27 Mayıs 2007

İnat, tecrübe, macera ve yaşayarak öğrenme

Bir yaz günüydü. Günlerden de cumartesi. Babası eşine seslendi: “Daha hazır değil misiniz? Dünyanın yolunu gideceğiz, Üstelik hava gittikçe sertleşiyor. Annenler merak edecek bizi”.Tamam şimdi geliyoruz” diye seslendi eşi. Hazırdılar. Evden çıktılar, otobüs durağına kadar yürüdüler. Evden durak 15 dakika çekiyordu. Bebek otobüsü geldiğinde hep birlikte bindiler. Baba, eşi ve iki çocuğu ile. Erkek çocuk 19 yaşlarında, kız ise 10 yaşlarındaydı. Bebek’te indiler otobüsten. Mısır Konsolosluğu’nun yanındaki sandalların bulunduğu yere geldiler. Baba ve oğlu sandallarını çekekten denize indirdi. Delikanlı küreklere geçti, babasını, annesini ve kız kardeşini alıp Küçük Bebek açıklarında demirli kotraya doğru kürek çekmeye başladı. Kotraya yanaştılar, ve tekneye çıktılar. Sandalı birkaç metrelik bir halatla teknenin arkasına bağladılar.Maceranın yaşandığı kotra bakım için Rumelikavağı sahilinde.
Babası teknenin motorunu çalıştırdı, oğlu da şamandıra ipini çözdü, Boğaz’dan Karadeniz’e doğru yol almaya başladılar.

“BAŞIMIZA BİR İŞ GELECEK”
Delikanlı bir yandan sahilin iki yakasını izlerken, bir yandan da hayıflandı: “Çok sert poyraz var. Umarım Rumelifeneri’nde deniz dalgalı değildir. Yoksa çok kalamayız orada. Nereden çıktı şimdi denizden Rumelifeneri’ne gitmek”. Babasının gözü pekliğine, inadına kızdı. “Başımıza bir iş gelecek. Annem, kardeşim de var. Hayırdır inşallah” diye içinden geçirdi. Sarıyer’i geçtiler, sert poyraz yüzüne yapıştıkça tedirginliği de arttı, “Bu rüzgar Karadeniz’i köpürtmüştür. Büyük Liman’dan sonra işimiz iş” diye düşündü. Büyük Limanı geçince dalga boyu büyümeye başladı. Garipçe önlerinde dalgalar kotrayı dövmeye başladı. “Babam dönse buradan bari” diye düşündü. O arada büyüyen dalgaları gören annesi “dönsek iyi olacak” diye seslendi eşine. O hiç aldırış etmedi. Bunlar “dalga mı” diye geçirdi içinden. “Bir şey olmaz. Kotra bu. Altında üç ton demir salma var. Korkma” diye eşini yatıştırdı. Tekne bir dalgaya giriyor, bir dalgadan çıkıyor ama gidiyordu. Yarım saat sonra Rumelifeneri açıklarına geldiler. Roke taşlarının iç kısmına demirlediler. Köy balıkçı köyüydü ama hiçbir balıkçı teknesi görünmüyordu. Hepsi fırtınadan Sarıyer’e kaçmışlardı. Bugünkü liman yapılmamıştı henüz.
Babam, sandallarından birinin başında. Denizi o kadar çok severdi ki görevli olarak gittiği her yerde mutlaka bir sandalı olmuştu. Deniz onun en büyük tutkusu idi.

Köyün yamacında kalabalık dikkatini çekti delikanlının. “Bizi mi gözlüyorlar bunlar nedir?” diye sordu kendi kendine.

ANNEANNENİN KAYGILI BEKLEYİŞİ
Kalabalığın en önündeki yaşlı kadını tanıdı. Anneannesiydi. O da merak içinde bekliyordu kızını, damadını, torunlarını.
Delikanlı hemen teknenin arkasındaki sandala atladı, babası, annesi ve kardeşi sandala binince küreklere asıldı. Dalgaların arasından sahile ulaştı. Sandalı kıyıya çekiverdiler.
Tekne roke taşlarının kuytusunda demirli kalmıştı.
Eve vardıklarında anneannenin sitemiyle karşılaştılar: “Bu havada ne işiniz var el kadar tekneyle buralara gelmeye? Haber verdiler köyden bir direkli tekne geliyor, sadece direkleri görünüyor. İstanbullular bu fırtınada burunlarını bile dışarı çıkarmazlar. Bunlar olsa olsa senin damadın ve torunlarındır” diye. Ödümü patlattınız. Fırtına daha da artacak. Gece kalamazsınız burada”.
Baba sakin sakin “ne var havada? Geldik işte. Akşam bakarız. Sertleşirse hava kaçarız”diye cevap verdi.
Hava gerçekten üstüne üstüne bastırdı. Köyün tepesinden denizi seyreden delikanlı “İşimiz iş. Umarım babamın inadı tutmaz. Akşam kaçarız” diye geçirdi içinden.

“HADİ OĞLUM GİDİYORUZ”
Öyle de oldu. Hava kararınca babası “Hadi oğlum gidiyoruz. Annen ve kardeşin gece kalıyor. Onlar yarın kara yolundan inerler Beşiktaş’a. Hem yarın akşam üstü misafirler gelecek. Kotradan denize girecekler”.
Sevinmişti delikanlı. Biraz dalga yerlerdi ama sonunda kaçarlardı buralardan.
Hemen harekete geçtiler. Sandalı denize indirler, kotraya çıktılar. Baba “ Önce Anadolufeneri’ne doğru gideceğiz. Boğaz’ın ortasını bulunca döneriz. Dalgaya arkadan alırız. O zaman daha rahat gideriz. Dikkat et. Dalgayı yandan alacağım. Tekne yalpaya düşecek. Çok yan yatabiliriz. Bir yerlere tutun” diye seslendi.
Zifiri karalıkta yola çıktılar. Baba gaz verdi, kotra ileri fırladı. Delikanlı başaltında duruyordu. Kotranın kamarasından başa geçiliyor, bir kapakla baş üstüne çıkılabiliyordu. Delikanlı gövdesinin yarısı teknenin içinde, iki yana tutunmuş ileriye bakıyordu. Bir hayli gittiler, köyün ışıkları iyice küçülmüş, karşı kıyıdaki ışıklar ise büyümüştü. Babası ışıkların aynı büyüklükte olduğuna karar verince tekneyi döndürdü. Şimdi dalgalar kıç tarafından geliyordu, yalpa azalmıştı.

MAKİNE ARIZA YAPINCA
Devamlı ileriye bakan delikanlı, bir ara babam ne durumda diye kafasını geriye çevirdi, babasını sakin sakin dümen kullandığını görünce o da sakinleşti. Ama bir şey dikkatini çekmişti, motordan duman çıkıyordu. Hemen babasına seslendi, babası da dumanları görmüştü. Hemen motoru durdurdu. Oğluna seslendi, “daha yeni yaptırdık, devir daim su motoru yine arıza yaptı”.
Ne yapacaklardı denizin ortasında. Tekne durunca yan dönmüş, dalgaları yandan bordadan almaya başlamıştı. Babasına baktı, babası mutlaka bir çözüm üretecekti, yılların tecrübesi bir şeyler bulurdu. Babası istifini bozmadı, oğluna seslendi: “flok yelkenini bas”.
Flok yelkeni hazırdı, büyük yelkende hazırdı ama rüzgarın şiddetinden büyük yelkenin açılması zordu. Delikanlı beline bir ip geçirdi, ipin ucunu da teknedeki babaya bağladı. Babasından tedbirli olmaya öğrenmişti. Bu havalarda denize düştün mü bulamazdı kimse seni. Flok yelkenini basmaya başladı, avuçları patlamıştı, “olsun” dedi. Can havliyle flok yelkenini çekti. Tekne biraz sarsıldı, sonra rüzgarın yoluna girdi. Allah’tan rüzgar kıçtan geliyordu.

BÜYÜK LİMAN’DA MOLA
Yavaş yavaş Boğazdan içeriye girmeye başladılar, dalga boyu da azalmaya başladı. İyi de zifiri karanlıkta flok yelkeniyle nereye kadar gidebilirlerdi ki. Babasına seslendi: “Baba böyle mi gideceğiz Bebek koyuna kadar?”.
“Hayır” dedi babası. “Bak şimdi Büyük Liman’a gelmeden flok yelkenini indir. Sandala atla. Tekneyi sandala bağlayıp kürekle limana sokacaksın. Hele limana girelim. Gece orada kalırız. Sabah bakarız durumumuza”.
Deniz sakinleşmişti artık. Büyük Liman hizasında delikanlı sandala atladı, kotrayı bağladı, asıldı küreklere. O zamana kadar şansları iyi gitmişti ama Karadeniz’e doğru çıkan büyük bir gemi onları görebilecek miydi? Marmara’dan gelen ve Karadeniz’e çıkan bir gemi denizi yara yara üstlerine doğru geliyordu. İyice asıldı küreklere delikanlı. Deliler gibi kürek çekiyordu, nefes nefese kalmıştı. Babası eline geçirdiği beyaz bir bezi gemiye doğru sallayıp duruyordu. Kimse görmemişti onları ama kıl payı ezilmekten kurtulmuşlardı.
Delikanlı son bir gayretle kotrayı limana soktu.
Derin bir nefes aldılar. Delikanlı kendini zor çekti kotraya. Teknenin baş üstüne uzandı. “Sabaha kadar uyurum artık” diye düşündü. Başına gelecek bitmemişti daha.

5 SAATLİK KÜREK ÇİLESİ
Biraz sonra babası “Biraz dinlen. Yanımızda yiyecek hiç bir şey yok. Su bile yok. Kotrayı burada bırakalım. Sandalla Rumelikavağı’na gidelim. Oradan yiyecek bir şey alalım” dedi. Delikanlı şaşırmıştı. Babasının gidelim dediği mesafe kürekle en az iki saat sürerdi. İki saat gidiş, iki saat geliş. Bir şey diyemedi babasına. Zaten dese de dinlemezdi babası. İnatçı bir kişiliği vardı. Kafasına koyduğu şeyi mutlaka yapardı. Bırakırsa bu kez kendisi tek başına giderdi.
Biraz soluklanınca yola koyuldular. Sandalda yan yana oturdular, birlikte tek tek küreklere asıldılar, yola koyuldular. Yük bu kez ikisine birden binmişti.
Kavağa vardıklarında saat 23.00 sıralarıydı. Her yer kapanmıştı. Sora sora bir bakkal buldular. Bakkal hemen dükkanının üstünde oturuyordu. Dükkanını açtı, 3-4 günlük erzak aldılar dükkandan.
Tekrar sandala binip kotraya doğru yola çıktılar. Bu kez rüzgara karşı gidiyorlardı. Yorgunluk bir yana rüzgara, akıntıya karşı gittikleri için yol üç saat sürmüştü. Delikanlı kotraya nasıl çıktığını hatırlamadı, biraz su içti, sonra da yorgunluktan sızdı.
Gürültüler geldi, kulağına. “Rüya görüyorum” sandı. Bu ıssız yerde ne gürültüsü olabilirdi ki. Uyandı, kamaradan çıktı. Babası kıç üstünde oturuyordu. Erken kalkmıştı. Limanda 5-6 tekne vardı. Limana gelip demirlemişler, denize giriyorlardı.

YELKENLE BOĞAZ’I GEÇTİLER
Ne yapacağız baba şimdi?” diye sordu. “Ne mi yapacağız. Basacağız yelkeni. Yelkenle ineceğiz Bebek Koyu’na” dedi babası. “ Tamam da. Ya boğaz trafiği. Gemiler.”Boş ver” dedi babası. “Gemiler deniz kurallarına göre yelkenlilere yol vermek zorunda. Zaten o sert rüzgar da yok. Bize yaptı yapacağını. Erkenden yola çıkalım. Annenler de gelir, misafirler de. Randevuya geç kalmayalım”.
Bastılar yelkenleri. Kotra akıntıyla birlikte süzüldü boğazın sularında. Artık tecrübeliydiler. Bebek koyuna hızla girdiler, yelkenleri hemen indirdiler. Delikanlı yine sandala atladı, kotrayı bağladı, kürekle şamandıralarına yanaştılar. Kotrayı Küçük Bebek açıklarında bulunan deniz fenerinin yanındaki şamandıraya bağladılar.
Randevuya bir saat önce gelmişlerdi, hiçbir şey olmamış gibi annesini ve misafirleri bekleyebilirlerdi.
DELİKANLI KARARLILIĞI, TECRÜBENİN ÖNEMİNİ UNUTULMAZ BİR MACERA YAŞAYIP ÖĞRENMİŞTİ.
Bu 19 yaşındaki delikanlıyı tanıdınız değil mi, şimdilerin punto amcasını.
................................................................
Tecrübeden ders çıkaranlar
Aşağıdaki yazı aynı zamanda yorum kısmında da var. Ben bu anıyı da buraya almayı uygun buldum. Zira ben de sizin gibi yeni öğreniyorum bu küçük macerayı. Gönlüm bu anının yorumların arasında kalmasına razı olmadı. buradan da sizlerle paylaşmak istedim:
M.Ali said...
Bu anıyı bilmeme rağmen keyifle okudum. Dedem gözümün önüne geldi ve her satırda "tipik dedem" dedim. Demek ki hiç değişmemiş. Aynı dersi bize de bir keresinde vermişti.
Daha küçüktük herhalde 12 falanız ve kardeşimle yeni yeni ufak sandalın arkasındaki 2 beygirlik motorla denize çıkmaya başlamışız. Gün ortasında "hadi balığa çıkalım" demişti. Biz biliyorduk ki bizim orada öğlen vakti özellikle 12.00 - 16.00 arası sert poyraz olur ve açıklarda ciddi dalga olurdu. Neyse.
3 metrelik sandal ve her akşam omuzumuzda eve çıkarabildiğimiz 2 beygirlik canı olan motor ile açılmaya başladık. O güne dek büyük tekne ile açılmıştık ama bizim ufak sandal ile hiç gitmediğimiz yerlere gidiyorduk. Biz her ne kadar yanımızda dedem var diye fazla önemsemesek de rüzgar çıktıkça ve dalgalar büyüdükçe birbirimize bakmaya başlamıştık.
Tabi dedeme hiçbir şey söylemedik. O gayet sakin balık tutmaya devam etti. Bizim için büyük olan dalgalar belli ki onun için çırpıntı idi. Sonra "hadi dönelim" dedi. Biz bir oh çektik. Motoru çalıştırdık tekneyi rüzgara, dalgaya karşı çevirdik ve kıyıya doğru gitmeye başladık. En azından gidiyoruz sanıyorduk.
Biz dalgalara giriyor, teknenin başı iniyor kalkıyordu bir ara yanıma baktığımda denizde bir naylon torba gördüm, 1-2 dakika kadar yanımızda kaldı. O zaman anladım ki tüm o eforumuza rağmen olduğumuz yerde sayıyorduk. Motorun canı o rüzgar ve dalgaya yetmiyordu. Kardeşimle beraber küreklere geçtik ama teknenin inip kalkmasından doğru düzgün kürek de çekemiyorduk. "Hah" dedik şimdi ne olacak bakalım derken dedem "geç bakalım dümene" dedi. "Şimdi size dalgalı havada nasıl gitmek gerektiğini göstereceğim". Kürekleri içeri aldık. Teknenin burnunu dalgaya dik değil de sağ baş yan taraftan almaya başladık. İlk başlarda oldukça sallandık ve endişelendik ancak sonra gördük ki hiçbirşey olmuyor ve tekne de gayet iyi gidiyordu. Yolu biraz uzattık, yani direk hedefimize gitmedik ama kıyıya yaklaştıkça dalgalar dindi biz de rotayı eve çevirdik ve 20-30 dakika rötarla eve vardık.
Aslında şimdi düşününce "hedefe ulaşmak için en kısa yol her zaman en uygun yol değildir" veya "Çözemediğin bir problem ile karşılaştında hemen pes etme, her zaman alternatif bir yolu ara" gibi dersler almışız farkında olmadan.
Dedem hiçbir zaman bu kelimeleri kullanmadı ama eminim ben de kardeşim de o günden iyi bir ders aldık.

14 yorum:

Adsız dedi ki...

Bu anıyı bilmeme rağmen keyifle okudum. Dedem gözümün önüne geldi ve her satırda tipik dedem dedim.
Demek ki hiç değişmemiş. Aynı dersi bize de bir keresinde vermişti.
Daha küçüktük herhalde 12 falanız ve kardeşimle yeni yeni ufak sandalın arkasındaki 2 beygirlik motorla denize çıkmaya başlamışız. Gün ortasında hadi balığa çıkalım demişti. Biz biliyorduk ki bizim orada öğlen vakti özellikle 12 - 16 arası sert poyraz olur ve açıklarda ciddi dalga olurdu.
Neyse 3 metrelik sandal ve her akşam omzumuzda eve çıkarabildiğimiz 2 beygir canı olan motor ile açılmaya başladık. O güne dek büyük tekne ile açılmıştık ama bizim ufak sandal ile hiç gitmediğimiz yerlere gidiyorduk. Biz her ne kadar yanımızda dedem var diye fazla önemsemesek de rüzgar çıktıkça ve dalgalar büyüdükçe birbirimize bakmaya başlamıştık. Tabi dedeme hiçbir şey söylemedik. O gayet sakin balık tutmaya devam etti. Bizim için büyük olan dalgalar belli ki onun için çırpıntı idi. Sonra hadi dönelim dedi. Biz bir oh çektik. Motoru çalıştırdık tekneyi rüzgara ve dalgaya karşı çevirdik ve kıyıya doğru gitmeye başladık. En azından gidiyoruz sanıyorduk. Biz dalgalara giriyor, teknenin başı iniyor kalkıyordu bir ara yanıma baktığımda denizde bir naylon torba gördüm 1-2 dakika kadar yanımızda kaldı. O zaman anladım ki tüm o eforumuza rağmen olduğumuz yerde sayıyorduk. Motorun canı o rüzgar ve dalgaya yetmiyordu. Kardeşimle beraber küreklere geçtik ama teknenin inip kalkmasından doğru düzgün kürek de çekemiyorduk. Hah dedik şimdi ne olacak bakalım derken dedem "geç bakalım dümene" dedi. "Şimdi size dalgalı havada nasıl gitmek gerektiğini göstereceğim". Kürekleri içeri aldık. Teknenin burnunu dalgaya dik değil de sağ baş yan taraftan almaya başladık. İlk başlarda oldukça sallandık ve endişelendik ancak sonra gördük ki hiçbirşey olmuyor ve tekne de gayet iyi gidiyordu. Yolu biraz uzattık yani direk hedefimize gitmedik ama kıyıya yaklaştıkça dalgalar dindi biz de rotayı eve çevirdik ve 20-30 dakika rötarla eve vardık.
Aslında şimdi düşününce "hedefe ulaşmak için en kısa yol her zaman en uygun yol değildir" veya "Çözemediğin bir problem ile karşılaştında hemen pes etme, her zaman alternatif bir yolu ara" gibi dersler almışız farkında olmadan. Dedem hiçbir zaman bu kelimeleri kullanmadı ama eminim ben de kardeşim de o günden iyi bir ders aldık.

Punto dedi ki...

Sevgili M.Ali; Bu hikayeyi ilk defa öğreniyorum. Paylaştığın için teşekkür ederim.
Bugünün dünyasında tecrübe fazla önemsenmiyor.

*Ra dedi ki...

Punto amca merhabalar.
Size mail gönderdim ama mail adresiniz konusunda tereddütüm var. Almadıysanız rabiatatli@hotmail adresine mail gönderir misiniz?
Saygılarımla.

Punto dedi ki...

Sevgili Rabia; merak etme, mailini aldım.

Berceste dedi ki...

Akın amca, inanılmaz heyecanla okudum yazınızı. Sonra bir baktım aynı şekilde okunacak bir anı daha... Babanız sırf müzik öğretmekle kalmamış, çok da önemli hayat dersleri öğretmiş!

Punto dedi ki...

Haklısın Sevgili Dilek; M.Ali'nin hikayesini ben de yeni öğrendim. Babam bilgisini, tecrübesini aktarmayı görev edinmişti. Galiba bu huy bana da geçmiş.

Pınarın Kulubesi dedi ki...

Punto Amca
ben de nefesimi tutarak okudum yazıyı... Benim kaldırabileceğim heyecan değil bunlar. Anneanne kızmakta haklı dedim:) Ne gerek var risk almaya, Allah korusun. Ders başka şekillerde de alınır. Ama beylerin tarafından böyle gözükmüyor tabi:)Bu konuda anlaşamıyoruz maalesef:) M.Ali beyin hatırasından annesinin haberi var mı acaba:) Annelerin yüreğine fazla gelir bu heyecan, korku...
Bu hikayeden ben şu dersi çıkardım. Böyle bir fırtına da beyleri bir odaya kilitliyoruz, fırtına dinmeden de kapıyı açmıyoruz:)Deniz durulduktan sonra rahat rahat açılıp balık da tutabilirsiniz, boğazı da gezebilirsiniz:)
Benim gibi düşünen hanımlar bu yönde ki yorumlarını belirtmeye çekineceklerdir.
Ben çekinmedim:)

sevgiler

Punto dedi ki...

Sevgili Pınar; Olayın içindeki en önemli unsur babamın kendine olan güveni idi. Tecrübenle riski azaltacağına inanıyorsan, neden böyle bir geziye çıkmayasın? Babam önemli bir tehlike gördüğü anda maceradan vazgeçecek kadar tecrübeliydi.
Seninkisi en kestirme yol.
M.Ali'nin hikayesini annesi de yeni öğrendi ama o da babama güveniyordu ve bu güven içinde endişe etmiyordu.
Sonuçta her şeyden endişe edersek huzur içinde nasıl yaşarız?

Pınarın Kulubesi dedi ki...

Peki ya o karanlıkta gemi size çarpsaydı, ya kollarınız dayanmasaydı, bir kaç kürek geride kalsaydınız:(
Bunun düşüncesi bile çok korkutuyor insanı..

Punto dedi ki...

Sevgili Pınar; Babam bana da güveniyordu. Her gün 6-7 saat kürek çekiyordum o zamanlar.
Gemi çarpabilirdi tabii. Haklısın. O da işin bir başka riskiydi.
Yazıda zaten bu yolculuğa çıkmamamız gerektiğini vurgulamıştım. Ben daha çok tedbirliyim. Her detayı, riskleri düşünerek hareket ederim.
Babam ise kafasına koyduğu şeyi mutlaka yapan bir karaktere sahipti.Tabii önemli olan bu kararlılığı olumlu anlamda kullanabilmek. Belki de babamın bu gözüpek davranışları, birlikte yaşadığımız maceralar beni daha çok tedbirli olmaya itti. Kim bilir?

Pınarın Kulubesi dedi ki...

Bu söylediğinizde çok haklısınız, babanızın gözüpek davranışları, sizi tedbiri elden bırakmamaya itmiş olabilir. Kendime baktığımda da görüyorum aynı şeyi, ebeveynlerimizin davranışlarını analiz edip kendimize doğru bildiğimiz yolu seçiyoruz...
sevgiler

özgür emre terzioglu dedi ki...

çok güzel bı anıyı paylaştıgınız için teşekkur ederım zevkle okudum resımde kotrayı gördum eskı teknelere hep ılgılendım... acaba kotranızın adı ve yapımcısı kımdı...

ozgur terzıoglu

özgür emre terzioglu dedi ki...

eskı kotralarla ılgılı bı araştırma yaparken yazınıza rasladım ve bu guzel denız macerasını keyıfle okudum bızlerle paylastıgınız ıcın teşekkur ederım maceranın kahramanı kotranın ismını merak ettim ve biliyorsanız yapımcısı kim idi acaba bunuda paylaşmanız mümkünmü :)

Punto dedi ki...

Sevgili Özgür; Kotrayı bir gazino sahibinden almıştı ağabeyim. Kurbağalıdere'de yatıyordu. Yapanı bilmiyoruz tabii. 60'lı yılların teknesiydi. İsmi de yoktu.