25 Kasım 2006

İlk soruşturma ve Hülya Avşar

Televizyonu açıyorsunuz haberleri dinliyorsunuz. Bir olay olmuş. Yolsuzluk, fuhuş, uyuşturucu kullananlar, cinayet bir olay işte… Sivil polislerin arasında birileri yüzlerini ceketlerinin bir yanıyla, ya da elleriyle kapatıyorlar. Kapatmaya çalışıyorlar. Karşılarında medya ordusu. Fotoğraf çekenler, kameralar. Ne arasanız var. Peki hiç kendinizi o kişilerin yerine koydunuz mu? Ya bunların içlerinden bazıları suçsuzsa, ne olacak o zaman? Kim koruyacak bu kişilerin kişilik haklarını? Yasalar değil mi? Evet bu kişilerin haklarını yasalar koruyor ama yasaları uygulayanlar buna uyuyor mu? İşte bütün düğüm burada.
Filmlerde görmüşsünüzdür bazı Amerikan eyaletlerinde duruşmalarda fotoğraf çekmek yasaktır. Sadece elle çizime izin vardır. Son düzenlemelerde bizde de medyaya kısıtlama getirildi ama ne kadar?
Ceza Muhakemeleri Yasası’nın bir maddesi şöyle der: “Kanunun başka hüküm koyduğu haller saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek koşuluyla soruşturma evresindeki usul işlemleri gizlidir.”
Bu madde ne anlama geliyor?
Bir olay oldu. Olaya kim el koyuyor? Savcılar. Ne yapıyor savcılar? Delil topluyorlar. Delili kimin kanalıyla topluyorlar? Kolluk güçleri yani polis ve jandarma kanalıyla!
Polis ne yapıyor? Birilerini yakalıyor,savcıya götürüyor ifade vermek üzere. Demek ki bütün bunlar ilk soruşturma kapsamında. Yani yasaya göre gizli yapılması gereken işlemler.Ceza yargılamasında Cumhuriyet Savcısı ve emrindeki kolluk güçleri tarafından yürütülen ilk soruşturmanın gizli olması evrensel bir kural. Yine ilk soruşturma sırasında savcı, hakim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla yayın yapılmaması da gerekiyor.
İlk soruşturmanın gizliliği yıllardır yasalarımızda vardı vardı ama kimse, özellikle medya bu hükmü dinlemiyordu. Bu nedenle bugün kanun koyucu yeni ceza yasasında ilk soruşturmanın gizliğini ihlal edenlere ağır cezalar getirdi.
80’li yıllardı. Bir gazetede yazı işleri müdürü olarak çalışıyordum. Savcılıktan bir gün bir tebligat geldi. Beni ifade vermeye çağırıyordu. Olağan bir durumdu. Gazete hakkında o sıralar bir çok dava açılmıştı, açılmaya da devam ediyordu. Mahkemeler ikinci adresimiz olmuştu.
Askeri darbeden sonra imzalı olsun olmasın tüm ihbarlar Cumhuriyet savcıları tarafından soruşturma kapsamına alınıyordu. Emir böyleydi. Bu emir savcıların işini ağırlaştırıyor, olur olmaz ihbarlar nedeniyle savcılık odaları dolup taşıyor, çoğu ihbarlar da asılsız çıkıyordu. O sıralar emir demiri kesiyordu.
Savcı beyin odasına girdim. Biraz sohbetten sonra ifademi almak için zabıt katibelerinden birini çağırdı. Al yanaklı katibe daktilosuna kağıdı taktı ve beklemeye koyuldu. Savcı bey gözlüklerinin üstünden beni süzdü, hafif gülümsedi ve bana bir kağıt uzattı:
- Hakkınızda bir iddia var. Önemli bir iddia. Hülya Avşar”ın ırzına geçmişsiniz. Bir okuyun ve ifadenizi verin.

Hülya Avşar şöhret olmadan önce

Şaşırmıştım. Katibe kız göz ucuyla bana şöyle bir baktı. Yüzü kıpkırmızı kesilmişti. İhbar mektubunu soluksuz okudum. İhbarı yapan olayı kafasında kurgulamış, detaylandırmış ve bana mal etmişti. Bunda, o sıralarda Hülya Avşar’ın bizim gazete tarafından Türkiye Güzeli seçilmesi, ardından da boşanmış olduğu ortaya çıktığı için tacının elinden alınmasının rolü büyüktü sanırım. Anlaşılan tacın geri alınmasına kızan biri, bir hayranı, eline kalemi almış, beni gazetenin yazı işleri müdürü olduğum için bir anda ırz düşmanı olarak damgalayıvermiş, ihbar mektubunu döşenmişti.
O dönemlerde görsel medya yoktu, magazin gazeteciliği daha ciddi boyutlardaydı ve adliyelerdeki gazeteci arkadaşların hukuk bilgisi üst düzeydeydi. Eğer bu olay, haber olarak yayımlansaydı, asılsız bir ihbar mektubu nedeniyle aileme, çevreme rezil olmuştum.Önce savcı beye ihbar mektubunu uzattım, şaka yollu “nerede o günler!” dedim. Sonra ifademi verdim. Savcı Bey kovuşturmaya gerek görmedi ve dosyayı kapattı.
Bu olayı anlatmamın nedeni, benim asılsız bir ihbarla suçlandığım gibi pek çok insan hakkında da asılsız suçlamalar olabilir, soruşturma açılabilir.Şöyle bir düşünün. Bir doktor hastasını yanlış tedavi ettiği iddiasıyla, bir öğretmen tacizden, kamuda çalışanlar, iş adamları yolsuzluktan suçlanabilir. Bütün meslek hayatları sönebilir, cemiyet içindeki itibarları sıfıra inebilir. Örnekleri toplumun her kesimine yaymak mümkün.İşte yıllardır bu ilk soruşturma bilgisinin haber niteliği taşıyıp taşımadığı tartışılmaktadır.Yasaya göre ilk soruşturma gizlidir ve gizli yapılmalıdır. Zira kişilerin, ya da tüzel kişilerin henüz suç işleyip işlemediği belli değildir.
Savcılar, önce suçun işlenip işlenmediğini araştıracaktır. Bu meyanda bir yandan kolluk güçleriyle delil toplamakta, suçlananların, tanıkların ifadelerine başvurulmaktadır. Bu gelişmelerin haber olması mümkün müdür? Bence mümkün değildir. Henüz ortada suç yoktur, suçlu yoktur. Suçlanan kişinin kişilik hakları vardır. Bu nedenle yasa koyucu ilk soruşturmanın gizli yapılmasını emretmektedir.1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren Türk Ceza Yasası medyada çok tartışıldı. Medyamızın seçkin yazarları yeni yasanın haber alma özgürlüğüne darbe indirdiğini savunurken çuvaldızı kendilerine batırma zahmetine katlanmadılar.Yıllardır bu ülkede ilk soruşturmaların ipliği pazara çıkarıldı. Medya farkında olmadan ilk soruşturmaları haber yaparak bir çok meslek sahibi insanın lekelenmesine neden oldu. Bugün ise ağır cezalar konduğu için azaldı.
Demokrasi “her şeyi yaparım, her şeyi yazarım” demek değildir. Kişilik haklarına saygı demokrasinin en temel kavramıdır. Medyadaki arkadaşlar unutmasınlar ki o kişilik hakları, bir gün gelir onları da iftiralardan, asılsız iddialardan korur.

6 yorum:

Berceste dedi ki...

Şu anda ipini koparanı gazeteci yapıyorlar sanırım, eskinin eğitimli ama sadece okul eğitimi değil aile eğitimi, görgüsü, bilgisi almış Bab-ı Ali gazetecileri şimdilerde yok ne yazık ki :( En son Gazeteciler Bayramına gittiğimde, üzerinde kot pantalon, kulağında bluetooth kulaklık kendine ajan süsü vermiş bir dolu şaşkın ortalıkta dolaşıyordu; arabalarda polis arabası gibi sirenler... Oysa annem babam ben çocukken oraya giderlerken en güzel kıyafetlerini giyerler, saçlarını yaptırırlar, kendilerine ve karşılarındakilere saygılarını belli ederlerdi. Bu örnekten yola çıkarak, kendine bile saygısı olmayan birisinin kalkıp da başkalarının özel hayatına saygı göstermesi hayal sanırım, kanunları bilmesi ise imkansıza yakın! Bilinen gece hayatında ne kadar içileceği, kimlerle gezileceği olsa gerek :( Bizim halkımız da ne yazık ki ağzını açmış, her gün, her gece televizyonda onların hazırladığı programları izlemekte :( Bu beni çok üzüyor, çünkü olmadık hayatlar insanlara örnek gösteriliyor, olmadık yaşam biçimlerine sahip olmak için de halk çalıyor, çırpıyor bak ben bilmemkimden daha zenginim, daha güçlüyüm diyor acizliğine bakmadan :( Bu konuda çok dertliyim çok!

Pınarın Kulubesi dedi ki...

Şaşkınlıkla okudum yazınızı, İhbarı yapan vatandaşımızın ruh halini de merak etmedim değil, bir insanın onuruyla oynamayı ne kolay görüyor. Medya nın diline düşmeye görün. İzlemeye değer bulmuyorum hiçbirini..Maalesef halkımız az sonra Bilmem hangi sanatçının şok haberi deyince dakikalarca süren reklamın bitmesini bekliyor seyredebilmek için o şok haberi.. Avrupa birliği diyoruz, daha medyamız habersiz kişilik haklarının öneminden..

Punto dedi ki...

Böyle başa böyle medya deyip geçiştirdik yıllarca. meslektaşını haber yapan ve alkışlanan çok gazeteci gördük. Hakkında soruşturma açılmış, üstelik yolsuzluğu belgelenmiş gazetecilerin gözümüzün içine baka baka sırıtması çekilir gibi değil. Ben de seyretmiyorum, okumuyorum.

Berceste dedi ki...

Kişisel olarak tepkimizi ortaya koyuyoruz ama toplumu ne yapacağız? Hani yıllar önce söylediği zaman Aziz Nesin'e kızdık ama koyun sürüsü şeklinde güdülüyoruz ne yazık ki :( Bir de pazarlamacıların elinde oyuncak oluyoruz. O insanları nasıl uyarmak, nasıl eğitmek lazım?

Adsız dedi ki...

Medyanın yargısız infazı ve seviyesizliği sayesinde aslında bir çok ünlü yarattık. Yani medya kötüye gittikçe birilerinin işine de geliyor. Örnek Meriç Erkan ve eski ünlü Ahu Tuba. Her sabah reyting rekorları kırıyorlar. Yani düşünün.
Şu anda bu tip programları yapanlar basını temsil ediyorlar. Patronlar bu programları istiyor. Halk da gayet memnun. Bu iş nasıl düzelir bilemiyorum.

Eğer bu iş bugün olsa idi "aileme ve çevreme rezil olurdum" kısmına gelince bence hadise şu şekilde gelişirdi.

İlk olarak her kanalda kısa kısa "Hülya Avşar'ın ırzına mı geçildi?" ,"Flaş Flaş Flaş Avşar kızının başına gelenler" " Kaya, Hülya artık bekar bir kadın istediğini yapar dedi" şekl,nde yayınlar başlardı.

Daha sonra tüm kanalların ana haber bültenlerinde canlı konuk olarak çağırırlardı. Ardından talk showlar başlardı. Beyaz show ve tabi ki İbo show. (İbrahim Tatlıses muhakkak bir ifade alırdı)

Sonra Hülya Avşar ile aynı ortama getirmeye çalışırlardı. Bu arada Hülya Avşar her kanala çoktan 50 kere "Bay punto ile sadece iş ilişkimiz vardır" şeklinde beyanatları vermiş olacaktı.

Kısaca bu hadise bugün olsa idi. Punto Çooook ama çooooooooooook meşhur biri olurdu. Bir süre sonra da kimse sebebini, mahkemenin sonucunu hatırlamazdı zira yeni bir bomba kesin patlardı

Adsız dedi ki...

punto abi merhaba...
(punto amca diyenler var ama ben yaşım nedeniyle “abi” diyeyim!!)blog’unuz hayırlı olsun...
bilgiyi ve tecrübeyi paylaşmak için bilgisayar yeni bir yol ama bence çok da faydalı ...gunluk hayatımızda özellikle iş saatlerinde çok da fazla bir şey paylaşamıyor insan.benim işim biraz musait olmasına ragmen yine de bolunuyor muhabbetler...bilgisayarda anılara yer vermeniz hem kalıcılık saglıyor hem de bizim açımızdan alınacak dersleri barındırıyor.çok teşekkurler...
gerçi benim bilgisayar kullanımım daha çok gelen mailleri okumakla sınırlı oldugundan blog konusunda çok bilgim yoktu ama sizin blogla birlikte bir “blog okuru “ oldum...

ben gazetecilikle ilgili guncel bir konuda fikrinizi sormak istiyorum:
fransız mallarına karşı yapılan (ne ölçüde yapıldığını bilemiyorum ? )boykot konusunda ne düşünüyorsunuz?özellikle gazetecilerin tavrı bu konuda sizce ne olmalı? ben gazeteciliği diğer mesleklerden ayrı bir yere koyuyorum..etkilediği kitleleri duşünerek gazetecilerin elinde çok önemli bir güç olduğunu düşünüyorum...bu konuda tecrübeli bir gazetecinin fikirlerini merak ediyorum...sevgiler...
nuran..