13 Temmuz 2012

Amcam; Osman KAMACIOĞLU

Büyük evin kapı önünde köpeği çağırıyordu! Köpek gelir gibi yapıyor, bir iki metre sonra yeniden uzaklaşıyordu... Öfke ile taş merdivenleri indi... Köpeği yakalamak için hamle yaptı... O anda beklenmeyen iki şey oldu... Köpek bir anda üzerine gelen adamın elini kaptı. Beklenmedik hamleye öfkelenen adam beline el attı. Tabancasını köpeğe doğrulttu!
Korkarak bekledim... Sadece tetik sesi geldi... Çıtttt...
Tabanca ateş almadı... Orta boy toplu bir tabanca idi... Bir saniye önce aslan gibi kükreyen yırtıcı köpek ön ayaklarını uzatmış, adamın ayakları dibinde “cıkkk cıkk” sesleri ile yalvarır konumdaydı... Köpek derhal köpekleşmişti!
--Köpeğin daha yaşayacağı günler varmış dedim...
Bana baktı... Fırtına, bulutun arkasında beliren hafif ışıkla sona ermeye başlamıştı!... Tabancayı bir kere daha yokladı...
--Ne oluyor? Allah kahretsin! dedi.
Ummadığım bir şey daha oldu.. “ Gerektiğinde çakar almazsın ve beni yakarsın sen” dedi silahı mandalina ağaçlarına doğru fırlattı... Bir koşu düştüğü ağacın dibinden tabancayı aldım.. .Çocuk aklı işte!
--Bu benim oldu artık dedim.
Yüzündeki gerginlik geçmişti... Elini uzattı... Tabancayı aldı... Mermileri çıkardı... Topunu ayırdı...
--Al bakalım tabancanı dedi...
Uzun yıllar sadece top kısmı ve demir kabzası kalan tabanca gibi şey bende saklı kaldı... O silah olma şansı olmayan şey benim için sembol olmuştu... Her zaman bana Osman Kamacıoğlu’nu hatırlattı...
............................
Babam eşyalarımızı önceden vapura yolladı... Osman Kamacıoğlu ortalarda yoktu... Annem telaşlanmış biran önce motora binmek istiyordu... Şimdi nasıldır tahmin bile edemem. İskeleye inen dar bir yol... Öksüz mü öksüz... Sade toprağını yeni yeni bastırmışlar!. Üç beş mağaza... Kalabalık vapur kalabalığı... Kentin sessizliği baskın... Haftanın belli günleri sadece vapura yolcu taşıyan motorcuların telaşı var... Bağırmaları var... Kent sus pus sessiz Ve yıl 1950!
Arka sokaklarda bağıra bağıra dolaşan 10 yaşlarında bir çocuk...
--Amcaaaaaa! Amcaaaaaa...
Nefesim kesilecek halde idim... Biri yolumu kesti...
--Önce ağlama, senin amcan kim?
--Osman Kamacıoğlu...
--Sağdaki ilk sokaktan gir oradaki kahvede.
Başımı kaldırdım karşımdaydı. Kollarını açmış... Yere çömelmişti..
--Ben de bu çocuğun sesi geliyor kendisi nerde diyordum...
Elimdem tuttu...
--Annen baban bekler... Vapur kalkar birazdan dedi...
İskeleye kadar benimle geldi... Babamla konuşmadıkları halde! Neden bilemezdim... Babamla dargındılar!
Onu her zaman farklı bir yerde tuttum... İzmir' den Osman Kamacıoğlu’nu kaybettik dediklerinde bir parçam koptu... Cenazeye yetiştim... Mezarına inip omuzunun altına yaslanacağı toprağı elimle koydum...
Ban asla kaşlarını çatarak bakmadı... En öfkeli halinde bile ilgisini eksik etmedi... Ağaçlarla konuşmayı, ağaçları budamayı, meyveleri anlamayı da ondan öğrendim... Kim için ne idi umurumda olmadı. O benim amcamdı...
Osman Kamacıoğlu... Benim amcam...
Osman Kamacıoğlu... Benim yeğenim... Yeni Osman. Şansın açık, ömrün uzun olsun... Ve pek çok yanın amcama benzesin...
Yalçın KAMACIOĞLU

Hiç yorum yok: