16 Ağustos 2007

Adaların en yeşili Rodos Adası'ndayız (2)

İKİ ÜLKE BURUN BURUNA: Fotoğrafa dikkatli bakın. Sol taraftaki kara parçası Sakız Adası’na ait yani Yunanistan. Sağ taraftaki kara parçası da Çeşme’nin ucu yani Türkiye. Geminin direğinden kıç üstündeki bayrağa uzanan ipte iki ülkeyi ayıran sınır adeta. İki ülkenin bu kadar içiçe girmiş sınırları varken kıta sahanlığı sorununu nasıl halledebilirler ki.
HAVUZLAR AĞLA ÖRTÜLÜYOR: Geminin havuzlarındaki suyu akşam boşaltıyorlar ve havuzu ilaçlı sularla yıkıyorlar. Akşamları ise birileri fark etmez de havuza düşer diye ağ geriyorlar. Bu ağı görünce bizim belediyelerin üstü açık çukurları aklıma geldi. Bu arada ilave edeyim havuzlara her sabah yeniden su dolduruluyor.
HEM OKUYOR HEM DE GÜNEŞLENİYOR : Gemide ilgi çekici tipler de vardı. Onlardan biri de hem güneşlenen hem de kitap okuyan bu bey. Her yerde kitap okuduğunu gördüm. Sanırım çok heyecanlı bir romanın sayfalarından bir türlü ayrılamamıştı.
RODOS SURLARIYLA KARŞILIYOR BİZİ: Rodos’un sahil boyunca uzanan surları yıllarca adayı almak isteyenlere siper olmuş. Bu surlar ve surların arasındaki kaleler restore edilmiş.
Kuşadası’ndan sonra rotayı Rodos’a çevirdik. Turu düzenleyenler gezi boyunca uğranılan yerlerle ilgili önce size çeşitli seçenekler sunuyor; isterseniz limanda gemiden inip kendi başınıza adayı gezebilirsiniz. İsterseniz sunulan seçeneklerden birine katılır, adada rehber eşliğindeki geziye katılabilirsiniz. Bu geziler ücretli. Ücret genellikle 40-80 euro arasında değişiyor. Tabii bu ücret kişi başına alınan ücret. Biz, Rodos için eski şehir ve Philerimos gezisini seçtik. Diğer seçenek ise Lindos ve şehir turu idi. Bizim seçtiğimiz gezi için yetişkinlerden 44 euro, çocuklardan 22 euro aldılar.
TARİHİ KAPIDAN TARİHE YOLCULUK: Rodos'ta Şövalyeler Sokağı önemli bir tarihi yer. Geziye katılan yolcularla birlikte bu kale kapısından girip tarihin kokusu içinde şövalyeler sokağına ulaştık.
Marmaris’in karşısına düşen Rodos, büyük ve bakımlı bir ada. Bence adaların içinde en yeşil olanı. Sahiller bizim gibi kapışılmamış. Limandan eski şehre doğru yürürken sizi halka açık bir plaj karşılıyor. Rehberimiz bu plajların bulunduğu bölgeleri sıralıyor, yüzmek isteyenlere de yol gösteriyor. Büyük oteller ise kıyı şeridinden çok gerilere yapılmış. Bizdekiler gibi sahilin dibini kapmamışlar.
GEYİK RODOSLULARIN SEMBOLÜ: Eski limanın girişi. Fotoğrafı otobüsle giderken çektiğim için çok güzel değil. Limanın iki girişindeki geyik heykelleri ilgi çekiyor.
Rehberimizin anlattığına göre, Rodos adını bir su perisinden alıyor. Her taraf güllerle kaplı. Eski limanın girişindeki geyik heykelinin de bir hikayesi var. Adaya ilk gelenleri önce binlerce yılan karşılamış. Yılanlarla başa çıkamayan ada halkı, çareyi adaya geyik getirmekte bulmuş. Adaya getirilen geyikler, yılanları ezerek öldürmüş ve adanın sembolü haline gelmiş. Rodos Kalesi ve kıyı boyunca uzanan surları 14 yy.da Aziz John şövalyeleri tarafından inşa edilmiş. Ada bu şövalyeler zamanında altın çağını yaşamış.
SARAY MOZAİKLERİ SAKIZ ADASI’NDAN : Knossos Sarayı’nda mozaikler dikkat çekici. Anlatılanlara göre mozaiklerin taşları Sakız Adası’ndan getirilmiş.
Tarihi kalıntıları, Athena Tapınağı’nı gördükten sonra eski Rodos sokaklarında kalabalığın arasına katıldık. Rodos şövalyelerinden kalma kalma sokak gerçekten ilgi çekici. Rodos’ta yemek yeme fırsatımız olmadı ama Türk kahvesi içtik. Kahve iki euro. Grek kahvesi de diyorlar ama bizim gibi kahvenin yanında su da getiriyorlar. Bir de küçük bir bisküvi veriyorlar.Rodos’ta balık çeşitleri ön planda. Ada da 2400 yıldır şarap üretiliyor. Ben içmedim ama şarapların güzel olduğunu söylediler.
ŞÖVALYELER SOKAĞINDA TARİHLE BİRLİKTE : Şövalyelerin kaldığı sokak. Sokağın adı Chevaliers. Adada eski ne varsa restore edilmiş. Bu sokaktaki binalar da restore edilmiş ve bazıları kullanılıyor. St. John Şövalyeleri bu sokakta yaşamış ve Rodos’u korumuş.
Rodos yıllar boyu üç kültürün etkisinde kalmış; Aziz John Şövalyeleri, Osmanlılar ve İtalyanlar.Osmanlılardan kalma camiler de var. Bunlardan biri Süleyman Camii. Rehberimize göre bakım için kapalıymış. Dört yıldır bakımı sürüyormuş. Anlayın işte, bakım adı altında camileri açmıyorlar.Jövalyelerden kalma “Büyük Efendi’nin yeri” ni ( bir nevi saray) İtalyanlar restore etmiş. Babalarının hayrına değil tabii. Mussolini’ye yazlık olarak. Gelip keyf çatsın diye. Ama Mussolini’ye kısmet olmamış bu sarayda dinlenmek. Adaya adımını atamamış.
GÜNEŞ ÇOĞU KEZ DENİZE BATIYOR: Gezinin bana göre en can alıcı zamanları güneşin sabahları doğuşu ve akşamları batışıydı. Bu görüntüleri zaman zaman sizlerle paylaşacağım. İnsanın günlük yorgunluğunu atan bu görüntülere yolcuların pek itibar etmemesi ilgimi çekti. İnsanlara ne oldu diye düşündüm bir an. Neden bu güzellikleri göremiyoruz ki?
Binanın içi Kos’tan yani bizim deyimimizle Sakız Adası’ndan getirilen mozaiklerle donatılmış. Rodos diğer adalara göre alış veriş için en ucuz olanı.
Rodos turunu tamamladıktan sonra Girit’e doğru yola çıktık. Denizcilerin korkulu rüyası dalgalarıyla bilinen Rodos çevresinden sakin bir havada yol aldık. Dalgaları kışa sakladık.

BİR SONRAKİ DURAĞIMIZ: GİRİT

15 Ağustos 2007

Artık evimize "Hürriyet" almıyoruz

Gazeteciliğe orada başladım. Altı yıl geceli gündüzlü çalıştım. Evimizin bir parçasıydı. Orada yetiştiğim için her zaman gurur duydum. Son zamanlarda sendeliyor, düştü düşecek diye üzülüyordum. Sonunda o da teslim bayrağını çekti.
Biz de desteğimizi çektik Hürriyet'ten. Yapabileceğimiz en doğal hakkımızı kullandık.

Hürriyet almıyoruz!..
Yılmaz Özdil'i de internetten okuruz artık!...

13 Ağustos 2007

Hayalden gerçeğe gezi: Yunan Adaları ( 1 )

Yunan Adaları turumuzu Blue Monarch gemisi ile yaptık. Gemiyi Santorini Adası açıklarında demirli bizi beklerken görüyorsunuz.

Evet dostlar; “Şöyle arkanıza yaslanın. Hafif hafif esen bir rüzgar sizi serinletiyor. Gözlerinizi kapadınız, bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Bir gemidesiniz. Pırıl pırıl bir güneş. Geminin denizi yara yara giderken çıkardığı ses size ninni gibi geliyor. Yemek salonunda sizi sevdiğiniz yemekler bekliyor.Gemi gece gidiyor, sabah bir limanda kalkıyorsunuz yataktan. O liman kentini geziyorsunuz, tarihi ile tanışıyorsunuz.Tekrar gemi, tekrar denizin şırıltısı ile uyku. Tekrar başka bir liman ve kenti turlama, tarihle başbaşa” demiştim.
Gemiye merdivenle çıkıyorsunuz. İçeriye adım attığınız anda bu ortam sizi karşılıyor.

İşte bu hayali gerçekleştirmek için gemi ile Yunan adaları gezisine çıktık. Çok kolay geçtik gümrükten. Geminin merdiveninde bir fotoğrafçı bekliyordu bizi. Sormadan bastı deklanşöre. Bulmuş dijital makinayı bol bol fotoğraf çekiyor dedim içimden. Merdivenleri ağır ağır çıkınca bizi bir otel resepsiyonu gibi bir bölüme aldılar. İlk iş olarak bilgisayara kaydedildik.
Gemiye adım atmadan merdivenlerde fotoğraf çeken biri vardı. Bu uzun boylu adam yolcuların arasında sürekli gezerek fotoğraf çekti. Önce "ajan mıdır nedir" dedik. Sonra durumu anladık. Size haber vermeden tele ile fotoğrafları çekiyor, sonra sergiliyor ve bir fotoğrafı 13 euradan satıyor. Sanırım şirket fotoğraf işini de birilerine ihale etmiş.

Bu işlemi yapan görevli elindeki gözü yüzümüze tutarak fotoğrafımızı çekmeyi de ihmal etmedi.
Bir kart uzattılar bize. Kredi kartına benzer bir kart. Üzerinde ismimiz yazılı.
Hemen uyardılar; bu kart sizin herşeyiniz. Ülke giriş çıkışlarını bu kartla yapacaksınız, gemide kahve mi içeceksiniz bu kartla, içki mi içeceksiniz yine bu kartla. Para yok bu kart var.
Tek sıra olmuş takım elbiseli uzak doğulu görevliler bize kamaramızı gösterdi. Böylece gemi hayatımız başlarken tıkır tıkır işleyen bir sistemin ve geminin içine girdik.
Geminin en büyük salonu bu salon. Bu salonda oturup sohbet edebilirsiniz. Eğer gürültücü bin yunan grubu yakınınızda yoksa kitap okuyabilirsiniz. Geceleri bu sahnede müzik ve gösteriler yapılıyor. Bu arada bir şeyler içerseniz parasıyla içiyorsunuz.

Önce sizi sistemle tanıştırayım:
Bir tura başvuruyorsunuz. Tur sizin vizelerinizi alıyor ve pasaportunuzu veriyor. Gezi ücretini de alıyor. Turun işi bitiyor burada. Gemide Türk yolculara bakan bir de Türk rehber var. Ne diyorduk. Resepsiyona girdik. Kendinizi bir otele girmiş gibi hissedin. Gezi boyunca karşılaşacağınız güçlükler hesaplanmış. Valizleri kamarada buluyorsunuz. Pasaportla uğraşmıyorsurnuz. Yemek saatleri ve nerelerde yeneceği belli. Sabah ve öğlen güvertede servisi kendiniz yaparak yemek yiyorsunuz. Akşam yemekleri alt salonda. Öyle bikini ile, şortla giremiyorsunuz salona. Herkesin oturacağı masa belli. Hizmet edenler de. Hizmet edenlerin çoğu uzak doğulu. Genellikle Filipinli. Sanki sinirlerini ameliyatla birileri almış. Sürekli gülüyorlar size. Hizmet yarışındalar adeta. Geceleri salonda eğlence var. Dört kızdan ve iki şarkıcıdan oluşan gösteri ekibi her gece farklı farklı gösteriler, danslar ve müzik sunuyorlar size. Buziki çalan da var keman çalan da. Çocuklar unutulmamış. Onlara da bir bölüm ayrılmış. Kumar meraklılarına meraklarını giderecek tedbirler alınmış. Geminin doktoru da var tabii. Gezinin ilk çıkış limanı Pire. Pire'den genellikle yunan, İspanyol ve İngiliz yolcular biniyor. Diğer ülkelerden de tek tük yolcu bulunuyor. Bunların öncelikli hedefleri İstanbul'u görmek ve Efes'te hacı olmak. Onun için Kuşadası önemli bir uğrak yeri.

Gemi kalktıktan sonra anonslar başladı, İngilizce, Yunanca, İspanyolca ve Türkçe. En önemli anons, akşamki kokteylde kaptanın bizlerle tanışacağı anonsuydu. Neyse girdik kuyruğa bekliyoruz kaptanla tanışmayı. Sıra bir türlü ilerlemiyor. Alt tarafı yeni gelenlerin ellerini sıkacak. Meğer kazın ayağı öyle değilmiş.
Kaptan, yanına gittiğinizde elini omuzunuza atıyor ve kaptanla birlikte fotoğrafçıya ister istemez poz veriyorsunuz. Fotoğrafçı aynen bizim nikahlardaki gibi fotoğrafları basıp bir camekana asıyor ve satıyor. Sıkı durun tanesi 13 eurodan.İ
çeriye girerken sizi şampanya ve daha birçok çeşit içki ikramı bekliyor. Salonda eğlence ile gezinin ilk gecesi bitiyor.
Gelelim kamaranıza. Eğer benim gibi denizci bir aileden geliyorsanız sorun yok. Ya da kafanızı yastığa koyup uyuyorsanız yine mesele yok. Eğer yatağınızı yadırgar bir durumunuz varsa biraz uykusuzluk çekebilirsiniz. Geminin sarsıntısı ve makinaların sesi, pervanelerin zaman zaman gemiyi titreten sarsıntılarından rahatsız olabilirsiniz. Benden söylemesi. Güneşin batışını seyretmek en çok göreceğiniz manzaralardan biri. Eğer erken kalkabilirseniz gün doğuşunu da güvertede oturup seyredebilirsiniz. Bu fotoğrafları sizlerle zaman zaman paylaşacağım.
Gemi hakkında biraz daha bilgi verip gördüğümüz yerleri anlatalım;
Geminin bandırası Portekiz. Sahipleri Amerikalı ve Yunan. Şirket Miami’ye kayıtlı. Kaptanı Yunan. Diğer kaptanlar arasında Japon’u da var İspanyol’u da. Gemi müdürü İsveçli. Animatörler Amerikalı ve Meksikalı. Gemide Türk çalışanlar olarak bir rehber, bir hostes ve bir de hizmetli olarak çalışan bir bayan vardı. Yani uluslararası bir ortam var gemide.
Çalışanların tek bir görevi yok. Kılıktan kılığa giriyorlar. Bunu gezinin sonunda anlıyorsunuz. Sirtaki oynayan Yunanların aynı zamanda garsonluk yaptığını, İspanyol animasyoncu kızın peçe takıp Türk kızı olduğunu, Amerikalı boylu poslu animasyoncu delikanlının Romalı kılığında göbek attığını görüyorsunuz.
İlk durağımız Kuşadası. Apar topar Türk olmayan yolcular, hacı olmak için Meryem Ana’ya gittiler. Biz de sahilde turladık. Esnafla konuştuk. Bu Cruise gemileri ile gelenlerin alış veriş yapmadıklarından yakındılar. Aslında sistem, yolcuların alış veriş yapmamaları üzerine kurulmuş. Zira zamanı öyle kullanıyorlar ki size pek alış veriş zamanı bırakmıyorlar.
İkinci yazı: Tanrıların adası RODOS

12 Ağustos 2007

Yılmaz Özdil bomba gibi döndü! Hürriyet'te yazıyor

Çevreye vereceğimiz rahatsızlık nedeniyle şimdiden özür dileriz
BİR NEVİ MARLBORO BUNLAR...AMERİKAN HARMANI.
*
ÜZERİNDE "ZARARLI" YAZIYOR.
ÖYLE GİZLİ SAKLI DEĞİL.
ALENEN.NAL GİBİ.
"ÖLDÜRÜR" YAZIYOR.
"DAMARLARI TIKAR" YAZIYOR.
"KALP KRİZİNE, FELÇLERE NEDEN OLUR" YAZIYOR...
"KANSER EDER" YAZIYOR...
"SİZE VE ÇEVRENİZDEKİLERE KALICI HASARLAR VERİR" YAZIYOR.
*
"HAMİLEYKEN İÇERSEN, BEBEĞİNE ZARAR VERİR" YAZIYOR.
DAHA NE DESİN...
"KENDİNİ DÜŞÜNMÜYORSAN, ÇOCUĞUNUN GELECEĞİNİ DÜŞÜN" DEMEK İSTİYOR.
*
TAHLİL ET...
İÇİNDE JET YAKITINDAN FARE ZEHİRİNE, KARBONMONOKSİTTEN ZİFİRE KADAR NE ARARSAN VAR...
AMA, DUMANINI ŞÖYLE BİR ÇEKTİĞİN ZAMAN, "KEYİF VERİCİ HAYALLER" YARATIYOR.
ZATEN TEK MAHARETİ BU.
RAHATLADIĞINI SANIYORSUN...
ASLINDA "İNTİHAR" EDİYORSUN.
O NEDENLE "18 YAŞINDAN KÜÇÜKLERE" YASAK...
HENÜZ REŞİT OLMAMIŞ İNSANLARIN KANINA GİRMESİ, ONLARI BAĞIMLI HALE GETİRMESİ DAHA KOLAY OLUYOR.
*
E HAL BÖYLE OLUNCA...
BEN GÖREVİMİ YAPTIM.UYARDIM.
"AMAN İÇME" DEDİM."
BIRAK ŞU MERETİ" DEDİM.
*
SEN BİLİRSİN KARDEŞ...
*
KIÇINA SOLUNUM CİHAZI TAKTIKLARI ZAMAN, BENİ HATIRLARSIN...
ÇÜNKÜ, BU SAATTEN SONRA, ANCA ORANDAN NEFES ALABİLİRSİN.
*
TEK RİCAM VAR...
EMEKLİ MAAŞIN YETMİYORMUŞ, TARLADAKİ ÜRÜNÜN PARA ETMİYORMUŞ, HACİZ YEMİŞSİN, KART FAİZİNDEN BATMIŞSIN, SUÇ PATLAMIŞ, ÇOCUĞUN İŞSİZMİŞ, VERGİ ÇOKMUŞ, BENZİN PAHALIYMIŞ, İŞLER KESATMIŞ, ŞEHİT TABUTLARI RESMİ GEÇİT YAPIYORMUŞ, SUYUN AKMIYORMUŞ, KENE ISIRMIŞ, HASTANEDE REHİN KALMIŞSIN, ZENGİN DAHA ZENGİN, FAKİR DAHA FAKİR OLMUŞ, ELÁLEM GEMİ ALMIŞ, SEN İSKELE BABASI ALMIŞSIN...SAKIN OLA, AĞLAMA.KENDİ DÜŞEN AĞLAMAZ.
* * *
"BÜYÜK YAZAR"dan kasıt işte buydu.Büyük harf yazar yani.
* * *
Sağolsunlar, öyle bir abarttılar ki anonslarken, zannedersin 3 satırda hayatın anlamını yazacağız!Ben bile kendime gıcık oldum.
Neyse...Durmak yok, yola devam.
Dün neysek...
Bugün de oyuz.
Sevenlere selam olsun...
Sevmeyenlerin cehenneme kadar yolu var.

"Büyük ve küçük ünlü uyumu" huzurunuzda

Bir haftalık herşeyden uzak bir gezi nedeniyle sevgili sevdamavisi'nin bize sunduğu DDD etkinliğini ancak şimdi duyurabiliyorum. Sevgili sevdamavisi
yazısına şu cümlelerle başlıyor:
"Çoğumuzun dilimizi doğru kullanmak istememize rağmen ya bilmediğimiz için ya da yanlış kullanımın dilimize yerleşmesinden dolayı yeteri kadar kullanamıyoruz. Umarım verdiğimiz bilgilerin bir damla da olsa sizlere faydası olur. Araştırmalarım sırasında gördüm ki ünlü uyumları biraz karmaşık ve ayrıntılı bir konu ve dilimizde düzeltmek de oldukça zor olacak, denemeliyiz bence. Ben araştırırken büyük zevk aldım umarım sizler de okurken zevk alırsınız".
Ünlü uyumlarına hatırlamak için sevdamavisi'ni ziyaret etmeniz yeterli.

3 Ağustos 2007

Gemiyle çıkılan bir gezinin rüyası!...

Şöyle arkanıza yaslanın. Bir balkonda uzun oturulan bir koltuktasınız. Hafif hafif esen rüzgar sizi serinletiyor. Gözlerinizi kapadınız, bir yolculuğa çıkıyorsunuz.
Rüya bu ya. Bir gemidesiniz. Pırıl pırıl bir güneş. Geminin denizi yara yara giderken çıkardığı ses size ninni gibi geliyor. Yemek salonunda sizi sevdiğiniz yemekler bekliyor.
Gemi gece gidiyor, sabah bir limanda kalkıyorsunuz yataktan. O liman kentini geziyorsunuz, tarihi ile tanışıyorsunuz.
Tekrar gemi, tekrar denizin şırıltısı ile uyku. Tekrar başka bir liman ve kenti turlama, tarihle başbaşa.
Birden sarsılıyorsunuz. Biri sizi sarsa sarsa sesleniyor; “Bu ne uyku böyle. Neredeyse öğlen olmuş”.
Varsın öğlen olsun ama bu gezi gerçek olsun.

30 Temmuz 2007

Oya ağacının bizden istediği “kuru bir hayat”!...

Bilgi ne kadar önemli değil mi dostlar? Peki biz millet olarak bilgiye ulaşma konusunda çok mu istekliyiz, yoksa her şeyi biliyor muyuz?
Baksanıza kime sorsanız seçim sonuçlarını yorumluyor, kime sorsanız takımlarımızın hangi taktikle oynaması gerektiğini biliyor, ekonomiyi sor, hemen cevabını al.
Aklınıza ne gelirse kime sorsanız mutlaka bir şeyler biliyordur. İsrar ederseniz o da bilgisi konusunda israr edecektir.
Bunları neden yazıyorum?
Biz yazlığı alınca balkonun önüne dikilmiş iki ağaç karşıladı bizi. Biri beyaz leylak, diğeri oya ağacı.Oya ağacını anlamıştım zira yazın açıyordu ama mayısta açan leylak ne işe yarardı ki. Tabii iki ağaca da dokunamadık. Mayısta yazlığa gelip leylakları kesiyorum, eve getirip vazoda bir süre seyrediyoruz. Gelelim oya ağacına. Bizim oya ağacı her yıl küfleniyor, daha doğrusu hastalığının bilimsel adıyla “külleme” oluyor. Kayınvalide eksik olmasın tecrübeli olduğu için “Böceklenmiştir. İlaç sıkın” dedi. Bastık ilacı, para etmedi. Ertesi yıl yine aynı. Biraz bu işlere kafa yorunca sitedeki oya ağaçlarında da aynı küllenmeyi gördüm. Rahatladım. Demek ki sadece bizim oya ağacında olmuyordu bu iş.Kime sorduysam bu küllenmenin nedeni olarak herkes kendine göre bir şey söyledi. Sonunda dayanamadım, araştırmaya başladım. Komşu evlerin önündeki bu oya ağacı hayatını yaşıyor. Ne karışanı var, ne de benim gibi sulayanı. Yıllardır kendi başına sağlıklı bir şekilde büyüyüp gidiyor.
Nedenini öğreniverdim hemen.
Oya ağaçları rutubet istemiyor, buna karşılık bol güneş istiyordu. Doğru olabilirdi bu tez. Zira ben bu bilgileri bilmediğim için oya ağacının iki yanına çok gerekliymiş gibi iki gül dikmiştim. Gülleri suladıkça oya ağacını da suluyor, gövdesini ıslatıyordum.
Bu bilgi doğruydu zira sitede de oya ağaçları çim alanlara dikilmiş, çimler sulandıkça oyalar da baştan aşağı yıkanıyordu sürekli.
Ne kadar basit değil mi? Bilmeden dikilen bir çok bitkiyi zor şartlarda yaşamağa mahkum ediyoruz.
Şimdi yaz sonunu bekliyorum. İlk işim o iki gülü oradan almak ve oya ağacına "kuru bir hayat" verip sağlığına kavuşturmak.

27 Temmuz 2007

Kar yolları kapasın ama barajlar da dolsun!...

Bu kavurucu sıcaklarda, hareket etmeden, şöyle gölge bir köşede oturup pineklemek geliyor insanın içinden. Ben de öyle yapmaya çalışıyorum ama bir yandan da şu günlüğe ne koysam diye düşünüyorum. Bazen bir şiir, bir fotoğraf çok şey ifade ediyor. William Shakespeare’in “Korkuyorum” şiiri gibi.
Hiç aklınıza gelir miydi "kar"ın yağmasını, yağmurun şakır şakır yağıp barajları doldurmasını özleyeceğiniz.
Evet! Susuzluğun kapımıza dayandığı şu günlerde tek ümidimiz önümüzdeki kış. Çok kar yağsın, yağmur yağsın.
Varsın yollarda kalalım, trafik felç olsun, tipi altında eve ulaşmaya çalışalım.
Yeter ki barajlar dolsun, kuraklık olmasın. Susuz kalmayalım.

Korkuyorum
Yağmuru seviyorum diyorsun,
Yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun...
Güneşi seviyorum diyorsun,
Güneş açınca gölgeye kaçıyorsun...

Rüzgarı seviyorum diyorsun,
Rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun...
İşte,bunun için korkuyorum;
Beni de sevdiğini söylüyorsun...
William Shakespeare

25 Temmuz 2007

Medyada sansür yok, baskı var

24 Temmuz biliyorsunuz Gazeteciler Günü’dür. Sansürün kaldırılması her yıl 24 Temmuz’da kutlanır. Gazeteciler Cemiyeti bir törenle bu günü kutlar. Son yıllarda bu kutlama Dolmabahçe Sarayı’nın Has Bahçe’sinde yapılıyor.
Özellikle emekli gazeteciler gider bu toplantıya. Eski arkadaşları görüp hasret gidermek için. Gençler pek gelmezler. Onlar da sanırım emekli olmayı beklerler.
Konuşmalar yapılır, ödüller verilir ve yemek yenir.
3-4 yıldır ben de gidiyordum bu törenlere. Geçen yıl medyanın düştüğü durumdan hoşlanmadığım için istemeye istemeye gitmiştim. Bu yıl gitmedim. Neden mi?
Yılmaz Özdil Sabah Gazetesi’nde yazıyordu. Bildiğini yazan biri olarak seviyordum. Ayrıca birlikte çalışmış, ağabeyliğini yapmıştım.
TMSF’nin elindeki bir gazetede iktidara karşı yazmak her babayiğitin harcı değildi. O son dakikaya kadar inandığını, bizim de inandığımızı yazdı.
22 Temmuz günü "bana eyvallah" deyip istifa etti. Mertçe. Tam ona yakışacak şekilde.
Telefonla ulaştım Yılmaz’a. "Ne o" dedim. "Neden ayrıldın"?
"Ağabey bir araya geldiğimizde anlatırım. Ancak bu kadar dayanabildim"? dedi.
Evet! Dostlar. Biz gazeteciler sansürün kaldırılışını kutluyoruz ama farklı bir sansür çeşidi olan "baskı" faktörünü es geçiyoruz.
Sahi biz neyi kutluyoruz ki. Bugün sansür yok, baskı var baskı !...
İşte sansürün kaldırılışını kutlaması gereken Yılmaz Özdil'in "medyada dik duruşunun" veda yazısı:
...
Çok muhabbet...
Tez ayrılık.
Vatandaşlık görevi olduğunu düşündüğüm için, nefesim yettiğince yazdım; namusumla.
Vakit tamam.
Büyüklerin ellerinden...
Küçüklerin gözlerinden...
Hakkınızı helal edin. Eyvallah.

21 Temmuz 2007

Tarihi yaşamak için Cumalıkızık sizi bekliyor!...

Gölyazı’yı anlatmıştım size. Hazır Bursa çevresinde dolanırken Cumalıkızık’a uğramadan olmazdı. Hani hatırlayın bir fotoğraf koyup bu “cin aralığı nerede?” diye sormuştum. İşte şimdi o cin aralığının bulunduğu Cumalıkızık’tayız. Tarihi sevenler için bulunmaz bir yer Cumalıkızık. Allahtan koruma altına alınmış. Köyün dokusuna dokunulmamış ama yerlihalkı bu tarihi dokunun farkında değil gibi. Neyse. Buna da razı oluyor insan.
Cumalıkızık köyünü ilginç yapan evlerin mimari yapısı. Evler yapılırken aile mahremiyetine özen gösterilmiş. Evlerin dış kısımlarında zemin ve birinci katlar ile avlular üç metre yüksekliğinde moloz taş ve ahşap hatıllı duvarlarla örülmüş..Pencereler üst katlarda kafesli veya cumbalı. Camlarda kafesler, dışarıdan içerinin görülmesini engelliyor. İçerdekilerin de dışarıyı rahat görmesini sağlıyor.
Cumalıkızık evlerinde genellikle giriş kapısı ile evi ayıran dış avlu, elde edilen ürünlerin ve gerekli malzemenin depolandığı hayat kısmı, odaların bulunduğu birinci ve ikinci katlar var.
Tarihi köyde yaşam devam ediyor. Yaşamla birlikte soba bacaları da sizi karşılıyor ve tarihin içinde gezerken birden ayılmanıza neden oluyor.

Köy Meydanındaki evler, ara sokaklardakilere göre daha bakımlı. Meydanda köylü kadınların kurduğu tezgahlar var. Ahududu, böğürtlen reçeli, köy eriştesi en çok satılan ürünler..
Cumalıkızık, konaklardan birinde bir televizyon dizisi çekilince gündeme gelmişti. Biz bir kaç yıl önce gittiğimizde köyü ziyarete gelenler, sadece dizinin çekildiği konağı görüp geri dönmüşlerdi. Köyü gezen yoktu, eşim ben ve bir kaç turistten başka.
Bu da tarihle pek barışık olmadığımızı gösteriyor. Gelenler için konak dışında tarih diye bir şey yoktu anlaşılan Umarım bu aralar daha bilinçli insanlarımız gidiyordur oralara.
Cidden biz neden böyle bir milletiz? Hatırlıyorum, Efes harabelerini ilk gezdiğimizde taşlara bakıp bakıp geçmiştik. Taşların üzerine oturup, elindeki kitabı okuyup zaman zaman kafasını kaldırarak harabeleri inceleyen turistlere hayretle izlemiştik.
Şimdi bu işin ne olduğunu daha iyi anlıyorum. Detayları öğrenmek. Ne kadar önemliymiş meğerse.
Artık nereye gitmeye niyetlensek orası hakkında bilgi toplamaya ve bilinçli gitmeye başladım. Siz zaten bunu yapıyorsunuzdur ama üşenenlere diyorum ki; siz siz olun. Görmek için gittiğiniz yerlere, bilgisi kafanızda birlikte gidin.
Biz şimdi gelelim Cumalıkızık’a.
Cumalıkızık, Osmanlı sivil mimarisinin köy yerleşimini günümüze ulaştıran nadir yerlerden biri. Osmanlıların Bursa'da ilk yerleştikleri bölgelerden biri olarak biliniyor Cumalıkızık. 270 ev var köyde ve bunların 180'i halen kullanılıyor. Bazıları da koruma altında.
Cumalıkızık vakıf köyü olarak kurulmuş ve bu özelliğini yerleşim yaşam biçimine yansıtmış. Uludağ'ın kuzeyindeki dik etekler ile vadilerin arasında sıkışıp kalan yöre köylerine bu konumlarından dolayı ''kızık'' adı verilmiş. Köylerin birbirlerinden ayrılması için de dereye yakın olanına Derekızık, Fidye verene Fidyekızık ve Kızık köylerinden topluca gidilerek cuma namazı kılınan köye de Cumalıkızık adları verilmiş.
Kaynak: Kültür Bakanlığı