seyredilebileceği seyir terası da yer alıyor.

Mehmet Habib Bey’in konağın ücretini ve Osmanlı Bankası’ndan aldığı borçları ödeyememesi sebebiyle 1926’da Osmanlı Bankası’na devredilen bina, uzun yıllar Osmanlı Arşivi olarak kullanılmış. 

Taş-tuğla malzemeden inşa edilen yapının inşasında kullanılan malzemelerin bir kısmının yurt dışından getirildiği biliniyor. Tuğla duvarlar sıvasız olup sadece kuleli kısım sıvalıdır. Tavan döşemeleri çelik putrelli volta döşemedir. Bodrum kat, üç normal kat ve çatı katından oluşan konağın bir de kulesi bulunuyor.

 

24 Şubat 2024

Norveç’in kuzeyinde bir etnik grup: SAMİLER

 Nereden nereye.

İki oğlumdan biri işi gereği ailece Norveç’in Güneyindeki Sandefjord şehrinde yaşıyorlar.

Zaman zaman Norveç’i geziyorlar ailece.

Bu kış yolları Tromso’ya, ülkenin en kuzeyine düştü. Çektikleri fotoğrafları bizimle paylaşıyorlar.

Tromso’da geyiklerin çektiği  kızakla da gezinti yapmışlar. Bir fotoğraf dikkatimi çekti. Yerli giysiler içinde bir delikanlı. Bir Sami. Samileri araştırınca ilginç bilgilere ulaştım. İşte o bilgiler:

Laponlar ya da Samiler, Norveç ve İsveç'in Kuzey Kutup Dairesi içinde yaşamakta olan bir etnik grup.

Laponların günümüzdeki sayıları 60.000 kadar.  Yüzde yetmişi Ural dil ailesine bağlı Sami (Saame) dili olan Laponcayı konuşuyor.

İsveç Finlandiya Rusya’da da yaşayanları var.

Genel geçim kaynakları kıyı balıkçılığı, hayvan postu ticareti ve hayvancılık.
Hayvancılıkta yarı konar göçer ren geyiği yetiştiriciliği ön plana çıkıyor. Samilerin büyük bir bölümü tam zamanlı ren geyiği yetiştiriciliği ile uğraşıyor.

 “Lappland” Latin kökenli bir terim olduğu için Sámiler vatanlarının Lappland, kendilerinin de “Lapon” olarak nitelendirilmesini istemiyorlar. Kendi dillerinde bu coğrafyanın adı Sapmi ve burada yaşayanlara da Sami deniyor.

Dilleri ise Fin-Ugur Dil Topluluğu’na bağlı ve bu bağlamda Türkçe ile de ilişkisi var. Fin-Ugur toplulukları milattan önce 2000 yılından başlayarak ren geyiklerinin peşinden kuzey nehir rotaları boyunca kuzeybatıya doğru ilerlemeye başlarlar. Grubun çoğunluğu Rusya-Finlandiya sınırına yerleşir ve burada ren geyiği yetiştiriciliğine devam ederler.  

 

Daha sonra Cermen halkları Orta Çağ boyunca kuzeye ilerlerken şimdiki Norveç, İsveç ve Finlandiya’nın güneylerine yerleşirler. Sámiler de biraz daha ilerleyip Rusya sınırın geçtikten sonra bu ülkelerin kuzey bölgelerine kadar devam ederler.

 

Sámiler’in yerleşim yerlerinden göçe başlamaları ilk olarak 1350’lerde bütün Avrupa’yı vuran veba salgını nedeniyle gerçekleşti. Güneyde yaşayan Cermen Norveçliler Avrupa ile sürekli ticaret halinde olduklarından bölgeye veba salgını taşınmıştı. Güneydeki nüfusun büyük çoğunluğu vebaya kurban verildi. Tarlaların, çiftliklerin %60-70’i sahipsiz kaldı. Güney ile ve Avrupa’nın geri kalanı ile yakın ilişkide olmayıp kendi halinde yaşayan Sámiler bu salgından neredeyse hiç etkilenmediler. 

Güneydeki veba salgını sonucu Norveç’in ana gelir kaynağı balıkçılık büyük sekteye uğradı. Bundan dolayı kuzeydeki Sámiler Lofoten Adaları’na gelip balıkçılık yapmaları için teşvikler verildi. Birçok Sámi biraz daha güneye inip burada balıkçılık ile uğraşmaya başladılar. Böylece Sámiler “Deniz Sámileri” ve “Dağ Sámileri” olmak üzere iki gruba ayrılmış oldu. Günümüzde Dağ Sámileri’nin oranı sadece %10’a kadar düşmüş.

 

Sámiler bu coğrafyaya gelip yerleştiklerinde ülke sınırları denen şeyler yoktu. Yarı göçebe şekilde binlerce yıl burayı vatan bellediler. Uçsuz bucaksız arazileri verimsiz olduğu için kimsenin umrunda değildi. Sonradan sınırlar çizilince ren geyiklerinin yüzlerce yıldır izledikleri rotaları değiştirmeye başladılar. Daha sonra merkezi eğitim ve ekonomi sistemleri yürürlüğe girince hayat tarzlarını bu yeni karşılaştıkları modele uydurmaya zorlandılar. Yani "medenileşmek" zorunda kaldılar.


YAŞAM ALANLARI KISITLI

Günümüzde İsveç, Norveç ve Danimarka dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasında. Bu ülkeler ne kadar sosyal devlet anlayışına sahip olsalar da temel prensip "ekonomiye ve topluma katkı" üzerine oluşturulmuş. Sámiler bu gelişmiş ekonomide yer almadıkları için de "topluma fayda sağlamayan" topluluk olarak görülmüşler. Dönem dönem Sámilerin ren geyikleri ülke sınırlarını geçip otladıkları için iki-üç farklı ülkeye aynı anda vergi ödedikleri bile olmasına rağmen yaşam alanları gittikçe daha da sınırlandırılır hale gelmiş.

14 Ocak 2024

Kayseri’de 3. Gün: Anadolu'da yazılı tarihin başlangıcı, Kültepe

 Suzan Peker yazdı

Çivi Yazılı Tablet...

Kültepe’de bilgilendirme...

Kültepe Buluntuları...

Kayseri’de üçüncü günümüz. Bugünkü gezimiz daha fazla heyecan barındırıyor.  2014 yılından beri Unesco Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan Kaniş Karum’daki kazıları göreceğiz. Erciyes’e yaklaşıp hayran kalacağız. Kayseri’ye veda edip Kapadokya’ya doğru yol alacağız. Daha fazla spoiler’a gerek yok. Başlayalım.

Kültepe ya da eski adıyla Kaniş’de keşfedilen yaklaşık 23 bin 500 tabletten oluşan eski Asur tüccar arşivleri, dünya tarihinde eşsiz bir yazı koleksiyonu oluşturuyor. Yaklaşık 4 bin yıl önce günümüz Irak’ının Assur kentinden gelen yaklaşık 900 tüccar ve aileleri, Kayseri’nin 20 km yakınındaki Kültepe’ye yerleşmiş. Burada yaklaşık 70 yıldır sürdürülen arkeolojik kazılar, büyük bir yangınla yok olan kent merkezinin kalıntılarını ortaya çıkarmış. Tüccar arşivleri hem ticaret hem de ailelerin günlük yaşamlarıyla ilgili bilgilere ulaşılmasını sağlamış. Bu arşivler, antik dünyada benzeri bulunmayan sosyal ve ticari bir tarih yazılmasını sağlamış.

 
Kültepe Ziyaret Merkezi...

Kaniş Yerleşim...

 İşte böyle heyecan verici bir yer, bugünkü ilk durağımız. Bu muhteşem tarihi anlatmak için çok yakın bir zamanda Kültepe Ziyaretçi Merkezi açılmış. Burada kazı çalışmalarını yürüten yetkililerden bilgiler aldık.  Arkeologların el yazılı, çizimli çalışma kağıtlarından tutun da kazılarda çıkan hayvan kemiklerine, çivi yazılı tabletlerin içeriklerine kadar birçok paha biçilmez değer sergileniyor, merkezde. Ancak tabii ki bunların, edineceğiniz derya gibi bilgilerin sadece ipuçları olduğunu unutmayalım.

Kalıntıları ziyaret edenlerin görkemli sarayları, rengarenk kumaşları taşıyan kervanları binlerce kişiden oluşan kalabalığı ve capcanlı pazar yerlerini gözlerinde canlandırmaları zor olabilir. Ama ortaya çıkarılan tabletler, Kaniş ve çevresindeki ticaret merkezi Karum’un sakinlerinin bıraktığı izler, günümüzün yaşam tarzlarıyla şaşırtıcı benzerlikler ortaya koyuyor.

 

Asurlu Evleri Canlanıyor...

 Geniş bir alana yayılan kazı çalışmalarının yanısıra Asurlu tüccarların evlerini ve ticaret merkezlerinin benzerleri yapılıyor, topraktan. Harıl, harıl bir çalışma vardı biz gittiğimizde.

Kültepe’deki kazılar, Kültür Bakanlığı izinleri ve Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu başkanlığında uluslararası bir ekip tarafından yürütülüyor. Kazılarda Kültepe ve Anadolu kadar Mezopotamya ve Suriye tarihini de aydınlatacak verilere ulaşılması hedefleniyor.  Dünya müzelerindeki tabletlerin büyük bir kısmının Kaniş Karum’dan gittiği biliniyor. Kazılarda ortaya çıkarılan eserler şimdilik, Kayseri Arkeoloji Müzesi ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor. Birkaç yıl içinde yeraltında 2 bin dönümlük bir alanda Kaniş-Karum Müzesi kurulması için çalışmalar yapılıyor. Eşsiz bir zenginlik…


Mimar Sinan Evi...

Mimar Sinan Evi-yeraltı...

 Mimar Sinan Evi

 Mimar Sinan’ın doğduğu eve gidiyoruz şimdi Ağırnas’a. Osmanlı’nın baş mimarının devşirilmeden önce yaşadığı bu ev, 1950’li yıllarda Prof. Afet İnan tarafından bulunmuş. Bugün iki katlı kesme taşlardan yapılmış bir bina. Ama Ağırnas da Kapadokya gibi yeraltı şehirleri ile ünlü. Evin alt katı, birkaç kattan oluşan bir yeraltı şehri. Mimar Sinan’ın asıl yaşadığı yerin burası olduğu kesin. Eve sonradan eklemeler yapılmış ama yeraltındaki kısım, büyük oranda korunmuş. Mimar Sinan’ın bastığı taşlara basmanın, geçtiği yerlerden geçmenin heyecanını yaşattı bize burası.

 

Erciyes Dağı...

Erciyes

Bir yücelikten, bir başka yüceliğe doğru yol aldık. Erciyes’in karlarına ulaştık. Bir başka deyişle tarihteki adıyla Aşkaşipa’ya selam çaktık. Kısacık bir mola verip, temiz havayı ciğerlerimize çektik. Bulutlardan başına taç yapmış Erciyes’i arkamıza alıp, çifter çifter poz verdik. Evren’in deyişiyle vistamıza hayran kaldık.

Karnımız acıkınca Develi’de mola verdik. Önceden verdiğimiz ‘Develi Cıvıklısı’ siparişlerimiz hazırdı. Yemyeşil bir parkta ayranla kuşbaşılı pideye benzeyen ‘Develi Cıvıklısı’nı tattık.

 

Erdemli Vadisi...

Kaya Kilisesi...

 Sultan Sazlığı’nı solumuza alıp Kapadokya’ya doğru yol alıyoruz. Kaya kiliselerinin bulunduğu Erdemli Vadisi’ndeyiz şimdi. Yaklaşık 10 km’lik kanyon boyunca, 11 kilise yer alıyormuş. Duvar resimleri, kaya kiliselerinin 10-13. Yüzyıla tarihlendiğine işaret ediyormuş. Erdemli Vadisi Muhtarı Ahmet Çavuş, bize kiliselerle ilgili rivayetleri anlatıyor.

Keşlik Manastırı’nda biz...

Keşlik Manastırı Duvar Resimleri...

Keşlik Manastırı Duvar Resimleri...

 Keşlik Manastırı

Gün batmadan Keşlik Manastırı’nı gündüz gözüyle görmek için Erdemli Vadisi’nden ayrılıyoruz. Ürgüp’e yakın Cemil Köyü’ndeyiz, gün batımı yaklaşıyor. Roma İmparatorluğu’nda Hristiyanlığın yayılmasıyla rahat ibadet yeri arayan keşişler, kayalara oyulmuş bu manastırlara yerleşmişler. Burada iki ayrı kilise var. Biri baş melek Mikail’e, diğeri Aziz Stefanos’a adanmış. Manastırların sahibi orada yaşayan bir vatandaş, Cabir Coşkuner. Ziyaretçilere bilgi veriyor, kiliselerin bakım ve korunmasını üstlenmiş. Kültür mirasının bir kişiye emanet edilmesini yadırgadım doğrusu. Cabir Bey bize, biraz da karanlık olduğu için kilise duvarlarına ışık tutarak resimlerle ilgili bilgi veriyor.

Gece otelimize varıyoruz. Yarın Kapadokya turumuz var.

 

13 Ocak 2024

Kayseri’de ikinci gün...

Suzan Peker yazdı

Kayseri’de ikinci günümüz. Akşam eğlenceli bir yemeğin ardından Vave’nin güzel sesiyle de coşunca, sabah erken kalkmak zorlaştı. İlk defa dinlediğimiz Vave’ye hayran kaldığımızı söylemeden geçemeyeceğim.

Sabah uyanabilen küçük bir grupla otelimizin çevresinde, henüz restore edilmemiş, yıkık, dökük evlerin ve yaşamların olduğu yerlerden geçerek, Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi’ne ulaşıyoruz. Yapımı 12. Yüzyıla tarihlenen Apostalik Kilisesi, 1859’da yeniden inşa edilmiş. Zamanında bünyesinde okul ve dükkanları bulunan kilise, artık biraz suskun. Kilisede, Patrikhane yılda birkaç kere ayin düzenliyormuş. Az ötemizde Aramyan Kız Lisesi’ni görüyoruz. Liseyi restore ederek günümüze kazandırma çalışmaları sürüyormuş. 

Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nin bir kuruluşu olan Erciyes A.Ş.; 26 milyon metrekarelik alanı, Hazine’den satın alıp yavaş yavaş restore ederek günümüze kazandırmaya başlamış. Otelimizin yakın çevresinde gördüklerimiz de bu çabanın ürünü. 

Mimar Sinan’ın eseri Kurşunlu Cami

Otelimize dönüp büyük grubumuzla, kültür rotamızın eksik kalan bölümlerini tamamlayacağız. İlk durağımız memleketi Kayseri olan Mimar Sinan’ın 1573’te inşa ettirdiği Kurşunlu Cami. Asıl adı Hacı Ahmet Paşa Camisi olan bu tek minareli mütevazi cami; Mimar Sinan’ın Kayseri’deki tek eseri. İç süslemeleri, vitrayları, minberi ve avluda sekiz sütuna atılmış sivri kemerlerin taşıdığı kubbeli şadırvanıyla dikkat çekiyor.  

 

Camikebir

Şimdi, şehrin en eski büyük camisi olma özelliğini taşıyan Ulu Cami’deyiz. Kayseri’yi kendine başkent yapan Danişmentliler’in 3. Hükümdarı Melik Mehmet Gazi tarafından yaptırılan Ulu Cami diğer adıyla Camikebir’de çevredeki yıkık Roma yapılarından taşınan sütun ve sütun başları kullanılmış. Binanın önündeki Melik Gazi Medresesi günümüze ulaşmamış. Orijinal ahşap minberi restore edilmiş ve hala kullanılıyor. 17oo’lü yıllarda depremle yıkılan cami, yeniden onarılmış.

 

Gevher Nesibe Medresesi...

 

Gevher Nesibe Sultan...

Gevher Nesibe Medresesi

 Selçuklu döneminin bir muhteşem eseri daha karşımızda. Gevher Nesibe Medresesi-Selçuklu Uygarlığı Müzesi’ndeyiz. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in medreseyi, ‘ince hastalık’ nedeniyle kaybettiği kız kardeşi Gevher Nesibe’nin vasiyeti üzerine 1204 yılında inşa ettirmeye başlamış. Tıp medresesi, darüşşifa ve bimarhaneden oluşan yapı, Anadolu’nun ilk uygulamalı tıp medresesi ve hastane olma özelliğini taşıyor.

Gevher Nesibe Hatun’un türbesinin de bulunduğu müzede, Selçuklu döneminin izlerini sürebilir, dönemin çinileri, süs eşyaları, mutfak aletleri, halıları, tıp malzemeleri arasında kaybolabilir, şifa odalarında akıl hastalarının müzikle ve su sesiyle nasıl iyileştirildiğini hayal edebilirsiniz. Bunlara ek olarak müzenin avlusunun, zaman, zaman çeşitli etkinliklere ev sahipliği yaptığı bilgisini de ekleyelim.

 

SELÇUKLU YILDIZI...

 Sekiz köşesi farklı ruhani anlamlar taşıyan Selçuklu Yıldızı’nın yanından geçerken, günümüzde yitip giden değerleri hatırlayıp, müzeden ayrılıyoruz.

 

GÜPGÜPOĞLU  KONAĞI


 

MANTI...

Güpgüpoğlu Konağı

 Bir duvarı tarihi sura yaslanan bir konaktayız şimdi. 18. ve 19. Yüzyılda nam salmış, vakıflar kurmuş Güpgüpoğlu Ailesi’nin konağında.  Haremlik ve selamlık olarak iki bölüm halinde yapılan konak, bugün Etnografya Müzesi olarak hizmet veriyor ve o günlerin yaşamını anlatıyor bize. Sedef kakmalar, ahşap, kalem işi işlemeler, taş işçiliğinin zarif örnekleri görülmeye değer. Müzenin alt katında Selçuklu ve Osmanlı dönemindeki günlük yaşama dair eserleri görmek mümkün.

Atatürk’ün Kayseri’ye geldiğinde kaldığı İmamızade Raşit Ağa Konağı’nın yanından geçiyoruz. Konak bugün, Atatürk Evi ve Müzesi olarak hizmet veriyor. Harf Devrimi denince hepimizin gözünde bir fotoğraf canlanır ya, hani Mustafa Kemal Atatürk, kara tahta başında yeni harfleri öğretiyordur halka. O fotoğrafın mekanı burası. Meydandaki saat kulesi, şahitlik etmiş yeni alfabeye. Bilmiyordum, öğrenince sevindim.

 Kayseri Kalesi

 Tarihin içinde kaybolmuşken, hemen günümüze döndürdü bizi bir olay. Yapımı 3. Yüzyıla Roma İmparatoru 3. Gordionus’a kadar uzanan Kayseri Surları, bugünün Kayseri Kalesi’nin burçlarında bir intihar girişimi var. El arabası elinden alınan işportacı, ikna edilince derin bir oh çekip, kalenin içini gezmeye başlıyoruz. Kale ve surlar bugünkü şeklini büyük ölçüde Selçuklu Hükümdarı I. Alaaddin Keykubat döneminde almış. Kale, Dulkadiroğulları tarafından 1431’de Karamanlılar tarafından 1465’te onarılmış. İçi oldukça geniş ve Arkeoloji Müzesi’ne ev sahipliği yapıyor.

Kayseri Kültür Yolu haritasında gezilecek 40 yer var ama hepsini görmeye zamanımız yetmiyor. Aracımıza binip, biraz daha uzaklara önce bir üniversite kampüsüne, sonra da Ali Dağı eteklerindeki Talas’a gideceğiz.

 

ABDULLAH GÜL MÜZESİ...

 Sümerbank Bez Fabrikası’ndan üniversiteye…

 Cumhuriyet’in ilk ve en büyük sanayi tesislerinden biri olan Eski Sümerbank Bez Fabrikası, 2010 yılında Abdullah Gül Üniversitesi’ne dönüştürülmüş ve ilk öğrencilerini, 2013-2014 akademik yılında almış. 1935’te üretime başlayan ve 1999’a kadar faaliyette olan fabrika, Kayseri’nin en önemli simgelerinden biriydi. Dönemin en ünlü mimarlarından İvan Sergeyeviç Nikolayev tarafından yapılan bina, konstrüktivist akımın dünyadaki nadir örneklerinden sayılıyor.

DERSLİK...

Fabrikanın elektrik santrali olarak kullanılan yapı ise, Emre Arolat imzasıyla restore edildikten sonra Abdullah Gül Cumhurbaşkanlığı Müze ve Kütüphanesi olarak hizmet vermeye başlamış. Yeşillikler içindeki kampüste, ambarlar dersliklere dönüştürülmüş. Dersliklerde Han Tümertekin ve Emre Arolat’ın imzaları var. Fabrikanın işçi lojmanları ise, bugün öğrenci köyü.

 

 ESKİ AMERİKAN KOLEJİ...

 Talas

 Üniversite kampüsünden ayrılıyoruz. Rotamız, Ali Dağı eteklerindeki 2 bin yıllık yerleşim yeri Talas. Ali Dağı, önemli bir yamaç paraşütü merkezi. Paraşüt eğitimleri burada güzel görüntüler oluşturuyormuş ama biz rastlayamadık, ne yazık ki. Erciyes Üniversitesi’nin kampüsünün yanından, yeşilliklerden oluşan bir duvar arasından ilerliyoruz.

Talas, şehri tepeden gören bir ilçe. Temiz havası, tarihi mozaiği, yüksek duvarlı taş evleri, dar sokaklarıyla yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı, gözde ve sakin bir yer. Talas sokaklarında gezmeden önce, eski Amerikan Koleji’ni ziyaret ediyoruz.

1871’de açılan 1968’de kapatılan kolej, Türkiye’nin birçok ünlü simasını yetiştirmiş. Yüksek bir tepede yer alan kolej binası, artık Kayseri Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Kaymek Talas Gençlik Merkezi olarak hizmet veriyor.  Grubumuzda Amerikan Koleji ekolünden gelen iki arkadaşımız okulun merdivenlerini çıkarken duygusal anlar yaşıyor. Okulun içini gezip, yetkililerden bilgi alıp, ikram edilen kırmızı etli japon elmalarının tadına bakıp ayrılıyoruz.

 

Osmanlı Kültür Sokağı

 Dar sokaklar, taş evler, yeşillikler arasından küçük bir yürüyüş yapıp, aracımıza biniyoruz. Kiçiköy Mahallesi’ndeki Osmanlı Kültür Sokağı, bugünün son durağı. Yeni, yeni canlanmaya başlayan sokağın girişinde Ali Saip Paşa Camii karşılıyor ziyaretçileri. 1887’de II. Abdülhamit devrinin seraskeri Ali Saip Paşa tarafından yaptırılan camiye Osmanlı Devleti’nin armasının bulunduğu bir kapıdan giriliyor. Ermeni taş ustalarının elinden çıkmış, kimisi avlulu evler; harabeye dönen eski kiliseler cafelere dönüştürülmüş ama sokağın ziyaretçisi henüz çok az.

Çok gezip, çok öğrenip, yorulduk bugün. Akşam yemeği için iyi ki yine otelimizdeyiz. Bir kaşığa 40 tane sığan Kayseri mantısı yiyecekmişiz, saysam mı acaba.