17 Temmuz 2010

Bir saklı güzellik:ADRASAN

Suluada su altında balık avlamak için de uygun..
Tatilimizin bu yılki durağı Adrasan'dı. "Nereye gidiyorsunuz" diye soran arkadaşlara "Adrasan'a" deyince, "Orası neresi?" sorusuyla karşılaştık. İsmi güzeldi ama; ADRASAN!
Tatil için bayağı havalı. Bir adı daha var: Çavuşköy..
Bir an havası söner gibi oldu değil mi? Neyse burası Antalya'ya 90 km uzaklıkta, Olympos'un biraz batısında şirin bir koy. Pek bilinmiyor olması biraz da yolunun zorluğuna bağlı galiba. Dağların arasından geçerek 18 km'lik dolambaçlı bir yolla sahile iniyorsunuz. Denizi tam da sahile vardığınızda görüp şaşırıyorsunuz. Bizim gittiğimiz otelin adı Aslıhan Otel. Aslıhan Otel, üç katlı şirin bir mimariye sahip evlerden oluşuyor. İlk kat, tek ailelik. Üstteki iki kat ise dubleks. Burada iki aile çok rahat kalabilir. Biz kardeşimle birlikte çocuklar dahil 7 kişi kaldık. Aslıhan Otel ve İkizler Motel'i Rıza ve Mehmet kardeşler işletiyor.
Önce bungalovlardan oluşan İkizler Motel'e son bir kaç yıldır Aslıhan Otel'i de eklemişler. Aslıhan ikiz kardeşlerin anneannelerinin adıymış. Rıza Bey'in 6 aylık şirin kızının adı da Aslı. Peki ben bu kadar özel bilgiyi niye veriyorum. Çünkü insan burada kendini aileden biriymiş gibi hissediyor. Rıza ve Mehmet Bey, yemek servislerini bile kendileri yapıyorlar. Personel de titiz, hızlı ve cana yakın.
Sırtını Bey Dağları'na dayayan Adrasan'ın 2 km'lik bir kumsalı var. Deniz bazı yerlerde sığ, bizim kaldığımız yerde ise bir kaç kulaç sonra derinleşiyor. Tıpkı bizim sevdiğimiz gibi. Denizde yüzerken sabah saatlerinde gökyüzünde bir kaç yamaç paraşütünü görmeniz olası. Burası yamaç paraşütü, su kayağı, dalış sporları için uygun. Rüzgar çoğu zaman sabahları denizden karaya, öğleden sonra karadan denize doğru esiyor. Bu nedenle eski yıllarda yelkenliler bu koya yanaşamayıp medeniyetlerini de Olympos, Antalya gibi limanlara taşımışlar.
Suluada'da yüzmek ayrı bir keyif.
Tatilimizin en keyifli kısmı (yemekler dışında) tekne gezileriydi. Yörenin karadan gidilemeyen güzel koyları olduğunu duyduk. Nereye kiminle gitsek derken otel komşumuz "İlla da Ramazan Kaptan ve illa da Suluada" dedi. Rıza Bey'den rica ettik, bize Ramazan Kaptan'ın teknesinde yer ayırttı. Ramazan Kaptan işini severek yapan güleryüzlü, cana yakın; yardımcısı, çocukların 'Caner Abi'si de öyle.. Antalya'ya inerken Atatürk'ün kayalara yazılan şu sözü bizi çok şaşırtmıştı: "Şüphesiz ki dünyanın en güzel yeri Antalya'dır".
Dalgaların oyduğu kayalar..Burada denizin 20-25 metre altındaki balıkları izlemek mümkün..(üstte ve alttaki fotoğraflar)
Acaba gerçekten söylemiş mi diye düşünmüştük. Ama Suluada yolunda ve gördüğümüz tüm koylarda biz de "Şüphesiz dünyanın en güzel yeri Antalya'dır' deyip durduk. Amerikan Koyu, Fener derken Suluada'ya vardık. Ramazan Kaptan yolda "Suluada Maldivler gibidir" dediğinde 'güzel deniz delisi' olarak çok heyecanlanmıştık. Maldivler'i görmedik ama fotoğraflardan biliyoruz. Galiba haklı diye düşündük, turkuaz rengi su ve siyah beyaz kumunu gördüğümüzde. Turkuaz sulara kendimizi bıraktığımızda yılın bütün yorgunluğu su gibi akıp gitti üzerimizden. Daha çok denizi hissetmek için; daldık, kayaların arasından geçtik, yine daldık, yine yüzdük...
Ramazan Kaptan adadan çıkan buz gibi tatlı suyla yabancı turistlere duş yaptırdı.
Kumuna hayran kaldık, kaptandan aldığımız pet şişenin içine siyah, beyaz inci gibi kumlardan doldurduk, belki İstanbul'un kışında bakar da avunuruz diye. Yemeklerimiz de en az deniz kadar güzeldi. Levrek tava, Kaptan'ın karışık salatası, Caner'in fesleğen soslu makarnası..Bir başka koyda buzlar içinde karpuz ve kışın bile yiyemediğimiz sululukta portakallar..
Oğlumla derin mavi sularda çay keyfi yaptık..
Peki niye Suluada bu adanın ismi. Adada çıkan tatlı sudan. Şimdi sırada bu suyun kaynağına gitmek var. Adanın etrafını teknemizle dolaşıyoruz... Sarp kayalar, mağaralar, dalgaların ince ince oyduğu kaya oluşumlarında hep deklanşöre basıyoruz. Buralarda denizin 20 metre altındaki balıkları görebiliyoruz. Şifalı suyun kaynağına ulaşmak için keçi gibi olmak lazım galiba. Ama teknede meraklı çok, özellikle oğlum ve yabancı turistler. Kaptanımız alışık bir çırpıda çıkıyor. Şişelerle alınan suyla çay yapılacak. Ama önce buz gibi suyla yabancı turistlere, duş yaptırıyor Ramazan Kaptan. Biraz titrediler galiba.
Adanın şifalı suyuyla yapılan çay, tamam. Çay zili çaldı ama ben ve oğlum denizden çıkmak istemiyoruz. "Kaptan biz burada içsek olmaz mı ?" diyorum şaka yollu. Bakıyorum kaptan ciddiye almış. Biraz sonra derin mavi sularda oğlumla birlikte sıcacık çayımızı yudumluyoruz, bir gram bile deniz suyu karıştırmadan.
Ramazan Kaptan.
Maalesef, bu pırıl pırıl kumsalları bile kirletmeyi becermişiz..
Haydi artık tekne kalkacak, gün batımına doğru denize girmenin keyfini de Fener Burnu'nda çıkarıyoruz. Sabah giderken kayalıklarda balık avlaması için bıraktığımız arkadaşı, dönüşte buradan alıyoruz. Zıpkınla vurduğu balıkların fotoğraflarını çekenler var.
Adrasan Koyu'na girerken deniz ve güneşin tatlı yorgunluğunu hissediyoruz.
Hafif bir rüzgar esiyor, kıyıda çocuklar oynaşıyor, güneş dağların ardına kaçmak için dakikaları sayıyor.
Otelimize girerken nefis yemek kokuları geliyor..
Bu yazıya para kelimesini katmak istemedim ama meraklısı için tekne turları yemek dahil, içkiler hariç kişi başı 35 TL..

3 yorum:

Punto dedi ki...

Güzel akıcı yazılarını özlemiştik Suzan Abla. Umarım denizde yüzerken daldı mı ne zaman çıkacağı belli olmayan karabataklar gibi olmaz, yazılarını daha sık okuruz.

suzan dedi ki...

Akın Abi, haklısın..Senin gazınla yazıyorum işte...Teşekkürler..

Adsız dedi ki...

eline sağlık, ne güzel yazmışsın ... insanın şimdi oralarda olası geldi, hele o suların berraklığı, rengi ... ben de 2-adımdan sonra derinleşen serin denizleri daha çok seviyorum, Palamutbükü ve Kadırga-Assos gibi ... sevgiler.

Büli.