1967 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi 3. sınıf öğrencisi idim. Bir grubumuz vardı, genellikle derslere pek girmeyen, bahçede top oynayan bir grup. Arada bir Moda Burnu’na yakın bir kahvede oturup ders çalışır, akşam da güneşin batışını seyrederdik. Gazeteleri takip ettiğimiz ve siyasetle ilgilendiğimiz yıllardı o yıllar.
Fransa’da öğrenci hareketlerini okuyor, izliyorduk. Mayıs 1968’de Fransa’da öğrenci hareketlerinin çıkış nedeni önce Vietnam savaşıyla dayanışma boyutunda başlamıştı. "Üniversite reformu" paketi Fransız öğrencilerini harekete geçirmişti. 29 Mart 1968'de tüm Fransa'daki üniversiteler, öğrenciler tarafından işgal edilmişti. 3 Mayıs 1968'de polisin Sorbonne Üniversitesi'ni basmasıyla başlayan tüm çatışmalar, 9 Mayıs ve 10 Mayıs’ta sokaklarda kurulan barikatlarda devam etmişti. Bu dönemde devreye Fransız işçi sınıfı girmiş, 13 Mayıs 1968'de sendikalara bağlı işçiler, öğrencilere yönelik polis saldırılarını protesto etmek ve öğrencileri desteklediklerini göstermek amacıyla bir milyon kişilik bir yürüyüş gerçekleştirmişti. Yürüyüşü genel grevler izlemiş, genel grev, hükümetin %35'lik ücret artışıyla sona ermişti.
Fransa’daki öğrenci hareketleri ülkemize de sıçramıştı. Üniversitede reform isteyen öğrenciler önce dersleri boykot çağrısı yaptılar. Bu çağrıya bazı üniversiteler katıldı, bazıları katılmadı.
Bizim öğrenciler de üniversitede reform istiyordu. Bir çok öğrenci, öğretim üyelerinin kaprislerinden şikayetçi idi.
Bazı öğretim üyeleri sözlü sınav için öğrencileri akşam saatlerine kadar sınav salonunun kapısında bekletiyor, sınavı yapacak hocanın adliyedeki işlerinin peşinde koştuğu dedikoduları çileden çıkmanın tetikleyicisi oluyordu. Kapris yapan hocalarımız vardı gerçekten.
Hiç unutmuyorum, nişanlı bir çift vardı. Erkek olan arkadaşımız, son sınıfa geçmiş, nişanlısı ise bir türlü bir hocanın sözlü sınavından geçemiyordu.
Bilmem biliyor musunuz, o dönemde hukukta sınavlar iki kademeli idi. Önce yazılıya girersiniz, geçer not alırsanız bu kez aynı dersin sözlüsüne girerdiniz.
Nişanlı kız arkadaşımız bahsettiğimiz hocanın sözlü sınavını bir türlü verememişti. Biz okulu bitirdik, o hala sözlüye giriyordu.
Biz de merak etmiştik arkadaşımızı. Bizim dinleyici olarak girdiğimiz son sınavda, hocamızın “nişanlın okulu bitirdi mi ? Hala seni bekliyor mu?" sorusu hepimizi şaşırtmıştı.
Gerçekten üniversitede reform olmalıydı ama boykotlarla mı? Üniversitede reform isteği ile başlayan hareketin ucu, rejim değişikliği isteğine kadar uzanınca olan olmuştu. Kazanılan özgürlüklerin çoğu tek tek geri alınmıştı.
Reform mu, rejim değişikliği mi?
Tüm bunları neden anlatıyorum size. Bir anımı paylaşmak için.
Boykotların yayıldığı günlerde grubumuzun bir gün derse gireceği tuttu. Kız arkadaşlar sınıfın daha doğrusu anfinin ilk sırasında yer tutmuşlar. Genelde o sıralar çalışkanlarındır. O gün biz yerleştik ön sıraya. Bizim de çalışkanlığımız tutmuştu.
Hocamız Prof. İlhan Akın'dı. Devletler Hukuku dersi veriyor. Dersin yarısına gelmişiz. Anfi dolu. Pür dikkat İlhan Akın’ı dinliyoruz. Arka kapıdan kalabalık bir grup anfiye girdi. Anfinin iki yanından aşağı doğru indiler. Ellerinde bayraklar. Slogan atıyorlar. Anfi yavaş yavaş arka kapıdan boşalmaya başladı. Bizim grup birbirimize bakıştık. Çıkmamayı kararlaştırdık. Koca anfi boşalmış sadece bizim grup – 10 kişi falan- kalmıştık. İlhan Akın, slogan atanları susturdu, “karşımda öğrenci olduğu sürece derse devam ederim” açıklamasını yaptı. Yaptı ama marşlardan, sloganlardan bir süre sonra konuşamaz, sesi duyulmaz olmuştu. Bize dönerek, “size teşekkür ederim” deyip dersi terk etti. “Devrim, devrim” diye sınıfı basanlar, bizi bir güzel yuhaladı. Biz de tıpış tıpış dersi terk ettik .
Boykotlar devam etti. Olayların devamını anlatmama gerek yok diye düşünüyorum.
Aradan 40 yıl geçti. 68’liler diye birileri ortalığa çıktı. “Devrim yaptık” diye gerine gerine caka sattılar, hala da satıyorlar. Bugün kırk yıl geçtikten sonra gelinen noktaya baktığımızda, gerçekten devrim miydi bu hareket?
Şunu söylemekte fayda var. 1961 Anayasası, özgürlüklerin en üst düzeyde olduğu bir anayasa idi. Öğrenci dernekleri, fikir kulüpleri, öğrenci birlikleri ve öğrenci federasyonları önemli kuruluşlardı. Bu kuruluşlardan liderler yetişti.
Bugün öğrencilerin nesi var? Hiçbir şeyi. Bir lider çıkabilir mi aralarından? Çıkamaz, nasıl çıksın ki?
1968’den sonra özgürlükler kısıtlandı. 1977’den sonra bu kısıtlama daha da çoğaldı.
Hepiniz öğrenci oldunuz. Hangi öğrenci kuruluşuna girdiniz? Bugün, 12 Eylül sonrası yapılan ve maddeleri farklı farklı yorumlanan Anayasa’nın sıkıntılarını yaşıyorsak, bu sıkıntıların başlangıç noktası 1968’deki öğrenci hareketlerine uzanmıyor mu?
Fotoğraflar Sendika org. Sitesinden alınmıştır.
6 yorum:
Bazen gazetede okuyorum: filanca, bir universiteye gitmis, adami konusturtmamislar. Sloganlar atmislar, vesaire. Boyle mi oluyor dusunce platformu? Adami dinlemeden, fikirleri biraraya getirip savunmaya bile usenen, onun yerine futbol seyircisi gibi, birbirine tutunarak bagrisan insanlar...
Amerika'daki universitelerde de boyle. Ya boykot ediyorlar, ya protesto ediyorlar. Ya da saksakcilik yapiyorlar. Universite boyleyse, sokaktaki halk nasil olsun?
Bizim konservatuvarlarda, bir tek tiyatrocular, onlar da boyunlarina bir solcu ortusu dolayarak, en olmadik yerlerde sigara icerek filan, artistlik yaparak aktivizm yapar gibi yaparlardi. Simdi hemen hepsinin dizilerde oynadigini ogreniyorum, gazetelerde magazin haberi oluyorlar. Bir tanesi de geldigi yeri kullanip, bir akillica is etmiyor. Haydi politikayi birakin, fakirlere yardim filan gibi birseyler bile yapmiyorlar. Pes.
www.elifsavas.com/blog
Sevgili Elif; Size katılıyorum. Günün modasına uyarak eylem yapmanın hiç bir anlamı yok. Bu tip eylemlerden sonuç alınamadığı gibi, özgürlükler konusunda daha da kısıtlamaya yol açıyor. O dönemin solcu liderlerinin şimdi büyük şirketlerde ve medyada patronlarını savunmalarını görmek gerçekten çok üzücü.
Yıllar geçiyor, insanlar değişiyor ama sahneler hep aynı değil mi? Eski filmlerin yeni oyuncularla tekrar çekilmesi gibi, tarih tekrar edip duruyor!
Evet Sevgili Dilek; İşin kötüsü yıllar geçtikçe özgürlükler artacağına azalıyor.
Nice 68 solcusu gördüm, şimdi hepsi kapitalist..Üstelik çalışan hakkını korumaktan çok, patronların haklarını koruyorlar. Galiba gençlikte herkes solcu oluyor ama yıllar geçtikçe birer birer dökülüyorlar sonbahar yaprakları gibi..Sonra hepsi çöplüklerin kralları oluyor...
Sevgili suzan; Haklısın. Üstelik bunlardan biriyle çalıştın da.
Yorum Gönder