Televizyonu açıyorsunuz haberleri dinliyorsunuz. Bir olay olmuş. Yolsuzluk, fuhuş, uyuşturucu kullananlar, cinayet bir olay işte… Sivil polislerin arasında birileri yüzlerini ceketlerinin bir yanıyla, ya da elleriyle kapatıyorlar. Kapatmaya çalışıyorlar. Karşılarında medya ordusu. Fotoğraf çekenler, kameralar. Ne arasanız var. Peki hiç kendinizi o kişilerin yerine koydunuz mu? Ya bunların içlerinden bazıları suçsuzsa, ne olacak o zaman? Kim koruyacak bu kişilerin kişilik haklarını? Yasalar değil mi? Evet bu kişilerin haklarını yasalar koruyor ama yasaları uygulayanlar buna uyuyor mu? İşte bütün düğüm burada.
Filmlerde görmüşsünüzdür bazı Amerikan eyaletlerinde duruşmalarda fotoğraf çekmek yasaktır. Sadece elle çizime izin vardır. Son düzenlemelerde bizde de medyaya kısıtlama getirildi ama ne kadar?
Ceza Muhakemeleri Yasası’nın bir maddesi şöyle der: “Kanunun başka hüküm koyduğu haller saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek koşuluyla soruşturma evresindeki usul işlemleri gizlidir.”
Bu madde ne anlama geliyor?
Bir olay oldu. Olaya kim el koyuyor? Savcılar. Ne yapıyor savcılar? Delil topluyorlar. Delili kimin kanalıyla topluyorlar? Kolluk güçleri yani polis ve jandarma kanalıyla!
Polis ne yapıyor? Birilerini yakalıyor,savcıya götürüyor ifade vermek üzere. Demek ki bütün bunlar ilk soruşturma kapsamında. Yani yasaya göre gizli yapılması gereken işlemler.Ceza yargılamasında Cumhuriyet Savcısı ve emrindeki kolluk güçleri tarafından yürütülen ilk soruşturmanın gizli olması evrensel bir kural. Yine ilk soruşturma sırasında savcı, hakim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla yayın yapılmaması da gerekiyor.
İlk soruşturmanın gizliliği yıllardır yasalarımızda vardı vardı ama kimse, özellikle medya bu hükmü dinlemiyordu. Bu nedenle bugün kanun koyucu yeni ceza yasasında ilk soruşturmanın gizliğini ihlal edenlere ağır cezalar getirdi.
80’li yıllardı. Bir gazetede yazı işleri müdürü olarak çalışıyordum. Savcılıktan bir gün bir tebligat geldi. Beni ifade vermeye çağırıyordu. Olağan bir durumdu. Gazete hakkında o sıralar bir çok dava açılmıştı, açılmaya da devam ediyordu. Mahkemeler ikinci adresimiz olmuştu.
Askeri darbeden sonra imzalı olsun olmasın tüm ihbarlar Cumhuriyet savcıları tarafından soruşturma kapsamına alınıyordu. Emir böyleydi. Bu emir savcıların işini ağırlaştırıyor, olur olmaz ihbarlar nedeniyle savcılık odaları dolup taşıyor, çoğu ihbarlar da asılsız çıkıyordu. O sıralar emir demiri kesiyordu.
Savcı beyin odasına girdim. Biraz sohbetten sonra ifademi almak için zabıt katibelerinden birini çağırdı. Al yanaklı katibe daktilosuna kağıdı taktı ve beklemeye koyuldu. Savcı bey gözlüklerinin üstünden beni süzdü, hafif gülümsedi ve bana bir kağıt uzattı:
- Hakkınızda bir iddia var. Önemli bir iddia. Hülya Avşar”ın ırzına geçmişsiniz. Bir okuyun ve ifadenizi verin.
Hülya Avşar şöhret olmadan önce
Şaşırmıştım. Katibe kız göz ucuyla bana şöyle bir baktı. Yüzü kıpkırmızı kesilmişti. İhbar mektubunu soluksuz okudum. İhbarı yapan olayı kafasında kurgulamış, detaylandırmış ve bana mal etmişti. Bunda, o sıralarda Hülya Avşar’ın bizim gazete tarafından Türkiye Güzeli seçilmesi, ardından da boşanmış olduğu ortaya çıktığı için tacının elinden alınmasının rolü büyüktü sanırım. Anlaşılan tacın geri alınmasına kızan biri, bir hayranı, eline kalemi almış, beni gazetenin yazı işleri müdürü olduğum için bir anda ırz düşmanı olarak damgalayıvermiş, ihbar mektubunu döşenmişti.
O dönemlerde görsel medya yoktu, magazin gazeteciliği daha ciddi boyutlardaydı ve adliyelerdeki gazeteci arkadaşların hukuk bilgisi üst düzeydeydi. Eğer bu olay, haber olarak yayımlansaydı, asılsız bir ihbar mektubu nedeniyle aileme, çevreme rezil olmuştum.Önce savcı beye ihbar mektubunu uzattım, şaka yollu “nerede o günler!” dedim. Sonra ifademi verdim. Savcı Bey kovuşturmaya gerek görmedi ve dosyayı kapattı.
Bu olayı anlatmamın nedeni, benim asılsız bir ihbarla suçlandığım gibi pek çok insan hakkında da asılsız suçlamalar olabilir, soruşturma açılabilir.Şöyle bir düşünün. Bir doktor hastasını yanlış tedavi ettiği iddiasıyla, bir öğretmen tacizden, kamuda çalışanlar, iş adamları yolsuzluktan suçlanabilir. Bütün meslek hayatları sönebilir, cemiyet içindeki itibarları sıfıra inebilir. Örnekleri toplumun her kesimine yaymak mümkün.İşte yıllardır bu ilk soruşturma bilgisinin haber niteliği taşıyıp taşımadığı tartışılmaktadır.Yasaya göre ilk soruşturma gizlidir ve gizli yapılmalıdır. Zira kişilerin, ya da tüzel kişilerin henüz suç işleyip işlemediği belli değildir.
Savcılar, önce suçun işlenip işlenmediğini araştıracaktır. Bu meyanda bir yandan kolluk güçleriyle delil toplamakta, suçlananların, tanıkların ifadelerine başvurulmaktadır. Bu gelişmelerin haber olması mümkün müdür? Bence mümkün değildir. Henüz ortada suç yoktur, suçlu yoktur. Suçlanan kişinin kişilik hakları vardır. Bu nedenle yasa koyucu ilk soruşturmanın gizli yapılmasını emretmektedir.1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren Türk Ceza Yasası medyada çok tartışıldı. Medyamızın seçkin yazarları yeni yasanın haber alma özgürlüğüne darbe indirdiğini savunurken çuvaldızı kendilerine batırma zahmetine katlanmadılar.Yıllardır bu ülkede ilk soruşturmaların ipliği pazara çıkarıldı. Medya farkında olmadan ilk soruşturmaları haber yaparak bir çok meslek sahibi insanın lekelenmesine neden oldu. Bugün ise ağır cezalar konduğu için azaldı.
Demokrasi “her şeyi yaparım, her şeyi yazarım” demek değildir. Kişilik haklarına saygı demokrasinin en temel kavramıdır. Medyadaki arkadaşlar unutmasınlar ki o kişilik hakları, bir gün gelir onları da iftiralardan, asılsız iddialardan korur.