1 Kasım 2010

Oktay Ekşi'nin başına gelenler sürpriz değil!

“Bize yani Hürriyet'in köşe yazarlarına kendi yazılarını, “eğer ifade düşüklüğü, bilgi yanlışı, eksik anlatım gibi bir kusur varsa düzeltmesi için” bir fırsat verilir yani ya evine gazetenin erken baskıları gönderilir veya yazısı fakslanır.
Bu profesyonel mükemmeliyetçiliğin gereğidir ve yıllardır yapılır.
Biz yazarlar -en azından ben öyleyimdir- geç vakit de olsa, o metni bir kere daha gözden geçiririz. Zaman olur yazıya ilave yaparız. Zaman olur yazının bütününü değiştiririz. Zaman olur içindeki bir ifadeyi yeterince açık yahut çarpıcı bulmaz, onun yerine başka bir cümle yazarız.
Şimdi bu yazıyı yazmamıza sebep olan makalenin başından aynen öyle bir şey geçti.
Geçen gece, yani 27 Ekim günü saat 23.30 sularıydı. “Okuyucunun önüne çıkacak metinde hata olmasın” diye, eve fakslanmış yazıyı gözden geçirdim. Gerçekten metinde ufak tefek hatalar vardı. Onları düzelttim”.
Bu satırlar geçenlerde yazdığı bir yazısından dolayı Hürriyet gazetesinden istifa eden Oktay Ekşi’ye ait.
Oktay ağabey devamla yazının son cümlesini değiştirdiğini ve maksadı aşan bir cümle ilave ettiğini, bu yazının şehir baskılarına girdiğini söylüyor, özür diliyor ve istifa ediyor.
Oktay Ağabey ile yaklaşık altı yıl Hürriyet’te birlikte çalıştım.
Son derecede dikkatli, kılı kırk yaran bir yapısı vardır. Böyle bir hatayı nasıl yaptı anlamıyorum.
Oktay ağabeyin düştüğü durum bana bir anımı hatırlattı. O anımı da 31 Ocak 2009 tarihli yazımda anlatmıştım. O yazıyı güncellemekte fayda var diyorum:
“SEN İKİ GÜN İZİN YAP”
Büyük gazetelerden birinin yazı işlerine yeni girmiştim. Çoğu arkadaşları tanımıyordum. Genel yayın müdürü de o gazetede yıllardır çalışıyordu.
Bir akşamüstü beni odasına çağırdı. Bana bir yazarın yazısını gösterdi. Sayfalar hazırlanmış, o sayfaların provasını elime tutuşturdu.
Yazının bu cümlesini çıkar” dedi. Sanırım Merkez Bankası başkanını eleştiren bir cümle idi.
Sayfanın başına gittim. Yazıyı buldum ve operatöre çıkarılacak yeri gösterdim. O da o cümleyi yazıdan çıkardı.
Başıma böyle bir uygulama gelmemişti daha önceleri. Sakıncalı bulunan cümleler, genellikle yazarın kendisi ile konuşulur, çıkarılması öyle istenirdi.
Gazeteye yeni girdiğim için burada uygulama demek ki böyle dedim içimden.
Taşra gazetesi döndü.Yazıdan o cümle çıkarılmıştı..
Tabii iş bitmemişti. Ben de burada hata yapmış, yaptığımız değişikliği gece ekibine söylemeyi unutmuştum. Ama genelde yazarların yazılarına dokunulmazdı gece ekibi tarafından. Gece ekibi daha çok gazeteye yeni haberleri koyar ve şehir baskılarını hazırlardı.
Ertesi gün yazı işlerine girdiğimde “genel yayın müdürü seni bekliyor” dediler.
Odasına girdim. Mosmordu. Beni görünce haykırmaya başladı. “Gördün mü rezaleti?”
Şaşırmıştım, “Yeni geldim gazeteye bakmadım” dedim. “O yazarın yazısından atacağın cümle aynen duruyor. Git. İki gün gelme. Eğer patron görür ve küplere binerse, kusura bakma seni kapının önüne koyarım”.
Bu kez ben sinirlendim. Fırladım, dışarıdan bir taşra gazetesi buldum. Yazıyı açtım, gösterdim ve “Tamam giderim ama taşra gazetesinde o cümleler yok. Sorumluyu başka kapıda ara. İnsanları hemen harcama” dedim. Kapıyı çektim çıktım. Garanti kovulmuştum.
İki gün geçti, gazeteden aradılar. Neredesin diye. Durumu anlattım. “Gel yahu. Ortalık süt liman” dediler.
PATRONDAN SES ÇIKMAYINCA...
Ertesi gün gazeteye gittim. Baktım genel yayın müdürü hiçbir şey olmamış gibi davranıyor. Odasına girdim. Beni görünce “Patrondan ses çıkmadı. Otur çalış. Zaten yazı işlerinde tek güvendiğim adam sensin” dedi.
Evet. Dostlar patron ses çıkarmayınca ben de kovulmaktan kurtuldum.
Gececilerden öğrendim ki taşra baskısını gören yazar, yazısında birkaç cümlenin eksik olduğunu görünce gececilere telefonla bildirmiş. Onlar da o cümleleri yazıya tekrar koymuşlar.
Devir değişti artık. Bugün,  gazete patronu ne der korkusunun yerini başbakan ne der korkusu almış durumda!

2 yorum:

Asortik Krep dedi ki...

Yazacak daha neler var aslında...

Punto dedi ki...

Evet Sevgili Asortik Krep. Yazacak çok şey var. Hele bugünleri görünce...