29 Temmuz 2010

Bu kez "Keramet'te evlilik var"!

Gelenek ve göreneklerimizin yaşatıldığı köy düğünleri yavaş yavaş tarih oluyor. Son zamanlarda eğer yazsa yemekli kır düğünleri, kışsa yemekli salon düğünleri gözde. Takılar bile artık gelin ya da damada takılmayıp küçük bir kesenin içine bırakılıyor. Kimi stadyumda evleniyor, kiminin hayali balonda evlenmek, kimisi de 'evet' demekte bile zorlandığı denizaltını tercih ediyor. Bu tercihleriyle gazetelere konu oluyorlar. Bizim size anlatacağımız düğünse, bu kadar uç değil, Orhangazi'nin Keramet Köyü'nde sade bir düğün. Düğün yolculuğumuza eşlik etmek isterseniz buyurun:
Yenikapı'dan 13.30'da bindiğimiz feribot, saat 15.00'de Yalova'da oluyor. Neredeyse yarım saat sonra Orhangazi'ye geliyoruz. Orhangazi Keramet arası yaklaşık 20 km. Köy meydanındaki asırlık çınarlar karşılıyor bizi. Köy, daha çok zeytincilikle geçiniyor. Köyün, Ilıca denen şifalı kaplıcasının romatizma, siğil, egzama gibi hastalıklara iyi geldiği söyleniyor. Açık havuz gibi olan kaplıcaya kışın da girmek mümkün. Ilıca'nın kükürtlü olan suyu, yörenin en güzel zeytinlerinin Keramat'te yetişmesine yardımcı oluyor. Eee, her işte vardır bir keramet.. Bizim düğünde de keramet vardır inşaallah diyoruz.
Halaybaşı, mendil yerine Yeni Rakı salladı.
Biz kız eviyiz. Keramet Köyü'nde düğün davetiyesi kına. Küçük keseciklere konan kına, kapı kapı dolaşılarak yakınlara verilirken, "kınamıza, düğünümüze bekliyoruz" deniyor. Düğün gününden bir gün önce tüm köy yemeğe davetli. Yemeğe, tellal bağırarak davet ediyor. Biz düğün evine gittiğimizde bahçeye konan masalarda yemekler yeniyordu. Kapıda gelin ve damat karşıladı bizi. Hemen biz de yemeğe buyur edildik. Büyük kazanların başında aşçı, tabaklarımıza et, patates kızartması, nohutlu pilav ve Kemalpaşa tatlısından oluşan yemeği koyarken, düğüne yardımcı komşular da zeytin ve lokum getirdiler sofraya. Lokum denince bildiğimiz lokum gelmesin aklınıza. Bu, ekmek benzeri bir şey, lokum kokusu denen bir baharat, mayalı hamur ve cevizle yapılıyor. Lezzetli bir yemeğin üzerine, temiz havayı soluyarak içtiğimiz çayla yorgunluğumuzu atıyoruz.
Kına dönülürken türküler söylendi.
Şimdi sıra Kına gecesi'ne hazırlanmakta. Gelinin kına gecesi kıyafeti, fuşya rengi bir tuvalet, bir de kına yakılırken giyeceği 'kaftanı' var. Kırmızı, sırma işlemeli bir kaftan. Kına, açık havada değil, köyün bu tür davetler için hizmet veren bir salonunda yapılacak. Gelinimizi kına gecesi için hazırladık. Herkes telaşlı. Ben de kırmızı elbisem ve fotoğraf makinesi çantamla kına gecesi için hazırım. Yürüyerek ulaşıyoruz salona. Salonun dışında köyün gençleri bekliyor. Gelin ve damat burada da kapıda karşılıyor gelenleri. İçerisi müzikten yıkılıyor. Yaşlılar gençler, çocuklar.. Salonun ortası henüz boş, çocuklar koşturuyor oyun alanında. Bir bayan kameraman tüm olanları şimdiden görüntülemeye başlamış. Biz ne hikmetse tam müzik aletlerinin dibine yerleşiyoruz. Ertesi gün bile kimimizin kulağında telefon çalması, kimimizin çağlayan sesi duyması bu yüzden. Bir çoğunu tanımadığım yüzler "hoşgeldin" diyor. Duyduğumdan değil, dudak hareketlerinden anlıyorum. Meramını anlatmak isteyen elini siper edip diğerinin kulağına eğiliyor. Karşı taraf bir kulağını kapayıp dinliyor gibi yapıyor ama nafile. Sonuçta iki taraf da anlamış gibi ya baş sallıyor ya tebessüm ediyor ama kimsenin sesten bir şey anladığı yok. "Müziğin sesini biraz kısın" diye işaret ediyorum, 'tamam' diyor baş hareketiyle müzisyen ama nafile. Ben en iyisi işime bakıp, fotoğraf çekeyim.
Buraları, oraları aratmıyor
Salonun ortasında gelin, arkadaşları ve akrabalarıyla oynuyor. Erkek evi onları yalnız bırakmıyor. Düğünlerin, kız ve erkek tarafının kaynaşmasında etkisi olduğu kesin. Biraz sonra klasik oyun havaları yerini disko müziğine bırakıyor.
Gelin davul, zurnayla evinden alındı.
Salonun için rengarenk ışıklarla doluyor. "Müziğin kulaklarımızı harap etmesinin ardından ışıklar da gözlerimizi bitirecek herhalde" diyorum, kendi kendime. Bütün gençler zıplıyor, hopluyor, parmaklar havada, bir o yanı, bir bu yanı işaret ediyor. "Nasıl, buraları sizin oraları aratmıyor di mi?" diye bağırıyor kulağıma, bir tanıdık. Başımı sallıyorum, gülerek.
Kına gecelerinde dağıtılan kuruyemişin yerini, burada ambalaj içine yerleştirilmiş lokum ve zeytin alıyor. Kadınlar sepetlerin içindeki lokum ve zeytinleri davetlilere dağıtıyor. Derken köyün gençleri çağırılıyor içeriye, damatla birlikte. Sigara ağızlarında oynuyor 15-16 yaşlarındaki gençler. Sigara yasağı burada geçerli değil. Sonra hepimizin etrafında halay çekiyorlar. Halay başının elinde mendil yerine Rakı şişesi. Gençlerin vurduğu yerler inliyor. Gelin bu arada kaftanını giymeye gidiyor.
Gece yarısına yaklaşırken kına zamanı geliyor. Kırmızı örtüsü, kaftanı ve kırmızı terlikleriyle gelin geliyor. Bir sandalyeye oturan gelinin etrafında yakınları kına dönüyor. Gelinin eline kına yakılırken, o bildik hüzünlü türkü söyleniyor, hep bir ağızdan:
"....Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim, hem annemi hem babamı, ben köyümü özledim..."
Gelinin annesi ve anneannesi hıçkıra hıçkıra ağlıyor, hüzün tüm salonu kaplıyor. Gelinin ellerine kına yakıldıktan sonra dağılmasın diye kırmızı kesecikler geçiriliyor.
Damadın, gelinin yüzündeki örtüyü kaldırmasıyla hüzün yerini neşeye bırakıyor. Gelin ve damat bu gecenin son oyununu oynuyor. Yakınlar, gelin ve damatla fotoğraf çektiriyor. "Bir mutlu gecenin daha sonuna geldik" diyen müzisyen, kına gecesinin bittiğini ilan ediyor. Gelinle damat arabalarına biniyor.
Biz de evimizin yolunu tutuyoruz.
Gelinle aynı evde kalıyoruz. Evdeki son gecesini rahat geçirmesi lazım. Ama yatılı misafir o kadar çok ki...Hepimizin uyuması saat 3'ü buluyor.
Kuş yuvadan uçuyor
Bugün büyük gün. Yaşamını geçirdiği evden ayrılacak bugün kızımız, yuvadan uçacak kuş...
Önce kahvaltı, sonra kuaför, gelinlikle eve gelme, davulla kız alma ve akşama Orhangazi'deki salonda düğün. Bugün yapılacak işlerin sırası böyle.
Gün boyu misafirler ağırlanıyor yine. Yakın köylerden gelen akrabalar, akşam düğüne gelemeyecekler, köylüler gün boyu gidip geliyor. Saat 18.00 gibi kızımız geliyor nihayet. Çok güzel olmuş. Herkes özenerek bakıyor. Maşallah..Annesiyle, babasıyla, kardeşiyle fotoğraflarını çekiyorum. Çaylar içilirken davul sesleri duyuluyor. Damat ailesiyle birlikte gelmiş. Kapının önünde davul ve zurnalar çalınırken, evin içinde baba, üç kere kırmızı kurdela doluyor çok sevdiği kızının beline. Bu kırmızı kurdelanın kızını, ondan ayıracağını bile bile. Buğulanan gözleri, biricik yavrusuna sarılmasıyla pınar oluveriyor.
Kapının önünde gelin ve damadın mutlu olması için dua ediliyor. Hepimiz avuçlarımızı açıp, mutluklar diliyoruz, allahtan.
Düğün de çok güzel geçiyor.
Evlilikte keramet vardır derler ya. Ne diyelim onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine...

Hiç yorum yok: