9 Şubat 2010

Tekel işçileri ve Milliyet'ten bir anı!

İki aya yakındır Tekel işçilerinin hak arama eylemleri sürüyor. Sabırla, olgunlukla, azimle, yılmadan.
Televizyonların bir kısmında bu eylemle ilgili haberleri izlerken Milliyet'te işe başladığım günleri hatırladım.
Sendika ile gazete patronlarının kıyasıya pazarlık yaptıkları dönemdi benim Milliyet'e girdiğim dönem.
Patron sendikadan bıkmıştı. Çıkış yolu arıyordu. Çıkış yolunu da Günaydın göstermişti. Tüm servisleri taşeron sistemi ile çalışan Günaydın'a sendika girememişti. Zira sendikalı çalışan sayısı yasal rakamın çok altındaydı.
Milliyet de aynı sisteme geçmek istiyordu.
Yapılacak ilk iş sendikalı sayısını azaltmaktı. Bu konudaki konuşmalar, tartışmalar ve "daha çok ücret alacağız" heyecanı dün gibi hatırımda.
Patrondan çalışanlara "aracılar" kanalıyla aktarılan söz "ücretlere zam" sözüydü.
Sonunda zammı duyan elindeki istifa dilekçesi ile soluğu sendikada aldı. Çalışanların hemen hemen hepsi sendikadan istifa etti.
Toplu sözleşme yapma şartı olan belirli sendikalı sayısı ortadan kalkmıştı.
Tüm servisler taşeronlaştırıldı. Servis şeflerine şirket kurduruldu. Yaptıkları işlere fatura kestiler.
Her şey yasaldı ama yasanın arkasından dolanılmıştı.
Bu işler bittikten bir kaç gün sonra genel yayın müdürü çalışanlara müjdeyi(!)verdi:
"O güne kadar toplu sözleşmeden doğan hakla, haftada beş gün çalışıp iki gün izin yapan gazeteciler, 212 sayılı yasa gereği artık haftada altı gün çalışacaklar, bir gün izin yapacaklardı".
Patron bir eliyle verdiği zammı, diğer eliyle geri almış, bir taşla iki kuş vurmuştu.
Umarım özelleştirme süreçlerinde bu tip tuzağa düşenlerin sayısı çok değildir.

Hiç yorum yok: