18 Ekim 2006

Anılardan
Bir fotoğrafın hikayesi

Gazetelerin isimleri önemli değil. Bir büyük gazete düşünün. Bu gazete kendi bünyesi içinde bir başka gazete daha çıkarıyor. Hürriyet grubu'nda yayınlanan Hürriyet, Gözcü gazetesi gibi, Milliyet grubu'nda yayınlanan Milliyet, Posta ve Radikal gibi, Akşam Grubu'nda yayınlanan Akşam, Güneş, Tercüman ve Bulvar gibi. Aynı haber kaynaklarını kullanarak çeşitli kulvarlarda gazete yayınlamak ticari açıdan önemli tabii.
Biz hikayemize dönelim. Bir büyük gazete ve o grubun içinde bir başka gazete yani küçük gazete. Henüz öğlen olmamış. İki gazetenin yazı işleri o gün yapacakları gazetelerin haberlerini toparlamaya çalışıyorlar. Bir gece önce de Marmara Denizi’nde bir gemi batmış. Onunla ilgili haber yazılmış ama geminin fotoğrafı var mı?.
Büyük gazetenin istihbaratından gece nöbetçisi muhabir olaya gitmiş. Hatta geminin içine girmiş, gemi batmadan birkaç dakika önce kendini küçük tekneye zor atmış. Ve ayağını kırmış. Hastanede yatıyor. Ama haberini yazmış fotoğrafları ( tabii siyah beyaz. Zira fotoğraf gece baskılarına girecekse renkli çekmenin sakıncaları var. Renkli fotoğrafın banyosunun uzun sürmesi zaman alacaktır. Ve haber baskı devam ederken gazeteye gireceği için zaman önemlidir. Haberi ne kadar çok gazeteye girerse o kadar çok görünecektir.)
Neyse. Küçük gazetenin yazı işleri müdürü büyük gazetenin yazı işlerine çıkar. Yetkili müdüre akşamki olayla ilgili fotoğraf olup olmadığını sorar. Müdür de işine yaramayan fotoğraflardan birini uzatır. Güzel fotoğrafları doğal olarak kendilerine saklamıştır, aynı fotoğrafların küçük gazete de çıkmasını istemez. Küçük gazetenin müdürü ne yapsın. Alır fotoğrafı şöyle bir bakar. Gemi arkadan görünmektedir.
Müdürün avantajı denizcilik tarafının olmasıdır. Bir gariplik var diye düşünür bu fotoğrafta. Muhabir bu fotoğrafı deniz seviyesinin belirli bir yüksekliğinden çekmiştir. Peki geminin pervaneleri nasıl görünür? Zira biliyor ki gemi yüküyle birlikte batmıştır.

Küçük gazetenin müdürü herkes gibi fotoğrafa dik tutarak bakmaktadır. Şöyle bir çevirir fotoğrafı yatay tarafından bakar. Gözlerine inanamaz. Gemi dikilmiş, kıç kısmı yukarıda, baş kısmı yarıya kadar denize gömülmüş durumdadır. Bir şey söylemez büyük gazetenin müdürüne. Alır aşağıya kendi yazı işlerine döner. Kendi genel yayın müdürünün önüne bırakır.


Tesadüf küçük gazetenin genel yayın müdürü de denizci bir aileden gelmektedir. O da fotoğrafı dik tutar. Önce kızar. Bunu mu verdiler bize diye. Sonra dikkat eder. Yahu bu fotoğrafta bir terslik var der. O da refleksle fotoğrafı çevirir ve geminin yarısının suya gömülü olduğunu görür. Kafasını kaldırır, “farkındalar mı” diye sorar. Küçük gazetenin müdürü “hayır” der.
Fotoğraf gece çekildiği için deniz ve dışarısı gri tondadır ve deniz seçilememektedir.
Ressama verirler fotoğrafı. Ressam biraz üzerinde oynadıktan denizle havayı ayırdıktan sonra manşetten yayınlarlar.
Ve kıyamet kopar. Patron neden bu fotoğrafın küçük gazetede kullanıldığının hesabını sorar büyük gazetenin müdürlerine. Onlar da şöyle savunma yaparlar:
“Böyle bir fotoğraf yok aslında. Küçük gazetenin müdürleri foto montaj yaptılar. Zaten bunların bu tavrı gazetecilik mesleğini zedeliyor.”
Patron fotoğrafın filmini ister ve gerçek ortaya çıkar.

Siz siz olun. Bir konu hakkında incelemeden, araştırmadan karar vermeyin.

Bitmedi.
Fotoğrafı çeken ve bu uğurda hayati tehlike geçirerek ayak kırılmasıyla kurtulan büyük gazetenin muhabiri bu fotoğrafıyla Gazeteciler Cemiyeti’nin her yıl düzenlediği yılın gazetecileri yarışmasına katılır. Kazanamaz.
Nedenini cemiyet yetkilileri şöyle açıklarlar.”Fotoğraf foto montajmış”.
Peki nereden biliyorlar foto montaj olduğunu.
Efendim. Büyük gazetenin genel yayın müdürü aynı zamanda cemiyetin de yönetim kurulunda. Ona soruyorlar. O da bükemediği eli öpeceğine kendi muhabirini ve kendi gazetesini bir ödülden ediyor.
Ödül vermeyin. Fotoğraf foto montaj” diyor.
Fotoğrafın filmini istemek kimsenin aklına gelmiyor ve bir büyük emek meslek kıskançlığına kurban ediliyor.

6 yorum:

Berceste dedi ki...

Ne acidir ki Turkiye'nin en buyuk sorunlarindan biri bence bu konudur, yani baskalarinin basarilarini kiskanan haset ve fesat insanlar :((( Bu tarz davranislar olmasa cok daha fazla ilerlerdik !

Adsız dedi ki...

Ozellikle gazetecilikte dikkat cok onemli tabii.
kıskanclik insanin doğasında var belki ama takdir etmekte insanin doğasında var. yeter ki baskasinin başarısını alkışlamayı bilelim.
Filiz

Adsız dedi ki...

Ne hoş bir anı. Herşey var: azim, dikkat, fedakarlık, kıskançlık... Anılarınızı paylaşmaya devam edin lütfen; hepimizin böyle esin kaynaklarına ihtiyacı var.

Berna

Punto dedi ki...

Puntonun cevabı

gençlikte hızlı yaşam içinde hele gazetecilikte gunluk tutmayı akıl edemiyor insan. Gunluk tutabilseydim sanirim bir kaç ciltlik kitap yazılabilirdi. Yine de aklımda kalanları paylaşmaya devam etmek istiyorum. bakalım neleri hatırlıyacağım.

Adsız dedi ki...

Cok enteresan bir olay bu.

Arsivleri okumaya basladim da. Boyle zipcikti seklinde acaip yorumlar okumak durumunda kalabilirsiniz. :o)

www.elifsavas.com/blog

Punto dedi ki...

Sevgili Elif; çok sevinirim ilk yazdığım anılarımın okunmasına. Bana göre okunması gereken onlardı ama ne yazık ki tanınmadığım zaman diliminde yazılmışlardı.
Yorumlarınıza laf atmayın. Çok güzeller.